alttaki yazıyı alisamiyen.net te okudum ilk orda gördüm lütfen ilk önce yazıyı sonrada en altta verdiğim linkteki yazılara bir göz atın.
BANU K. YELKOVAN (Arşivi)
Deniyorum, deniyorum, bir türlü turnike atamıyorum... Üç saniye koridorunun orada peş peşe sıra olmuşuz bir grup kızcağız (küçük kız manasında), tüm yapmamız gereken iki adım atmak, üçüncüsünde zıplayıp topu potaya bırakmak, bildiğin turnike işte... Biz daha yeni öğrendiğimiz için 'bilmediğin turnike' kategorisinde henüz... Bir-iki, ay yanlış ayakla başlamışım, bir-iki, amanın potaya bir kilometre uzakta kalmışım, ayağına bakarken elin, elini toparlayacağım derken ayağın birbirine karışıyor... Başımıza da koymuşlar antrenör niyetine, affedersiniz, bir psikopat... Atamayanı yolluyor koca sahanın etrafında beş tur atmaya... Kan ter içinde geliyorsun, elin ayağın daha beter birbirine dolaşmış, hadi beş tur daha... İşte tam o sırada uzaktan görünüyor beyaz şortlu prens!..
"İki ayağınız yan yana başlayacağınıza, sağ turnike atarken sağ, sol turnike atarken sol adımınızı arkada tutun... Bir kez alışınca zaten otomatikman yapacaksınız" diyor. Güler yüzlü, kimse korkmuyor ondan, bu kadar kolay bir şeyi kendi kendimize nasıl düşünemediğimiz için güle oynaya turnike atmayı öğreniyoruz...
Bir yaz sonra, genç ya da yıldız basketbol takımının antrenmanını seyrediyoruz. Tam Michael Jordan zamanları... Efsaneleri dilden dile dolaşıyor, maçını seyretmek o devirlerde mümkün olmadığından posterleri maç niyetine seyrediliyor... Antrenman, klasik, idman maçıyla sona erecek... Takımın havalılarından birisi topu kendi pota altından alıyor, driplinglerle karşı potaya geliyor, turnikeye çıkarken topu ilk adımda sağ bacağının altından, ikinci adımda belinin etrafından geçiriyor, sonra (tabii ki dili dışarıda!) potaya bırakıyor... Basket! Biz dünya gözüyle Michael Jordan görmüş gibi hayran hayran bakarken düt diye bir düdük... "Aferin, çok güzel" diyor maçı yöneten antrenör, "Bunu ağır bir idmandan sonra, yorgunluktan savunma yapmayan kendi arkadaşlarına karşı yaptın. Peki dişe diş oynanan normal bir maçta yapabilecek misin?" Soru havada asılı, çakma Jordan kenarda...
O günlerde Kızılmaske her yerde misali, liseye gidiyorsun lisede, Hasnun Galip'e gidiyorsun kulüpte, Florya'ya geliyorsun, aaa orada, hafta sonları basketbol okullarında bir durumu var... Sonra minik takım, genç takım, ümit takım derken, birinci ligde büyük takımlara, sonra milli takıma yardımcı antrenör oluyor... Ama yetiyor mu? I ııh... İskandinav genleri taşıyor olmalı, bu 'coğrafyada' alışılmadık bir çalışkanlık durumu sergiliyor... Eurosport basketbol maçlarında yorumcu olarak duyuyoruz mesela sesini birdenbire, Europort'un başındaki bir 'yakinimiz' öve öve bitiremiyor yeni yorumcusunu... Bir noktada çalıştığı takım koçla yollarını ayırınca kendini çok uzun zamandır hak ettiği baş antrenörlük koltuğunda buluveriyor, buluş o buluş...
En son Efes Pilsen-Galatasaray maçında gördük onu... Takım uzun süre önce ısınmaya çıkmış, tribünler taraftarca derbi sayılmayan bir maç için, üstelik aynı saatlerde futbol takımı Bursa'da kupa maçı oynamasına rağmen şaşılacak derecede dolu; Efes kızları, bangır bangır müzik, ısınırken smaçlar yapan basketbolcular falan, sahada dikkatleri dağıtmak için bayağı bir neden var. Ama yine de o sessizce sahaya çıkıp, benche yöneldiğinde bir alkış kopuyor taraftarlar arasında... Galatasaray taraftarı onu belki bizim tanıdığımız kadar uzun süredir tanımıyor ama gördükleri kadarıyla hakkını teslim ediyorlar ayağa kalkarak alkışladıkları genç koçlarının... Onu gerçekten uzun süredir tanıyanlarsa çok daha fazlasını hak ettiğini, çok uzun süredir biliyorlar zaten Özyer'in...
http://www.alisamiyen.net/forum/viewtopic.php?t=14116
BANU K. YELKOVAN (Arşivi)
Deniyorum, deniyorum, bir türlü turnike atamıyorum... Üç saniye koridorunun orada peş peşe sıra olmuşuz bir grup kızcağız (küçük kız manasında), tüm yapmamız gereken iki adım atmak, üçüncüsünde zıplayıp topu potaya bırakmak, bildiğin turnike işte... Biz daha yeni öğrendiğimiz için 'bilmediğin turnike' kategorisinde henüz... Bir-iki, ay yanlış ayakla başlamışım, bir-iki, amanın potaya bir kilometre uzakta kalmışım, ayağına bakarken elin, elini toparlayacağım derken ayağın birbirine karışıyor... Başımıza da koymuşlar antrenör niyetine, affedersiniz, bir psikopat... Atamayanı yolluyor koca sahanın etrafında beş tur atmaya... Kan ter içinde geliyorsun, elin ayağın daha beter birbirine dolaşmış, hadi beş tur daha... İşte tam o sırada uzaktan görünüyor beyaz şortlu prens!..
"İki ayağınız yan yana başlayacağınıza, sağ turnike atarken sağ, sol turnike atarken sol adımınızı arkada tutun... Bir kez alışınca zaten otomatikman yapacaksınız" diyor. Güler yüzlü, kimse korkmuyor ondan, bu kadar kolay bir şeyi kendi kendimize nasıl düşünemediğimiz için güle oynaya turnike atmayı öğreniyoruz...
Bir yaz sonra, genç ya da yıldız basketbol takımının antrenmanını seyrediyoruz. Tam Michael Jordan zamanları... Efsaneleri dilden dile dolaşıyor, maçını seyretmek o devirlerde mümkün olmadığından posterleri maç niyetine seyrediliyor... Antrenman, klasik, idman maçıyla sona erecek... Takımın havalılarından birisi topu kendi pota altından alıyor, driplinglerle karşı potaya geliyor, turnikeye çıkarken topu ilk adımda sağ bacağının altından, ikinci adımda belinin etrafından geçiriyor, sonra (tabii ki dili dışarıda!) potaya bırakıyor... Basket! Biz dünya gözüyle Michael Jordan görmüş gibi hayran hayran bakarken düt diye bir düdük... "Aferin, çok güzel" diyor maçı yöneten antrenör, "Bunu ağır bir idmandan sonra, yorgunluktan savunma yapmayan kendi arkadaşlarına karşı yaptın. Peki dişe diş oynanan normal bir maçta yapabilecek misin?" Soru havada asılı, çakma Jordan kenarda...
O günlerde Kızılmaske her yerde misali, liseye gidiyorsun lisede, Hasnun Galip'e gidiyorsun kulüpte, Florya'ya geliyorsun, aaa orada, hafta sonları basketbol okullarında bir durumu var... Sonra minik takım, genç takım, ümit takım derken, birinci ligde büyük takımlara, sonra milli takıma yardımcı antrenör oluyor... Ama yetiyor mu? I ııh... İskandinav genleri taşıyor olmalı, bu 'coğrafyada' alışılmadık bir çalışkanlık durumu sergiliyor... Eurosport basketbol maçlarında yorumcu olarak duyuyoruz mesela sesini birdenbire, Europort'un başındaki bir 'yakinimiz' öve öve bitiremiyor yeni yorumcusunu... Bir noktada çalıştığı takım koçla yollarını ayırınca kendini çok uzun zamandır hak ettiği baş antrenörlük koltuğunda buluveriyor, buluş o buluş...
En son Efes Pilsen-Galatasaray maçında gördük onu... Takım uzun süre önce ısınmaya çıkmış, tribünler taraftarca derbi sayılmayan bir maç için, üstelik aynı saatlerde futbol takımı Bursa'da kupa maçı oynamasına rağmen şaşılacak derecede dolu; Efes kızları, bangır bangır müzik, ısınırken smaçlar yapan basketbolcular falan, sahada dikkatleri dağıtmak için bayağı bir neden var. Ama yine de o sessizce sahaya çıkıp, benche yöneldiğinde bir alkış kopuyor taraftarlar arasında... Galatasaray taraftarı onu belki bizim tanıdığımız kadar uzun süredir tanımıyor ama gördükleri kadarıyla hakkını teslim ediyorlar ayağa kalkarak alkışladıkları genç koçlarının... Onu gerçekten uzun süredir tanıyanlarsa çok daha fazlasını hak ettiğini, çok uzun süredir biliyorlar zaten Özyer'in...
http://www.alisamiyen.net/forum/viewtopic.php?t=14116