Bugünleri yazmak için; şampiyonluğu, yaşananları, geçmişte yaşanmış üzüntüleri, bu takımın küme düşüşünü, sonra tekrar ayağa kalkışını.. Bekleyen çok insan vardı. Şimdi kelimeler bir araya gelip o duygulara tercüman olmakta zorlanıyor, lügat biraz kısır kalıyor şu takımı betimlemeye, ağızlardan çıkan belki de en yalın ama aynı zamanda şu takıma söylenilecek tek söz var; “HELAL OLSUN!”
Ben hikayenin başlangıcında yoktum, hem yaşımız pek elvermiyor, hem de malum biçimde kadın basketbolu bir zamanlar birkaç “Arma Sevdalısı” dışında pek de popüler bir iş değil. Söylenen odur ki, bir güruh varmış bu şubeye hep inanmış, “kara gün dostu”.. Sanırım bu sezon en çok onlara ithaf edilmiş bir sezon olarak tarihe geçecek. Ben ise şahsım adına Seimone Augustus ve Işıl Alben sempatikliğine kanıp, erkek basketbol maçlarından önce rast gelen maçlara gitmiş bir sıradan taraftar olarak kendimi tanımlayabilirim.
Dediğim gibi hikayenin başlangıcı benim adıma biraz bulanık; kadın basketbolunun tekeli kıvamındaki bir takımın bu ülkenin zirvesine tam 14 sene uzak kalmasına neden olacak süreç nasıl başladı, bu şubeyi kara günlere iten kuvvet ne oldu, bu şube dibi nasıl gördü? Şube ile ilgili ilk hatırladığım şeylerden biri, 100.yılımız ve şu kare:
Şimdilerde hatırlamak istemediğimiz, bu şubeyi bu hallere düşüren zihniyetin ayıbıydı. Ama belki de o son şampiyonluktan bu yana gelen serbest düşüşün durması için dibi görmek gerekliydi, o acıları çekmek gerekliydi, iç acıtsa da belki de şu sezonun kıymetini daha derinleştiren en önemli şeydi o günler. Çekilen zorluklar, o eski günler başarılar geldiğinde değeri katlayacaktı. Ardından ise kıpırdanmanın başlaması ve bu kulübün “kara gün dostu” denilecek şahıslarından Cem Akdağ ile yaşadığımız günler geldi. Belki şampiyonluk gelmedi, basketbol üzerinde kendi rejimini ve diktasını kurmuş olanların düzenini yıkmak kolay olmayacaktı zaten, ama o takım bir ışığı yaktı, bu ülkeye kadın basketbolunda bir Avrupa Kupası getirdi, Avrupa’nın en büyük ikinci kupasını. Güzel bir takımdık. “Çikolota Prenses” Augustus, Kaptan Işıl, Sophia, Marina, Tuğba… Benim gibi birçok insanı kadın basketboluna çeken sıcak bir takımımız vardı. Mesela o EuroCup’ın geldiği gün, salon tıklım tıklımdı, bilet falan yoktu, salona girememiştim. Benim adıma büyük eksiklikti o güne takılık edememek, ama o görüntüleri izlemek bile yetmişti, hele şu sağdaki kare…
Şampiyonluk ve Türkiye Basketbolu’ndaki haksız düzene karşı zafer için ise biraz daha sürenin geçmesi lazımdı; o zaman Ekrem Memnun’u beklediğimiz bir “Fetret Devri” miydi, yoksa Derya Özyer’in basketbolu bırakışının yasını mı tuttuk, Nevriye Yılmaz’ın geri dönüşünü mü bekledik, bilmiyorum. Ama son şampiyon kadronun üç simasının bu efsane sezonda emek vermesinin hoşluğu bir ayrı. Belki de önce “Yenilmez Armada”nın uzun ve özlem dolu hasreti bitirmesini bekledi; “Sarayın Sultanları”…
Daha EuroCup şampiyonluğu bile gelmemişken Kaptan’ın bir sözü vardı:
“Kupalara ambargo koymadan başka bir formayı taşımak, almış olduğum mirasa ve içimdeki Galatasaraylılık inancına zaten uygun düşmezdi.”
O dönem daha birkaç sezon önce 100. yılında küme düşmüş bir şubenin oyuncusu olarak pek de söylenecek bir şey değildi. Ama işte Kaptan’ın bahsettiği Galatasaray inancı da bunu gerektiriyordu. En zor, en kötü günde bile en imkansızı, en üstü arzulamak. Zaten o sakatlıkların ardından başkası olsa basketbolu bırakacakken dönüp, o günlerden sonra kupalara ambargo koymak da herkesin harcı değildi.
Ekrem Memnun… Kızların Ekrem “Abi”si, bizim ise “İmparatorumuz” yuvaya döndüğünde ise kadın basketbolunda orantısız bir antrenör gücüne sahip olan inanan bir takımın tüm zorluklara ve engellemelere, hatta ilgisiz bir taraftara karşı destan yazacağı bir yolculuk başlıyordu. Kısıtlı bütçeler, ödenmeyen maaşlar ama buna rağmen bir kadın basketbolunda olabilecek en iyi takım basketbolu, savaş, azim, savunma, mücadele. Avrupa’nın en iyi oyuncusu Alba Torrens’ten sakatlıklar nedeniyle ile istenen verimi alamasa da iyi giden bir takım varken, Lindsay Whalen’ın ayrılması hesapları alt üst ediyordu ve beklenen şampiyonluğu bir sene ertelenmesine zemin oluşturuyordu.
Bir takım düşünün ki bütçe kısıtlamasına gidilmiş, ona rağmen maaşları doğru düzgün ödenmemiş, rakipleri transfer üstüne transfer yaparken eldeki kadro ile yetinmiş, koskoca bir Final Eight’i 6-7 kişi ile oynamış, kadın basketbolunun ağır favorisini neredeyse basketbol bırakacak sakatlıklar geçirmiş bir sempatik “İspanyol” ile geçen, küçük takımın skorerini bir Euroleague Women’da şampiyonluk belirleyecek bir oyuncuya dönüştüren, kaptanı dinlenmeden robot gibi oynayan, sinirlendikçe fark yaratan sakatlığa aldırmayan bir Sancho’ya sahip, basketbola geri döndürdüğü bir doktora öğrencisinin en kritik yerde attığı üçlükler ile ELW şampiyonluğuna ulaşmış… Çok özel bir takım, başlarında da kadın basketbolun haksız rekabet unsuru konumundaki; Ekrem Memnun.
Çok özel anlarla dolu bir süreç yaşandı, ELW şampiyonluğuna giderken herkes “buraya kadarmış..” dediği anda Ekrem Hocam çıktı, “Ekaterinburg yenilmez değildir” dedi, Alba da çıktı, efsane oynadı. Finale çıktık, bu onur bize yeter derken; Ekrem Hocam çıktı, “Finale çıktıysak kazanacağız” dedi, Sancho çıktı sakat sakat ortalığı dağıttı, Kimyacı da “Şebnem uzaktan şimdi koyaaaarrr…” sloganına zemin hazırlayan performansını sergiledi. Sonra TKBL Finali’ne geldik, normal yollarla bizi yenemeyenler kaos yaratmaya, savaş çıkarmaya, koçları altıncı oyuncu gibi parkede dolaşmaya başladı. Ekrem Hocam bu sefer de; ” You’re the European Champion, you’re the league leader, you’re the cup holder. They are not… ” dedi, çıktık Avrupa Şampiyonu gibi, lig lideri gibi oynadık, hasreti dindirdik.
Şimdi biz Avrupa’nın en büyüğüyüz, biz lig şampiyonuyuz, bir her şeyiz.. Ama onlar sadece bir hiçler. Yıllardan beri estirdikleri terör, kurdukları düzen bir yerde bitecekti. Onu bitiren de Ekrem Hocam ve bu inanmış kızlar oldu. Bu düzeni bitiren “kupalara ambargo koymadan bir yere gitmeyeceğim..” diyen Işıl oldu, Alba oldu, Zellous oldu, Nevriye oldu, ilk profesyonel sezonunu geçiren Kelsey oldu, Sancho oldu, Şebnem oldu.. Şimdi her zaman olduğu gibi zafer gölgeleme sanatları ve mağdur edebiyatları revaçta, ama kimse bu güzel dönemi bozamaz. Bu zaferde emeği geçen bütün herkese tek tek teşekkür etmek lazım, ama ne desek az kalır bu da bir gerçek.
Gün Ekrem Hocamın günü… Gün kızların günü… Gün bu şubeyi en kötü günde bile yalnız bırakmayanların günü…
Şimdi geçip şu resimlerin karşısına 32 diş sırıtmanın günü…