Bu takımın bu yıl ana kuruluş amacı şüphesiz Eurocup’ı alıp tarihimize Avrupa’da bir kupa daha eklemek ve de Euroleague arenasına Abdi İpekçi’yi ve sarı kırmızıyı tekrar hatırlatmaktı. Bu doğrultuda 22 maça çıkmıştık dün akşama kadar ve bunun adı finaldi; olmak istediğimiz yer..
Olmadı, içimize sinmedi. Tüm sezon hedeflediğimiz yerdi burası ve rakip ne Bayern Munich’ti ne de Gran Canaria. 66-62’lik sonuç iki ayaklı sistemde bir deplasman maçına göre ideal skor sayılabilir hele ki dönüşünde Abdi İpekçi’ye çıkacaksanız. Nitekim kupayı kaldıracağımıza her zamanki kadar net inanıyorum ve bizim finalimizin Gran Canaria olduğunu Unics Kazan elenmeden önce dahi defalarca söyledim. Fransa’dan 10 sayılık mağlubiyetle de dönsek benim inancım değişmeyecekti, kaç zamandır “27 Nisan’da acaba müsait olur muyum, işlerimi sınavlarımı ayalayabilir ve bilet bulabilir miyim” gibi sorular zihinlerde yer alırken; biz bu kadar inanmışken bunun geri dönüşü yok. Ama bunun adı finaldi ve buna yakışır oynamamız gerekirdi. Skor +5,-5 lehimize veya aleyhimize olmuş sorun bu değil, sorun kendimiz gibi oynamayıp izleyicilere içi dolu birşeyler sunmamamızdı. Eğer mevzu finalse o sporla ilgilenenler ekran başına toplanır. Böylesine bir ortamda Galatasaray gibi oynamamız gerekirdi ama olmadı. Morallerimiz bozuldu çünkü bu takım bu yılın en kötü oyununu oynadı finalde.
Dün gece beni sevindiren nokta koçumuz Ergin Ataman ve oyuncuların NTVSpor’a verdikleri demeçler oldu. Hocanın “Hayalkırıklığı içerisindeyim.” beyanı, Errick ve Blake’in “Bize yakışmadı, İpekçi’de bunu kesinlikle tolere edeceğiz.” minvalindeki açıklamaları teoride bu akşamdan ders aldığımızın göstergesiydi. Çarşamba günü “Şen ola Cimbom, şen ola..” tezahüratlarına az kaldı. O kupa Abdi İpekçi’de kalkacak ve dileğimiz bunu sadece +4 fark atarak pratiğe dökmek değil; ilk maçtaki silik görüntünün aksine İpekçi’yi yangın yerine çevirerek kupaya uzanmak.
SIG STRASBOURG 66-62 GALATASARAY ODEABANK
Dün akşamın saha içine bakan yüzüne geçmeden oyuncularımızın istatistik kağıdına bakmakta fayda var.
“Rakamlar yalan söylemez“ sözü spor müsabakalarında her zaman geçerli ve direkt ölçüt alınacak bir öbek olmaz asla ama dünkü maçın istatistik kağıdı yalan söylemiyor. Tüm sezon takımı izleyip dün maçı izleyemeyen birisi kağıda bakarak rahat tahmin yürütebilir. Sinan Güler sahadayken -14, Curtis Jerrells sahadayken +8’lik diferanslar yakaladığımız ortada. Errick McCollum’un 3/13 saha içi isabeti ile oynayıp 3 asistine karşı 3 top kaybı yapışı da aslında bazı mesajlar içeriyor. Errick biz takım olarak iyiyken performansını ve yeteneklerini ortaya koyabilen bir oyuncu. Hücumda alan paylaşımını iyi yapıp dış atışların girdiği bir ortamda Errick kendi birebirleri ve penetreleri için daha geniş bir alan buluyor. Dün “spacing’in dibine vurduğumuz” bir akşamı geride bırakırken Errick’in de yüzdesi düştü. Oyunun kaosa döndüğü anlarda da Errick faydalı oluyor diyebilirsiniz ki Canaria maçı uzatma anları bunu gösterir nitelikte. Stres anlarında herşeyi düzen dahilinde çözemezsiniz ve bireysel çözümlere başvurmak zorunda kalırsınız. Chuck Davis ve Errick McCollum’un Eurocup’taki yükselişinin sebeplerinden birisi de bu. Ama bahsettiğimiz bireysel çözümlere yöneldiğiniz anlar maç içerisindeki belirli zaman dilimleri olduğu zaman bu katkılar değerli. Yani dün tamamiyle hücumda ne yapacağını bilmez bir tablo ortaya çıkınca bireysel zaman dilimleri oyunun büyük bölümüne yayıldı ve Errick çözüm üretemedi, gereksiz zorlamalara gitti.
İstatistik kağıdına baktığımızda Blake’in 8 ribaund katkısını görüyoruz ki Micov’u da 4’e çektiğimizi düşünürsek değerli. Yine kağıda bakınca sezon boyunca Eurocup’ta maç başında 7.36 top kullanıp yaklaşık 3 kez çizgiye giden Lasme’nin 4 top ve 3/3 serbest atışta kaldığını görüyoruz. Bu da topu içeriye indiremeyip ikili oyunlar sonrasında geriye püskürtüldüğümüzü, hücumda merkezi daha 3 sayı gerisinde kabullendiğimizi gösterebilir, kesin ve net olmamakla birlikte. Ve Micov.. 17 sayı 5 ribaund ile bizim adımıza en iyi 2 oyuncumuzdan birisiydi(diğeri Lasme)..
İSTATİSTİK KAĞIDINDAN UZAKLAŞIRSAK
Maça bu yıl çok fazla kullanmadığımız “ikili oyunları değişerek savunma” düşüncesiyle çıktık. Rakibin hücumdaki en net silahının penetre-pas kombinasyonları olması ve bizim kısalarımızın perdeye çok takılıyor olması sebebiyle “switch” yapmayı tercih ettik. Yani rakip kısaya ne alan ne de penetre edecek anlık süreler bırakmamak buradaki temeldi. Nitekim onları boyalı alandan geri püskürtmeyi başardık, tabi bunda Lasme’nin saçtığı korku da müthiş etkiliydi. Vincent Collet bu andan sonra özellikle ilk çeyreğin sonları ve ikinci çeyrekte “forvetlerin cutlarıyla” boyalı alana yaklaşmayı tercih etti ve benzer 2-3 setleri uyguladıklarını gördük. Yine burada Lasme’nin kararlı duruşu bizi güvenceye aldı. 3.çeyreğin ortalarından itibaren ve son çeyrekte ise sahneye Louis Campbell çıktı. Strasbourg bu kez potaya kararlı gidip sonuç aldı; penetre-pas’ı hatırladı. Bu anlarda penetreye karşı boyalı alanı kalabalık tutup bol yardım yaptık fakat bunun kalitesi felaket kötüydü ki aynı penetre-pas ile 3 tane 3’lük yedik Campbell-Leloup’tan.
Hücum tarafına gelirsek ne yaptığımıza dair hiçbir fikrim yok. Bu takımın ana 2 yaratacısı Sinan ve Schilb fakat ikisi de uzun zamandır kontak kapattı bu bağlamda. İkili oyunlardan sonra bir türlü topu içeriye geçiremeyip içeri drive edemedik. Hal böyle olunca ne rakip savunma merkezini dağıtabildik ne Lasme’yi hücumda efektif kullanabildik (sadece ilk çeyrek Errick ile P&P oyunu) ne de hücum sahasında kinetik kalabildik. Burada Errick ve Sinan bu kadar formsuzken, Schilb üretemiyorken; Micov’u hatırlamamız gerekirdi. Micov topu her eline alışında ya faul aldı ya potaya gitti ya da ters taraftaki boşu gördü. Yani direksiyona Micov’u geçirip, Davis ve Lasme’yi içeride daha fazla kullansak en azından daha ideal hücum varyasyonlarımız olurdu karşılaşma özelinde.
Düzeni sağlayamadığımız ve ikili oyunlar sonrasında dikine gidemediğimiz dönemlerde topu içeriye geçirmenin yolu kuşkusuz Chuck’tan geçiyordu. “Penetre ile boyalı alana inemiyorsak, Davis’in alçak post’u ile ineriz.” dedik ve Davis yine anlık krizlerden çıkardı.
8 asist 15 top kaybı ile oynayıp 3/18 3 sayı attığımız bir maçı son 1 dakika içerisinde şansımızın da yanımızda olmasıyla sadece 4 sayı farkla kaybettik. İkinci maç için taktik olarak söyleyebilecek çok fazla birşey yok aslında. Savunmadaki temel prensiplerimiz yerindeydi, hücumda ise aksine temel yapımızdan çok uzakta bir oyun çıkardık. Yönlendirici kısalarımızın daha kararlı olduğu bir maç olduğu takdirde Strasbourg’u Abdi İpekçi’de net bir şekilde yeneceğimize inancım tam. Artık son maç; teknik-taktik bu gibi anlarda her zaman ön planda olmaz. Abdi İpekçi’nin büyüsüne kapılıp, Banvit final serisi son maçındaki havayı yakaladığımız bir maç olması dileğiyle..
Bir maç, bir kupa ve bir Abdi İpekçi.. “No Way Out”
Oğuzhan Günebakan / https://twitter.com/OgzhnGnbkn