Kınalı Kuzular

trt'de başlıyor bu dizi...
Çanakkale Savaşı'mızı konu alan,cepheyle direkt veya dolaylı yoldan ilişkili insan kesitlerini içeren duygu dolu bir hikaye...
fragmanlarına bakınca ne denli kalite bir yapım olduğu açık...
bence herkesin bunu bir görev olarak düşünüp izlemesi,tanıdıklarına duyurması gereken bir hikaye...
Kurtuluş ve Cumhuriyet'ten sonra bu denli özenilen bir tarihi yapımımız da olmamıştı...

salı günleri 20.30'da yayınlanacak...
bilgilenmek isteyenler buyursun...

http://www.youtube.com/watch?v=SRpmELnvgdc
http://www.youtube.com/watch?v=Ee-eLy5vA-8
http://www.youtube.com/watch?v=tz8p6jHLqfE
http://www.youtube.com/watch?v=c3lx6RqSYU4
 
Saçma ve aptal dizileri takip etmek yerine, takip edilesi bir tarihî dizi olarak görülüyor. Salı akşamı izledikten sonra kesin kararımı vereceğim. :)
 
Fragmanlara bakılırsa çok güzel bir dizi bizi bekliyor. İçeriği bomboş dizilerle duyarsız, ananelerine sahip çıkmayan, pasif bir toplum yaratılmaya çalışılıyor. Umarım bu dizi hakettiği ilgiyi görür ve yapımcıları kaliteli dizi yapmaya teşvik eder.
 
yok böyle bir şey...
yürek dayanmıyor...
boğazım düğümlendi...
zor tuttum kendimi ağlamamak için...
böyle mükemmel bir yapımı hayata geçirmede emeği olan herkesi alnından öpmek lazım...
helal olsun hepsine...
 
İzleyipte duygulanmamak elde değil bence sadece TÜRK olduğumuz için değil İNSAN olduğumuz için izlemeliyiz...

Bir milletin erdemli direnişi Tüm Dünya'ya örnek olmalı...

Özellikle de Emperyalist ülkelerin bu diziden öğreneceği çok şey olduğunu düşünmekteyim...

Ruhunuz Şad olsun ; Aziz Atalarımız ....
Nerelerden geldiğimizi asla unutmayacağız ....
Ulu Önder ATATÜRK gibi bir insanı yetiştiren bu millet daha çok büyük işler başaracak ....
 
çok etkileyici bir dizi ama bir yanlışlık var çanakkale savaşında Türk bayrağını ısrarla taşıdılar.oysa ozaman öyle bir bayrak yoktu benim bildiğim.
 
İlk defa seyrettim bu akşam.
5. bölümüymüş dizinin.Diğer kaçırdığım 4 bölüme yazık dedim kendi kendime.
Ezineli Yahya Çavuş'un destansı hikayesini anlatmışlar bu bölümde.
Bulundukları mevziyi 67 kişiyle, 2000 tane düşman askerine karşı 48 saat korumaları zaten hikaye değil olsa olsa destan olur.
Çok güzel bir dizi gerçekten.
 
evet bu tür eserleri sevenlere bir önerim var...
Esir Şehrin İnsanları'nı hiç izlediniz mi..?
8 bölümlük bu müthiş eserin piyasada vcd seti bulunmakta..
bulmakta zorlananlar hepsiburadadan çok makul bir fiyata bu eseri edinebilirler...
onu da mutlaka izlemelisiniz...
zira aksinin büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum...
bilgi için;

TRT'nin "Edebiyat Uyarlamaları" kuşağının bir halkası olan Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir'in “Esir Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpusu” adlı iki romanından, Ahmet Yurdakul tarafından 5 bölüm halinde senaryolaştırıldı. Yapımı, TRT tarafından gerçekleştirilen dizi, sürükleyici hikayesi, ustalıklı senaryo kurgusu, etkili atmosferi, zengin görselliği, dönemin ihtişamını yansıtan kostümleri, dev oyuncu kadrosu, genç ve dinamik ekibiyle tarihimizi derinden etkileyen bir dönemi yansıtıyor.

Esir Şehrin İnsanları düşman işgali altındaki bir kentin, İstanbul’un öyküsü. Bir yandan işgalin getirdiği baskılar, diğer yandan savaş ve yokluklarla mücadele eden yorgun bir halk, Balkan Savaşı'ndan beri her cephede savaşmış, sonunda işgalin acısını taşıyan gururlu askerler ve tüm bu karamsarlıkta Ankara'dan yeni bir umut olarak yükselen Kuva-i Milliye hareketi... Her şeye karşın padişahına bağlı kalanlar, yıllardır süren savaşta tüm inancını yitirmiş yılgın subaylar, Kuva-i Milliye'ye kayıtsız Şartsız inanmış ve ilk fırsatta Anadolu'ya geçmeye çalışan vatanseverler, savaş ve işgalin nimetlerinden faydalananlar ve işbirlikçi burjuvalar... Tüm bu kargaşa ortamında Avrupa' dan dönen ve kendini birdenbire esir bir şehirde, beş parasız bulan paşa çocuğu Kamil Bey... Bu hikaye, Kamil Bey'in yaşadığı süreçte hem o güne kadar "ihmal ettiği" kendi halkını, hem de vatan sevgisini yeniden keşfetmesinin hikayesidir...

Uzun yıllar Avrupa'da yaşayan 30 yaşlarındaki Kamil Bey, karısı Nermin ve küçük kızı Ayşe ile birlikte işgal altındaki İstanbul'a döndüğünde, büyük bir sürprizle karşılaşır.Babasından kalan bütün malları, İstanbul'un meşhur yangınlarında harap olmuş, kalanlara ise yağmacılar el koymuştur. Geçici olarak Nermin'in halasının evine sığınırlar. Hala'nın kocası İbrahim Bey İngiliz Garnizonu ile sıkı dostluklar içindedir ve dolayısıyla ölçüsüz bir servet sahibi olmuştur. İngilizler, Kamil'in babasından kalan Musul ve Kerkük'teki arazilerine de büyük bir servet önerirler. Kamil, bu teklifi reddeder. Bu arada eniştesinin evinden ayrılır ve babasından kalan son mülklerden biri olan harabe haldeki konağa sığınır. Kendisi gibi paşa çocuğu olan karısı bu değişikliklerden hiç de mutlu değildir. Bu da yetmezmiş gibi, Kamil Bey Kuva-i Milliye yanlısı “Karadayı” adlı dergide çalışmaya başlar. Hapisteki kocası Ihsan Bey'in yerine dergiyi çıkarmayı sürdüren Nedime Hanım daha ilk anda Kamil'in gözünü kamaştırır. Kendi karısında bulamadığı bütün nitelikleri Nedime Hanım'da bulur.

bu da müthiş oyuncu kadrosu;

http://www.sinematurk.com/film.php?8280
 
Çanakkaleyi hiç süphesiz en iyi bilen ve anlayan Mehmet Akif Ersoydur. Kendisi hiç Çanakkalede bulunmadığı halde Arabistanda bir istasyonda Çanakkale Şehitlerine şiirini yazmıştır. Ölümünün 70. yılında (27 Aralık 1936) onu rahmetle analım. ruhu şad olsun.


ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Akif Ersoy
 

Üst