Başlıktaki fotoğraf 2006-2007 sezonunda “iç sahada” oynanan Galatasaray-Fenerbahçe erkek basketbol derbisinde çekilmiş bir fotoğraf. Ağzına kadar dolu üç tribünüyle sıcak bir Ahmet Cömert öğleden sonrası. Şampiyonluk ihtimalinin “bilmem kaç senelik çile bitsin bu sene” pankartından ibaret olduğu, basketbol derbilerinde taraftarın kendi arasında kaçıncı periyodda atılırız diye bahse girdiği yıllar. 2 sezon önce playout’ta paçayı kurtarmış bir takım. Ülkerspor kapanıp Fenerbahçe ile birleşmiş, Galatasaray ve Beşiktaş’a da sus payı olarak sponsorluk vermiş. Uzun yıllar sonra eli ayağı düzgün bir kadro kurulmuş. Salonun manzarası fotoğraftaki gibi, tepedeki kocaman pankart ise her şeyin özeti gibi…
Aradan yıllar geçti. Kupalar, şampiyonluklar, hatta Avrupa kupaları geldi. Spor Sergi sonrası nadasa yatan Galatasaray Basketbolu bu küçük ve köhne salonda yapılan kalp masajlarıyla hayata döndü. Buradan Ayhan Şahenk’e geçti, oradan neredeyse mabet olmuş Abdi İpekçi’ye, içine doldurduğumuz sonsuz güzel anıyla birlikte yıkılınca da bu fotoğraf çekildiğinde hayatta olmayan hemen yan taraftaki Sinan Erdem’e…
Kaç maç, kaç hoca, kaç basketbolcu, kaç basket, kaç kupa geldi geçti. Galatasaray’a, Galatasaray Basketbolu’na dair neler neler değiştiyse de pankarttaki yazı hala daha geçerli, hala daha aynı. Galatasaray Basketbolu H E R Ş E Y E “R A Ğ M E N” noktasından kurtulabilmiş değil. Hocasına, sporcusuna, taraftarına bundan fazlasını sunmaktan hala uzak…
Çukurova deplasmanı sonrası, bir yazı yazılması gereklilikten öte ihtiyaçtı. Bunun için de sinirlerin normal bir seviyeye inmesini beklemek gerekti. Yaşanan şeyin muhakemesini yapabilmek, doğru bir tepki verebilmek, ne olursa olsun sporu ve sporcuyu ön plana alabilmek, sahadaki mücadeleyi akıtılan teri layığıyla selamlayabilmek için…
Maç yazısı diye açıp hevesle okumaya başlayanların “bu ne ya” tepkisi verdiği girizgahın sebebi de biraz buralarda, konuya nereden nasıl başlaması gerektiğini bilememekten..
Hava atışı öncesi zaten yeterince zor bir maçtı. Asena, Pelin ve Cansu covid-19’a yakalanınca Euroleague “bubble”ı yerine karantinaya gitmek zorunda kaldı. 10 gün toplu idman yapılamadı, takım sadece birkaç gün hazırlanma şansı buldu. Hatta yolculuk öncesi son idmanda “tam kadro” olabilmişti. Orda da Cansu ve Meltem yer alamamıştı.
Rakip de istim üzerindeydi. Ceyhun Yıldızoğlu sonrası 6 galibiyetle toparlanmıştı. Alina İagupova’nın sırtladığı bir takım olduğu sır değildi elbette ama normal şartlarda oynansa bile yine öncesinde korkulan bir maç olacaktı. Son 10 hatta 15 günü üstüne ekleyince çok zor bir karşılaşma haline gelmişti.
Pelin-Courtney-Mısra-Zofia-Mercedes beşi sahaya çıkıp hava atışı yapıldıktan sonraki ilk dakikalar 2018-2019 sezonu başına götürdü ekran başındakileri. Rakip hızlı hücumlarla çok kolay şekilde potaya giderek başladı maça. O sezon da takım pek çok maça bu şekilde başlar, eşleşme ve konsantrasyon problemini aşınca maça denge getirirdi.
İlk 3 buçuk dakika da bu şekilde hızlı hücum turnikeleriyle rakip 12 sayıyı buldu, biri Courtney ikisi de Asena’dan olmak üzere bulduğumuz 3 üçlükle skorda tutunmaya devam ettik.12-9’la geçilen ilk üç buçuk dakika sonrası karşımıza Çukurova takımının hızlı hücumları kadar karşılaşmanın hakem üçlüsü çıktı. İlk 10 dakikada aleyhimize çalınan 8 faul düdüğü, Kuanitra süre alır almaz sadece 6 saniyede üfürülen 2 düdük, çeyrek sonunda 25-22 ile hücuma giderken Pelin’e çalınan hatalı yürüme ve hemen sonrasında gelen üçlük maçın kalanında yaşanacakların fragmanı gibiydi. En ufak temaslara çalınan fauller sonrası tempo düşürmek ya da rakibi sete oturtabilmek için takımın elinde fazla bir opsiyon kalmadı. Özellikle Gökşen ve Manolya’nın da etkili oyunuyla epey bir skor ürettiler.
28-24 ile başlayan ikinci çeyrek ise 56-44’lük skorla bitti. Aslında 54-44 bitecekken Mercedes’e çalınan enteresan bir düdük ve sonrasında bench’e çalınan teknik faul sonrası iki serbest atışla ilk yarının skoru tayin edilmiş oldu. Savunmada daha derli toplu durup rakibin temposunu bozduysak da ilk çeyreğin aksine bu sefer Çukurova’nın 4 üçlük bulması farkın biraz daha açılmasına sebep oldu.
Devre arasından dönüşte ise Galatasaray fırtınası vardı. 26-13’lük çeyrek skoru son 10 dakikaya 70-69 önde girmemizi sağladı. 5 turnike ve Alina’nın sinir bozucu üçlüğü hariç rakibe sayı şansı sağlamadık. Asena’nın çeyrek başındaki iki üçlüğü, maça çıkıp çıkmayacağı maçtan 4 saat önce test sonucu gelince belli olan Pelin’in sayıları ve top çalmaları, Sude’nin üstün gayreti ve tabi ki Courtney’in sorumluluk almasıyla ilk yarının acısını çıkaran bir top oynadık.
Maçın son 10 dakikası ise belki de tek başına bir yazı konusu olacak türdendi. İlk 45 saniyede Asena iki çok basit düdük sonrası 5 faulle kenara yollandı. Steinberga’ya da üst üste iki faul düdüğü üfürülünce Sude-Alina ile eşleşmek zorunda kaldı. Orada da çok basit bir faul kararıyla Sude 5 faule ulaşmış oldu. İlk dakikasında 2 faul çalınan ve faul problemi sebebiyle maçın önemli kısmında kenarda kalan Kuanitra oyuna girdi ona da beşinci faul çalındı. Kuanitra da dışarda kalınca sıra Anete’deydi. Anete’nin kenara giderken yaptığı vücut hareketleri ve mimikleri ise içinde bulunduğumuz ruh halini anlatır gibiydi. Son çeyrekte Alina İagupova’ya 5 tane faul yapıldığın hükmetti maçın hakemleri, bunların 3 tanesi yapan oyuncunun 5. faulü oldu. Diğer 2 faul da o oyuncuların 4. faulleri idi. Özellikle Asena ve Sude’ye çalınan beşinci fauller anlatmakla açıklanamayacak türdendi.
Bütün bunların arasında 27-26’lık çeyrek skoruyla maçı 97-95 kazanmayı bildi takım. Courtney 26 sayı 9 asistle yıldızlaştı. Asena’nın dördü üç sayı olmak üzere 17 sayısı ortalamamızın üzerinde bir sayı baremine çıkmamızdaki faktörlerden oldu. Anete’nin 12 sayı – 7 ribaund – 4 asisti, Pelin ve Mercedes’in 12’şer sayısı ve 17 dakika sahada kalabilen Kuanitra’nın 10 sayısı yine dikkat çeken istatistikler oldu.
Her ne kadar taraftar olsak da hepimiz taraftarlığın öncesinde sporseveriz. Basketbolun asli unsurları dururken hakemi ya da saha dışı unsurları konuşmak hiçbirimizin tercihi değil. Ancak bazen gördüklerimiz, yaşadıklarımız bizi buna itiyor. Çukurova maçı da tam olarak böyle bir maç oldu maalesef. Galatasaray Kadın basketbolu ile ilişkim 2005 yılındaki “ağlaya ağlaya küme düştüler” haberlerine dayanır. Yaklaşık 12-13 yıldır yakınen takip ediyorum, son 5 sezonun ise muhtemelen birkaç fire hariç tamamını izlemişimdir.
Maçın belli bölümünde kontrolü kaybeden hakem performansları, kritik de olsa bir pozisyonda hata yapan hakem performansları zaten insanın doğasından gelen bir durum. Art niyetle maça çıkan, birkaç düdükle galibi belirleyen ya da ince ince doğrayan pek çok hakem performansına da şahit oldu bu gözler. Ama Ziya Özorhon – Halil Erkoç ve Yiğit Emre Şimşek üçlüsünün bu maçtaki performansı gerçekten olayı bambaşka bir boyuta taşıdı. Takdir haklarını bir takımdan yana kullanmak bir tarafa, resmen bir takımın taktiğine destek veren bir yönetim sergilediler.
Maçın başında hızlı oyunu yavaşlatmaya çalışan takıma zırt pırt çalınan düdükler, Kuanitra’ya maçtaki ilk 30 saniyesinde 6 saniye arayla çalınan 2 çok basit faul, Asena’ya son çeyreğin başında çalınan çok basit 2 faul, Sude’ye çalınan son faul, özellikle baş hakem Ziya Özorhon’un son 4-5 dakikadaki her Çukurova hücumunda resmen basket-faul fantazisi kovalaması, ve nihayetinde Çukurova’nın son basketinde iki oyuncumuz neredeyse elini kaldıracak kadar işin içinde yokken çalınan faul düdüğü…
Bunları kötü hakemlikle, kural bilmemekle falan geçiştirmek iyimserlikten ötesi olur. Çukurova kaçtıkça kovalarken Galatasaray’ı omzundan tuttular, yorulan Çukurova’yı geçip arayı açmaya çalışırken de Galatasaray’ı kolundan çekip durdurmaya çalıştılar. Mersin’de neredeyse rakibin önüne doğru koşsa faul çalınan Galatasaray, çok değil 3 maç önce sırf rakibi Çankaya’nın oyuna sokacak 6. bir oyuncusu yok diye 40 dakika tekme tokat dayak yedi. Orta sahada Zofia’yı vurarak yere indiren Bahar Öztürk’e faul bile çalınmadı, aynı oyuncu 2-3 pozisyon sonra pota altında Cansu’ya havadayken yaptığı darbeyle neredeyse kafa üstü düşmesine sebep oldu. Bu sadece en bariz ve ilk akla gelen örnek.
Kadınlar basketbol ligi malum, sponsorların ve paralı menajer şirketlerinin insafına terk edilmiş durumda. Galatasaray, sponsoru zaten geçtim tedarikçisinin amblemi hariç forma reklamı bile olmadan mücadele eden yegane takım. Buna rağmen ligde ikinci sırada yoluna devam ediyor. Sakat veriyor, eksiliyor, geriye düşüyor ama bir şekilde doğruları yapmayı başarıyor. Bütün bunlar ek olarak bir de karşısındaki rakibin oyun planına ve ihtiyaçlarına göre şekillenen hakem standartlarıyla da mücadele ediyor. Eğer federasyon ligi menajerlik şirketlerinin ve takım sahiplerinin güdümünden, ne yazık ki çok yüksek sesle dillendirilen bahis şikesinden ve karşılıklı çıkar ilişkilerinden sıyırmak için ciddi adımlar atmazsa böyle hakem katliamları yaşamak bir kenara; büyük emeklerle oluşturulup 3-4 jenerasyondur belli bir seviyenin üzerinde kalan kadın basketbolu yok oluşa kadar gidecek. Durum ne yazık ki bu kadar kötü…
Galatasaray’la başladık, Galatasaray’la bitirelim. Bu takım, bu sene de, tıpkı her sene olduğu gibi çok mücadele ediyor, çok istiyor, hiç bırakmıyor. Sakat veriyor yılmıyor, karantinaya girip çıkıyor yılmıyor, geriye düşüyor yılmıyor, dayak yiyor yılmıyor, hakem biçiyor yılmıyor. Yolun sonu ne olur, şimdiden söylemek güç.
Ancak kesin olan tek bir şey var. Bu takım armanın da, formanın da hakkını veriyor…
Herkese ve her şeye rağmen…