Sportando'nun Oktay Mahmuti ile roportajı.
https://sportando.basketball/tr/ozel-roportaj-oktay-mahmuti/
‘’ Ayrılmak gibi bir isteğim hiç yoktu. Düzgün bir proje olsaydı, devam etmek isterdim…’’
Galatasaray ile olan sözleşmenizi feshettikten sonra yurt içi ya da yurt dışında herhangi bir takımdan teklif aldınız mı? Şimdilik bu sezonu boş geçirmek sizin kararınız mıydı?
Bu sezonu boş geçirmek gibi bir niyetim yoktu, tam aksine aslında yarım sezonda devralmış olduğum için bu sezona iyi hazırlanmak ve çalışmak istiyordum, öyle bir dönemde ayrıldım Galatasaray’dan… Hatta Galatasaray’dan ayrılırken, düzgün bir projeyle yola çıkılması durumunda görevime döneceğimi de ifade ettim. Ayrı kalmak gibi bir isteğim hiç yoktu. Sonrasında yaşananlar malum.
Galatasaray’dan çok geç ayrıldım. Tabii ki Galatasaray’ın başındayken başka takım arayışında değildim. Benim ayrıldığım dönemde tüm takımlarda antrenörler belliydi. Sonrasında antrenörleriyle yollarını ayıran bazı takımlarla temasım oldu. Amerika’da bazı temaslarım oldu. Ancak somut ve profesyonel anlamda net bir gelişme olmadı. Yine de bu sektörü biliyorsunuz, yarının ne getireceğini tahmin edemiyorsunuz.
Galatasaray camiasına bir kırgınlığınız var mı?
Camia olarak Galatasaray’a en ufak bir kırgınlığım yok, tam aksine saygım var. Kişilere kırgınlığım, kızgınlığım olabilirdi ama artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor. İnsanlar beni şaşırtmıyor. Dolayısıyla onlara da bir kızgınlığım yok. Yaşanan süreç belli, her şey ortada. Sorunuza geri dönersek, hayır, camiaya en ufak bir kırgınlığım yok.
‘’Profesyonel hayatta insanların acımasız olduğu bir ortamda, ben acımasız olamadım…’’
Kariyerinizde İtalya’da Benetton macerası var. Keza Tau Ceramica (Baskonia) ve Real Madrid’den teklifler aldığınız biliniyor. Yurt dışından gelen ve sizin reddediğiniz teklifler arasında kırılma anı olarak gördüğünüz var mı?
O teklifleri aldığım ve Avrupa’ya gitmediğim zamanlarda burada kalmıştım çünkü insanları, ilişkileri ve verdiğim sözleri önemsemiştim. Profesyonel hayatta insanların acımasız olduğu bir ortamda, ben acımasız olamadım. Bugün geriye baktığımda, keşke gitseydim dediğim tabii oluyor. Real Madrid’den de Tau’dan da iki defa teklif gelmişti. İnsanlara söz verdiğim ve bir projeyi terk etmemek için bu teklifleri reddettim.
Bu konuyla bağlantılı bir şey soracağım. Özellikle 2000’li yılların başlarında ve ortalarında birçok Türk antrenör ve oyuncu, yurt dışına özellikle Avrupa’ya gitmişti. Ancak son dönemde ABD hariç kimse yurt dışına gitmiyor neredeyse. Bunun sebebi nedir sizce?
Son yıllarda Türkiye’nin Avrupa basketbolunun ekonomik olarak en yukarılarında olması… 2001 krizinde Türkiye basketbolu ekonomik olarak dibe vurmuştu. Mesela Efes olarak o sene Kambala’yı alabilmek uğruna Oyak Renault ile 5 bin dolar için yarışıyorduk. O yıl, Türk oyuncular için önemliydi. O dönemde birçok Türk oyuncu, burada oynadılar ve kendilerini göstererek yurt dışına gittiler. Şimdilerde yine ekonomik zorluklar yüzünden yine o tarz bir yönelme olabilir diye bekliyorum. 2008’den sonra Avrupa basketbolunun iyice çöktüğü ve Türkiye’nin uzak ara Avrupa’nın en önemli piyasası haline geldiği dönemde Türk oyuncuların yurt dışına gitmesi çok mantıklı gözükmüyordu zaten.
‘’Planlama olmadığı takdirde, biz bu sıkıntıları hep yaşayacağız. Hatta bunun bedelini daha ağır ödeyeceğiz.’’
İstikrarlı Euroleague takımlarını ve Banvit/TOFAŞ gibi örnekleri bir kenara koyarsak, diğer kulüplerin ülke basketbol ekonomisinin güçlü olduğu dönemlerde orta/uzun vadeli planlar yapmadığını belirtebiliriz. Geride bıraktığımız aylarda birçok takım kapandı. Ekonomideki sıkıntıların yanı sıra plansızlığın da Türk basketbolunu bu noktaya getirdiğini söyleyebilir miyiz?
Bence Türkiye’de genel olarak spor anlamında plan yapmak diye bir şey söz konusu değil. Herkes başlangıçta bir planla yola çıkıyor gibi gözükse de bu planlar, iki galibiyetten veya mağlubiyetten sonra yön değiştiriyor. En büyük sorun bu. Biz, her şeyden önce duygu yüklü hareket ediyoruz, mantıklı hareket etmiyoruz. İki örnek vereceğim: Galatasaray’ın başına ilk geçtiğimde, ‘hadi oynayalım-imajı değiştirelim’ diyerek yola çıktık. İlk sezon ligde final oynadık, ikinci sezon Euroleague’de mücadele ettik. Çıktığımız hedefe kıyasla bayağı başarılı bir noktadaydık ama sonunda, başarısız diyerek beni gönderdiler çünkü şampiyon olamamıştık. Oysa şampiyonluk için ya da Euroleague’de rekabet ettiğimiz diğer takımlara göre bizim bütçemiz komikti.
İşte Türkiye’deki en büyük sorun burada. Spor anlamında hiçbir zaman plan olamıyor. Biz her şampiyonaya “madalya için oynuyoruz” sloganı ile çıkıyoruz… Hiçbir zaman ‘’Bu turnuvayı şu sebepten, bu yüzden pas geçiyoruz” diyemiyoruz. Böyleyiz biz.
Geçtiğimiz aylar, Türk basketbolu için sıkıntılı geçti. Birçok takım, ligden çekilme kararı aldı. Bu sıkıntılı süreçten kısa vadede nasıl çıkabilir miyiz? Eğer çıkabilirsek bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?
Büyük sıkıntılardan kısa vadede çıkılmaz. Belki bu sıkıntılı durum, bizi plan yapmaya itecek. Yine 2001’li yıllardaki gibi olacak. Bugünü değil, bir süre sonrayı düşünmeye başlayacağız. Ne istediğimizi bilmemiz lazım. Plan yapan kulüpler var ancak birtakım şeylerin bütün olarak yürümesi lazım. Planlama olmadığı takdirde, biz bu sıkıntıları hep yaşayacağız. Hatta bunun bedelini daha ağır ödeyeceğiz.
‘’Biz sürekli detay konuşuyoruz, ‘5 yabancı mı olsun, 6 yabancı mı?’ noktasında takılıyoruz. Detaya takılmadan realiteyi görmek lazım.’’
2019 FIBA Dünya Kupası öncesi son sezonda ligimize hem antrenörler hem de oyuncular bazında yeni bir yabancı sınırlaması getirildi. Sizce bu yeni sınır, Türk basketbolunu nasıl etkileyecek?
Kuralları değiştiriyoruz. Tamam, kurallar değişebilir ama bazı şeyleri bir plan içinde değerlendirmeniz lazım. Başlangıçta bu konuda herkes hemfikirdi, şu kadar yabancı olsun diyerek ve isteyerek yabancı sayısını arttırdık. Sayıyı arttırınca bu sefer, ‘Niye Türkler oynamıyor?’’demeye başladık. Altı yabancı olunca Türk oyuncuların az oynayacaklarını nasıl düşünemedik? Hiç mi mantığımız yok? Bakın, ben şu doğru, şu yanlış diye iddia etmiyorum. O noktadaki kişi ben değilim. Sadece bazı kararların mantıken bazı sonuçları olacağını, o kararı o sonuçları da öngörerek ve o sonuçlara da önceden bir çözüm düşünerek ya da en azından göze alarak, bir bütün içinde almamız gerektiğini söylüyorum.
Koç olarak baktığımda, bence en saçma karar, iki Türk oyuncunun aynı anda sahada olması gereken kuraldı. Basketbol gibi dinamik bir oyunda bu kararın, çok saçma bir karar olduğunu düşünüyorum. Yabancı sayısı 3 olur 5 olur her şeyin savunulacak bir tarafı var. Alınan kararları da çok sık değiştirirsek, insanların o kararlara göre plan yapmasını engelleriz, sürekli sıkıntılar yaşar ve bu işten keyif alamayız. Böyle bir yol seçtik, şu an bazı sıkıntılar var ama belki kuralı sürdürürsek, artıya geçeriz.
Bu işin bir de Avrupa’da olan takımlar cephesi var, onları da düşünmek lazım. Orada 7-8 hatta bazıları 9 yabancıyla oynuyorlar, Türkiye’de farklı takımla çıkıyorlar. İki farklı takımla oynuyorlar. Avrupa kupası oynanan takımların seyahat programı da çok yoğun olduğundan fazla antrenman yapma şansı olmuyor. O zaman bu takımlar için Avrupa kupası hedef oluyor. Türk oyuncular Avrupa’da zaten oynamıyor, ligde oynasınlar diyorsunuz, tamam oynasınlar ama idman yapmadan nasıl gelişecekler? Dediğim gibi sorunun çok fazla cephesi var, biz onlardan hiç bahsetmiyoruz, ‘5 yabancı mı 6 yabancı mı?’ bunu konuşuyoruz. Avrupa kupası oynamayan takımlar için durum farklı diyebilirsiniz ama şu an ligdeki 11 takım Avrupa’da mücadele ediyor ve çoğu zamanları yolda geçiyor. Oynamadan nasıl gelişecek oyuncular? Bence detaylara takılıp kendimizi kandırıyoruz.
2017 yılında Socrates Dergi’ye verdiğiniz röportajda Türkiye’de salonların basketbol maçlarında fazla dolmadığına vurgu yapmıştınız. Bu sezon yine salonlardaki seyirci sayısı, istenen seviyelerin çok altında. Sizce bu durumun bir çözümü var mı?
Şunu peşinen kabul edelim, bizde spor kültürü yok. Mesela geçenlerde Galatasaray-Fenerbahçe derbisi oynandı ve biz iki haftadır sürekli kavgayı konuşuyoruz. Sanki sahada futbol oynanmadı, insanlar sanki kavga etmek için çıktı sahaya. Biz hiçbir zaman bu işi bir şölene dönüştüremiyoruz. Bu bence ilk sorun. İkincisi, basketbol artık her yerde. Evde oturup 5 maç izlemek varken insanlar neden salona gitsin? İnsanlara salona gitmek için bir sebep vermek lazım. Ha televizyonda peş peşe bu kadar maç izlemek konusunda ne düşünüyorsunuz dersen, bence o da sorunlu.
‘’Benetton dönemi benim için çok keyifliydi.’’
Benetton günlerinizden bahsetmek istiyorum. Benetton günlerinizi nasıl hatırlarsınız?
Benim için çok çok keyifli iki yıldı. İnanılmaz güzel bir tecrübe ve çok keyifli bir ortam. Yurt dışında, farklı bir ortamda bulunmak benim için çok keyifliydi. Büyük kızımın okul dönemi geldiği için geri döndüm. Aynı dönemde orada da ekonomik krizler başladı zaten. Aslında hakikatten şanslıydım. Basketbolun gelenek olduğu, basketbolu organizasyon ve kulüp olarak bilen ve seven insanlarla birlikte çalıştım.
“Bu kadar çok maç, üretimi azaltıyor.’’
“Boşken basketbolu daha iyi takip edebiliyor ve kendini yenileyebiliyorsun.’’
Başantrenörlük kariyerinizde birlikte çalışmayı en çok sevdiğiniz, sembol olarak gördüğünüz oyuncu?
Marcus Brown ve Antonio Granger.
Şu an en çok beğendiğiniz Türk oyuncu?
Cedi Osman.
Antrenörlük kariyerinizde en çok etki bırakan isim?
Bozidar Maljkovic.
Röportaj: Levent Leventci