Son oynadığımız iki maça bakınca, takım oyunundaki düşüş nedenleri açık olarak görülebiliyor.
Ligde oynadığımız Fenerbahçe Ülker maçından sonra hızlı bir düşüş içerisindeyiz. İster üst üste gelen sakatlıklar diyelim, ister haftada 3 maçı mental olarak kaldıramıyoruz diyelim. Açıkça görünen bir durum var: artık takım oyunu oynayamıyoruz. Kimse sorumluluğu paylaşmıyor, tek adamın eline bakıyoruz ve eğer O günündeyse bireysel yetenekleriyle maçı bize getiriyor. Bahsi geçen oyuncu tabii ki Carlos Arroyo.
36 yaşına gelmiş bir oyuncudan her şeyi yapmasını, her maç aynı performansı göstermesini bekleyemezsiniz; sahada yardım sağlamak şart. Ona sahada yardımcı olacak oyunları kenar yönetimin çizmesi ve diğer oyunculara da sorumluluk almalarını, Arroyo’nun yükünü azaltmalarını bir şekilde anlatması ve öğretmesi gerekiyor. Arroyo’nun B.Münih ve A.Efes maçlarında aldığı dakika toplamı 70, maç başına 35 dakika oynamış ve oyun içinde sadece 5 dakika dinlenebilmiş. Bu sürede B.Münih maçında 21 sayı 2 top kaybı, A.Efes maçında 14 sayı 3 top kaybı yapmış.
Bu iki maç için diğer oyuncularımızdan gelen katkılara bakalım. Bayern Münih maçına fırtına gibi başladık ve ilk periyodu çok iyi şut yüzdesi yakalayarak 30-18 ile önde geçtik. İkinci periyotta ise Ender, Sinan ve Domercant’ın oyuna girmesi ve Arroyo’nun dinlenmek için kenara gelmesiyle hücumdaki agresifliğimizi kaybettik, bu da savunmamıza yansıdı. Periyodun sonlarına doğru toparlanmaya başlayarak 12 sayı atabildik ancak karşılığında 18 sayı potamızda gördük. Sinan ve Ender’in bu maçta aldığı toplam dakika 31, yaptıkları katkı 7 sayı ve 2 top kaybı.
Bayern Münih maçını kazandık ancak Arroyo’ya yardımcı olan Zoran Erceg ve Milan Macvan sayesinde. Malik Hairston ise halen takıma uyum sağlayamadı ve ondan istenilen katkı maalesef gelmiyor. Bonsu ise bu maçta faul problemine girerek 20 dakika oyunda kalabildi ve sadece 3 sayı atabildi.
Anadolu Efes maçına gelirsek, maçın başında 0/7 seri yiyerek başladık ve ilk dakikadan itibaren oyuna konsantre olmadığımız görüldü. Efes’in uzunsuz ve hareketli point guardsız (Semih ve Hopson kadroda değildi) oyun yapısına hiçbir şekilde karşılık veremedik. Efes içerden ve dışarıdan yüzdeli şutlarla bizi çözdü. Ancak biz bilinen oyunumuz olan sıkıştığımızda dış şutlarla kilidi açmayı başaramadık. Çemberi dövdük ancak sonuç alamadık. Bu maçta 24 üç sayı denemesinden 5 isabet bularak %20,8’de kaldık. Toplam şut yüzdemiz %35,5. Buna karşılık Anadolu Efes %42,8 3 sayı, toplamda %50,8 gibi bir yüzde yakaladı.
Bayern Münih maçında da şut yüzdemiz iyi değildi. Ancak B.Münih bizden daha düşük şut yüzdesiyle oynadı. B. Münih maçında üç sayı yüzdemiz 7/27 ile %25,9. Toplam şut yüzdemiz ise %40,6. Görüldüğü gibi son iki maçta şut yüzdelerimiz aynı ancak karşımızdaki rakip şut sokabilirse bizi çözüyor ve kısalarımıza yaptığı baskıyla maçı kazanıyor.
Savunmamıza gelince, Zoran Erceg son iki maçtır en skorer isim olarak gözükse de pota altı savunmamızda zayıf halka. Hiçbir şekilde sert savunma yapmıyor ve adamlarını çok basit şekilde kaçırıyor. Anadolu Efes maçının son periyodunun ilk dakikalarında en kritik anlarda Erceg’in birebir savunma zafiyeti nedeniyle 6 sayı yedik ve geri gelebilme imkanımız kalmadı.
Sonuç olarak son iki maçın ilkinde şansımız ve Arroyo yanımızdaydı, maçı kazandık. İkinci maç ise Arroyo durdu, maçı kaybettik.
Türk oyunculardan ne yazık ki katkı alamıyoruz. Ender, Sinan, Cenk, Furkan… Bu oyuncuların hepsi milli takım düzeyinde oyuncular. Ancak hiçbir şekilde sorumluluk almıyorlar ve oyun içine kayboluyorlar. Bunun başta gelen en önemli nedenlerinden biri de Türk olarak nasıl olsa, bir şekilde alacakları garanti dakikalar. Bu saçma kural olduğu sürece ne ligdeki herhangi bir takım, ne de milli takımımız Avrupa kuplarında ya da ulusal turnuvalarda başarılı olabilir. Bunun en güzel tecrübesini geçen yaz Slovenya’da yaşadık.
Son olarak bu sorunlara çözüm üretecek ve bir şekilde çıkış yolu bulacak olan isim Ergin Ataman. Fenerbahçe maçından sonra yazdığım gibi, eğer Ergin Ataman rakip takıma karşı çalışır motive olursa yenemeyeceği hiçbir takım yok. Ancak kendini saha dışı olaylarla meşgul ederse sonuç iyi olmuyor. Şubedeki rahatsızlıkları, sponsorun gelecek sene ekonomik nedenlerle bu bütçelerde katkı sağlamayacağının bilindiği ortamda, “Taraftar böyle yapmaya devam ederse gelecek sezon yokum” demek basite kaçıyor. Yönetimin de bunu fırsat bilip bildiri yayınlayıp Galatasaraylılık dersi vermesi, şubeyi kapatırım tehditi de ayrı bir absürt kurumsal iletişim örneği.
Ergin Hoca taraftarla uğraşmayı onları düzene getirmeyi kendine misyon kabul etmiş olabilir. Ama bilmediği çok net bir şey var; tribün dinamikleriyle bu kadar çok oynarsan Efes maçında duyduğun herkes gider biz kalırız biz Galatasaraylıyız cümlesi, “Ergin gider biz kalırız” olarak söylenir. Bu zamana kadar tribünle kavga edip kazanan görmedim. Bu nedenle, Hocam sen sahaya konsantre ol, taraftar her zaman her şartta senin yanında olur.
Unutmadan, resmi siteden bildiri yayınlayıp iki saat sonra geri çeken kurumsal iletişimci profesyoneller o bildiri neden geri çekildi? Fair ortamlarda online mıyız?