NBA seyircisi
NBA, normal sezon boyunca bir senede yaklaşık binin üzerinde maça ev sahipliği yapıyor. Yani bir bakıma takım başına 82 tane olmak üzere toplamda binden fazla tiyatro, temsil, drama, trajedi ve hatta komedi seyrediyoruz. Ortalama 18-20 bin kişilik bu basketbol arenalarının hepsi her maç dolmasa da, bir sezonda milyonlarca insan kendi sanatlarını icra etmeye çalışan basketçileri izlemeye geliyorlar. Lafı, bir biletin fiyatını söyleyip, bir takımın bir sezonda biletlerden kazandığı ortalama paranın hesaplanmasına getirecek değilim. Ekonomi dergileri, internet siteleri o konuyla alakalı mebzul miktarda bilgi veriyor. Esas gelmek istediğim nokta şu: NBA?de 50 küsur yıldır milyonlarca seyirciye oynanan bu maçlar, çeşitli yıldızların ortaya çıkıp sahneden çekilmesine, NBA?in 10 sene öncesinde kısa süreli bir lokavt yaşamasına, alışkanlıkların, fikirlerin, beğenilerin ve tartışılmaz denen zevklerin değişimine rağmen, derununda bazı şeyleri korumayı başarıyor. Bunların başında ise, 48 dakikalık bir basketbol mücadelesini izleyen seyircilerin, tiyatro salonundaki sükunetlerini (buna bağırmak da dahil) muhafaza etmeleri geliyor.
SÜKUNETİ MUHAFAZA ETMEK
Bu noktada tabii ki ?sükunet? ile ?sessizlik? arasındaki nüansı kavramış olmak lazım. Bizim tabirimizle yaptığımız işi ?sapıtmadan? yapmak, sükunetle alakalı bir meseledir ve bu ifadenin vücut bulamadığı tek hadise, 50 küsur senelik birikim boyunca akla gelen tek olumsuz örnek, birkaç sene önce yaşanan Ron Artest Vakası?ndan başka bir şey değil. O da tabir-i caizse, bir nevi nazar boncuğu işlevi görüyor ve bizlere, izlediğimiz bir maçtaki güzelliklerin kıymetini bilmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Bir NBA maçında, deplasman takımı oyuncusunun son saniyede attığı bir basketle takımına maç kazandırdıktan sonra, aklına güvenliğine dair hiçbir negatif bir şey gelmeden, birkaç metre ötesindeki ?cebi dolu? taraftar güruhuna aldırmadan gönül rahatlığıyla sevinebilmesini hep gıptayla seyretmişimdir. Zira bilinir ki, orada o sevinç gösterisi yapan oyuncunun güvenliğinin sağlanması vazifesi, aynı zamanda maçın oynandığı şehrin de bir tür izzet-i nefis meselesidir. O oyuncunun kılına gelecek zarar, şehrin, kulübün ve o takımın taraftarlarının alnına çalınacak kara bir leke gibidir. Ayrıca, kimden gelirse gelsin, o son saniye basketi de bu oyunun (basketbol da tıpkı futbol gibi bir oyundu değil mi? İnsan zamanla unutabiliyor basketbolun asli gayesini) bir parçasıdır. Devam etmesi gereken şovun kesintisizliğini sağlayan muttasıl bir zaman akışıdır adeta.
Bu noktada Türkiye?yle karşılaştırma yapıp ümitsizlik sularına yelken açma niyetinde değilim. Bırakın Türkiye?yi, Avrupa?nın pek çok şehriyle bile yapılacak mukayeseler maalesef çoğunlukla Avrupa?nın aleyhine sonuçlanacaktır. Bu bir bakış açısı, bir felsefe meselesi... Tavrınızı en başlardan, ilk zamanlardan net bir şekilde ortaya koyup camianızla, taraftarlarınızla, şehrinizle ve hatta takım logonuzla bu tavrın arkasında durma meselesi?
?BEN BURAYA EĞLENMEYE GELİYORUM?
Amerikalı sporsever, pek çok oyunda olduğu gibi basketbolda da tavrını net olarak ortaya koymuş. ?Ben buraya eğlenmeye geliyorum. Bu işin içinde mevcut bulunan iki ihtimalli sonuca razıyım. Kıymetli vaktimden birkaç saatimi ayırarak geldiğim bu aktiviteden zevk almanın yollarına bakacağım kendimi paralamak yerine. Yenildiğimde, yarışmacı ruhumun en derinliklerinde bile hissettiğim o üzüntüyü, bir sonraki maça gelmemi sağlayacak hırs-şevk ve motivasyon üçgenine dönüştürmekte kullanacağım.? Böyle düşünen bir insanın, fanatizmin sularına kolay kolay yelken açması elbette beklenemez.
SİNİRLERİ ALINMIŞ BİR TOPLULUK
Aslında seyircilerin önüne konan ürün genelde savaş temalı. Bol bol itiş-kakış, sert fauller, çekmeler, düşürmeler ve hatta sakatlanma ve yaralanmalar içeriyor. Ancak ne hikmetse, oyunun doğasında olması gereken bu ?aksiyon teması? seyircilere sirayet etmiyor. Sistemin içerisinde öyle bir seyirci-taraftar dikotomisi kurulmuş ki, Shaq?ın taraftarların üzerine uçtuğu birkaç görüntü başta olmak üzere (Bu arada ön koltuklar için satılan biletlerin arka tarafında ?Her türlü sakatlanmada müessesemiz hiçbir sorumluluk kabul etmez, yaralanan taraftarın hastane masraflarını ödemek zorunda değildir,? yazdığını biliyor muydunuz. Kolay değil elbette 150 kiloluk Shaq?ın devirme ihtimali olan taraftarların hastane masraflarıyla uğraşmak), taraftarlarla çarpışan, onların üzerine düşen ve onları motive etmeye çalışan oyuncuların el-kol hareketleri de olmasa seyircilerin hepsini kartondan mamul kuklalar gibi göreceğiz. Ne ciddi bir etkileşim (arada-sırada bağırıp çağıranları saymıyorum), ne de fiziki bir müdahale söz konusu. Rakip takımın yedek oyuncuları, attıkları her sayıda olmayacak şaklabanlıklar yapsa bile, siz, sinirleri alınmış bir topluluk olarak o ana şahitlik ediyorsunuz sizden bir-iki kuşak öncekilerin yaptığı anlaşmaya zımni bir evet mührü vurarak. Bu söylediklerimden, Spike Lee ve Jack Nicholson gibi hem basketbolu seven hem anlayan hem de çok ünlü olmuş kişilerin, hakemlerle ve oyuncularla giriştiği masum diyalogları hariç tutabilirsiniz. Bildiğim kadarıyla Jack Nicholson, 20 küsur sezondur bir-iki maç hariç Lakers?ın hiçbir maçını kaçırmamış bir aktör. Hatta film çekimlerini bile Lakers maçlarına göre ayarlıyor. (Lakers bu aralar uzun bir deplasman turuna çıkacağı, daha doğrusu maçlarının çoğunu deplasmanlarda oynayacağı için çekimlere yeniden başlayabilir.) Kendisi her sene birkaç yüz bin dolarını çok sevdiği Lakers için bir köşeye ayırır ve maçlarını izler. O kadar ünlü olunca haliyle hakeme ve rakip takımın yıldız oyuncusuna birkaç laf dokundurma hakkınız oluyor.
TARAFTAR BAZEN CEZALANDIRIR
Peki NBA seyirci gerçekten tepkisiz, ruh gibi maça gelip giden bir varlık mı? İşte bu soruya da ?Hayır? demekten başka bir seçeneğimiz yok. Zira başta hemen üstteki fotoğraf olmak üzere bu yazıdaki son üç fotoğraf, bu taraftarların her türlü tepki göstermede maharetli olduğunu belli ediyor. Mesela üstteki fotoğrafta takımlarının oyunlarını beğenmeyen Bucks taraftarlarının nazik; ama bir o kadar da "etkili? tepkisini görebiliriz. Neticede NBA seyircisi de takımını körü körüne desteklemiyor. Kötü oynayan bir oyuncu veya ruhsuz oynayan bir takım çok geçmeden yuhalanıyor. Ama hepsi bu? Onların lügatında meseleyi bir sonraki safhaya taşımak yok. ?Kan davası? güdülmüyor oyunculara her ne kadar bazı internet sitelerinde ağır eleştirilerde bulunsalar da. ?Müşteri? olarak daha kaliteli bir ?ürün? görmek onların hakkı. Nitekim müşteri daima haklıdır. Zaten bunu sunamayan takımların salonları hemen hemen hiçbir maçta tam dolmuyor. Taraftarın cezalandırması bazen tokat vurmaktan beter ediyor.
TAKIM NASIL ?HAVAYA SOKULUR?
Hemen alttaki fotoğraf ise Bulls takımının son yıllarda nadir gördüğü playoff atmosferini yansıtan (bir Pistons maçı öncesi) bir misal. Takımını gerektiğinde ?havaya sokma? hususunda uzman, onları nasıl motive edeceğini bilen ve 90?larda altı adet şampiyonluk serisi görmüş geçirmiş takımın seyircileri?
Hemen alttaki fotoğraf ise, takım bazında değil de oyuncu bazında verilen desteğin bir örneği. İyi performans gösteren bir oyuncunun ödüllendirilmesi için medyayı, yani oy kullanacak jüriyi etkilemenin en kolay yanlarından birisi de, Hollywood?un şöhretinden faydalanıp propaganda çalışmalarına başlamak. Resimde Kobe?yi MVP yapmak için desteklerini organize hale getirmiş bir Lakers taraftar grubu var. Her ne kadar Jack Nicholson, kadraja girmemiş olsa da kendisinin oralarda bir yerlerde olduğundan gayet eminiz.
İŞİ TADINDA BIRAKMAK
Bütün bu anlatılanlara bakılarak NBA seyircisini ?sütten çıkmış ak kaşık? olarak görme eğiliminde olduğumuz anlaşılmasın. Hataları olmasa bile bu eleştirilmeyecek yanları olmadığı manasına gelmez. Zaten şiddete karışmamış bir seyircinin ne gibi hatası olabilir ki? Takımını yeterince desteklememek mi? Nasıl ölçeceğiz? Rakip takımın hücumlarında ?Defense? diyen koroya eşlik etmedikleri için mi? Hangisi ediyor ki, çekişmeli maçların son birkaç dakikası hariç? Neticede en ateşli taraftarların bulunduğu Detroit, Indiana gibi şehirlerde bile her şey tadında bırakılıyor. Tadında bırakmayanların, başkalarının tadını bozmaya hakkı da yok. Belki de bu yüzden Ali Bakın?ın son köşe yazısında belirttiği üzere, futbol Amerika?da yeterince popüler bir oyun değil. Çünkü mazisi Heysel başta olmak üzere çeşitli facia ve trajedilerle dolu. ?Holigan? kelimesini literatüre tedavüle sokup ardından çoğunlukla futbolla özdeşleştirecek kadar şiddete meyyal. Belki de Amerikalıların icadı olmadığı için kendisinden uzak durulmuş. Belki de bunun için Amerikan üniversitelerinin basketbol takımlarının seyircisi, NBA seyircisinden daha fazla ?ateşli? ve takımlarına daha fazla bağlı. Ve belki de bu yüzden ?Madness? kelimesini ?March Madness? (Mart Çılgınlığı) ifadesinde olduğu gibi sadece Mart ayındaki NCAA basketbol turnuvalarına atfen kullanıyorlar. ?Madness? kelimesini, mecazi olarak kullanmayacak kadar NBA?den uzak tutmaya çalışan ve bu sayede neredeyse son çeyrek asırdır herkese dışı itibariyle ışıltılı bir dünya pazarlayan David Stern isimli ak saçlı amcanın basit ama efektif bir politikasıdır. Kim bilir?..
Kemal Budak / sporx.com
NBA, normal sezon boyunca bir senede yaklaşık binin üzerinde maça ev sahipliği yapıyor. Yani bir bakıma takım başına 82 tane olmak üzere toplamda binden fazla tiyatro, temsil, drama, trajedi ve hatta komedi seyrediyoruz. Ortalama 18-20 bin kişilik bu basketbol arenalarının hepsi her maç dolmasa da, bir sezonda milyonlarca insan kendi sanatlarını icra etmeye çalışan basketçileri izlemeye geliyorlar. Lafı, bir biletin fiyatını söyleyip, bir takımın bir sezonda biletlerden kazandığı ortalama paranın hesaplanmasına getirecek değilim. Ekonomi dergileri, internet siteleri o konuyla alakalı mebzul miktarda bilgi veriyor. Esas gelmek istediğim nokta şu: NBA?de 50 küsur yıldır milyonlarca seyirciye oynanan bu maçlar, çeşitli yıldızların ortaya çıkıp sahneden çekilmesine, NBA?in 10 sene öncesinde kısa süreli bir lokavt yaşamasına, alışkanlıkların, fikirlerin, beğenilerin ve tartışılmaz denen zevklerin değişimine rağmen, derununda bazı şeyleri korumayı başarıyor. Bunların başında ise, 48 dakikalık bir basketbol mücadelesini izleyen seyircilerin, tiyatro salonundaki sükunetlerini (buna bağırmak da dahil) muhafaza etmeleri geliyor.
SÜKUNETİ MUHAFAZA ETMEK
Bu noktada tabii ki ?sükunet? ile ?sessizlik? arasındaki nüansı kavramış olmak lazım. Bizim tabirimizle yaptığımız işi ?sapıtmadan? yapmak, sükunetle alakalı bir meseledir ve bu ifadenin vücut bulamadığı tek hadise, 50 küsur senelik birikim boyunca akla gelen tek olumsuz örnek, birkaç sene önce yaşanan Ron Artest Vakası?ndan başka bir şey değil. O da tabir-i caizse, bir nevi nazar boncuğu işlevi görüyor ve bizlere, izlediğimiz bir maçtaki güzelliklerin kıymetini bilmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Bir NBA maçında, deplasman takımı oyuncusunun son saniyede attığı bir basketle takımına maç kazandırdıktan sonra, aklına güvenliğine dair hiçbir negatif bir şey gelmeden, birkaç metre ötesindeki ?cebi dolu? taraftar güruhuna aldırmadan gönül rahatlığıyla sevinebilmesini hep gıptayla seyretmişimdir. Zira bilinir ki, orada o sevinç gösterisi yapan oyuncunun güvenliğinin sağlanması vazifesi, aynı zamanda maçın oynandığı şehrin de bir tür izzet-i nefis meselesidir. O oyuncunun kılına gelecek zarar, şehrin, kulübün ve o takımın taraftarlarının alnına çalınacak kara bir leke gibidir. Ayrıca, kimden gelirse gelsin, o son saniye basketi de bu oyunun (basketbol da tıpkı futbol gibi bir oyundu değil mi? İnsan zamanla unutabiliyor basketbolun asli gayesini) bir parçasıdır. Devam etmesi gereken şovun kesintisizliğini sağlayan muttasıl bir zaman akışıdır adeta.
Bu noktada Türkiye?yle karşılaştırma yapıp ümitsizlik sularına yelken açma niyetinde değilim. Bırakın Türkiye?yi, Avrupa?nın pek çok şehriyle bile yapılacak mukayeseler maalesef çoğunlukla Avrupa?nın aleyhine sonuçlanacaktır. Bu bir bakış açısı, bir felsefe meselesi... Tavrınızı en başlardan, ilk zamanlardan net bir şekilde ortaya koyup camianızla, taraftarlarınızla, şehrinizle ve hatta takım logonuzla bu tavrın arkasında durma meselesi?
?BEN BURAYA EĞLENMEYE GELİYORUM?
Amerikalı sporsever, pek çok oyunda olduğu gibi basketbolda da tavrını net olarak ortaya koymuş. ?Ben buraya eğlenmeye geliyorum. Bu işin içinde mevcut bulunan iki ihtimalli sonuca razıyım. Kıymetli vaktimden birkaç saatimi ayırarak geldiğim bu aktiviteden zevk almanın yollarına bakacağım kendimi paralamak yerine. Yenildiğimde, yarışmacı ruhumun en derinliklerinde bile hissettiğim o üzüntüyü, bir sonraki maça gelmemi sağlayacak hırs-şevk ve motivasyon üçgenine dönüştürmekte kullanacağım.? Böyle düşünen bir insanın, fanatizmin sularına kolay kolay yelken açması elbette beklenemez.
SİNİRLERİ ALINMIŞ BİR TOPLULUK
Aslında seyircilerin önüne konan ürün genelde savaş temalı. Bol bol itiş-kakış, sert fauller, çekmeler, düşürmeler ve hatta sakatlanma ve yaralanmalar içeriyor. Ancak ne hikmetse, oyunun doğasında olması gereken bu ?aksiyon teması? seyircilere sirayet etmiyor. Sistemin içerisinde öyle bir seyirci-taraftar dikotomisi kurulmuş ki, Shaq?ın taraftarların üzerine uçtuğu birkaç görüntü başta olmak üzere (Bu arada ön koltuklar için satılan biletlerin arka tarafında ?Her türlü sakatlanmada müessesemiz hiçbir sorumluluk kabul etmez, yaralanan taraftarın hastane masraflarını ödemek zorunda değildir,? yazdığını biliyor muydunuz. Kolay değil elbette 150 kiloluk Shaq?ın devirme ihtimali olan taraftarların hastane masraflarıyla uğraşmak), taraftarlarla çarpışan, onların üzerine düşen ve onları motive etmeye çalışan oyuncuların el-kol hareketleri de olmasa seyircilerin hepsini kartondan mamul kuklalar gibi göreceğiz. Ne ciddi bir etkileşim (arada-sırada bağırıp çağıranları saymıyorum), ne de fiziki bir müdahale söz konusu. Rakip takımın yedek oyuncuları, attıkları her sayıda olmayacak şaklabanlıklar yapsa bile, siz, sinirleri alınmış bir topluluk olarak o ana şahitlik ediyorsunuz sizden bir-iki kuşak öncekilerin yaptığı anlaşmaya zımni bir evet mührü vurarak. Bu söylediklerimden, Spike Lee ve Jack Nicholson gibi hem basketbolu seven hem anlayan hem de çok ünlü olmuş kişilerin, hakemlerle ve oyuncularla giriştiği masum diyalogları hariç tutabilirsiniz. Bildiğim kadarıyla Jack Nicholson, 20 küsur sezondur bir-iki maç hariç Lakers?ın hiçbir maçını kaçırmamış bir aktör. Hatta film çekimlerini bile Lakers maçlarına göre ayarlıyor. (Lakers bu aralar uzun bir deplasman turuna çıkacağı, daha doğrusu maçlarının çoğunu deplasmanlarda oynayacağı için çekimlere yeniden başlayabilir.) Kendisi her sene birkaç yüz bin dolarını çok sevdiği Lakers için bir köşeye ayırır ve maçlarını izler. O kadar ünlü olunca haliyle hakeme ve rakip takımın yıldız oyuncusuna birkaç laf dokundurma hakkınız oluyor.
TARAFTAR BAZEN CEZALANDIRIR
Peki NBA seyirci gerçekten tepkisiz, ruh gibi maça gelip giden bir varlık mı? İşte bu soruya da ?Hayır? demekten başka bir seçeneğimiz yok. Zira başta hemen üstteki fotoğraf olmak üzere bu yazıdaki son üç fotoğraf, bu taraftarların her türlü tepki göstermede maharetli olduğunu belli ediyor. Mesela üstteki fotoğrafta takımlarının oyunlarını beğenmeyen Bucks taraftarlarının nazik; ama bir o kadar da "etkili? tepkisini görebiliriz. Neticede NBA seyircisi de takımını körü körüne desteklemiyor. Kötü oynayan bir oyuncu veya ruhsuz oynayan bir takım çok geçmeden yuhalanıyor. Ama hepsi bu? Onların lügatında meseleyi bir sonraki safhaya taşımak yok. ?Kan davası? güdülmüyor oyunculara her ne kadar bazı internet sitelerinde ağır eleştirilerde bulunsalar da. ?Müşteri? olarak daha kaliteli bir ?ürün? görmek onların hakkı. Nitekim müşteri daima haklıdır. Zaten bunu sunamayan takımların salonları hemen hemen hiçbir maçta tam dolmuyor. Taraftarın cezalandırması bazen tokat vurmaktan beter ediyor.
TAKIM NASIL ?HAVAYA SOKULUR?
Hemen alttaki fotoğraf ise Bulls takımının son yıllarda nadir gördüğü playoff atmosferini yansıtan (bir Pistons maçı öncesi) bir misal. Takımını gerektiğinde ?havaya sokma? hususunda uzman, onları nasıl motive edeceğini bilen ve 90?larda altı adet şampiyonluk serisi görmüş geçirmiş takımın seyircileri?
Hemen alttaki fotoğraf ise, takım bazında değil de oyuncu bazında verilen desteğin bir örneği. İyi performans gösteren bir oyuncunun ödüllendirilmesi için medyayı, yani oy kullanacak jüriyi etkilemenin en kolay yanlarından birisi de, Hollywood?un şöhretinden faydalanıp propaganda çalışmalarına başlamak. Resimde Kobe?yi MVP yapmak için desteklerini organize hale getirmiş bir Lakers taraftar grubu var. Her ne kadar Jack Nicholson, kadraja girmemiş olsa da kendisinin oralarda bir yerlerde olduğundan gayet eminiz.
İŞİ TADINDA BIRAKMAK
Bütün bu anlatılanlara bakılarak NBA seyircisini ?sütten çıkmış ak kaşık? olarak görme eğiliminde olduğumuz anlaşılmasın. Hataları olmasa bile bu eleştirilmeyecek yanları olmadığı manasına gelmez. Zaten şiddete karışmamış bir seyircinin ne gibi hatası olabilir ki? Takımını yeterince desteklememek mi? Nasıl ölçeceğiz? Rakip takımın hücumlarında ?Defense? diyen koroya eşlik etmedikleri için mi? Hangisi ediyor ki, çekişmeli maçların son birkaç dakikası hariç? Neticede en ateşli taraftarların bulunduğu Detroit, Indiana gibi şehirlerde bile her şey tadında bırakılıyor. Tadında bırakmayanların, başkalarının tadını bozmaya hakkı da yok. Belki de bu yüzden Ali Bakın?ın son köşe yazısında belirttiği üzere, futbol Amerika?da yeterince popüler bir oyun değil. Çünkü mazisi Heysel başta olmak üzere çeşitli facia ve trajedilerle dolu. ?Holigan? kelimesini literatüre tedavüle sokup ardından çoğunlukla futbolla özdeşleştirecek kadar şiddete meyyal. Belki de Amerikalıların icadı olmadığı için kendisinden uzak durulmuş. Belki de bunun için Amerikan üniversitelerinin basketbol takımlarının seyircisi, NBA seyircisinden daha fazla ?ateşli? ve takımlarına daha fazla bağlı. Ve belki de bu yüzden ?Madness? kelimesini ?March Madness? (Mart Çılgınlığı) ifadesinde olduğu gibi sadece Mart ayındaki NCAA basketbol turnuvalarına atfen kullanıyorlar. ?Madness? kelimesini, mecazi olarak kullanmayacak kadar NBA?den uzak tutmaya çalışan ve bu sayede neredeyse son çeyrek asırdır herkese dışı itibariyle ışıltılı bir dünya pazarlayan David Stern isimli ak saçlı amcanın basit ama efektif bir politikasıdır. Kim bilir?..
Kemal Budak / sporx.com