Yazıya başlamadan önce, Arjantin’in İspanya maçındaki performansını ayrı bir başlık altında yorumlamam gerektiği sözünü kendime vermiştim. Çünkü karşılarında hem hücumda hem de savunmada dersine çok iyi çalışmış ve uygulamada da kusursuza yakın bir performans göstermiş bir İspanya vardı. Bu yüzden Arjantin’in 39’luk delikanlı Scola’nın önderliğinde geçirdiği ve kimsenin ön göremediği bu başarısını gölgelemek istemedim.
Turnuvayı Arjantin açısından yorumlamadan önce sizi, Scola’nın kaleminden 19 yıl öncesine götüreyim. Arjantin basketboluna bir zamanlar verilen değer ve üstüste alınan başarılar ile bugüne kadar gelen süreci Scola, ‘’Arjantin’de basketbolu nasıl oynuyoruz’’ başlıklı yazısında şöyle anlatmıştı: ‘’ Basketbol sadece futbolun alternatifi olarak görülürdü. Öylesine, çeşitlilik olsun diye oynanan bir spor türüydü’’. 2000’deki Sydney Olimpiyat Elemeleri ile ilgili de şöyle bahsetmişti: ‘’ Elemeleri geçemedik ama çok yaklaştık. Olimpiyatlara gidemiyor olmamıza rağmen eve döndüğümüzde insanlar bize “Vay be! O noktaya ulaşmanız inanılmaz!” diyorlardı. Çok sıcak karşılandık. Konu basketbol olduğunda Arjantin’deki insanların beklentilerinin gerçek yansıması bu.’’
Scola’nın deyimiyle Arjantin halkı basketbola ‘’çeşitlilik’’ olsun diye bakıyordu ta ki Sydney’de adından az da olsa söz ettiren bu genç oyuncuların, 2002 Dünya Kupası ve 2004 Olimpiyat Elemeleri’ndeki başarılarına kadar. Ginobilili, Scolalı, Nocionili, Prigionili kadro Dünya ikincisi ve Olimpiyat Şampiyonu olurken, Arjantin’de basketbol artık ‘’çeşitlilik’’ olmaktan çıkmış hatta Maradona önderliğinde 1986’da gelen FIFA Dünya Şampiyonluğundan sonra, takım sporları alanında en önemli başarılara imza atmıştı. Scola yine aynı yazısında bu başarıya dair düşüncelerini şöyle dile getirmişti: ‘’ O zamanlar 2004 Atina Olimpiyatlarında bizim için gerçekçi hedefin olimpiyatlara kalacak 12 takımdan biri olmak olduğunu düşünüyorduk. Tek istediğimiz buydu. Oraya kalabilmek bile bizim hayal edebileceğimiz en büyük başarıydı. Altın madalya almak ise seçeneklerimiz arasında bile değildi. 1972’den beri düzenlenen tüm olimpiyat turnuvalarında altın madalyayı Amerika Birleşik Devletleri kazanmıştı. Her ne kadar 2002’de FIBA Dünya Kupasında onları yenmiş de olsak Olimpiyat Oyunlarına daha büyük isimleri getireceklerini ve durumun tamamen farklı olacağını biliyorduk. Bir yolunu bulup madalya kürsüsüne çıkabilirsek bu gerçekten tarihi olay olurdu.
Peki ne oldu? Arjantin Milli Takımı bundan çok daha iyisini yaptı. Bizim hayal edebileceğimizden fazlasına ulaştı.
Dünyayı şok ettik.
Gelelim bu turnuvaya. Final maçına kadar hiç kaybetmeyen ve kadrosunda hiç NBA oyuncusu bulundurmayan Arjantin’in turnuva performansındaki kilit noktalara beraber bakalım.
Şampiyonanın en güzel hikayelerinden birini yaşayan ve yaşattıran bir serüven geçirdi Arjantin Milli Takımı. 2000’lerin başındaki o altın jenerasyondan sadece Scola kalmış ve onun dışında net bir yıldız diyeceğimiz sadece Campazzo vardı. Nereye kadar gidebilirlerdi ki ? Finale kadar gittiler.
Takım olmak, bir şeyleri beraber başarmak..
Turnuva daha başlamadan, yapbozdaki parçaların rolleri önceden belirlenmiş ve ona göre bir sistem ortaya konmuştu. Takımın lideri Scola, oyun lideri ise Campazzo. Bu ikili etrafında dönen sistemin ana besin kaynağı enerji ve tempo. Diğer tüm oyuncular yardımcı role bürünmüş ve herkesin ne yapacağı ezberlenmiş durumdaydı. Bunu her maçta görebildik. Oyuncular birbirine saygı duyduğu gibi birbirlerine konfor alanı da yaratmış durumdaydılar. Top kullanabilme özgürlüğüne her oyuncu sahipti. Takım içi hiyerarşinin bu kadar üst seviyede olduğu bir ekip her halükarda başarıya ulaşırdı zaten. İsim isim gideceksek olursak turnuva genelinde Campazzo’nun ‘’oyun aklı’’ anlamında en önemli yardımcıları Laprovittola ve Vildoza oldu. Bu üçlü birbirlerinin açığını sürekli kapatmaya çalışarak hücumda da çeşitliliği sağlamış oldular. Vildoza özellikle hem Fransa hem de Sırbistan karşısında bulduğu kısıtlı dakikalarda çok iyi iş çıkardı. Geçtiğimiz sezonun İspanya MVP’si olan Laprovittola da kendi oyun karakterinin aksine gerektiği dakikalarda çok iyi savunma performansı göstererek büyük karakter koydu. Campazzo’ya ayrı bir parantez açmak lazım. Real Madrid’deki son yıllarıyla beraber büyüyen oyununu bir lider gibi devam ettirdi bu turnuvada. Özellikle Sırbistan maçında aldığı sorumluluk onu bir üst seviyeye taşıdı. Deck ve Garino ise sertlik ve mücadele anlamında turnuvada fark yaratan isimler oldular. Bu ikiliden gelen ekstra sayılarla, Fransa ve Sırbistan’ın kalkanlarının çok çabuk indiğine şahit olduk.
Bıçkın Delikanlı Luis Scola
O efsane jenerasyondan kalan son isim olan Scola belki de 39 yaşında kimsenin tahmin bile edemeyeceği bir Dünya Şampiyonası geçirdi. İspanya maçında da düşündüklerini parkeye yansıtabilselerdi kariyerine çok anlamlı bi ödülle son noktayı koyacaktı. Bu bitmek bilmeyen enerjisinin ve gösterdiği inanılmaz performansının arkasında büyük bir özveri vardı tartışmasız. Sezonu Çin Ekibi Dragons‘da erken tamamlayan Scola Dünya Şampiyonası’na, Castelli’de Mariano Sanchez ve Marcelo Lopez eşliğinde bir ay bireysel antrenman yaparak hazırlanmış.
Scola’dan turnuva öncesi birçok kişinin beklentisi benchte genç takım arkadaşlarını ateşleyen, yardımcı bir antrenör rolüne bürünmesiydi ama iş öyle bir yere gelmişti ki özellikle Sırbistan ve Fransa maçında, topun el yaktığı dakikalarda takım arkadaşları topu sürekli onunla buluşturup çözüm bulmasını istediler ve Scola da o çözümleri buldu hem de Jokic, Marjanovic ve Gobert’e karşı. Burada başta Campazzo olmak üzere birçok oyuncunun da hakkını vermemiz lazım çünkü Scola ile ikili oyunları kusursuza yakın bir şekilde oynadılar. Skorerlik özelliğinin yanında koyduğu karakter belki de Arjantin’i finale kadar taşıdı.
İspanya maçına kadar toplam 7 maçta ortalama 28.8 dakika sahada kalan Scola 19.3 sayı ve 8.1 ribaund ortalamaları yakalarken, o sahadayken Arjantin rakiplerine +17.3 fark attı. Fransa karşısında ise 34 dakikada 28 sayı ve 13 ribaund ile 32 verimlilik puanı topladı. Normal bir oyuncunun bu istatistikleri yapmasına alkış ile cevap verirdik ama bunu Scola, hem de NBA’nin en iyi savunma oyuncularına karşı yapınca şapka çıkarmak gerekti.
Bu olağanüstü gayretine MVP ödülü tadından yenmezdi lakin İspanyollar her uzun oyuncusu ile beraber onu çok iyi bir şekilde durdurmayı başardı. Hernangomez kardeşler, Oriola, Gasol ve Claver’e karşı tek başına savaşmaya çalışan Scola’nın deyim yerindeyse nefesi yetmedi.
Dünya Kupası’na B Grubu’nda Güney Kore, Nijerya ve Rusya maçlarıyla başlayan Arjantin çok fazla zorlanmadan 3/3 ile ikinci tura çıktı. İkinci turun ilk maçında Venezuela’yı mağlup edip çeyrek final öncesi son maçta, zor geçmesi beklenen Polonya karşılaşmasından 26 sayı farkla galip çıkıp Sırbistan’ın rakibi oldular.
Birçoklarına göre ABD’ye nazaran da turnuvanın şampiyonluk adayı olan Jokic , Marjanovic, Bjelica ve Bogdanovic gibi yıldızlarını getiren Sırbistan’ı Scola ve Campazzo’nun liderliğinde 97-87 yenen Arjantin adını yarı finale yazdırdı. Bu galibiyette Arjantinli oyuncuların koyduğu karakteri bir kenarıya bırakırsak Sırbistan koçu Djordjevic’in de tercihleri, Arjantinli oyuncuların ekmeklerine yağ sürdü. Bogdanovic’in inanılmaz performansına rağmen, takımın belki de en önemli yönlendiricilerinden olan Jokic’i dakikalardır kenarıda tutan Djordjevic, takımın hücumdaki akıcılığını frenledi diyebiliriz. Turnuvanın yıldızı Scola bu maçta 20 sayı ile oynarken, Campazzo da 18 sayı 12 asist ile double double yaptı. Yayın gerisinden 12/27 ile oynayan Arjantin için bu galibiyetin anahtar sözcüğü ‘’üçlükler’’ oldu.
Yarı finalde, ABD’yi eleyen Fransa’yı Scola’nın ikinci yarı yıldızlaştığı maçta, net bir skorla 80-66 yenen Arjantin 2002’den sonra adını bir kez daha Dünya Kupası finaline yazdırdı. Sırbistan maçına göre üçlük yüzdesi düşen ve Laprovittola, Campazzo ikilisinden 7/21’lik saha içi isabeti alan Arjantin’de Luis Scola 3/4 üçlük isabeti ile 28 sayı ve 13 ribaundluk performansıyla turnuvaya damga vuran performans ortaya koydu. Scola’nın bu performansının yanında, defansif anlamda da büyük direnç gösteren Arjantin özellikle Fransa’nın kısa oyuncularına yaptığı ikili sıkıştırmalar ve yardım savunması ile Fournier ve Batum’un hücumdaki etkinliğini minimum seviyeye düşürdü.
Büyük finalde rakip İspanya idi. Tecrübeli ve kazanma alışkanlığı ile yoğrulmuş bir kadrodan oluşan İspanya’ya karşı oyunun hiçbir alanında üstünlük kuramayan Arjantin gümüş madalyanın sahibi oldu. Koçluk stilini çok fazla beğenmesemde Scariola, çok iyi bir strateji hazırlayıp o stratejiyi de çok iyi uygulattığını gördük. Fransa ve Sırbistan’ın yapamadığı pota altı savunması ve sertliğini, ‘’Luis Scola’’ başlığının son paragrafında da belirttiğim gibi, Oriola, Herhangomez kardeşler, Gasol ve Claver ile çok iyi bir şekilde yapan İspanya, Scola’yı yayın gerisinden hücum etmeye zorladı. Bu maça kadar çok iyi bir turnuva geçiren Scola, İspanya’nın bu katı savunmasına karşın ilk saha içi isabetini son periyodun ortalarında kaydetmiş oldu. İspanya’nın tepeden, Gasol, Rudy ve Llull ile oynadığı ikili oyunlara da Arjantin savunmada hiçbir şekilde direnç gösteremeyince her iki takım adına da rahat bir maç sonu oldu diyebiliriz.
2002 finalinde Yugoslavya’ya boyun eğen Arjantin bu sefer de altın madalyayı İspanya’ya kaptırmış oldu. Oyun liderinin, 2000’lerin başındaki altın jenerasyonun son meyvesi 39 yaşındaki Scola olan takımda NBA yıldızı bulunmamasına ve kısıtlı rotasyonlarına rağmen ortaya koydukları karakter ve mücadele, bu turnavaya nice yıldızlarla gelip boynu bükük ayrılan takımlara ders niteliğinde olmuştur.
Kaynaklar : https://trendbasket.net/luis-scola-arjantinli-tutkusu-hafife-alinabilecek-bir-sey-degildir-bunu-messi-ve-manuya-sorun-ceviri/