Bir Yaşamdır Köy Enstitüleri ?17 Nisan 1940

Nedir Köy Enstitüsü?

Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 yılında açılmış olan köy okullarıdır.

Amacı nedir?

Savaş yıllarından sonra iyice yoksullaşan, okul ve öğretmen ihtiyacı yüksek seviyede olan Anadolu'ya, kalkınmak için okullar ve öğretmenler gerekiyordu.

Dönemin başbakanı İsmet İnönü, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve eğitimci, dönemin ilköğretim genel müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç tarafından kültürlü, bilgili, çağdaş eğitimciler yetiştirmek amacıyla kuruldu.

İşleyişi

Bu okullarda sadece teorik bilgiler verilmiyor, uygulamaya dayalı bir eğitim veriliyordu. Teorik bilgilerin yanında, öğrencilerin ayda birkaç kitap okuması sağlanıyor, çeşitli müzik aletlerinin çalınması zorunlu tutuluyor ve tarım yapılıyordu. Evet, tarım yapılıyordu. Bunun sonucunda; öğrenciler sadece tüketen değil, üreten insan konumundaydılar.

Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçılık, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu.

Neden kapatıldı?

1954 yılında, komünist yuvası nitelendirmesiyle Demokrat Parti'nin yükselen sesiyle bu çağdaş eğitim yuvaları kapatıldı.



Bir Hasanoğlanlı olarak, yaşadığım toprakta böyle güzide bir eğitim yuvasının kurulmasından dolayı çok gururluyum.
 
Onur Abi bu konuyu açtığın için teşekkür etmeliyim gerçekten tarihimizin kanaya yaralarından biridir bu enstitüler.Çobannın sürüyü otlatırken bir yandanda keman çalması birilerinin hoşuna gitmedi ;)
 
Köy Enstitüleri deyince kurucu olarak aklıma hep Hasan Ali Yücel gelirdi. Oysaki geçenlerde okuduğum bir kitapta Köy Enstitüleri´nin temel taşlarının Köy Öğretmen Okulu adıyla Mustafa Necati zamanında atıldığını öğrendim.

Genç arkadaşlarımız pek bilmezler diye düşünürken Bülent bu ön yargımı yıktı diyebilirim. Demek ki ilgi duyan, geçmişine sahip çıkan gençler biliyor; Köy Enstitüsü hangi amaçla kimlerin çabaları ile kurulmuştur, ne gibi yararları ve zararları (!) olmuştur... Komünizmin ve fuhuşun merkez üssü olduğu gerekçesiyle kapatılan Köy Enstitüleri konusu gündeme geldikçe aklıma bir Kürt Beyi´nin anlattıkları geliyor.

İki köyümden iki çocuğu Köy Enstitüsüne gönderdiler. Giderken doğru düzgün Türkçe bilmeyen çocuklar döndüklerinde köylerine zorla iki okul yaptırdılar ve öğrendiklerini köydeki okulda öğrencilere, köylülere öğrettiler. Köyde herkes Türkçe konuşmaya başladı. Köylüler bizim gücümüzden başka güçler (devletin gücü) keşfettiler. Sistem bir süre daha devam etseydi halk bize değil devlete bağlı olacaktı.

Kurulu düzenin temel taşlarını sarsan bir düzeni iş işten geçmeden yok etmek gerekirdi, edildi de. Kazanan Türkiye mi yoksa ağalar ve çıkar odakları mı oldu bunu zaman çok güzel gösterdi. Eğer Köy Enstitüleri kapatılmasaydı günümüzde Türkiye makineye dayalı tarıma geçen, ayakları üzerinde durabilen, uluslar arası yardım kuruluşlarının direktiflerini dinlemek zorunda kalmayacak kadar güçlü bir ekonomiye sahip olurdu.

Ne demiş Aziz Nesin, Biz Adam Olmayız?
 
Aydınlanma çağını yaşayamayan toplumun önüne getirilen en büyük AYDINLANMA PROJESİ'nin adıdır ;KÖY ENSTİTÜLERİ...

aynı zamanda yakın tarihimizin kaçan en büyük fırsatıdır..

bundan sonrası sadece bazı kişi ve kurumlara dışarda sağlam bir ceza almama neden olacak sözlerim olur okadar..
 
Demokrat Parti ve Adnan Menderes sağolsunlar ülkede bitirdiler Köy Enstitülerini..

Ahh Menderes ahh şimdi bir iki şey yazasım var ama yazamam, hem bu forumda izin verilmez hemde "ölmüş adama laf mı edilir?" diyen çıkar o yüzden de ülke'ye vurulmuş en büyük "darbelerdendir" diyerek konudan uzaklaşalım...
 
Mahmut Makal'ın Köy Enstitüler'yle ilgili bir kitabını okumuştum. Yaşanan süreci çok güzel anlatıyordu.

Köy Enstitüleri'nin kapatılması Türkiye'yi kaç yıl geri götürdü, hiçbir zaman bilemeyeceğiz sanırım?
 
köy enstitüleri kapandığı için memlekette envai çeşit okul var zaten
işte bu yüzden öss, kpss, tus, yds vs (vs>vesaire yani :p) önceden bir öğretmen liseleri (öğretmen yetiştirmek için) birde köy enstitüleri (öğretmenlik dışında kalan diğer meslekler için -ki diğer mesleklerde kendi aralarında bir nevi öğretmenliktir) herkes uzman olduğu alanda ilerleyerek hem kendine hem millete daha faydalı bir şekilde eğitim görüyor. ben lise 2 den fakülte bitene kadar sözel alanda ihtisas yapacak bilgiler ediniyorum ama devlet bana iş vermek için en son lise 1 de gördüğüm matematikten (ki o da zaten hiç 1 olmadı hep 0, 4 işlem harici anlamam :p) sınav yapıyor sonra da sen matematik bilmiyorsun diye atamıyor. ben zaten sözelciyim ne işim olur matematikle, aynı şeyin tersi sayısalcı arkadaşlar içinde geçerli tabiiki
işte bu yüzden böyle oluyor yok onun kıyafeti, yok onun dini, yok onun kişiliği vb. bin türlü şeyle uğraşıyoruz, aç köy enstitülerini topla okulları 2 bilemedin 3 başlık altına, sizde kurtulun bizde
 
benim dedemin babasi okuma bilmez..
benim dedemin annesi okuma bilmez..
hatta benim ananem okuma bilmez..

belki benim dedem de okuma bilmeyecekti, ama koylerine gelen bir ogretmen bu kaderi degistiriyor, sonrasi ise yine onun tesvikleriyle koy enstitusu..

denize atilan o tas bir dalga yaratiyor, o adam ogretmen oluyor, bursada, agrida, ankarada vatanini seven ogrenciler yetistiriyor..

kendi cocuklarini da okutuyor tabii, agrida bir coban olan babasinin torunlarini ogretmen yapiyor, orada aldigi egitim aski hic dinmiyor..

o dalga buyuyerek devam ediyor, kendi torununu kucuk yaslarda egitimin onemi anlatarak ve vatan sevgisiyle yetistiriyor, tam olarak 'orada' ogretildigi uzere..

simdi torunu, yurtdisinda master ini yapiyor, tekrar yurduna donup, vatanina hizmet edecegi gunun hasretiyle..

bu benim dedemin hikayesi, ve erenin dedesinin, ve binlercesinin, farkli olan sadece aktorlerin isimleri..

denize atilan tas, ve kucuk bir dalga..

hala anlamadiniz degil mi, neyse bosverin..

padisahim cok yasa..
 
Melih Aşık'ın 18/04/2009 tarihli köşe yazısından alıntıdır.

"Köy Enstitüleri Kanunu bundan 69 yıl önce 17 Nisan 1940?ta TBMM?de kabul edildi. Ancak enstitüler, aydınlanmadan korkan güç sahiplerinin açtığı savaş sonucu 6 - 7 yıl içinde özünden saptırıldı. 1954 yılında tamamen kapatıldı. Zamanın İlk Öğretim Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri?nin babası diye anılır. Tonguç?un eğitime katkısı saymakla bitmez. Ancak sanırız ülkemizdeki geçerli demokrasinin ilk ve net fotoğrafını da o çekmiştir. Bakınız ne demiştir:
?Demokrasinin iki çeşiti vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı...
Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha...?
Köy enstitülerini kapattıran güçler, Türkiye?nin gerçek demokrasiye geçişini de engellemeyi başarmışlardır."
 
Bu konuda Ahmet Taner Kışlalı'nın güzel bir yazısını buldum, sizlerle de paylaşmak istedim..

-----------------------------------------

Köy Enstitüleri Yeniden Açılmalı!

Annem ilkokul öğeretmeni.
Ben de üniversitede öğretmenim. Ve yaptığım işler içinde en çok öğretmenliğimden kıvanç duyuyorum.
Ama 24 Kasım geldi geçti... Bu konuda iki satır yazamadan...
Şimdi bazı okurlarım "İyi güzel de Köy Enstitüleri'nin yeniden açılması da nereden çıktı?" dediklerini duyar gibi oluyorum. Bazı "numaracı cumhuriyetçiler"in ise "Bu Kemalistler de iyice dinazorlaştı" diyerek keh keh güldüklerini...

* * *

Yıl 1943. Yani yarım yüzyıl öncesi.
Köy Enstitüleri'nin babası Tonguç, yavrularını görmeye gider. Yurt Bilgisi dersinin o günkü konusu. "Devletin yurttaşlara karşı görevleri"dir. ( "Yurttaşların devlete karşı görevleri" değil!.. )
Tonguç, öğrencilerinden Mahmut Makal'ı kaldırır ve anlatmasını ister. İleriki yıllarda "Bizim Köy" ile uluslararası bir boyut kazanacak olan bu küçük köylü çocuğunun dili tutulur. Onca büyüğünün önünde heyecandan konuşamaz.
Ama onun yerine Tonguç öğretmene dönerek konuşur:
" - Bunlar yüzyıllardır susturuldukları için konuşmaları kolay olmaz. Derslerinizde ve derslerin dışında üstünde duracağınız ilk şey, bunların dilinin çözülmesini, konuşmalarını sağlamak olmalıdır..."
Köy Enstitüleri'nde - her cumartesi öğleden sonra - toplantılar yapılır. Okulun, çevrenin ve ülkenin sorunları tartışılır.
Müdürlerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin katıldığı bu toplantıları kim yönetir biliyor musunuz?
Bir öğrenci.
Müdür dahil, konuşmak isteyen herkes o öğrenciden söz ister...
Ve Fakir Baykurt'tan Mahmut Makal'a, Emin Özdemir'den Adnan Binyazar'a, Talip Apaydın'dan Feyzullah Ertuğrul'a, binlerce pırıl pırıl, yaratıcı kafa topluma kazandırılır...

* * *

Aradan tam 50 yıl geçti.
Ankara'nın göbeğinde, bırakın ortaöğretimi, yüksek öğretimde öğrencilerin soru sormalarının bile yasak olduğu dönemler daha dün değil miydi?
Bacak kadar çocukların - okul ödevlerinde dile getirdikleri - düşüncelerinden dolayı "ağır" biçimde cezalandırılmalarının üzerinden ne kadar geçti?
Üniversite öğrencilerine bile "ikinci sınıf insan" muamelesi yapan bir kişi, bugün YÖK'ün başında otur muyor mu?
Ve daha geçen gün, Eskişehir'in ilçelerinden birinde görevli gencecik bir bayan öğretmenin bana ilettiği şu gerçeği, Türkiye'deki onbinlerce öğretmen yaşamıyor mu?
"- Okulda bırakın öğrencileri, ben bile düşündüklerimi söyleyemiyorum. 'Kemalistim' demeye korkuyorum! Atatürk ve laiklik düşmanı bir yöneticimiz var çünkü..."
Bir yarım yüzyıl önceye bakın, bir de bugüne.
Hadi bakalım "Atatürk'ü yıkmadan çağdaş olunmaz, sivil toplum kurulmaz" deyin!.. Eğer kişiliğinizi ve utanma duygunuzu tümden yitirmemişseniz elbette...

* * *

Türkiye 1920'lerin Türkiyesi değil... Doğru!
Kırsal kesimin yapısının ve toplam nüfustaki oranının çok değiştiği de doğru!
Ama geri kalmışlık kısır döngüsünün kırılmasında neredeyse "mucize" bir çözüm oluşturduğu UNESCO tarafından da kabul edilen, Köy Enstitüleri'ne artık gereksinmemiz kalmadığı doğru değil!.
Doğu ve Güneydoğu'dan İç Anadolu'ya, ağın çok gerilerinde bir yaşam biçimini sürdüren binlerce köyün varlığını kim yadsıyabilir? O köylerde yaşayan onbinlerce çocuğun, yeteneklerini yeterince geliştiremeden yitip gitmeyeceklerini kim öne sürebilir?
Eğer Köy Enstitüleri olmasaydı, yazınımızdan eğitimimize bu topluma çok şey kazandıran bir Köy Enstitüler kuşağı yitip gitmeyecek miydi?

* * *

Köy Enstitüleri'ni kapatıp imam-hatip okullarını tüm yurda yayan "kafa"nın Türkiye'yi getirdiği nokta önümüzde...
Atatürk, "Ortaöğretimdeki eğitim ve öğretim yönteminin işe ve uygulamaya dayanması ilkesine uymak kesin olarak gereklidir" diyordu. "Düşüncesi özgür, anlayışı özgür, vicdanı özgür" kuşaklar yetiştirmek istiyordu.
Gerisini Makal'dan dinleyelim:
"Köy Enstitüleri'ndeki özgür düşünme ve tartışma ortamı, öğrencilerin toplum sorunları üstünde düşünmelerine ve kafalarında soruların yığılmasına yol açıyordu. Yeri geldiğinde, çekinmeden düşüncelerini açıklıyorlardı, yazıyorlardı... Köy Enstitüleri gitti, Atatürk devrimleri de neredeyse bitti..."
Hayır bitmedi!.. Ve bitmeyecek!..
Çünkü yaşadığımız tarih onu haklı çıkardı ve çıkarıyor; "gaflet, dalalet ve hatta hıyanet" içinde olanları değil!..


Ahmet Taner Kışlalı
 
Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğu algısı uzun yıllar süre gelmiş bir paranoyadır. Maalesef eğitilirken eğlenen, birlikteyken mutlu olan o öğrencileri,eğitimcileri o yuvadan alıkoymak bizim gibi yeni nesilleri de bundan mahrum bırakmak Türkiye'nin her dönem yapmış olduğu yanlışlardan, saçmalıklardan biridir.
 

Üst