Veda

Hikaye 2002 yazının hemen sonrasında başlıyor. Futboldan yana keyfim yerinde. 10 yaşındaki bir insan için hafızada yer eden 3. şampiyonluğun minimal kadro ile gelmesi hayli öğretici, sezon ise nadiren Kapalı genellikle de Yeni Açık'ta geçmiş. Anadolu Yakası'ndan ayrılırken trafiğin ''Rainbow'' reklamlı binanın hizasında başlaması kendimi şanslı hissetmeme sebebiyet veriyor, Boğaz Köprüsü'nden geçerken bakışlarım ısrarla karşıya doğru. Zira 10 dakika sonra arabadan inip koşmak isteyeceğim. Bugüne taşınan kodlar oluşmaya başlıyor anlayacağınız. Yaz boyunca yeni sezonu, Rainbow'u, kozmopolit Mecidiyeköy'ü, daha da kozmopolit Yeni Açık'ı, karşımdaki tribünde yer almaya başlayan kırmızı polarlı hareketli insanları görmeyi iple çekiyorum.

Galatasaray'ın bir Darüşşafaka maçı dahil olmak üzere muhtelif basketbol maçlarına gitmiştim. Efes'i soğuk buluyor, Ülker'i ise hiç sevmiyorum. Kadrosuna ve bilhassa iki yabancısına ciddi şekilde saygı duyduğum Tofaş artık yok. Kendilerine bir kez olsun ''öteki'' muamelesi yapmamış olsam da o ihtişamlı kadronun yaşadığı son ''kara gün''ün Abdi İpekçi'de Galatasaray deplasmanında gelişmesi zihnimi karıştırmış, ''Galatasaray basketbolda da şampiyon olabilir mi, salon değişebilir mi?'' sorularını düşürmüştü.

Erman Kunter'in ismini hatırladığım ilk Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndan biliyordum. Cumhuriyet'in spor sayfasında kısa bir not olarak kendisine yer bulan Galatasaray'a imzası gülümsememe neden oluyor. ''Üç büyükler basketbol takımlarını kapatıyor!'' haberlerinin hemen sonrasında alel acele takımlar kurulurken kendisi, zamanla oldukça özel bir yere sahip olacak olan yardımcısı paralelinde kurulan takım müesseselerin yetenekli gençleri Arda Vekiloğlu-Muratcan Güler ikilisini, üç doğru yabancıyı (Aaron Mitchell-Jason Robert Koch-Roy Hairston) ve Galatasaray basketbolunun tanıdık yüzlerini (Serdar Tabay-Ersin Görkem-Önder Külçebaş) barındırıyor.

İlk hafta parlak bir skorla geçiliyor. NTV'nin antipatik olmadığı, Mehmet Baturalp'in saygı değer geldiği, Murat Kosova'nın sıradanlaşmadığı zamanlarda haftasonu ''Basketbol Panorama''yı izlemek ciddi keyif. Galatasaray bu sezon zirveyi zorlayabilir sözcükleri ağızlarından dökülüyor, beni amansız bir takibe sevk ediyor. İkinci hafta bir sezon önce açılan Haldun Alagaş'tayız. Tribünde bir gürültü kopuyor, o zamanın yayıncısı TRT 3'e de yansıyor. Maçtan sonra futbol sezonunun ilk maçlarında duyduğum ''deplasman yasağı''na protesto niteliğinde olduğunu öğreniyorum. Bir grup Galatasaraylı salona giriyor ve ''üçlü'' çektikten sonra salondan çıkıyor. Olay o zamanın haber bültenlerine de yansıyor, kullanılan ifadeler bu zamanki kadar ötekileştirici, zekadan yoksun bir düzen yanlılığı çizgisinde değil. Maç mı? Koch'un uzak mesafeden attığı üçlükler Haldun Alagaş'ta salonda kalmayı seçen az sayıdaki Fenerbahçeliyi hayıflanmaya iterken oldukça sert bir skorla bitiyor, 96-68.

Sezonun ilerleyen haftalarında zirvenin hep çevresindeyiz. Oynadığımız basketbol keyif veriyor, Arda Vekiloğlu-Muratcan Güler ikilisinin gelişimi muhtemelen bugüne dek hiçbir Türk basketbolcunun yakalayamadığı türden. TRT spikeri Avni Küpeli'nin sesi Efes ve Ülker mağlubiyetlerimizde atlamamız gereken son bir eşikten bahsediyor bana. Efes'in en iyi zamanları, Ülker ise yoğun bütçeyi görece görgülü şekilde harcıyor. Avrupa basketbolunun çizgisi de düşünüldüğünde rakipler sert kayalar. Takım sezonu üçüncü sırada bitiriyor, Mitchell'ın yerine gelen Kelley Ahmet Cömert'teki Fenerbahçe derbisini son saniye basketiyle kazandırıyor. Galatasaray tribününün hayatımdaki en iyi dönemine tanıklık ediyorum. Sami Yen Kapalısı'ndaki yaratıcılık derbide dozajı pek tutturulamasa da doğru bir sertliğe dönüşüyor. Ahmet Cömert'teki derbi seyircisiz tamamlansa da Kelley'nin basketi deplasman galibiyetinin heybetinin üstüne farklı bir tat oluşturuyor.

Play-off'ta rakip Fenerbahçe. Tüm maçlar Abdi İpekçi'de yarı yarıya oynanıyor. Benim için yeni bir kültür. Sayıca hep eksiğiz, tribün performansı olarak ise hep daha etkiniz. İlk maçı unutulmaz bir geri dönüşle uzatmada kazanıyoruz ve seriyi 2-0'a getiriyoruz. Mitchell-Kelley-Lyday derken hep doğru isimleri bulsak da oyun kurucuyu bu sıklıkla değiştirmek belli ki ritmimizi düşürüyor. Seri 4. maçın rakibe ciddi bir geri dönüş fırsatı verilmesiyle kaybediliyor ve 2-2'ye geliyor. Haftasonu 5. maç için olabilecek en doğru zaman dilimi. Salon dolu. Erman Kunter'in unutmadığım demeciyle ''momentum bizdeydi''. Baştan sona mükemmel oynuyoruz, Koch 35 sayı atıyor, farkı 20'lere dayandırdığımız maçı 91-78 kazanıyoruz ve yarı finale çıkıyoruz.

Yarı finaldeki Efes serisinde Koch yine üçlüklerini atıyor. Tribün sert geçen futbol sezonuna odaklanıyor. Salondaki kitle hayli içten fakat Efes'e karşı yetmiyor. Sezonu tamamlıyoruz.

2002-2003 sezonunu betimlemek benim için büyük keyif. Fakat yazının bağlamını ele alacak olursak hikayenin başlangıcını simgeliyor, hikayenin bütününü değil. Normal sezonda oynadığımız ve Göztepe'yi rahat yendiğimiz maçın özetini pür dikkat izlerken kırmızı zeminde sarı yazılı bir pankart dikkatimi çekiyor: ''Gsbasket.com''. Bilgisayarla tanışalı uzun zaman olmamışken oyun oynamak dışında bir sebep buluyorum kendime. İnternet sitelerinin en esaslı zamanları. Kitle sınırlı, enerji yüksek, cümleler derin; adeta yüz yüze konuşuluyor. Bu sitede hem heyecanla takip ettiğim basketbol takımına dair salondan bilgi alabiliyorum hem de ''Mola'' sosyal hayata dair konuşulanlar 11 yaş için zihnimde çığır açıyor. Sitenin forumunu okumak gündelik hayatımda önemli bir yer ediniyor.

Yaşım itibariyle ortamda tutunamayacağım korkusunu taşıyorum. O sebeple artık herkesi tanıyor olsam da üye olmayı geciktiriyor ve sonraki sezona bırakıyorum. Üyelik sonrası forumla yatıp forumla kalkarken konunun kendimi tanıtmama, yani belirtmek istemediğim yaşıma gelmesi en büyük korkum. Olabildiğince erteliyorum gerekli açıklamayı.

Sonrası mı? Yaşıma dair inandırmakta güçlük çeksem de forumda kalıyorum, forumun tadı Galatasaray basketbolundan fazla biçim değiştiriyor; tanışıklıklar MSN ortamına taşınıyor. Sonrasında tribüne, bench arkasına, Nevizade'ye, sokağın ve sosyal yaşamın farklı alanlarına, farklı şehirlere ve ülkelere, kuvvetli bir dönüşüme.

Şu an zihnimden öyle insanlar geçiyor ki Gsbasket dışında hiçbir ortam kendilerini bir arada tanıma fırsatı veremezdi bana. Gözlerim ve zihnim çerçevesinde bu zenginliği betimlemeyi düşünüyorum da kelimeler ilk kez bu denli kifayetsiz kalıyor. Ben size hayatımın 12 yılını anlatmalıyım, anları çözümlemeliyim. Gsbasket'in benliğime etkisini tasvir edebilmemin başka bir yolu yok.

Hikaye kesinlikle eksik sonuçlanmıyor. Dokunabileceğimiz alanları gerçekçi bir şekilde ortaya koyarsak hayallerimden daha fazlasının gerçekleştiğini görüyorum. Kültür oluştu, anlar kolektif bir şekilde yaşandı ve paylaşıldı, Abdi İpekçi kötü zamana olabildiğince meydan okudu ve Mecidiyeköy'deki izlerin benzerlerini taşıyor artık. Mutluluğu anlık şekilde tüketmedik, mutluluğun altyapısını oluşturduk ve o anları yakaladığımızda gözlerimiz parlayarak yaşadık diyorum bakınca.

Veda ediyor olmanın etkisiyle yazının çoğunu çocukluğuma ayırmış olabilirim. Bizi temelde bir araya getiren basketbol liglerinin gerçeklik barındırmadığıyla sert şekilde yüzleşmek beni masumiyet arayışına itti belki de. Katlanamadığım esas nokta ise bir kez yaşanan hayatta kendimi ''Truman Burbank'' gibi hissetmek. Kendimi tanımladığım ortamlardan birinde gerçeklik yoksa kişisel gerçekliğim de tahribat yaşar ki o kayıp anların bir açıklaması yok işte. 28 Kasım 2015'te maçın öncesini, Jelena Dubljevic'in yaptıklarını, maçın sonrasını siz hiç yaşamadınız; devam ediyorsanız bu kabulle devam edeceksiniz dediler. Hakemler kurulu şekilde salona geldiğinde saha içindeki Galatasaray taraftarlarının konforlarını yok etmesini, sesimin ve tepkilerimin işlerini zorlaştırabileceğini düşünürdüm fakat bu durumda herhangi bir çözüm yolumuz yok. Çözmeye istekli, dayatmaya karşı duran kaç kişi var onu da pek kestiremiyorum.

Bundan sonra Galatasaray Basketbolunda hikayenin yaşayan bir parçası değil de tarihsel tanıklığın cezbettiği anlarda salona günlük dönüşler yapan, uzakta yaşayan bir figür olmayı arzu ediyorum. İşaretler bana bu yönü işaret ediyor, oldukça sert şekilde. Sevgimi ifade etme ve yaşama biçimim bu olmadığından tanıklığın bana verdiği tat da sınırlı olacaktır. Bir bütünün gerçekliğine inanmayınca sadece sonuçlara tanıklık etmek istiyorsunuz, durum bundan ibaret.

''Seni mutlu eden simalardan uzaklaşmak yapıcı mı, kimi cezalandırıyorsun?'' dediğinizi duyar gibiyim. Gsbasket'te geçirdiğim 12 yıl içerisinde sonuçları baz alacaksak yegane hayalimi üçüncü paragraftaki yardımcı antrenör, yani Ekrem Memnun gerçekleştirdi. Euroleague şampiyonluğunu olabilecek en anlamlı şekilde kazandık, benim için Avrupa basketbolunun kült takımı olan 2000'lerin Panathinaikos'unu Galatasaray Kadın Basketbol Takımı'nda gördüm; canlı şekilde yaşadım. O gün bugündür, daha doğrusu 29 Kasım gecesine kadar saha sonuçları hayatımda ilk kez sürekli şekilde ikinci planda kaldı. Sporu hep o keyifle gördüm,yaşadım ve hissettim.

Ekrem Memnun'a dahi ufak bir kırgınlığımın olduğunu belirtmeliyim. Geçtiğimiz yaz çok sevdiğim Sırbistan'ın spor kültürünü bir kez daha ortaya koyması Ekrem Hocanın elini vermişken kolunu kurtarabilmesini sağlar diye umuyordum, doğacak memnuniyetsizlikten beklenti içindeydim. Elini verdiği süreçte eksik bir çözümleme yaptığı gerçeğiyle 2 aydır yüzleşmiş durumdayız ve geriye dönüş şansımız kalmadı. Takvim 29 Kasım'da dondu.

Bitirirken forumda paylaşımda bulunduğum fakat yüz yüze tanışamadığım herkesle tanışabilmeyi umuyorum. Gerçekleştiği takdirde gelişeceği sosyal ortamın farklılığı sebebiyle kuvvetli bir hikaye oluşturacağını hissediyorum, neden olmasın?

Elveda.
 

Üst