Genelde yazılarıma başlık bulmakta zorlanıyorum ama bu sefer bu başlığı bulmak hiç zor olmadı. Malum, sporcular hariç Fenerbahçe ile oynanan maçı Galatasaray’ı oluşturan tek bir unsur bile haketmedi. Nedenlerini tek tek yazacağım ancak esas dikkat çekmek istediğim şey, böyle devam edersek bu işin sonunda Galatasaray basketbolunun yok olacağı gerçeği. Bu yazı olabildiğince uzun olabilir ve en önemlisi de olabildiğince açık olacak. Açık olamadığım şeyler için de gerekçem basit. İspat edemeyeceğim şeyler için tazminat ödeyecek param yok.
İlk olarak çuvaldızı kendimize batıracağım. O salonu Fener maçında bile fullemeden gelip de burada pivot istiyorum, bütçe istiyorum demeye hakkımız yok. Kusura bakmayın ancak ben İzmit’ten kalkıp geliyorsam sen de geleceksin kardeşim. Salon İstanbul’un en ulaşılabilir yerinde. Gebze’den Beylikdüzü’ne kadar her yerden tek vasıta ile gidilebilir salona. Bi zahmet 15000 kişi olacaksın önce o salonda. Yoksa hiç kimse sana sponsor olmaz. Ancak Erden Timur gibi hasta bir Galatasaraylı bulabilirsin. Ama global bir sponsor bulamazsın. Bunun öylesi böylesi yok. O salonu dolduracaksın. Bugün Fenerbahçe EL maçları için dürbün ile izlenen yerleri 50 TL’ye satarken Galatasaray sen gel izle diye Paok+ Fenerbahçe maçını sana 30 TL karşılığında sundu. Sen ise salona gelmedin. Bunun şöylesi böylesi yok. Üstüne üstlük gerçekçi olmak gerekirse kaç yıldır ben salonun önüne biletsiz gelip de maça giremeyen kimseyi görmedim. O yüzden kimse parasızlık vs anlatmasın. Sen bu salonu dolduracaksın ki gelecek olan sponsor burada bir müşteri kitlesi olduğunu görecek. Yoksa Erden Timur’a rica minnet el açarsın. Futbolu yüklediğin adama bir de basketbolu yüklemek de büyük olay. Bunu da belirteyim.
Şimdi gelelim salonda bulunan taraftara. Gs basketbolunun tribündeki hiyerarşisi çok nettir. Abdi İpekçi zamanında Ultraslan göbekte yer alır; basketbolu daha iyi bilen ekip ise Galatasaray benchinin arkasında yer alırdı. Herkesin de görevi netti. Ultraslan daima tempoyu canlı tutar; oyunu bilenler de düdükler, kararlar, oyunun gidişatına göre kıvılcım gibi tepki verip ilgiyi oraya çekerdi. Bu şekilde hem bizler Ultraslan’ın bestelerine coşkuyla katılırdık; hem de onlar bizim hakem tepkilerimizde gerekirse beste kesip tepkimize katılarak baskı oluştururlardı. Kitle iletişiminin zor olması nedeniyle ara sıra ufak tefek tatsızlık yaşansa da mevzumuz hep Galatasaray olunca hep beraber çalıştık. Takım olarak çalışınca, herkes kendi iyi bildiği işi yapınca da Abdi İpekçi’de inanılmaz tehlikeli bir tribün olmuştuk. Bizim ufak tepkimizi Ultraslan büyütüp tüm salona yayardı. Bu salonda da değişen tek şey aslında Ultraslan’ın pota arkasına gitmesi. Ki bu karardan acilen dönülmesi gerekiyor. Ultraslanı salonun kenar köşesine atarsanız reaksiyon vermesini nasıl beklersiniz? Ben Ultraslan’ın yıllardır kazandığı alışkanlığı bırakıp “Biz pota arkasına geçelim” diyeceğini sanmıyorum. Üç lira fazla bilet parası kazanmak için neden tribün desteğini yok sayıyoruz?
30 yaşında, çok yaşlı bir adam değilim ancak dediklerimi lütfen yaşlılık huysuzluğu olarak algılamayın. Ultraslan’ın içine dahil olmayan, basketbol izleyicisi olarak kendini tanımlayan genç arkadaşlar malesef ki kulübün sahibi gibi maçı izliyorlar. Fenerbahçe maçı gibi önemli bir maçta, işler sahada iyi gitmezken her bağırdığımda kendi sesimi duydum. Yan saha çizgisi arkasındaki tribün 1 kez dahi işler kötü giderken koro halini alamadı. Açıkçası Galatasaray taraftarı bu maçta komple sınıfta kaldı. Resim çekenler, hikaye atanlar, kulüp başkanı gibi takılıp etliye sütlüye karışmayan genç arkadaşların biraz daha destek vermesini beklerdim. Purcell’in alley oop’u sonrası eski tribün olsa o an maçı almıştık diye düşünüyorum. Galatasaray tribününün genç ve yeni üyeleri umarım ileride zihniyetlerini değiştirip tam destek olurlar. Konuşurken yanındakini duyamadığın günlere bir an önce geri döneriz. Ben de boomerlık yapmak durumunda kalmam.
Gelelim işin yönetim kısmına. Öncelikle Burak Elmas yönetiminin federasyon seçiminde Hidayet Türkoğlu lehine oy kullandığını herkes biliyor. Yok biz ona oy vermedik diyorsanız ben bu sayfada özür yayınlamaya hazırım. Hiç gocunmam. Ama böyle bile olsa sahada bu derece katledilen bir takım varken sizin öylece bizler gibi izlemenizi açıklamaya yetmez. Bu takım böyle katledilirken şubenin sorumlusudur menajeridir ne iş yapıyorlar? Eğer takımın katledilmesini engelleyecek gücünüz yoksa o koltuklarda oturmanızın da bir anlamı yok. Kadın takımına çektirdiğiniz acılara filan da girerdim ancak o da başka bir yazının konusu olduğu için girmiyorum. Size soruyorum. Takım katledilirken ne yaptınız? Şimdi ne yapacaksınız? Bu eyyamcı, çıkarcı, ispatlayabilsem yedikleri diğer bokları da söyleyebileceğim ancak burada yazamadığım işlere giren hakemler bir daha bizim maçımızı yönetecekler mi? Hırsız Özlem daha kaç maçı bizden çalacak? Zafer’i, Emin’i daha kaç kez canımızı elini kolunu sallaya sallaya yakacak? Bugün bir hakem müsveddesi sizin oyuncunuza diklenirken siz o koltuklarda oturacak yüzü kendinizde bulabiliyor musunuz? Cevaplarınız varsa bize yazın; bunları da yayınlayacağıma söz veriyorum. Galatasaray Basketbolu’nda her söz bir şekilde herkese ulaşır. Elbet bu yazı da sizin kulağınıza gider. Toplasanız 50 kişi ya varız ya yokuz.
İşin teknik yönetim kısmında ise her açıdan sorunlu bir yönetim vardı. Bu takım küçük bütçe ile kurulan; her oyuncunun rolü net bir takım. Örneğin bu takım Dee Bost’un sıçtığı gün ciddi bir maçı kazanamaz. Bunun şöylesi böylesi yok. Ancak herkesin kendi ölçeğinde yeterli performans verdiği bir günde herkesle iyi kötü oynar. Yine de belli temelleri sarsmamak gerekir. Mesela yabancı 3 dış oyuncundan en az 2sini sürekli aynı anda sahada tutman gerekir. Bu bir tercih değil; bir zorunluluk. Aksi halde bu takım çok kolay bir biçimde tıkanır kalır. Bost’un yanına Rıdvan, Göksenin, Sadık, Ege koyarak beş filan olmaz. Nitekim bu beş sahadayken mahvolduk çünkü rakip 4 oyuncu ile Bost’a yardım getirme imkanı buldu. Bost değil prime Jason Kidd olsa bile bu takım hücum filan edemez. Hakemler Blackshear’ı daha maçın en başında planlı bir şekilde yok etti. Bunu anlıyorum ve bir yerde elinde uzun olarak kim varsa onu oynattı hoca. Yeri geldi Sadık+ Okben oynadı. Bunları anlıyorum. Ancak 3 yabancı kısadan ikisini aynı anda oturtma tercihini anlayamıyorum.
Bir de itiraz ve tepki verme konusu var. Fenerbahçe hocası deplasmanda olduğu halde yapmadığı itiraz kalmadı ve sonuç da aldı. Ekrem hoca ise bu derece katledildiği bir maçta son 1 dakikaya kadar 1 tane bile sert tepki vermedi. Bakın yalan yok hocayı çok severim. Öyle ki kendisi kadın takımının başındayken; alan savunmasına hücum edecek malzemesi olmadığı için Türkiye Kupası’nda Fenerbahçe’ye kaybetmişti. Maçtan sonra yorumcusu olduğum Gs Tv’de cayır cayır yönetimi eleştirmiş; yönetimden “zahmet olmazsa hocaya bir şutör alın” dahi demiştim. Dikkat edin Gs Tv’de yönetim eleştirisi yaptık diyorum. Hocayı bu derece sever ve desteklerim. Yardımcısı Cenk Akyol’u da ayrı severim. Ntv mikrofonunu yere attığı gün benim için kendisi başka bir sporcu oldu. Elbette bu bir yetenek oyunu ancak bu derece etrafını da görebilen yerli basketbol adamları her daim bu camiada olmalıdır diye düşünüyorum. Ancak bugün hepsi benchte muazzam bir sükunet ve sessizlik içinde oturdular. Takımın hakkı yenirken, hoca sahaya dalıp hakemleri fırçalamadı bile. Hocanın bu hakemleri tanımama imkanı yok çünkü geçmişte bizzat şampiyonluğunu çaldılar. Ama hoca maçta karşısında hırsız Özlem ve Zafer değil de 2 tane onurlu insan varmış gibi tepki verdi hep. Bunu anlamak mümkün değil. Hoca teknik yese bile rakip alt tarafı 1 tane faul atışı kullanacaktı. Bu pasif tavırları anlamam da kabul etmem de mümkün değil. Hoca eğer bu kadar pasif kalırsa sahada daha çok canımız okunur. Belli ki Ekrem hoca çok iyi insan. Ama karşısında nasıl bir organize kötülük olduğunu bilip buna göre davranmalı. Hoca sahaya dalıp o teknik faulü almadıkça benim salonda yarattığım baskının bir anlamı kalmıyor.
Bazı takımlarda hoca kovulduktan sonra sezonu bitirmesi için caretaker manager ile anlaşılır. Bu adamların görevi takımı sağ salim sezon sonuna getirmektir. Başarı beklentisi yoktur. Adam da bilir zaten sezon sonu gideceğini ve fazla etliye sütlüye karışmadan sezonu bitirir. İşte Ekrem hocada tam da bu havayı görüyorum. Hocam siz kadın takımında ne kadar takımın hocasısanız burada da o kadar takımın hocasısınız. İçerde zaten hiç bir zaman işler yolunda gitmeyecektir. Neticede bu camia 1 sezon önce Avrupa’da kupa getirmiş adama dahi ” bu sene sıçsa da göndersek” diye bakan adamlar ile doluydu. Siz her şeye rağmen camiaya “ben buranın başındayım” mesajı veremeyecekseniz ben sizin arkanızda nasıl yürüyeyim? Siz davranışlarınız ile bunu ortaya koyun ki ben de bağıra bağıra arkanızda durayım. Ama önce siz kendinize güvenin. Yeneriz, yeniliriz, başarırız veya başaramayız. Ama unutmayın ki geçmişte Alba Torrens’in ne kadar koçuysanız burada da Melo’nun o kadar koçusunuz. Bu şekilde pasif olduğunuz sürece ilk fırsatta siz gidersiniz. Dost acı söyler.
Son olarak biraz yalandan basketboldan bahsetmem gerekirse malesef ki Kravish’in bu takım için yetersiz olduğu aşikar. Fenerbahçe maçı özelinde değilim. Ancak bu maçın da bir örnek olduğu ortada. Transitiondan beslenen bir takımın pivotunun ribaund konusunda elit olması elzemken biz Kravish ribaund aldığında şampanya patlatacak hale geldik. Bu birlikteliğin uzun vadede takıma zarar verdiği aşikar. Açıkçası bu şartlarda cebinde 10 ribaundu olan bir pivotun zaruri olduğunu düşünüyorum. Yoksa en gerçekçi hedef olan Avrupa’da rakipler turlar geçtikçe zorlaştığı zaman bunun acısını çeker ve elenip çok üzülürüz. Umarım bir pivot değişikliği yapıp bir de altıncı yabancı olarak bu takımı en azından 10 dakika yönetebilecek bir kısa alabiliriz de Avrupa’da iddialı bir hale geliriz. Hazır takım ile taraftar arasında bir iletişim varken harekete geçelim. Aksi takdirde bu sezon başarısızlık ile noktalanır.
YAZAR: VEYSİ DENİZ BASKIN