Necip Fazıl Kısakürek

Bir çokları siyasi düşüncesi ile ele alır, sever ustayı ama bir insanı sevmek, hemde büyük bir ustayı sevmek onunla aynı düşünceyi taşımıyorken ondan nefret etmek değildir.

Bugün Nazım Hikmet, Türk Edebiyatı'nda ne kadar büyük bir yer edinmişse Necip Fazıl'da öyle yer edinmiştir. Evet cenazesinde kadınları istememiştir, belki bana göre "gericiliktir" ama asla bu Türk Edebiyatı'na damga vurmasını engellememiştir.. Bu arada Türkçe'ye çok özen gösterdiğide bilinir..

En büyük eserlerinden birisi ise şudur.

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar

Geçti istemem artık gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar..
 
Necip Fazıl der ki; Örtüsüz kadın perdesiz ev gibidir. Perdesiz ev ise; ya kiralıktır, ya satılık...

Edebiyatta en nefret ettiğim şairdir, üstadlığı falan benim için zerre kadar umurumda değil. Önce saygı göstereceksin, önce uslubünü taşıyacaksın, bu kadar ağır bir cümle kurmayacaksın.

Ve...

Ümmetçi anlayışa sahip bir çok şairimiz vardır ama hiçbiri Necip Fazıl gibi; belki başı açık ama alın teriyle geçinen,saf ruhu olan o kadar çok insan var ki, o insanlara gelecek söz söylememiştir.

Misal; Mehmet Akîf Ersoy '' Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvan senden daha medenî '' der bu cümlesinde art niyet aramam gerçektende yerinde bir cümle.

Böyle bir insan benden saygı beklemesin gelecek nesillere de Necip Fazıl'ın kim olduğunu anlatacağım bizzat kendi dilimle,dilim döndüğünce.Anlasınlar kim olduğunu...

Bu tür zihniyetlerdeki insanlara karşıyım... İnsanların temiz olduğunu kafasındaki bir parça bezle sınırlandıramazsın -ki; kimse ALLAH değil yargılayamaz...
 
Ben zaten düşüncesini ele almadım, "edebi" yönü olarak ustadır ancak düşüncesine de usta dersem kendimle çelişir, tezatlık oluştururum.. Yoksa kendisinin yaptıklarını bilmiyor değilim ama yine de "edebi" yönü olarak usta diyelim..
 
Necip Fazıl deyince Nazım,Nazım Hikmet diyince Necip Fazıl akla geliyor.Aslında hem aynılar hem gayrılar.

Bu şahsiyetlerin belli bir düşünceyi temsil eden yanlarının olduğu ve bunun popülerlikleri noktasında etkili olduğu yadsınamaz bir gerçek,ama bu,onların ömür boyu sürecek özelliği olan şairlik gerçeğini değiştirmez ve bu gözle onlara bakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Mesela Mehmet Emin Yurdakul da belli düşüncelerin savunuculuğunu yapmıştır ve savunduğu şeyler Türklük,milli edebiyat gibi genel tarafından kabul gören şeylerdir ama onun hakkında "iyi bir düşünce adamıdır,fakat iyi bir şair değildir" yorumu yapılır.

Bana göre öncelikle olması gereken estetik değerler çerçevesinde şairlikleri hakkında değerlendirme yapmaktır.

.................

Kendi ifadeleriyle şiir anlayışı:

"Bizce şiir,mutlak hakikati arama işidir.Eşya ve hadiselerin bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem,en mahcup,en nazik ve en hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak mutlak hakikati arama işi...

Şiir,mutlak hakikati aramakta,fevkalade sarp ve dolambaçlı,fakat kestirme ve imtiyazlı bir keçi yoludur."


BEN

Ben, kimsesiz seyyahı, mechuller caddesinin;
Ben, yankısından kaçan çoçuk, kendi sesinin.

Ben, sırtında taşıyan işlenmedik günahı;
Allah'ın körebesi, cinlerin padişahı.

Ben, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanların;
Ben, tükenmez ormanı, ısınmaz külhanların.

Ben kutup yelkenlisi, buz tutmuş kayalarda;
Öksüzün altın bahtı, yıldızdan mahyalarda.

Ben başı ağır gelmiş, boşlukta düşen fikir;
Benliğin dolabında, kör ve çilekeş beygir.

Ben, Allah diyenlerin boyunlarında vebal;
Ben bugünküne mazi, yarınkine istikbal.

Ben, ben, ben; haritada deniz görmüş, boğulmuş;
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş.

Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum;
Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi uçurum...


"Bütün bu beyitlerde ben,imkansızlıkla karşı karşıyadır.İnsan,menfi ve müsbetin mücadele mekanıdır.Her türlü menfi ve müsbet,bu mekanda; 'ben' mekanında meydana gelir." Şerif Aktaş
 
necip fazıl'ın hayatını, bazı hikayelerini okuyanlar nasıl bir yoldan geçtiğini gördüklerinde şaşırırlar.. yanlış hatırlamıyorsam şöyle;

maraşlı bir ailenin, hali vakti iyi sayılabilecek bir ailenin oğlu.. konakta büyümüş.. tahsil için gençlik yıllarında fransa'ya gidiyor.. burada, kendi deyimiyle tam bir " bohem " hayatı yaşıyor.. kumara ve kadınlara karşı büyük zaafı var. okulu mokulu unutup bunlarla meşgul oluyor..paris'ten başka bir adam olarak dönüyor..

aynı hayat burada da devam ediyor.. yine kumar var.. ama edebiyat anlamında çok meşhur ve başarılı.. "kaldırımlar " şiirini falan da o zamanlar yazıyor..

sonra bir gün, ağa camii'nde ( istiklal caddesinden aşağı inerken, sağda kalan meşhur camii ) bir imamla tanışıyor ve hayatı kökten değişiyor.. bir tarikata bağlanıyor ve 180 derece dönüyor.. kendini o yola adıyor ve ölene kadar da bırakmıyor.

bundan sonra çok meşhur bir fikir adamına dönüşüyor.. büyük doğu dergisi çıkıyor..inönü'ye sert muhalif oluyor.. maalesef ibda-c gibi uç akımlara da istemeden fikir babalığı yapmış oluyor..

bu değişimle tabii eserleri de değişiyor ve daha muhafazakar şiirler, makaleler yazıyor.. hayatının son bölümünü beylerbeyi (veya çengelköydü ) ndeki evinde ölümle ilgili eserler oluşturarak geçiriyor..

cenazesi fatih camii'nde kılınıyor..başbakan özal da orada.. mareşal fevzi çakmak'tan sonra, istanbul'un gördüğü en kalabalık cenaze derler.. "çile " adlı şiir antolojisinin arkasında hayatının her dönemine ait resimler mevcuttu..

necip fazıl, nazım hikmet'in simetriğidir demek yanlış. bu iki büyük şair, fikir anlamında çarpışmışlarsa da olayı şahsileştirmemişlerdir ki necip fazıl için olayı şahsileştirmek ve ağır konuşmak hiç bir zaman kaçınılacak bir şey olmamıştır.. inönü'ye söylemediğini bırakmamıştır.. milletin karısına kızına sövmüştür. kendisi de fazla agresif olduğunu kabul eder.. nazım hikmet için bir kitabında " biz nazımla akşama kadar fikir kavgası yaparız, akşam da çıkar cadde-i kebir'de ( istiklal caddesi ) hovardalık ederiz " demiştir.. Yanlış hatırlamıyor isem Nazım, Sultanahmet'te hapishanede yatar iken Necip Fazıl hep ziyaret edermiş..


eleştirilecek çok yanı olmakla birlikte büyük bir fikir adamı olduğu ve büyük bir sanatçı olduğu herkesçe kabul edilir.. ben şiir sevmem ve pek de anlamam ama bazı eserleri tüylerimi diken diken etmiştir.. zindan'dan mehmet'e mektup ve sakarya şiirlerini mutlama okumanızı tavsiye ederim.. en azından bir kere.. özellikle de sakarya. aşağıya kopyaladım. ne zaman okusam ağlamaklı oluyorum.


Sakarya

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük-küçük kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb?im isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.


Eyvah eyvah, Sakarya?m, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?


Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!


İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağı?nı assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!


Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
 
Emre Yuksel' Alıntı:
paris'ten başka bir adam olarak dönüyor..

Paris'ten başka bir adam olarak dönmek diyince direk aklıma Yahya Kemal geldi.Onun için de Paris önemli bir dönüşümün gerçekleştiği yer aslında.Kendi tarihinden ve kültüründen kaçarak Paris'e gitmişti,ama kuvvetli bir tarih edebiyat kültürüyle evine döner gibi gelmişti.Yahya Kemal'i de Paris'ten önce Paris'ten sonra diye ayırabiliriz.

Aslında ilk aklıma gelen isimler olarak Yahya Kemal,Tevfik Fikret ve Mehmet Akif başlıkları da olsa güzel olur.
 
Değindiğim noktayı Emre Abi fazlasıyla açmış. İlginç bir insan derken o değişimi kastetmiştim.

Eh, ben de kendi ilgi alanım olan polisiye edebiyat penceresinden yaklaşayım. Erol Üyepazarcı'nın Korkmayınız Mister Sherlock Holmes isimli bir çalışması da var kendisinin. İki cilt ve Türkiye'de çıkmış tüm polisiye kitapları içeren ve polisye meraklılarının kütüphanesinde bulunması gereken. Her neyse, kendisinin ne yazık ki yayın hayatına devam etmeyen Virgül Dergisi'nde çıkan bir yazısında Necip Fazıl'ın Meş'um Yakut isimli bir polisiye yazdığından bahsedilmiş. Kitabın Latin Alfabesi'yle basımı yok maalesef. Kitabın neden başarısız olduğunu da açıklamış. Bu aralar sınavlarım var; ama unutmazsam okulun kütüphanesinde ilgili sayıyı bularak, dikkatimi çekenleri paylaşırım.

Bilirsiniz, Peyami Safa'nın Server Bedii takma adıyla yazdığı Cingöz Recai romanları vardır. Peyami Safa'yla iyi arkadaş olan Necip Fazıl'ın da romanı para kazanmak amacıyla yazdığı sanılıyormuş.

Kapalı Oda türünde bir esermiş ki bu da benim okurken çok keyif aldığım ülkemizde daha çok Agatha Christie'yle tanınan klasik polisiye tarzında yazıldığını gösterir diyebiliriz. Tabii, yazıda bu zor roman türünden başlamasının Necip Fazıl'In işini zorlaştırdığından da bahsedilmiş. Kapalı oda gizemlerinin en önemli temsilcilerdinden Carter Dickson'ın eserlerinin ise ne yazık ki yeni baskısı yok. Sahaflardan eski baskılarını bulabilirsiniz. Tavsiyemdir.

Bu arada polisiye merakı olan varsa onun için de bir topic açalım.

Aşağıya iki link koydum. İkincisi daha geniş kapsamlı bir yazı. Sürekli sonradan birşeyler ekleyerek yazdım bu postu, çok dağınık oldu kusura bakmayın.

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1276

http://www.on5yirmi5.com/genc/content.aspx?c=5199&p=all
 
Burak Ceyhan' Alıntı:
Necip Fazıl der ki; Örtüsüz kadın perdesiz ev gibidir. Perdesiz ev ise; ya kiralıktır, ya satılık...

Edebiyatta en nefret ettiğim şairdir, üstadlığı falan benim için zerre kadar umurumda değil. Önce saygı göstereceksin, önce uslubünü taşıyacaksın, bu kadar ağır bir cümle kurmayacaksın.

...

Burak Kardeşim,

Bir olayı değerlendirirken o olayın gerçekleştiği şartları araştırmak, tarihte objektifliği yakalayabilmek adına önemli bir şarttır ve bu tarih ilminin temel taşlarından bir tanesidir. Ben de şimdi Necip Fazıl'ın söylemiş olduğu o sözün yazıldığı ortam, o sözü söyleyen Necip Fazıl'ın hangi Necip Fazıl olduğu gibi konularla ilgili birkaç kelam edeceğim.

Necip Fazıl, Emre Yüksel ağabeyin de açıkladığı gibi Fransa'da yaşamış olduğu 'bohem' hayatının ardından tanıştığı imam-böyle demek ne derece doğru bilemiyorum ama- vasıtasıyla kendi öz değerlerine geri dönmüş bir insandır. Bu ani dönüşün getirmiş olduğu heyecanla, karakterinde mevcut bulunan agresif yapısı, daha yeni yeni benimsemeye gayret ettiği bir akımın felsefesini tam olarak kavrayamamış olmasının ve çevresinde görmüş olduğu birtakım iğrençliklerin birleşmesi sonucunda o talihsiz olarak nitelendirilebilecek sözler ortaya çıkmıştır. O dönem İstanbul'unda insanların büyük oranda ya öyle ya böyle olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. İslami değerleri net olarak benimseyememiş bir insanın kaleminden çıkan bu sözler, bizim kafamızda 'Üstad' olarak yerini sağlamlaştırmış olan Necip Fazıl portresiyle de günümüz şartlarında elbette uyuşmamaktadır.

Ufak bir örnekle bu bahsi kapatacağım, Ankara'ya gitseniz; orada görmüş olduğunuz ak sakallı bir insana bakıp helal olsun işte İslami değerlerle yetişen insan böyle oluyor diyebilirsiniz ama Konya'da da bak şu sakallıya ulan, hem Allah der hem de ne işlerle meşgul olur şeklinde söylemleriniz olabilir; şayet meselenin özünü tam olarak kavrayamamışsanız...

Yukarıdaki meseleden ayrı olarak da bir dipnotum var, dipnot dediğime bakmayın üzerinde tez hazırlanabilecek derecede önemli bir konu benim açımdan ama burada ben bir dipnot olarak işleyeceğim.

Kimi insanların benimsedikleri, kendileri için bir deniz feneri gibi sarıldıkları insanlara bir şeyler söylerken dikkat etmek gerek ictimai hayatın tesisatı ve sürekliliği adına. Ülkemizde Necip Fazıl Kısakürek gibi, Nazım Hikmet Ran gibi, Alparslan Türkeş gibi insanlarla alakalı olarak konuşmak bu kadar kolay olmamalı, hataları olsa dahi zira bizim doğru da olsa söyleyeceğimiz en ufak bir söz fitilleri ateşleyip bizi birbirimize düşürebilir. Az önce bahsini ettiğim insanlar önder kabul edilir, hakkında bir şey bilmeyen bir insan bile ben şucuyum bucuyum, efendim şöyleyim böyleyim dedikten sonra bu insanlara toz kondurmaz. Bu yönden fikirlerimizi beyan ederken biraz düşünmeliyiz bence, bu söylediklerim karşı tarafı rencide eder mi diye -rencide olduğum için söylemiyorum genel konuşuyorum-. Belki onlardan daha büyük hizmetlerde bulunmuş insanlar vardır davaları için ama bu insanlara söylenen sözler çok da göze batmaz, -biraz da cahilliğimizdendir bu ama ne yazık ki böyledir- ancak az önce ismi geçen şahıslar ve türevlerine karşı konuşurken iki değil üç kere düşünülmeli derim ben.

Saygı ile...
 
Bu arada üstte bahsettiğim Meş'um Yakut ile ilgil yazı rastlantı eseri son günlerde www.cinairoman.com'da çıkmış. Forumuyla, Türkiye'de yayınlanmış polisiye eserler kataloğuyla anasayfasıyla, çok hoş bir sitedir. Ziyaret etmenizi tavsiye ederim.

http://www.cinairoman.com/?p=855

Sevgili Alperen,

İstanbul'daki insanların öyle ya da böyle dediğin halleri şu anda çoğumuzun doğal karşıladığı şeyler. O dönemdeki toplumun geneli tarafından kabul edilen ahlak kurallarını kimse kendisine ilke olarka benimsemek zorunda da değil. Tıpkı şu anda da olduğu gibi. Ayrıca, Burak'ın yazısında hakaret anlamına gelecek bir şey de yok ve o cümle benim de asla kabul edemeyeceğim bir zihniyeti temsil etmekte.

Son olarak, ülkemizde tartışma kültürü yok doğru; ama bu kültür olmadığından belli ideolojilerin öne çıkmış isimlerinin tartışılmaması gerektiği sonucu çıkarılmamalı. Tam tersine bir yerlerden başlamak gerekmiyor mu bu kültürü oluşturmak için?
 
Söylenen sözlerin kabul edilebilir şeyler olmadığını ben de senin iletinden önceki iletimde belirttim Sarp Abi. Ama bu sözlerin Necip Fazıl'ın gerçek kimliğini yansıtmadığını da anlatmaya çalıştım, bu sözler bir kesimin üstad olarak benimsediği NFK'nın sözleri değil. Ben bunu söylemeye çalışıyorum sadece.

Ben Burak'ın hakaret ettiğini de söylemedim, sadece kimilerinin kusursuzmuşçasına gördükleri insanlarla alakalı söylenen olumsuz şeyler aramıza nifak tohumları ekebilir ve bununla alakalı olarak da kimi zaman fedekarlık yapmalıyız fikir bazında. Yoksa Burak gayet medeni bir şekilde açıklamış düşüncelerini.

Tartışmaya başlamak demişsin abi de, elbette ki gerekiyor ama şu an o seviyede miyiz bilemiyorum. Fener-Galatasaray kavgasından birbirimizi boğazlıyoruz hala; henüz zamanı var gibime geliyor senin söylediğin ortamın oluşmasının..
 
tarih kitaplarını açtığımızda , daha ilk sayfasında şöyle bir şey yazar. tarihi olaylar, kendi içinde bulundukları şartlar çerçevesinde değerlendirilmelidir.. necip fazl'ın veya başka birinin 1960 da söylediği bir sözü, 2010 yılı şartlarında eleştirmek de bence yanlış ama Burak Ceyhan kardeşimiz de kendine göre haklıdır.. Necip Fazıl genellikle hep sınırı aşan cümleler kurmuştur, bugün yaşasa yine kurardı.. Mizacı öyle idi..Bu mevzu bahis cümle de sınırı aşmıştır. Buna katılıyorum..

Alperen ve Emre kardeşlerime de başka bir yönden katılıyorum. Bahsedilen insan herhangi bir yazar değildir.. Bu ülkenin milliyetçi-muhafazakar nehrinin yatağını değiştirecek güçte, parti liderlerini küstürecek, yerden yere vuracak güçte bir adamdır.. Yani Necip Fazıl, Türkeş 'e küsüp, bu ülke milliyetçiliğini bu adam götüremez deyip siyasetin karaketrini, siyasi yapıyı değiştirmiş bir adamdır.. Yani iyi şair, iyi yazar deiyp geçmek haksızlıktır.. Olumlu veya olumsuz , ülkenin muhafazakar kesimine yön vermiştir yıllarca.. Olumsuz yanı İBDA-C gibi bir yasadışı örgüte neden olmuştur mesela.. Adam gidin terör örgütü kurun demiyor ama öyle sert , öyle marjinal konuşuyor ki millet buradan kendine görev çıkarıp örgüt kuruyor.. Olumlu yanları ise bence saymakla bitmez.. Sakarya şiirini yazan adam kim olursa olsun ceketimi iliklerim, ellerini öperim..
 
necip fazıl hakkında bazı arkadaşlar sırf görüşünden dolayı ağır ithamlarda bulunmuşlar necip fazıl kısakürek bir davanın üstadı olamkla birlikte edebiyatımıza birçok eser bırakan nadir şahsiyetlerden birisidir görüşünü beğenmiyo olabilirsin ama kimsenin sadece görüşünden dolayı yok şöyle adamdır böyle admdır deme gibi bi lüksü yok...

tohum saç bitmesse toprak utansın
hedefe varmayan mızrak utansın
ey gidi küheylan koşmana bak sen
çatlarsan doğuran kısrak utansın...

ÜSTAD N.F.K
 
"Necip Fazıl der ki; Örtüsüz kadın perdesiz ev gibidir. Perdesiz ev ise; ya kiralıktır, ya satılık..."

O kadar baktım ettim yok adamın böyle bir sözü. Sonradan da öğrendim ki asparagasmış, sağda solda yayınlanmamış bir sözü de değilmiş. Valla sözü söyleyen edebi olarak güzel bir laf etmiş olduğundan üstada atfedilen bu sözün üstadın sözü olduğuna inanmak kolay oldu. Sanıyorum hakkında tekrar düşünmek gerekecek bazılarımız için; hem bu sözün hem de üstadın...
 
Burak Ceyhan' Alıntı:
Necip Fazıl der ki; Örtüsüz kadın perdesiz ev gibidir. Perdesiz ev ise; ya kiralıktır, ya satılık...

Edebiyatta en nefret ettiğim şairdir, üstadlığı falan benim için zerre kadar umurumda değil. Önce saygı göstereceksin, önce uslubünü taşıyacaksın, bu kadar ağır bir cümle kurmayacaksın.

Ve...

Ümmetçi anlayışa sahip bir çok şairimiz vardır ama hiçbiri Necip Fazıl gibi; belki başı açık ama alın teriyle geçinen,saf ruhu olan o kadar çok insan var ki, o insanlara gelecek söz söylememiştir.

Misal; Mehmet Akîf Ersoy '' Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvan senden daha medenî '' der bu cümlesinde art niyet aramam gerçektende yerinde bir cümle.

Böyle bir insan benden saygı beklemesin gelecek nesillere de Necip Fazıl'ın kim olduğunu anlatacağım bizzat kendi dilimle,dilim döndüğünce.Anlasınlar kim olduğunu...

Bu tür zihniyetlerdeki insanlara karşıyım... İnsanların temiz olduğunu kafasındaki bir parça bezle sınırlandıramazsın -ki; kimse ALLAH değil yargılayamaz...

Edebiyat bölümünde okuyan bir arkadaşım hocasına söylemiş ve uzun araştırmalardan sonra bu sözün Üstad Necip Fazıl Kısaküreğe ait olmadığı öğrenilmiştir...''Bu sözü kuvvetle muhtemel dindar hayranlarından birisi söylemiş,eee benim söylediğim söz tarihe geçmez en iyisi N.F.K ile bu sözü yayarım diye düşünmüştür...''diye bir tahminde bulunmuş hocası...

Zaten ilerleyen zamanlarda Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışır ve ondan bir daha kopamaz. Bu sözleri de galiba şeyhi ile tanıştığı ilk zamanlarda heyecan ve şevkiyle yazmış olmalı...

Daha sonraları onun için; 1940 yılında;

"Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel."

?Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
?Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!?

diyeceği bu büyük insan, onun hayatında yeni bir devrin başlamasına vesile olur ve üstat, hayatında meydana gelen bu değişikliği şu mısralarla özetler:

?Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...?


Bu tanışma onun hayatında dönüm noktası oldu. İslami kimliği ile öne çıkmaya başladıktan sonra ders kitaplarından şiirleri ve fikirleri çıkarıldı. Necip Fazıl'ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar.
 

Üst