Bugün...

KEFERE'NİN SESSİZ ÇIĞLIKLARI.

Yıl 1955'di..
Eylül'ün 6'sı..
İstanbul'da serin bir sonbahar akşamıydı..
Vural Öger henüz 13 yaşındaydı..
Dayısının elini tutmuş, İstiklal'de yürüyordu..
Rebul Eczanesi'nden limon kolonyası alacaklardı..
Ana cadde ve ara sokaklar o gün çok kalabalıktı..
Çevrede boş boş duran yüzlerce insan vardı..
Birden paltolarının altından kalın sopalar çıkardılar..
Cadde boyunca dağılıp, önce vitrinlere sonra da öfkeyle dışarıya fırlayan dükkan sahiplerine vurmaya başladılar.
Bir Rum başına aldığı darbeyle kan revan içinde çığlıklar atıyordu..
Sonrasını Vural Öger anlatıyor..
"Taksim’den Tünel’e kadar bütün dükkanlar tarumar olmuştu. Bir buçuk metre boyunda kumaşlar, buzdolapları, ev aletleri, çoraplar, sandviçler… Sopalarla dükkanlara giriyorlar, ne varsa kırıyorlar sonra da ‘Rum nerede Rum nerede’ diye dolanıyorlardı. Arkadaşlar anlattı, Taksim’deki kilisenin papazını tutmuşlar sünnet etmişler. Bütün Rum kiliselerine taaruz edildi. 17-18 papaz linç edildi.. Binlerce serseri ellerinde sopalarla Rumlar’ı dövmeye kalktı."

*. *. *

Anastasis Yordanoğlu, Beyoğlu'nda yaşayan bir Rum vatandaştı..
O gün her zamanki gibi mahallesindeki kahveye gitti..
Kahvenin sahibi kendisini çok severdi..
Yavaşça yanına yaklaşıp, kulağına fısıldadı.
"Antoncuğum sen bugün eve gitsen daha iyi olur.’ ‘
"Niye" diye sordu Anastasis..
Kahve sahibi tekrarladı..
"Sen beni dinle.. Acele et ve hemen evine git"
Sonrasını Anastasis Yordanoğlu anlatıyor..
" Birkaç cadde ilerledikten sonra ne olduğunu anladım. Baltalarla dükkanların kepenklerini ve evlerin kapılarını kırıyorlardı. Piyanolar, dolaplar camlardan aşağı atılıyordu ve bağırıyorlardı: ‘Bugün malınız mülkünüz, yarın hayatınız!’ "

*. *. *

İsabella Öztaşçıyan 7 yaşındaydı..
Kefere(*) Misak'ın kızıydı..
O akşam Büyükada'da papaz olan dayısının evindeydiler.
Hava kararmıştı..
Caddelerinde bir gürültü koptu..
Çöp kamyonunun üzerine çıkmış kişiler ‘papazı isteriz, papazı isteriz’ diye bağırıyordu..
Sonrasını İsabella Öztaşçıyan anlatıyor.
"Arabanın tepesine koydukları projektörle evlerin içine ışık tutuyorlardı, biz hepimiz evde yere yattık, ışıkları kapatmıştık ama çok korkuyorduk. Araba bizim kapıya doğru gelip durdu. Sonra birden bizim karşımızdaki evi taşlamaya başladılar, kapılarını pencerelerini kırıp döküyorlardı, içeride kimsenin olmadığını anlayıp gittiler. Ev bizim Türk eczacı komşumuzun eviydi. Sonra anladık ki adaya o gün dışarıdan gelen kişilermiş, zaten bütün ada bizi tanıyor ve evimizin yerini biliyordu, demek ki dışarıdan gelenler bizim ev için tam bir tarif alamamışlar.”

*. *. *

İsabella Öztaşçıyan'ın bulunduğu evin hemen yakınındaki Hamam Sokakta Lefter Küçükandonyadis oturuyordu..
Çok yoksul bir lağımcının oğluydu, Lefter..
Ama Milli Takımın ve Fenerbahçe'nin de yıldız golcüsüydü..
Ay Yıldızlı forma ile nice goller atmıştı..
Atina'da Yunanistan ağlarını bile sarsmıştı..
Yunanlılar ona "Turko,Turko" diye tezahürat yapmıştı..
Çöp arabasıyla dolaşan saldırganlar onun da evine geldi..
Araçtan inip taşlamaya başladılar..
"Vurun şu gavura" diye bağırıyorlardı..
Sonrasını Lefter Küçükandonyadis anlatıyor.
Onbeş gün önce gol attığımda omuzlardaydım.. O gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım...En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Evde ne pencere, ne kapı kalmıştı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. İstanbul'dan emniyet müdürü evime geldi. gece gördüğü manzara karşısında 'aman allahım' demişti."

*. *. *

Tuğgeneral Yılmaz Tezkan 1950 yılında Harbiye'ye girmişti..
İlk günden itibaren herkes gibi o da Harbiye Marşı söylemeye başlamıştı..
"Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,
Tufanları gösteren, tarihlerin yadıyız,
Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız."
Harbiye'de onlar bu marşı söylerken, aynı binada Amerikalı yarbaylar bizim generallere danışmanlık yapıyordu..
Yağmalama ve linç girişimlerinden sonra sıkıyönetim ilan edildi..
Yılmaz Tezkan da olayların yatıştırılması için görev yapan askerlerden biriydi..
Gördükleri karşısında insanlığından utandı..
Rum vatandaşların evleri, bir tanesi bile atlanmadan basılmıştı..
İçindeki eşyalar caddeye atılmıştı.
Sonrasını Tuğgeneral Yılmaz Tezkan anlatıyor.
"Evlerinde oturanlar eşya enkazı içinden işe yarar olanları toplama çalışıyordu. Ufak bir kız çocuğunun bulduğu kolu bacağı kopmuş oyuncak bebeği annesine ‘Mama, Mama, buldum, buldum!’ diye seslenmesi ve gördüklerimiz utanılacak ve unutulmayacak bir manzaraydı."

*. *. *

Olaylar iki gün sürdü..
Azınlıkların yaşadığı tüm mahalle ve semtler talan edildi.
Saldırganların hepsinde aynı tornadan çıkmış sopalar vardı..
Saldırılacak yerlere otobüslerle getirilmişlerdi..
Organize idiler..
Asker ve polis iki gün boyunca saldırganlara hiç müdahale etmedi..
Sonrası..
15 gayri müslüm öldürüldü..
300 kişi yaralandı..
30'dan fazla kadına tecavüz edildi..
4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile fabrika, otel, bar gibi 5317 mekan talan edildi..
Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildi..
İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi.
Rum ,Yahudi ve Ermeni mezarlıkları saldırıya uğradı..
Yıkılan, yağmalanan işyerlerinin yüzde 59'u Rumlar'a, yüzde 17'si Ermenilere, yüzde 12'si ise Yahudilere aitti..
Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekanlar bile saldırıya uğradı..
Dönemin parasıyla 100 milyon lira maddi hasar oluştu.

*. *. *

İki gün sonunda İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'na Tuğgeneral Nurettin Aknoz getirildi..
Aknoz Paşa, ilk iş olarak Harbiye'deki Sıkıyönetim Komutanlığı'na tüm gazetelerin yazıişleri müdürlerini çağırdı....
Gelmeyenin gazetesinin kapatılacağı bildirildi..
Aknoz, toplantıda medyaya resmen emir verdi.
“Baylar, gergin günler yaşadık. Şimdi artık sinirlerin yatıştırılması lazım.. Çok dikkatli olacaksınız. Sizden şunları istiyorum. Büyük Millet Meclisi’ndeki müzakereler halkı heyecanlandıracak nitelikte ise yazmayacaksınız. Yokluk ve kıtlık haberlerinin hepsi yasaktır. Örneğin fırınların önünde ekmek almak için sıra bekleyenlerin resimleri yayınlanamaz. Bu tür haberler ülkede panik yaratır. Hükümeti tenkit etmek yasaktır. Böyle bir şey yaparsanız gazetenizi kapatırım. 6-7 Eylül olaylarını komünistlerden başkasının yaptığı yolunda yazılar ve yorumlar yasaktır; kapatırım...Olaylarda zarar görenlerin istekleri gibi yazılar yazamazsınız. Heyecana uyandıracak haber yayını yasaktır. Hükümetin icraatını etkileyecek türde yazı yazılması yasaktır. Türklüğe hakaret, bayrak yırtma gibi haberler gazetelere giremez; kapatırım. İkinci, üçüncü baskı yapamazsınız; toplatırım. Basına sansür koymayacağım. Yayıncılığı sizin insiyatifinize bırakıyorum. Doğru kullanamazsanız bana verilen yetkileri kullanırım. Sizin kötü bir alışkanlığınız var, aklınıza geleni yazıyorsunuz, yazamazsınız. Anadolu Ajansı’nın ve Radyonun yayınladığı her şeyi alabilirsiniz. Ona izin veriyorum. Bu başımıza gelenler doğrudan doğruya komünistlerin hazırladığı bir hadisedir.Yazılarınızda bunu gözden uzak tutmayın. Ona göre aklınızı başınıza toplayın. İşimizi güçleştirmeyin.”

*. *. *

Asker sopası etkisini göstermişti..
Türk Medyası artık kör ve sağırdı..
Gazeteler o dönem ülkeyi yöneten Menderes hükümetinin olaylarla hiç ilgisi olamadığı ve hiç bir kusurunun bulunmadığı yazıldı..
Dönemin CHP Başkanı İsmet İnönü, meclis konuşmasında Menderes hükümetine destek verdi.
"Demokrat Parti grubunun, olayları ciddi şekilde tartıştığını tespit ettik. Hükümetin anavatanın büyük bir tehlikede olduğunu idraki, partiler arası rekabete, üstün gelmiştir. "
Sonunda askerin dediği oldu, fatura komünistlere kesildi..
Aralarında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru'nun bulunduğu onlarca komünist tutuklandı..
Tutuklananlar üç ay sonra mahkemede suçsuzluklarını kanıtlayınca serbest bırakıldı..
Bir süre sonra dosya kapatıldı..
Yıl 2016..
İki gün sonra 6 Eylül..
Aradan tam 61 yıl geçti..
1955 yılında İstanbul'da sayıları 100 bini bulan Rum nüfusu, şimdi sadece yüzlerle ifade ediliyor..
Tarihimizdeki bu kara lekenin devlette kimler tarafından organize edildiği ve kaçan Rumlar'ın mallarına kimlerin el koyduğu hala büyük bir sır..
O dönem Özel Harp Dairesi'nde (Seferberlik Teftiş Kurumu) görevli olan, daha sonra dairenin başkanlığına getirilen ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekterliği yapan Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu'nun yıllar sonra yaptığı şu açıklama ise hiç unutulmadı.
"6-7 Eylül bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı."
(Sedat Kaya, Datça)©

(*) KEFERE: Osmanlı döneminde müslüman olmayanları aşağılamak için kullanılan, kafir anlamındaki Arapça kelime.. Argo dilde "Oynak, güven vermeyen, terbiyesiz, arsız köpek, kötü adam" anlamına geliyor..

#1955EylülOlayları
#Septembriana
#Σεπτεμβριανά
 
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
 
Bu biricik adamın bir eşinin bir daha dünyaya geleceğini sanmıyoruz. O’nun gerçek büyüklüğünü zaman gösterecektir

Allgemaine Zeitung Gazetesi
 
Bugün 24 Ocak,

2 önemli aydın insanımız bu tarihte şehit edildi. 24 Ocak 1993, Uğur Mumcu ve 24 Ocak 2001 Gaffar Okkan. Allah rahmet eylesin..

Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük
Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksullugun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acımasız ellerine terkedildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemâl'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
Başlarımızı ezmek
Kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
Bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
Mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
Bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına.
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
Ey halkım unutma bizi...

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz
Şimdi hep birlikteyiz
Ey halkım, unutma bizi...
 

Üst