Taner Timur'un cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında yazdığı yazı;
"seçim tartışmalarına ve ekmel bey’e yapılan –yer yer benim de paylaştığım- itirazlara bakıyorum da galiba bir şey iyi anlaşılmadı diye düşünüyorum: anayasal, normal bir seçime gidiyoruz gibi bir hava esiyor ülkede! oysa şunu bilelim: 10 ağustos’ta normal bir seçimde değil, bir plebisitte oy kullanmaya gidiyoruz. plebisitlerde pusulalara bir ad yazılmaz; “evet” ya da “hayır” denir. eski çağların “sezar”larını, modern çağların napolyon’larını geçelim, yakınlarda da rusya’da, uzakdoğu’da, ortadoğu’da sayısız örneklerine tanık olduğumuz bir oylama tarzı bu.. biz de 10 ağustos’ta oy pusulalarımıza bir ad yazsak bile, aslında vereceğimiz oylar “evet!” veya “hayır” oyları olacak.
“evet” ya da “hayır” diye neyi oylayacağımızı sormazsınız herhalde? hani şu son günlerde erdoğan sık sık “davamız” diyor ya, işte bu “dava”yı oylayacağız. sanırım artık bu “dava”nın ne olduğunu bilmeyen de kalmadı. erdoğan’ın kendisi “mustafa kemal’e evet; atatürk’e hayır!” diyor. o da şimdilik! tayyip bey “daha başlangıçtayız, yolumuz uzun” diyor; kendisini ve takımını 2023 ufkuna hazırlıyor. başarılı olursa kuşkusuz kurtuluş savaşı’nın da “sarıklı mücahitler”in eseri olduğunu ilan edecek ve mustafa kemal adını kitaplardan silmeye çalışacak. yola kemal gibi o da samsun’dan çıktı. sonra erzurum! tez, anti-tez; devrim, karşı-devrim; süreç devam ediyor.
yapabilir mi? ben inanmıyorum. yine de on sene önce kimsenin aklına gelemeyecek şeyleri yaptığına bakılırsa, düşünmemiz lazım. gezi direnişinden, 17 aralık rezaletinden sonra da bu ülkede seçim kazanmadı mı?
tayyip bey kuşkusuz zeki bir insan. fakat bugün geldiği -ve ülkeyi getirdiği- nokta salt zekâyla açıklanacak bir şey değil. asıl açıklanması gereken, içinde bulunduğu “ruh hali” ve bu “ruh hali”ne nasıl gelmiş olduğu. ben de çoğu kimse gibi bunu kazandığı seçimlere, “ustalaşma” psikolojisine bağlıyordum. geçenlerde bir vesileyle wikileaks belgelerine yeniden bakarken ilginç bir notla karşılaştım. amerikan büyükelçisi eric edelman washington’a yolladığı 20 ocak 2004 tarihli telgrafta, “erdoğan’ın karakteri” başlığı altında şunları yazmış: “birincisi çok baskın gurur; ikincisi tanrı’nın onu türkiye’yi yönetmek için hazırladığına inanması; (2003 akp kurultayında bu konuda kurana atıf yapmış). çok alıngan; bunlar etrafına yetenekli bir danışman grubu toplamasını engelliyor”.
işte en önemlisi ve en tehlikelisi de bu “ruh hali” ve amerikalı diplomat bunu çoğumuzdan önce anlamış. daha 2004’te; erdoğan’ın kendisini ve çevresini yakından tanıyan biri olarak.. aynı tespitleri daha sonra erdoğan’ı çok iyi tanıyan, fakat sonradan yolları ayrılmış olan birçok siyasetçiden de duyduk..
uzatmak istemiyorum; söylemek istediğim şey şu: karşımızda “minarelerimiz süngü, camilerimiz kışla” diye cihada davetiye çıkarmış, “dava”sı uğruna ölmeye hazır, kefenini yanına almış bir “başkan adayı” var. seçmenlere beni daha da güçlendirin ve peşime takılın, diyor. tekrar edeyim: ben bu “dava”nın başarıya ulaşacağına hiç inanmıyorum; akp mutlaka bir gün gezi cinayetlerinin ve 17 aralık yolsuzluklarının hesabını verecek. ve sonunda da dağılıp tarihe karışacak.. ne var ki 10 ağustos’tan oylarını artırarak çıkmış bir erdoğan, bir süre daha, ülkeyi daha da karanlık günlere götürebilir. şurası açık; iç savaşı bile göze almış bir “başkan” adayı ile karşı karşıyayız. buna karşı adayları beğenmeyerek kullanılmayan her oy da yine onun hanesine “evet!” diye yazılacak. bugün sandığa gitmemekle, dün sandığa gidip “yetmez, ama evet!” demek arasında bir fark kalmadı.. bir yandan onları eleştirirken, öte yandan daha da ağırlaşmış koşullarda onların yanlışını yinelemek bence tarihi bir hata olur. demokratların iç hesaplaşmalarının zamanı değil. siyaset “an” meselesidir; belli bir “an”da “doğru” olarak yapılan şey, başka bir “an”da çok “yanlış” bir eylem olarak karşımıza çıkabilir. bilim somut koşulların analizini ortaya koyarken, bilimsel siyaset de bu koşulların gerektirdiği taktik ve stratejik esnekliklere olanak sağlar. kısaca derim ki 10 ağustos’ta sandığa gidelim ve bu tehlikeli gidişe “hayır!” diyelim.."