Şiir Perisi

Mum alevinden sarı? baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş? eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam? mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi? küçük? titreyen bir n kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir n;
Belli ki? birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm? bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman? böyle gelecek ölüm
 
HATIRLAMA

Ne zaman elime bir kalem alsam,
Sana seslenmek geliyor içimden.
Güzelliğini hatırlıyorum bir yaz günü,
Yine gemiler geçiyor uzaklardan,
Biz yosun kokulu rıhtımlarda el ele,
Şehirlerden İstanbul, aylardan temmuz.


Ne zaman elime bir kalem alsam,
Geçmişi seninle yeniden yaşıyoruz.
Ne zaman elime bir kitap alsam,
Hep seni okuyorum, inanır mısın?
İstiyorum seni anlatmalı bütün romanlar,
Sevilen kadın hep sen olmalısın.


Ne zaman elime bir kibrit alsam,
Yine İstanbul'u yakmak geçiyor aklımdan,
Bu sensiz sokakları, bu evleri,
Bu plajları, bu denizleri,
Sensiz kaldığım bu şehri tüm yakasım geliyor.
Yine alev alev bir İstanbul düşünüyorum
Ve çaresiz yaktığım bütün sigaraların
Dumanlarında seni görüyorum.


Ne zaman elime bir fırça alsam,
Yüzünü çiziyorum kapılara, duvarlara,
Bir bir hatırlıyorum bütün hatlarını,
Gözlerini, dudaklarını, saçlarını.
Baktığım her yere gölgen düşüyor,
Dokunduğum her şeyde senin sıcaklığın,
Sonra dağlar, denizler giriyor aramıza,
Gitgide büyüyor uzaklığın.


Ne zaman elime bir kadeh alsam,
Delicesine sarhoş olmak istiyorum.
İçkiler seni hatırlatıyor yine,
Kırıyorum birbiri ardınca kadehleri.
Artık hiçbir şey kâr etmez biliyorum,
Ne dost, ne içki, ne aşk, ne kadın,
Gözlerimde yıllardır eşsiz olan,
Değişmeyen bir sen varsın.


Ne zaman elime bir ayna alsam,
Gözlerimden korkuyorum, bakışlarımdan,
Bu seni unutamayan benden korkuyorum.
Uçurum çizgiler, kara gölgeler,
Bir sonun belirtileri yüzümde yer yer,
Karşımdaki yüz sefil bir akşam,
Hep sana sesleniyorum, duyuyor musun?
Ne zaman elime bir kağıt alsam...


Ümit Yaşar Oğuzcan

Müzik eşliğinde okumak için tıklayın.
 
bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur...

Sunay akın
 
yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü
kavim göçlerinden bu yana ağlayan
ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında
ezgiler çalan, çaldıran, yakalatan
adı bende gizli bir kadındı istanbul.
şehre bir yağmur yağdı ben ağladım.
sevilirken ayrılmak mı kaldı bizans'tan
oyun dolan yoktu gözlerde yalnızca ses
verilmiş sözler birdi... edilen yeminler sıfır
eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden
bir aşkın izlerini yok edecek başka bir aşk sipariş edildi yeniden
bir şehre yağmur yağdı ben ağladım
kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında
hangisi talandı demli öpücüklerin
ve buğularda yitirilen kimin adıydı
bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu
soyulur muydu kabuğu hayatın
yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı
yağmur şehre bir yağdı ben ağladım
ben giderken en çok seni götürdüm
aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
kutsal kitabımdı ziyan edilmiş sevgililer atlası
ben sevmeyi beceremedim
belki de sevilmeyi
benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
ben yağmur ağladım bi şehre yağdı
ben şehre ağladım, bir yağmur yağdı
ben bir ağladım, şehre yağmur yağdı
ben, yağmur, ağladım..


yılmaz erdoğan..
 
1955 Tunceli doğumlu şair ve yazar Fadıl Öztürk ?ün dimağa şölen şiirlerinden biri , Ahmet Aslan ?ın zaza aksanı ve hasret dolu notalara dökerek seslendirmesi ile yüreklere işlenmiştir..

insan dinlerken ;

? baktım anlamadın,güldüm anlamadın,yazdım anlamadın,susuyorum şimdi.. belki bu defa anlarsın kendini bende ? şeklinde haykırmak ister avaz avaz susarak..

. . .

Susarak Özlüyorum..

sözcüklerim varmıyor uzaklığına,
suskundur takvimlerde adım üstelik,
bir bir düşüyor bütün öpmelerim,
ağır yenilgiler alarak..

kalbimse sildi bütün defterlerde,
adresini, yokluğunu kıyamet bilerek.
sadece susarak özlüyorum seni
hiç tanımadan, ne garip..

sense uzaklara çivili,
bir deniz gibisin resimlerde
dokunsan dersim olur göçerim mecburen,
yalnızlığın on milyon olur,istanbul
duydum çok sonra,
adın önemli değil;
acın aynı tadı veriyor zaten..

ıslık çalan zamanlardan gelmiştim,
bilirim bulutları eskitmenin güzelliğini,
zaman, o zaman değil şimdi,
güneş yine doğar bu kente,
ama gözlerin... gözlerin...

şimdi adı yok hiç bir sevgilinin,
sıcak dokunuşunda dağılan,
binlerce öpücüğün...

işte, buna bıçak çekiyorum,
bir kadın, aşkını savunan
bir çocuk, gülüşü gibi ince,
bir havalanış...yok
belki de çekip vurmak ,
bütün uykuları göz kapaklarında...
 
Penceremin yanında, köşede
Yapayalniz bir fotoğraf asılı..
Bir sebebi yok
Asla farketmeyişimin
Beni alıkoyabilecek bir anıyı..

Bir yara var her daim kanayan
Ve her zaman yürüdüğüm bir yol.
Ve biliyorum, buraya asla geri dönmeyeceksin..

Birbiri ardına günler geçirdim hiç konuşmadan
Sessizlikte bir rahatlık var..
Böylece alıştım tüm hırsımı kaybetmeye
Ve kalanları bir arada tutma mücadelesine..

Bir defa parçalanınca, geriye kalan sadece duman
Gözlerimi köreltircesine yakıp
Gerçekte ne olduğunu gizleyerek
Karanlığı zorla içime katan..
 
yine sana sesleneceğim
senin kim olduğunu hiç bilmeden? senin kim olduğunu en çok bilerek
isyankar zambakların? çılgın nilüferlerin
dört nala açarak kiraz çiçeklerinin? dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım

sarı bir hüzün? kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım sana
sana oklardan değil? yaydan bahsedeceğim
gülün dikenlerinden değil?
gülleri ve dikenlerini doğurmaktan yorulmayan topraktan söz açacağım
akan su gelmeyecek kelimelerime?
suyu şefkatla kucaklayan sessiz taşların canını yakan damlaları
dillendireceğim
yine sana sesleneceğim? senin kim olduğunu hiç bilmeden?
bilmek istemeden
alaaddin´in sihirli lambasından çıkan cin? bana gelseydi
ve ne dilersem dilememi isteseydi? hiç bir şeyi elde etmeyi dilemezdim
bir şeyden vazgeçmeyi isterdim sadece
hayatta bir şeyden vazgeçmem lutfedilseydi...
bedeli herşeyim olsa bile
sana seslenmekten vazgeçmek isterdim
garip değil mi?
sana seslenmekten vaçgeçmediğimi?
bundan hoşlandığımı düşünüyorsun belki de
oysa sana seslenmek? bütün hesaplarımı gördüğüm bu dünyadaki
tek geride kalmiş hesap benim için
bu dünyadaki tek yük bu seslenişin kalbini avcumda tutabilmek
kürek mahkumu için kürek ne ise? benim için de sana seslenmek o
bir yandan gemiyi ufka ulaştırmanın tek yolu
öbür yandan bileklerimden sızan kanların?
gönlümü işgale yeltendiği bir rotanın can suyu
oysa ben sana küreklerden değil?
gemiden bahsetmek isterdim!
atalarım bana kadınlara gökyüzünü?
gemileri ve yelkenleri anlatmayı öğrettiler
sen kürekleri? yağlı urganları?
geceyi siyaha gömen fırtınaları ögretmeye calışıyorsun
sana ellerimle dokunarak? gözlerimle okşayarak göstermek isterdim
rüzgarla şişen beyaz yelkenleri
ama senin vaktin yoktu
ben bunu hiç anlayamadım
kavminin kadınlari bana öğretmediler ki!
bazı kadınların beyaz güvercinlerden daha çok siyah apoletleri
sevebileceğini
sana sesleniyorum
ve gözlerim bileklerinden parmak uçlarına kadar toplanmış
kan pıhtılarını seyrediyor
kürekleri bırakmıyorum
önce yücelttiğin? sonra terk ettiğin aşkın onuru için
kalemi bir an elimden düşürmüyorum
Ankara kalesinin önünde sana sesleniyorum
benden kaçıp cennete gitmek isteseydin?
seni cennetin kapısına kadar götürürdüm
bana gelmek için seni korkutan cehennem olsaydı
cehennemle konuşurdum
seni ona anlatabilirdim
oysa sen ne cenneti isteyecek kadar aşk oldun
ne de cehennemi isteyecek kadar ayrılık
"seviyorum seni ama" dedin? "hoşçakal" diye ekledin
"şimdi gitmeye mecburum? belki yine gelirim?
umarım gelirim" son sözün oldu
cennetin ve cehennemin dillerini?
savaş mağaralarını ve aşk şiirlerini?
gazelleri ve boleroları öğreten atalarım
senin sözlerinin anlamını ögretmediler?
hiçbir şey söylemedin gittin
ayrılığın dilsiz olduğunu ben senden öğrendim
dilsiz olanın yaşayabileceğini sen ögrettin bana
ve kalemime ilk defa yaban gözlerle baktım
yine? yeniden? sadece sana sesleneceğim
müebbet bir aşk dışında bildiğim tüm duyguları terk edeceğim
sana sesleneceğim yine
seni sadece kuru bir sevgiyle değil
derin bir hüzünle?
binlerce yıllık bir gururla
ve pervasız bir öfkeyle sevdiğimi duyumsuyor musun?
mütevazi bir sevgiyle değil? küstah bir aşkla sevdim seni
ben osmanlı gibi kollarımın yetışemediği bir aşkı
kucaklamaya çalışırken
sen köprülerin ülkesi venedikteki son sancağı
kışın üşümemek için şal yaptın kendine
neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
zaman geçtikce eksilir demiştin oysa
atalarımın öğrettiklerine ters düşse de? sana inanırım bilirsin
zamanla unutursun demiştin? niye daha derinleşiyor öyleyse?
derinleşiyor özlemin ve gönlümde bir iç savaşta dökülen kanları?
coşturuyor ayrılık sözlerin
öfkelerin kararlılığını aşka katık ederek konuşacağım
bedenim bu dünyayı terk edene kadar
öyle sanıyorum ki
hüzünle ve acıyla pek barışık olmadığım için
benden uzun yaşıyacaksın
benden sonra kelimelerim gelecek gönlüne
onların benden geldiğini bir tek sen bileceksin
küstah bir aşkla seveceğim seni
ben savaş ve ölümle haşır neşir olan kelimeler dışındakileri
unutmaya gayret edeceğim
ömrümün geri kalanında
sana sesleneceğim yine
ben seni beyrut gibi sevdim ama
sana ne Mağrib´i ne de Manhatten´ı anlatamadım
Bağdat´ı ve Şam´ı işgale yeltenmişken
venedikten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
sarı bir keder? kızıl bir kibir? siyah bir isyanla konuşacağım sana
senin kim olduğunu hiç bilmeden
ağlayan zambakların? dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
senin kim olduğunu en çok bilerek
kavmimin bana vaad ettiği tüm aşkları terk edeceğim
müebbet bir aşk? sarı bir hüzün?
kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
bu dünyayı terk etme müjdesi gelene kadar...
hüznü? gururu ve öfkeyi bilseydim keşke
hüznümün beni aşan taşkınlığını
gururumun binlerce yıl önce´den miras kalmış hoyratlığını
öfkelerimin hiç bir zaman sona ermeyecek ve azalmayacak kararlılığını
anlayabilseydim? anlatabilirdim sana
seninle yaşanan bir aşktan sonra
ayrılığın ölüm bile olsa? MAVİ BİR ÖLÜM olacağını.
 
SESSİZLİĞİ SARAN TINI
Yıldızlan yakalamaya çalışmayacağım artık
Anladım sonu yok akşamların
Bir kelebek kanadına bıraktım kendimi
Başka yalnızlıklardayım
Eskiden yalnızlığıma ağlardım
Şimdi sensizliğime ağlıyorum
Duymuyorsun...
Koşuyorum,koşuyorum sana yoruluncaya kadar
Ve ilk ışıklan günün tel tel yağıyor üzerime
Seni siyahlarda kaybediyorum
Anlamıyorsun...
Yüzüme düşen iki izle kapanıyor gözlerim
Sismi bu iki damla yaşmı bilmiyorum
Okyanus ortasında yelkensiz kalmış kayık gibiyim
Hiç söylemediğim sevgi sözcükleri duruyor köşebaşlannda
Görmüyorsun...
Limandaki kayıklar,tekneler hep sana gidecekmiş gibi duruyor
Oysa ben ilk sevgi sözcüklerimi senin için söylüyorum
Duymuyorsun...
Sessizliği saran tını bu biliyorum
Al götür diyorum duygularımı bir tayfaya
Sürekli bir aldatmaca bu diyorum
Gülüyorsun...
Sonra gözlerindeki küçük heyecanlara soruyorum seni
Yeşilin maviye dönüştüğü o mahsun denize
Gecenin yalnızlığında seni bekliyorum
Gelmiyorsun...
Ama herşeye rağmen seni hep seveceğim
Biliyorsun...
 
Gözlerindeki hüznü sevdim
Baktım baktım kendimi alamadım
Hüzün denizine daldım
Boğuluyorum sandım, çırpındım
Boğuluyorum sanırım..

Gözlerindeki saflığı sevdim
Tüm riyakarlardan farklı baktın
Biraz çocuksu biraz da nefret dolu
Sanki yaralanmış hiç umudu kalmamış
Aşık oluyorum sandım, kaçtım
Aşık oluyorum sanırım

Şimdi o gözler çok uzak bana
Bşka gözler tanıdım buralarda
Çekici, şehvet dolu
Sıradanlık ve sahtelik
O bir çift gözü aradım
Aradım bulamadım...

Derken çıktı karşıma
Buldum asla bırakmamak pahasına
Baktım ama aynı bakmadı bana
Nerede saflık nerede kırılganlık
Soramadım sorun nedir meleğim?
Ve yalnzca nefret
Nefret ve küçük bir pollyanna
Aşıktım ama geç kaldım
O hüzünlü kızı yaşatamadım
Boşluktayım şimdi aynı hüznü aramaktayım
Boğuldum sanırım...
 
en guzel deniz:
henuz gidilmemis olanidir.
en guzel cocuk:
henuz buyumedi.
en guzel gunlerimiz:
henuz yasamadiklarimiz.

ve sana söylemek istedigim en güzel soz
henüz söylememis oldugum sözdür...

Nazım Hikmet Ran
 
Uzun zamandır hasret kaldım yüzüne
Muhtacım inan senin bir tek sözüne
Yalvarsam ağlasam kapansam dizine
Döner miyiz yine eski günlere

Yine eskisi gibi beraber olsak
Ne olur sanki geçenleri unutsak
Hayat bitse dünya dursa
Ölüm bile olsa biz ayrılmasak

Söyle buldun mu aradığın aşkı söyle
Yoksa yalnız mısın sen yine
Benim gibi boynu bükük
Gözü yaşlı tek başına

Söyle buldun mu aradığın aşkı söyle
Yoksa yalnız mısın sen yine
Benim gibi boynu bükük
Gözü yaşlı tek başına
 
Sen değil ben yoruldum
Saklamaktan kendimi
Yaşanmadan? risk almadan? kaybetmeden rest çektim
Çaresi yok bu işin? sonu gelmez nefretin
Şansım yok dönmezsin? geri gelmezsin...
Sorma? bir kez olsun sen anla
Yorma kendini boşuna
Çaresi yok bu işin? sonu gelmez nefretin
Şansım yok dönmezsin? geri gelmezsin
Mecalim yok anlatmaya
Dayanamıyorum başkalarına
Paylaşamıyorum? seviyorum anla
Sorma? bir kez olsun sen anla
Yorma kendini boşuna...
 
Beşikten Mezara Kadar


Seni istakbal için önce gelmek cihana?
Ve başkasınan almak sonra geliş müjdeni.
Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana?
Aramak her tarafta...Bulmamak asla seni.

Suda?rüzgarda?kuşta senin sedanı duyup
Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
Hasretin azabına ermek için uyanmak.

Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü?
Boyamak gözlerini bir siyah?bir maviye.
Tek seni hayal için süzerek batan günü?
Gece mahtaba dalmak?sen de dalmışsın diye.

Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
Saçlarını çözerek hulya dizinde?tel tel?
Bugün güllerle örmek?yarın menekşelerle...

Tesadüf ümidinin bittiği müşiş anda
Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:
Seni istikbal için artık öbür cihanda?
Dosta el sallar gibi?davet etmek ölümü.

.

Faruk Nafiz Çamlıbel
 
Basit yaşayacaksın BASİT
Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyle ikiyi çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
Tek bir düğme, tek bir cümle gibi. . .
Sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana. . .
Basit, sıcak bir öpücük; ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatinin kavgasını,
Öpücük için yiyeceksin hayatinin dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın-hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman, ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini
Beklentilerin de basit olacak:
Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz romanını;
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
Yine, ayni parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana kontrplak bir gitarda doğru basilmiş
bir fa diyezin mutluluğunu
Makyajı ilk "a"sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak "bilemeyesin".
Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye,
Ne durduğu fark etmeyecek abanin altında.
Saatin, sadece saati gösterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hızlı sayan"
Basit yasayacaksın, basit.
Sanki yasamın bir gün sona erecekmiş gibi basit. . .
ÇAY , SİMİT VE PEYNİRLE
Nazım Hikmet

Benim gibi çay sevgisini sadece damak tadı olarak görmeyen ve bir içeceğe bu denli bağlı olan bi insan için böylesine anlamlı ve mükemmel bir şiirin sonunda çay ile bitmesi şiirin mükemmelliğini benim için katmerlemistir yüreğine sağlık üstat.
 
Penceremin yanında, köşede
Yapayalniz bir fotoğraf asılı..
Bir sebebi yok
Asla farketmeyişimin
Beni alıkoyabilecek bir anıyı..

Bir yara var her daim kanayan
Ve her zaman yürüdüğüm bir yol.
Ve biliyorum, buraya asla geri dönmeyeceksin..

Birbiri ardına günler geçirdim hiç konuşmadan
Sessizlikte bir rahatlık var..
Böylece alıştım tüm hırsımı kaybetmeye
Ve kalanları bir arada tutma mücadelesine..

Bir defa parçalanınca, geriye kalan sadece duman
Gözlerimi köreltircesine yakıp
Gerçekte ne olduğunu gizleyerek
Karanlığı zorla içime katan..
 
Daha önce yayınlandı mı bilmiyorum.Ben yazayım buraya Galatasaray Şiiri'ni.

Yıl 1905...
Aylardan EKİM...
Bugün benim doğumgünüm...
Beyazıt?ın Asırlık Çınarları...
Gül Baba'nın mübarek fidanları...
Mekteb-i Sultani?nin çocukları...
GALATASARAY?ı kuracakları gündür bugün...

Bugün...
Bir Güneş doğar , bu Topraklara...
Bir Kültür ocağı...
Bir Ali Sami Yen , bir kaç öğrenci ...
Bir sınıfın koridorunda...
Biraraya gelir hepsi...
Hayatlarının ilkbaharında...
Yeni sevdalanmış ...
Bir aşık heyecanında...
Ama , acemi değiller ...
Sahipler yıllanmış kültür mayasına...
Bir derviş gibi...
?Türk olmayanları yenmek "adına...
Yola çıktıkları gündür bugün...

* * *

Yıl 1905...
Aylardan EKİM...
Bir meşin yuvarlağın , dünyayı döndürdüğü devrin ...
Çanakkale?de Şehitlerin ...
İstiklal Yazarı Tevfik'lerin ...
İlim , irfan yurdu binlerin ...
Ata'nın mektubundaki harflerin...
Zamanla Evrendeki herşeyin...
GALATASARAY dediği gündür bugün...

Baba Gündüz?ün, Aslan Nihat?ın...
Taçsız KRAL ; METİN OKTAY?ın...
Ders verir gibi Adam'lığın...
Kuşaktan kuşağa , çığlaşan Sevda'nın...
İçimize aktığı gündür bugün...

Damardan girip Aklımıza...
Sarısının Kanımıza...
Kırmızının Canımıza ...
Nakış gibi işlendiği gündür bugün...

* * *

Yıl 1905...
Aylardan EKİM...
Dünyaya gelen bebelerin ...
Rerere ?Rarara?yı..
"En Büyük Cim Bom "yazmayı ...
14 yıllık cefayı...
Mağlupken bile ,Tek Büyük olmayı ...
En karasından SEVDA?yı , tadacakları gündür bugün...

Kupa'nın değil , Arma'nın ...
Hayatın anlamını bulanların...
Aşk Peşinden koşanların ...
Uğruna canlar koyan...
Karagünde bile TARAFTARIN...
Senin için varolduğu gündür bugün...

Işığın ardındaki gölge gibi gelmeyi
GALATASARAY?ı
İbadet eder gibi sevmeyi ,
Öğrenecekleri gündür bugün...

* * *

Yıl 1905...
Aylardan EKİM...
Her Irktan insan...
İster Afrika , ister Asya'da...
Hasret başı dik dolaşmaya...

Milenyum yılı Kopenhag'ta...
Horgürülmüş Can'lara...
Olacak GALATASARAY tek payda...
Bir geceyarısı 3.'cü Dünya...
İlk defa Mutluluktan ..."Ağla ,canım ağla..."
Gerçeklerin masala yaklaştığı gündür bugün...

* * *

Yıl 1905 ...
Aylardan EKİM...
Ne parayla , ne büyüyle...
Sadece akılla , sevgiyle...
Sözde değil gerçekte...
İzinden gidenlerle ...
Türkiye'nin Tek-Yürek olduğu gündür bugün...

19.05 ...Atamızın gençlere...

1905...Bizlerin Ulu Öndere...

Tarihte vereceği , en büyük Hediye... Seçildiği gündür bugün...


İmkansız nedir bilmeyen...
Her TÜRK'e gurur veren...
Tutku ötesi , sevilen ...
Sarayların , SARAY'I...
Eşşiz GALATASARAY?ı...
Tarihin ciltlerine sığmadığı gündür bugün...

* * *

Yıl 1905...
Aylardan EKİM...
Böyle geldim..Böyle giderim...
Şükürler olsun ki...
GALATASARAY?lı doğdum...
GALATASARAY?lı öleceğim...
Bir gün gelecek...
Devir?teslim edilecek...
Bu Bayrak sonsuza dek sevilecek...

İşte O zaman...
Oğluma bırakacağım en büyük Miras
Ne bir Yalı, Ne bir ihtiras...
"Ne yaparsan yap ,Ne yazarsan yaz ...
GALATASARAY Armanı Kalbine As...?
Diyeceğim gündür O gün...

Yıl 1905...

Aylardan EKİM...

Dünyaya bin kere gelsem yine SENİ seveceğim...

Geçmişte ...Bugünde ... Gelecekte ...

Ayrılsakta ... Ölsem de ... Kıyamette ...

Sana geleceğim gündür bugün...


Edip Gürman

( yazarın ismini eklemeyi unutmuşsun, ekledim.. Kerem Porazan )
 
Sen Söylemeden de Biliyorum

Seziyorum ki kaçacaksın
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende
Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende
Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende
Ayrım sıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende
Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende
SENİ SEVİYORUM !


AZİZ NESİN
 

Üst