Nostalji Röportajları serimize bu hafta basketbolsever Galatasaraylılar için unutması zor isimlerden biri olan Tufan Ersöz ile devam ediyoruz.
--------
Eski oyuncularımızla nostalji röportajı yapıyoruz. Senin çok iyi Galatasaraylı olduğunu biliyoruz ve röportaj için ricada bulunduk. Bizi kırmadığın için teşekkürler.
Niye kırayım? Sonuçta biz de tribünden gelme bir Galatasaraylıyız. Galatasaraylılık kalıcı ama yaptığımız iş dolayısıyla tarafsız ve objektif olmak zorundayız.
Peki bu durum sıkıntı yaratmıyor mu ?
Tabi zaman zaman sıkıntıları oluyor ama biz bu sıkıntıları bir şekilde aşmaya çalışıyoruz. Profesyonel basketbolcuyken tabi ki taraf olacağız herkes oluyor olmalı da. Ama işin yorumcu tarafına, basın tarafına kaydığınız zaman objektif davranmak ve samimi olmak gerekiyor. Hak edenin yanında olmayı ben çok değerli buluyorum şu an yaptığım iş gereği. Renk ayrımı olmaksızın hak edenin yanında olmak ve insanlara bunu anlatmak , kaybedene de eleştirileri parkeden gelen bir insan olarak yapıcı bir biçimde yöneltmek yine çok önemli. Kaybedildiği zaman eleştirmek ve olumsuz şeyleri kaybeden tarafa söylemek çok daha kolay. Kaybeden tarafa eleştiri yaparken mümkün olduğunca sözleri yumuşatmak, yapıcı olmak ve oyuncuların yaptığı işe saygı göstererek bu eleştirileri yapmak gerektiğini düşünüyorum çünkü oyuncuyken ben de böyle istiyordum. Ülke basketbolu için taraftarın, oyuncunun, yönetimin hepimizin birbirimize daha anlayışlı olması gerekiyor.
Biraz tahammülsüzüz sanki ülke olarak her konuda ve bu spor için çok fazla geçerli bir durum değil.
Bu durum aslında alt yapılardaki yetersizliğimizden de kaynaklanıyor. Alt yapılarımız sağlam zeminlere atılıyor olsaydı şu an bunu konuşuyor olmazdık. Tahammülsüzüz ve hazıra konmak istiyoruz. Pahalı transferler yapıyoruz, iyi oyuncular ve koçlar getiriyoruz. Bunlarla da başarı gelmediğinde iyice tahammülsüzleşiyoruz ve neden olmuyor şeklinde birçok soru işareti oluşuyor kafalarda. Bunun için bizim tüm spor dallarında ve özellikle basketbolda alt yapılara daha çok önem vermemiz gerekiyor. Sadece para kazanma uğruna kurulan sistemler yerine insan yetiştirmeyi, sporcu yetiştirmeyi amaçlayan kurumlar oluşmalı. Bu şekilde bakarak ağacın kökleri gibi yayılan bir sistem olması gerektiğini düşünüyorum ve bu bizim ülkede çok geride şu anda genel anlamda.
Evet, şimdi basketbolda çok iyi bir jenerasyon var; U19, U20 takımlarımız müthiş işler yapıyorlar. Ömer Uğurata, Arda Vekiloğlu, Alain Digbeu gibi çok önemli koç adaylarımız ve yıldız adaylarımız var. Bu altın jenerasyonu kaybetmeme adına doğru adımlar atmamız gerekiyor. Bu çocuklar nasıl şu anda Avrupa’nın en tepesindeyse bu çocuklar üst seviyede de en önemli oyuncular olması gerekiyor. Bu oyuncuların oynaması gerekiyor ama koça da bu oyuncuyu oynat diye zorlama yapamazsın, biraz karşılıklı bir durum bu. Oyuncu koçtan söke söke almalı o dakikaları. Yeni 6+1 yabancı sisteminde çok kolay değil bu. Bu yeni düzen lige renk kattı, heyecan kattı. Daha önce 3+2 lik sistemde takımlar arasında uçurum vardı artık bu kalktı. Küme düşen takımın 9 galibiyet aldığını gördük, şampiyonluk sürpriz bir takımdan çıktı.
Ufuk Sarıca, Ivkovic ve Obradovic gibi çok önemli iki koçu 3-1 ve 4-1 yani toplamda 7-2 ile devirerek şampiyonluğu alması rekabet düzeyinin ne kadar arttığını, her takımın doğru kimyayı ve yabancıları yakalayınca başarıya aday olduğunu gösterdi.
Evet, gençlerimizin oynaması lazım ama rekabet düzeyinin ciddi biçimde arttığı aynı zamanda Avrupa basketbolunun en pahalı ligi olan ligimizde süre bulmaları çok kolay değil. Bunun için çok çalışmaları gerekiyor.
Biraz kendinden bahseder misin ? Neler yapıyorsun, zamanın nasıl geçiyor?
Basketboldan sonra hayat benim için değişti tabii. Yine basketbolun içindeyim, Ligtv’de yorumculuk yapıyorum. Onun haricinde, çocukların gelişimine katkı sağlayacak bir takım projeler içindeyim.
Guler Legacy ile beraber Sinan Güler’in önderliğinde projeler üretmeye çalışıyoruz. Sinan’ın Guler Legacy şirketini kurduktan sonra 5 yıl önce başlattığı organizasyon var ve bunu önümüzdeki 10 yıla yaymak ve normal sezona yaymak için fırsatlar kolluyoruz. Liglerin açılmasını ve Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı bekliyorum şu anda.
Bunların haricinde basketboldan sonra ciddi bir tenis sevdalısıyım. Hem izlemeyi, hem de dizlerim elverdiği sürece oynamayı çok seviyorum. Biliyorsunuz, çok sık sakatlık geçirdim. Eski basketbolcularda ciddi tenis hayranlığı olduğunu gözlemledim. Alain Digbeu da Türkiye’ye geldikten sonra tenise bağlandı yine geçenlerde, Alper Saruhan’ın fotoğrafını gördüm. Engin Atsür’ün tenisi çok sevdiğini biliyorum, ne zaman oynayacağız diye sürekli mesajlar atıyordu bir ara. Basketbolcuların tenise bir merakı var. Sinirimi kontrol etme adına yeni bir oyun buldum diyebilirim. Boş kaldıkça vaktimi tenise ayırıyorum. Yine bunların dışında sosyal bir insan neler yaparsa ben de öyle yapıyorum. Sinema, televizyon, kitap, müzik gibi…
Galatasaray maceranız nasıl başladı ? Ne zaman transfer oldunuz ?
2002-2003 yanlış hatırlamıyorsam . İki sene Beşiktaş’ta oynadıktan sonra geldim. Ben ilk geldiğimde Yalçın Granit ve Halil Üner vardı. Kulübün mali yapısı ve şartlar çok iyi değildi ve biz o sene çok kötü günler geçirmiştik takım halinde. Ama sonuçta benim ilk Galatasaray senemdi ve aşığı olduğum renklere gelmiştim , savaşmam gerekiyordu. Benim Ali Sami Yen kapalı tribünde kombinem vardı o yıllarda ve Galatasaray’dan teklif almıştım. Bu benim için harika birşeydi ve hiç düşünmeden evet demiştim. Takım o yıl çok iyi değildi ve küme düşmekten son anda kurtulmuştuk. İlk Galatasaray yılım çok iyi geçmemişti. Daha sonra gittim bir daha geldim ama 2.Galatasaray serüveninde de sakatlıklar bırakmadı peşimi. Galatasaray forması her zaman özeldir benim için.
O dönemki Galatasaray ve şimdiki Galatasaray arasında kıyaslama yapabilir misin? Neler değişti? Değişimleri nasıl değerlendiriyorsun?
Şöyle söyleyebilirim; o dönemki Galatasaray hedefleri ve vizyonu açısından şimdikine göre çok gerideydi. Şu anda mali açıdan daha iyi ve milli takımın hocası takımın başında. Cafe Crown’dan sonra Liv Hospital ve 27 yıl sonra gelen şampiyonluk çok değerliydi. Şampiyon kadroda olmak gibi bir hayalim vardı, sakatlıklar olmasa bir şekilde orada olacağımı biliyordum. Ama ne yazık ki kısmet olmadı.
Şu anki Galatasaray futbol ve basketbolda mali sıkıntılar çekse de Ergin Ataman’ın, Yağızer Uluğ’un hedefleri ve vizyonları takımı Avrupa ve ligde hedefleri kovalayacak rekabet düzeyine getidi. Tekrar Galatasaray’ı Türkiye için zirvede söz sahibi haline getirdiler. Benim ilk dönemimdeki Galatsarayla arasındaki fark bu. İkinci dönemim de Murat Özyerle Eurocup’ta son 4 e kaldık, ligi 4. bitirdik. Aslında Galatasaray’ın ivmelenmesi bence oralardan başladı. Cüneyt Erden, Hüseyin Beşok, Murat Kaya, Tufan Ersöz gibi oyuncular ve iyi yabancı oyuncularla güzel bir uyum yakalamıştık. Ama daha sonra Liv Hospital ve Ergin Ataman ile Galatasaray basketbolu zirveye ulaştı.
Bundan sonra Galatasaray’ın geri adım atmaması gerektiğini ve bir şekilde oralarda varolması gerektiğini düşünüyorum.
Galatasaray, Türkiye’ye basketbol tutkusu getiren takımlardan birisi şüphesiz ama Fenerbahçe Ülker’in, Anadolu Efes’in daha fazla yatırımlar yapması da Galatasaray basketbolunu tekrar ateşledi herhalde. Bu konu hakkındaki düşüncelerin neler?
Kesinlikle. Baktığın zaman bir takım yatırım yapıyorsa ortada bir pazar var. Bu pazara diğer takım da dahil oluyor. Diğer takımlar yatırım yaptığında Galatasaray buna seyirci kalamaz. Fenerbahçe ve Galatasaray arasında tarihi bir rekabet var ve birinin iyi olması diğerini de ateşliyor. Aynı şekilde Anadolu Efes için de geçerli bu ve Karşıyaka dahil oldu buna. Onlara nazaran çok cüzi bir bütçeyle büyük işler başardı ve örnek oldu. 20 milyon euroların konuşulduğu ortamda 3 milyon euro ile de bu işin olabileceğini, doğru kimyayla neler yapılabileceğini tekrar hatırlattı. Olympiakos’un son 4 yıl için de 2 kez Avrupa şampiyonu olması gibi her şeyin para olmadığını, doğru kimyanın, takım olgusunun önemini ve işin içine aşk, tutku girince olayların çok değiştiğini hatırlattı.
Şu anda bütçeler çok yüksek; Avrupa basketbolunun en pahalı ligiyiz. Avrupa’nın en iyi koçları da burada ama sadece bütçelere odaklanmayıp alt yapıları sağlam kurarak da insanlara ligin kalitesini gösterebiliriz. Şu anda bütçeler gayet iyi ve bu bütçeleri savurarak değil akıllı kullanarak bu dönemi daha da iyi geçebiliriz. Avrupa’nın zirvesinde bir İspanyol, bir Rus ve bir Yunan takımını görüyoruz sürekli. Biz de kendimizi buraya atıp bunu gelenek haline getirmeliyiz. Bu yavaş yavaş adım adım giderek olur ve şu anda bütçeleri doğru kullanıp kazanma alışkanlığı oluşturarak oralara yerleşmemiz gerekiyor.
Galatasaray’da unutamadığınız bir anınız bizimle paylaşır mısınız ?
Beni Galatasaraylı yaptığını düşündüğüm bir basketim var aslında. Abdi İpekçi’de berabere gidiyordu maç yanılmıyorsam 58-58 şeklindeydi skor. Umut Tınay o zamanlar iyi arkadaşımdı o da Galatasaray forması giymiş bir kardeşimiz. Onun elinden topu çalıp son saniyede bir turnike atmıştım ve kazanmıştık. Salonda 10 bin civarında taraftar vardı, o yaşadığım an çok özel ve hala dün gibi hatılıyorum. Tüylerim diken diken oluyor hala anlatırken
O anda beyne öyle bir adrenalin gidiyor ki onu unutman mümkün değil. Sadece kendin sevinmiyorsun takım arkadaşların, taraftarlar herkes çıldırmış durumda ve bu kolay kolay silinecek bir anı değil.
Galatasaray’da en mutlu olduğunuz ve en üzüldüğün olaylar nelerdir?
Üzücü olay olarak sakatlığımı söyleyebilirim. Çok savaştım sakatlıklarla. Toplam 5 solda 2 sağda olmak üzere 7 operasyon geçirdim dizlerimden. Sakatlığımı gizleyerek oynamaya çalıştığım, fedakarlık yaptığım dönemler de oldu. Sakatlıklarımızı
“bana bir şey olmaz” diye görmezden geliyorduk ama bu çok yanlış.
Şimdi oğlum olsa, o yaşta sporcu olsa, ilk yapacağım iş onları durdurmak olur. Sporcu sağlığı, insan sağlığı her şeyin başında geliyor. Sakatlığım, tendonumun koptuğu an en üzücü an Galatasaray’da.
İkinci Galatasaray dönemimizde Adnan Polatla bir toplantımız vardı. Adnan Polat orada
“Benim ilk transferim Hakan Şükür oldu. Sen de benim basketboldaki ilk transferimsin ve basketboldaki Hakan Şükür olacaksın benim gözümde. Ona göre…” demişti. Adnan Ağabeyin söylediği bu sözü hiç unutmam ve bu en mutlu olduğum olaylardan biriydi benim için.
Ama hakikaten öyleydi. Ben taraftar bazında söylüyorum insanlar sürekli “Tufan gelsin”, “Tufan iyileşsin” diye bekliyordu ve herkes çok seviyor seni. Sakatlıklara bu kadar tahammül gösterdiğimizbir Işıl Alben var, bir de sen varsın. İnsanlar seni çok bekledi ama maalesef olmadı.
Aynen öyle, kısmet değilmiş. Taraftar gözüyle bakıyorum; sürekli beklediğiniz, oynamasını istediğiniz bir oyuncu var ama o sporcunun oynamak için neler yaptığını da biliyorum
Basketbol bana hayatı çok yalın ve sabırlı bir şekilde öğretti. En önemli öğrettiği şey sakatlıklarla nasıl savaşmak gerektiği oldu. Bu bilgi benim işime çok yaramaz şu anda belki ama benim bunu diğer insanlara diğer çocuklara aktarabiliyor olmam lazım. Çünkü sakatlık bir sporcu için sabır sınavı ve belki de sporcunun görüp görebileceği en büyük rakip. Benim için en büyük rakip sakatlıktı, daha sonra diğerleri geliyordu.
Ben bir şekilde sakatlıkları yenip geri geldim ama eskisi gibi olmadı; olmayacağını da gördüm. O kadar sakatlıktan sonra vücut eskisi gibi olmayacağını da bana öğretti ve ciddi tecrübeler edindim. Bu yüzden Galatasaray taraftarından tekrar özür diliyorum buradan. Beni çok beklediler, ben de çok oynamak istedim ama olmadı.
Birlikte oynamaktan en çok zevk aldığınız oyuncu veya oyuncular kimlerdi?
Ben herkesle iyi anlaşırdım. Kendimi çok iyi bir takım oyuncusu olarak gördüm hep, ama bir sene var ki o seneyi es geçmeyeceğim. Tekel yılı; Aubrey Reese, Filip Videnov ve Tufan Ersöz. Basın bize bermuda şeytan üçgeni lakabını takmıştı. Biz o sene çok komik bir bütçe ile o yıl ligi 6.bitirip playoff da ligi 3.bitiren Murat Didinli Beşiktaş’a 3-2 yenilmiştik. Videnov, Reese, Tufan üçlüsü çok özeldi benim için ve o yıl Hakan Demir ile her şeyin para olmadığını göstermiştik biz de.
İyi bir lider Reese, iyi bir skorer Videnov, iyi bir takım oyuncusu Tufan ve içeride Nedim Dal, Engin, Umut Tınay, yine Alper Saruhan, Yunus Çankaya ile güzel bir uyum yakalamıştık. Zaten o seneden sonra Murat Özyer aradı başkan Adnan Polatla beraber ve Tufan geri gel dedi. O yıl benim ait olduğum yere dönmemi sağlamıştı.
Karşısında oynarken en çok zorlandığınız oyuncu kimdi?
Harun Erdenay. Yüzde yüz Harun Erdenay. Ne zaman tutmaya çalışsam çok sıkıntı yaşadım. Her yolu denedim. Yaşımla onun yaşı arasında ciddi bir fark var. Tırnak içinde
“pislik” dediğimiz işleri yapıp tokat ve küfür yemeyi de göze aldım ama nafile. Harun Erdenay’ın sayı atmak istiyorsa, sayı atacağını ve hiçbir şekilde tutulamayacağını da basketbol bana bir şekilde öğretti. Bana oyun içinde şuradan çıkıp sayı atacağını söyler,
“Bak, Tufan, birazdan sağdan çıkıp şut atacağım” derdi. Nereden ve nasıl şekilde atacağını söyler ve buna çare üretemezdim. Beni delirtirdi. O yüzden, kesinlikle Harun Erdenay.
Oynadığınız zamanlarda idolünüz ve beğendiğiniz oyuncular kimlerdi ?
Petar Naumoski. Efes Pilsen alt yapısından çıkıp, 2 sene Efes Pilsen ile profesyonel kontrat yaptım. Benim basketbol dönemim ve görüşüme göre bana Türkiye’ye gelmiş en iyi oyuncu kim diye soracak olursan tartışmasız Naumoski derim. Tabii ki çok değerli oyuncular geldi geçti ama benim fikrim bu şekilde. Kendisiyle 2 sene antreman yapma fırsatım oldu ve kendisinden çok fazla şey öğrendim. Gerek oyun zekası, gerek profesyonelliği, gerek insanlarla iletişimi, liderliği gibi her şeyiyle dört dörtlük basketbolu o dönemde Türkiye’ye sevdiren ender insanlardan biridir Naumoski. Formasını silişi bile çok uzun yıllar insanların hafızasında kaldı.
İkinci olarak Ufuk Ağabeyi söyleyebilirim; Ufuk Sarıca. Çok önemli bir takım oyuncusu ve çok değerli bir skorerdi. Naumoski ve Ufuk Ağabey benim örnek aldığım basketbolculardı o dönem.
Şu anda en beğendiğiniz yerli ve yabancı oyuncunuz kimler ?
Yerli oyuncu olarak Furkan Korkmaz. Onun yeteneğini ve potansiyelini bambaşka görüyorum. Birebir yaptığı idmanları ve bireysel antremanlarını göremiyorum belki ama maçlardaki duruşunu, soğukkanlılığını, el hassasiyetini, atletizmini yan yana koyduğunuzda büyük potansiyel olarak görüyorum. Evet, geliştirmesi gereken yönleri var ama her oyuncunun oyunculuk kariyeri boyunca böyle yönleri olur. Michael Jordon’ın bile geliştirmesi gereken yönler vardı. Evet, biz dışarıdan çok iyi diyorduk ama belki o kendi içinde eksiklerini görüp onların üzerine gidiyor ve daha da mükemmelleşiyordu. Belki de işin sırrı bu; hiçbir zaman doymamak, olduğu ile yetinmemek ve devamlı aç olmak gerekiyor. Bu özellikler bence Furkan da var. Eksikleri var, biraz yumuşak kalıyor ve sertliğe karşı etkisiz kalabililiyor. Ama zamanla vücudunu daha iyi şekilde kullanmayı öğrenecek. O yüzden şu anda en beğendiğim önü en açık oyuncu olarak Furkan Korkmaz diyorum.
Yabancı olarak da son sezona damgasını vurmuş Bobby Dixon diyeceğim. Takımı aldı bir yerden başka bir yere getirdi. Bitti denilen anlarda ortaya çıktı hep ve
“Hayır, bitmedi Bobby Dixon var” dedirtti herkese. Son yıllara baktığımda yabancı olarak Bobby Dixon diyorum ama o da yerli oldu artık
Bobby Dixon’un yerli olmasına sitem ediyor musun ?
Sitem etmiyorum. Türk basketbolunun Kerem Tunçeri’den sonra ciddi bir point guard ihtiyacı var. Evet, Ender Arslan, Engin Atsür, Barış Ermiş, Tutku Açık önemli isimler ama hiçbir zaman Türk basketbolunu Kerem’den sonra alıp bir yerlere götürecek bir guard olmadılar. Şimdi önümüzde böyle bir fırsat var ve her ülke bunu kullanıyor. Bence bunu iyi bir yerde kullandık. En büyük ihtiyacımız olan bölgede kullandık. Bence onun performansı Milli Takım’ın performansını doğrudan etkileyecek.
Beraber çalıştığınız en iyi koç kimdi ve ne gibi farklılıkları vardı ?
En iyi koç bence baskebolcuya sorulan doğru bir soru değil bence. Ama en iyi anlaştığınız koç ve beni en iyi anlayan koç olarak olaya bakmak bence daha doğru. Hakan Demir ve Murat Özyer bana inanan ve oyunculuğuma güvenen insanlardı.
Basketbol oynadığınız dönemlerde aynı takımda oynadığınız arkadaşlarınızdan bir ilk 5 çıkarmanızı istesek nasıl bir 5 çıkarırsınız?
Milli Takım’ı da dahil tutup bir 5 çıkarayım:
- Tutku Açık
- Muratcan Güler
- Tufan Ersöz
- Kaya Peker
- Hüseyin Beşok *
Günümüzde oynayan senin mevkinde en iyi oyuncu kim ligimizde?
Ben Cedi ve Furkan diyeceğim. 2 ve 3 için çok atletikler ve çok beğeniyorum. Onun haricinde geçtiğimiz yıl Karşıyaka’da DJ Strawberry çok fark yarattı savunma ve skor yönüyle. Çok sertlik kattı ve potaya sağlam gitti.
Basketbol hayatında keşke dediğin bir olay var mı ?
Doktorun bana 3 ay dinlen daha sonra oynarsın dediğinde onu dinlememem keşke dediğim olaydır. Benim oynamam için ne gerekiyorsa yapın ben mutlaka oynayacağım demiştim. Riskli işler yaptırdım kendime ve bu riskleri oynama aşkı için aldım. Bu riskler kötü geri dönüş yaptı bana. Keşke orada doktoru dinleyip belirli bir süre ara verseydim. Daha sonra tüm sakatlıklar birbirini tetikledi ve diğerlerinin önüne geçemedim.
Bazı şeylerin sonu acı veya tatlı, insan kendi yaşamak istiyor. Türkiyenin en iyi doktorlarından birini dinlemeyen deli dolu bir adammışım.
Basketbol kariyerinizde hedeflerinize ulaşabildiniz mi ?
Hayır ulaşamadım. Türkiye Basketbol Ligi şampiyonluğu yaşamak isterdi . Taraftarlardan özür diliyorum tekrardan. Onun dışında, Euroleague hayalim vardı. Avrupa basketbolunun en önemli liginde bir süre oynamayı isterdim herhangi bir takım ile ama kısmet değilmiş.
Basketbol kariyerinizi bitirdikten sonra yorumculuk kısmına geçtiniz. Bireysel gelişim koçluğu yapmak veya basketbol antrenörü olmak gibi bir düşünceniz var mı?
Evet, var. Federasyonun seminerlerine katılıyorum ve antrenörlük üzerine yatırımlarım var. Şu anda lisansımı yükseltmeye çalışıyorum ve Guler Legacy ile çocuklara hem tecrübelerimizi, hem de birikimlerimizi aktarıyoruz. Bireysel gelişim koçluğu bana göre bir iş bence ve iyi olacağımı düşünüyorum. Ama şu ana kadar böyle bir teklif gelmedi. Bizim hayatımız hep istenmeyle geçti, basketbolu bıraktıktan sonra bu alışkanlığımız devam ediyor ve hep bir teklif bekliyoruz.
Parkeden çıktıktan sonra basketbolcunun değeri çok düşüyor. Basketbolu bıraktıktan sonra direk diğer tarafa geçmek kolay olmuyor çünkü oralarda da basketbolu bilen emekçiler var.
Genç oyunculara tavsiyelerin neler?
Üst seviyelere adapte olmak kolay değil ama iyi bir jenerasyon geliyor. Bu işten para kazanmak ve bu işe aşkla sarılmak isteyen arakadaşlara şunu söyleyebilirim: Bu iş gerçekten riskli bir iş. Çünkü sadece hayatını ve geleceğini bu işe adar ve başarısız olursan farklı opsiyonlar yaratma noktasında sıkıntılar çekebilirsin Türkiye şartlarında. Hem eğitimi beraberinde götürmeleri gerekiyor hem de yapabiliyorlarsa bunun yanında farklı bir kanalda iş sahibi olma anlamında ilerlemeleri de gerekiyor. Basketboldan para kazanma işi hem zor, hem de riskli. Başarılı olamadıkları takdirde bir B planı çizmeleri gerekiyor. Korkutup vazgeçirmek gibi amacım yok asla. Bugün oğlum olsa basketbolcu yapmak için elimden geleni yaparım. Ama gerçekler bu şekilde ilerliyor.
Sporun içinde olmak; risk yönetimi, paylaşmak, takım olgusu, insan ilişkileri anlamında çok yarar sağlıyor ve bunları öğrenerek büyümek bence çok önemli. Ama bahsettiğim konuyu atlamamaları ve aileleriyle değerlendirmeleri gerekiyor.
* Röportaj sırasında boş bırakılan pivot pozisyonu, editörlerimizden
Oğuzhan Günebakan tarafından seçilmiştir.
Roportaj: Önder Çiçekoğlu
Düzenleyen: Oğuzhan Günebakan