Cohiba purosunundan çektiği derin nefesi hızla dışarı doğru üfledi. Plazanın 12’inci katındaki odasından dışarı bakarken, esmer yüzü camdan dönen dumanların içinde kısa bir süre kaybolur gibi oldu. Tam 6 saat olmuştu başkanla konuşalı. “Hâlâ bir cevap yok. Neler oluyor?” diye düşündü.
Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucundaki sesin, o, insanın vücut kimyasını bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı.
-Bana tam 100 milyon dolara mal oldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin.
“Sen bilirsin.”
Dağın kenarında bağırıp, yankılanan sesini dinler gibi beyninde büyüdü büyüdü.
-Sen bilirsin.
Borsadaki operasyonu yöneten arkadaşına okkalı bir küfür savurdu yeniden. Bilmeliydi. Evet, o kesin bilmeliydi. Speküle ettikleri kağıtların kime ne yapacağını, onun gibi bir uzman atlamamalıydı.
Mafyanın 100 milyon dolarına mal olmak... İçinin titrediğini hissetti yeniden. Masif gül ağacından yapılma çalışma masasına döndü. Deri koltuğuna oturmaktan son anda vazgeçti. Eğilip diafondan sekreterine seslendi.
- Bana bir duble daha viski ver.
Bir türlü oturamıyordu yerine. Şu başkan da nerede kalmıştı.
Böyle bir konuda en büyük rakibin başkanına ricacı olmak yeterince canını sıkıyordu ama ondan başka bu işi çözebilecek kimse de aklına gelmemişti. En azından şu anda sıkılacak bir canı vardı.
Mafyaya kaybettirdiği 20 milyon dolara karşılık kendisinden 100 istenmesine de kızıyordu aslında ama bu konuda pek de yapacağı bir şey yoktu.
Mesaj çok net gelmişti.
- Biz o parayla 100 kazanırdık. Sen de bize 100 vereceksin.
Sabah başkanla konuşurken, “Lütfen” dedi, “Bu işi 20’ye bitir. Ondan sonra dile benden ne dilersen.”
Karşı tarafın isteği de mafya kadar sendeletti onu. Ama ağzından “Tamam” çıkmıştı bir kere.
Gitti cep telefonunun çekip çekmediğini bir kere daha kontrol etti. Uzun zamandır “Ya arayıp da ulaşamıyorsa” psikozuna girmişti. Geçici bir tik gibi 5 dakikada bir cebini kontrol ediyordu.
Artık hava kararmak üzereydi. Camın yanına gidip tekrar dışarı baktı. Trafiğin akşam keşmekeşi yeni yeni başlıyordu.
Telefondan “groove” melodisinin tonu gelmeye başladığında yüreği yerinden çıkacakmış gibi oldu.
Arayan oydu. Ondan başkası olamazdı, çünkü bu hattı sırf bu iş için alalacele aldırmıştı ve bu numara da ondan başkasında yoktu.
Doğruca “Başkan” diye açtı telefonunu.
“Merhabalar” dedi karşısındaki ses.
Bu aksan oldum olası komiğine gitmişti ama şimdi gülecek hiç hali yoktu.
- Ne oldu? diye sordu.
“Tamam” dedi. “20’ye 20. Teslimatı 3 gün içinde yapacaksınız. Gerisi konuştuğumuz gibi. Bana verdiğin sözü unutma.”
“Tamam” dedi kısık bir sesle. Bütün gün hiç oturamadığı deri koltuğuna adeta çökerken. “Tamam anlaştığımız gibi.”
Telefonu kapattıktan sonra biraz evvel sekreterinin bıraktığı “Maccallan” dolu bardaktan iri bir yudum çekti. Rahatlamıştı ama şimdi başkana verdiği sözü nasıl tutacağını düşündü. Nasıl yapmalıydı da onca puan farkı kapanmalıydı. Aklında bu işi becerebilecek tek bir kişi vardı. Telefonu eline aldı ve numaraları çevirmeye başladı.....
***
Yukarıdaki hikayenin gerçekle alakası yoktur. Ya da olmaması gerekir.
Sabah aldığı telefondan sonra hiç bu kadar korkmamıştı. Hattın diğer ucundaki sesin, o, insanın vücut kimyasını bozan tonu ve söylediklerini hafızasında tekrarladı.
-Bana tam 100 milyon dolara mal oldun. Ya bu parayı getirirsin, ya da sen bilirsin.
“Sen bilirsin.”
Dağın kenarında bağırıp, yankılanan sesini dinler gibi beyninde büyüdü büyüdü.
-Sen bilirsin.
Borsadaki operasyonu yöneten arkadaşına okkalı bir küfür savurdu yeniden. Bilmeliydi. Evet, o kesin bilmeliydi. Speküle ettikleri kağıtların kime ne yapacağını, onun gibi bir uzman atlamamalıydı.
Mafyanın 100 milyon dolarına mal olmak... İçinin titrediğini hissetti yeniden. Masif gül ağacından yapılma çalışma masasına döndü. Deri koltuğuna oturmaktan son anda vazgeçti. Eğilip diafondan sekreterine seslendi.
- Bana bir duble daha viski ver.
Bir türlü oturamıyordu yerine. Şu başkan da nerede kalmıştı.
Böyle bir konuda en büyük rakibin başkanına ricacı olmak yeterince canını sıkıyordu ama ondan başka bu işi çözebilecek kimse de aklına gelmemişti. En azından şu anda sıkılacak bir canı vardı.
Mafyaya kaybettirdiği 20 milyon dolara karşılık kendisinden 100 istenmesine de kızıyordu aslında ama bu konuda pek de yapacağı bir şey yoktu.
Mesaj çok net gelmişti.
- Biz o parayla 100 kazanırdık. Sen de bize 100 vereceksin.
Sabah başkanla konuşurken, “Lütfen” dedi, “Bu işi 20’ye bitir. Ondan sonra dile benden ne dilersen.”
Karşı tarafın isteği de mafya kadar sendeletti onu. Ama ağzından “Tamam” çıkmıştı bir kere.
Gitti cep telefonunun çekip çekmediğini bir kere daha kontrol etti. Uzun zamandır “Ya arayıp da ulaşamıyorsa” psikozuna girmişti. Geçici bir tik gibi 5 dakikada bir cebini kontrol ediyordu.
Artık hava kararmak üzereydi. Camın yanına gidip tekrar dışarı baktı. Trafiğin akşam keşmekeşi yeni yeni başlıyordu.
Telefondan “groove” melodisinin tonu gelmeye başladığında yüreği yerinden çıkacakmış gibi oldu.
Arayan oydu. Ondan başkası olamazdı, çünkü bu hattı sırf bu iş için alalacele aldırmıştı ve bu numara da ondan başkasında yoktu.
Doğruca “Başkan” diye açtı telefonunu.
“Merhabalar” dedi karşısındaki ses.
Bu aksan oldum olası komiğine gitmişti ama şimdi gülecek hiç hali yoktu.
- Ne oldu? diye sordu.
“Tamam” dedi. “20’ye 20. Teslimatı 3 gün içinde yapacaksınız. Gerisi konuştuğumuz gibi. Bana verdiğin sözü unutma.”
“Tamam” dedi kısık bir sesle. Bütün gün hiç oturamadığı deri koltuğuna adeta çökerken. “Tamam anlaştığımız gibi.”
Telefonu kapattıktan sonra biraz evvel sekreterinin bıraktığı “Maccallan” dolu bardaktan iri bir yudum çekti. Rahatlamıştı ama şimdi başkana verdiği sözü nasıl tutacağını düşündü. Nasıl yapmalıydı da onca puan farkı kapanmalıydı. Aklında bu işi becerebilecek tek bir kişi vardı. Telefonu eline aldı ve numaraları çevirmeye başladı.....
***
Yukarıdaki hikayenin gerçekle alakası yoktur. Ya da olmaması gerekir.