Şiir Perisi

SİS

İki şehri var gecenin;
Biri gözümde tütüyor,
Birinin dumanı üstünde yağmur gibi çöken siste?
Bana bu uykusuz şehri niye bıraktın?
Göze alamadığım bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin.
Gece değil istediğin,
Hayli karanlık bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak hevesindesin!
Gözlerini anlıyorum,
Henüz bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin.

Gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız;
Göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
Ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir.

Öyle acıyor ki gözlerim.
Kim bağışlayacak?
Sis değil,
Uykusuzluk değil,
İki uzak şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim.
Biri hepimizle göz göze gibi hâlâ uykusuz,
Biri sis içinde kirpiklerine kadar açık?
Bu sessizliği kim bıraktıysa,
Göremiyorum konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
Gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.

Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?

Haydar Ergülen



Selçuk Yöntem çok güzel seslendirmiş bu şiiri.
 
HAN-I YAĞMA

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Tevfik Fikret




Bazı bölümlerinin anlaşılması zor olduğu için düzenlemesini de aktarayım.

HANI YAĞMA

İşte bu sofra efendiler
İşte bu sofra kan ağlayan
Can çekişen halkımızın sofrası.
Nesi var, nesi yoksa hepsi bu.
Bekler sizi efendiler bu sofra,
Nasıl da durur, nasıl da titrer karşınızda.

Aman canım, utanacak ne var efendiler?
Yiyin yutun hapur hupur, şapur şupur,
Yiyin efendiler, yiyin,
Bu iştah açan sofra sizin.
Vallahi sizin, doyuncaya kadar yiyin,
Patlayıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin.

Bütün bu nazlı beylerindir ne varsa ortalıkta
Hasef, nesef, şeref, şatafat, oyun, düğün, konak, saray
Hepsi sizin efendiler. Konak, saray, gelin, alay,
Hepsi sizin, hepsi hazır, hepsi kolay.
Yiyin efendiler yiyin, bu hanı iştiha sizin,
Duyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin.

Nasıl olsa bu yoksul, bu fukara halk
Verir nesi var nesi yoksa,
Verir malını, canını, ümidini, tüm güzelliğini,
Servetini, istikbalini, sağlığını, rahatını.
İçinde kaynayan mahşeri
Verir bu memleket, verir, hiç tasalanmayın,
Hiç düşünmeyin haram mıdır yoksa helal mi.

Yiyin efendiler, yiyin, ama biraz çabuk yiyin
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak.
Yarın bi bakarsınız, sönmüş bu gün çıtırdayan ocak.
Bu gün mideniz hazırken, bu gün çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, kucak kucak.

Götürün efendiler, götürün, bu yağma sizin,
Bu ihanet sizin, bu hıyanet sizin,
Gün sizin efendiler, şölenler, törenler sizin.

Gelin görün ki ne yapsanız, ne etseniz de
Çare yok efendiler, siz de gelir ve geçersiniz,
Gelmiş ve geçmiş efendileriniz gibi.
Çün bu memleket bizim efendiler, bu memleket bizim.
Söylemek zorunda kaldığım için özür dilerim.

Siz yine de yiyin efendiler, yiyin
Bu iştah açan sofra sizin, yiyin yiyin, yiyin yiyin..
 
HAN DUVARLARI
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...

Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.

Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
"Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.

Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
 
ELHAN - I ŞİTA ( Kış Ezgileri )


Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, (Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,)
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar (Eşini kaybeden bir kuş gibi kar)
Gibi kar (Gibi kar)
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar.. (Geçen ilkbahar günlerini arar)
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu, (Ey kalplerin divane şarkısı)
Ey kebûterlerin neşideleri, (Ey güvercinlerin şiirleri)
O baharın bu işte ferdâsı (O baharın bu işte yarını)
Kapladı bir derin sükûta yeri (Kapladı bir derin sessizliğe yeri)
Karlar (Karlar)
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar. (Ki sessizce arasıra ağlar)
Ey uçarken düşüp ölen kelebek (Ey uçarken düşüp ölen kelebek)
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek (Bir melek kanadının beyaz püskülü)
Gibi kar (Gibi kar)
Seni solgun hadîkalarda arar. (Seni solgun bahçelerde arar.)
Sen açarken çiçekler üstünde (Sen açarken çiçekler üstünde)
Ufacık bir çiçekli yelpâze, (Ufacık bir çiçekli yelpâze,)
Nâ'şun üstünde şimdi ey mürde (Cansız bedenin üstünde şimdi ey ölü)
Başladı parça parça pervâze (Başladı parça parça altın kırıntıları)
Karlar (Karlar)
Ki semâdan düşer düşer ağlar! (Ki gökyüzünden düşer düşer ağlar!)
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; (Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar)
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar (Küçücük, beyaz başlı baykuşlar)
Gibi kar (Gibi kar)
Sizi dallarda, lânelerde arar. (Sizi dallarda, yuvalarda arar.)
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, (Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar,)
Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; (Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar)
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! - (Yuvalarda -feryat etmeyen yetîm-)
Son kalan mâi tüyleri kovalar (Son kalan mavi tüyleri kovalar)
Karlar (Karlar)
Ki havada uçar uçar ağlar. (Ki havada uçar uçar ağlar.)
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir (Ey kış göğü, elinde yığın yığındır)
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter.. (Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslak bulut..)
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- (Dök ey gökyüzü -doğanın canlılığı uykudadır-)
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! (Siyah toprağın üstüne katışıksız çiçekler!)
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! - (Her ağaçlık yer şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -)
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümid.. (Bir gölge yığını ve siyah renkli ve ümitsiz)
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. (Ey kış göğünün eli, durma, durma, çek.)
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! (Her ağaçlığın üstüne bir beyaz örtü!)
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar (Göklerden emeller gibi dökülüyor kar)
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar (Her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar)
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar (Sessiz bir rüzgar tüylü bir kanatta uyuklar)
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar, (Yolunda durur bir aralık sonra uçarlar,)
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân, (Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak)
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân (Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede)
Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun, (Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri)
Karlar, bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun. (Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri)
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök. (Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.)
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök: (Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök )
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; (Bahar çiçekleri yerine beyaz kar)
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi... (Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu...)

Cenap Şahabettin
 
Necip Fazıl-Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava renk edâ iklim;
O benim zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak yalnız onda ermiş visale
Ve kavuşmuş rüyalar onda onda misâle.


İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul
İstanbul...


Tarihin gözleri var surlarda delik delik;
Servi endamlı servi ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...


O mânayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul
İstanbul...



Boğaz gümüş bir mangal kaynatır serinliği;
Çamlıca'da yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar
Perili ahşap konak koca bir şehir kadar...
Bir ses bilemem tanbur gibi mi ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Kâtibim"i...


Kadını keskin bıçak
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz Kadıköy süslü Moda kurumlu
Adada rüzgâr uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yâr olmaz İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar...


Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan
İstanbul
İstanbul...
 
Bir de Necip Fazıl'ın çok güzel beyitleri vardır. Felsefidir biraz..
Bir tanesi;

Varlığın küfre göre başı da sonu da hiç,
İki hiç arasında varlık olur mu ki hiç?

Bir tane daha;

Rabbim, Rabbim! bu işin bildim neymiş Türkçesi,
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi..
 
Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canim;
Vatanim da vatanim...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul?da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir katibi mi...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler...
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sümbül kokan
Türkçe?si bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...

Necip Fazıl Kısakürek
 
ÜSTÜ KALSIN

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir.

Üstü kalsın...

CEMAL SÜREYA
 
Biri gelir sorarsa,
Sana beni sorarsa,
Gitti der misin ?
Gittiğimi söyler misin ?
Gidiyorum ben sana,
Benimle gider misin ?

Özdemir Asaf..
 
Giderken

Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

Sunay AKIN
 
Artık vakit geldi kendi şiirlerimi paylaşabilirim.

_____________Hasret___________
Ilık bir ıtır gibi dağıldı esmer akşam,
Batı rüzgarıyla dalgalı marmaraya,
Bilmem ki sahillerde ne beklerim her akşam?
Gözlerim mıhlı gibi yarısı kopmuş aya...

Yarasa uçuşuyla gelip geçer her akşam,
Biraz daha dert katıp içimdeki yaraya,
Bir fısıltı halinde kulağıma der her akşam,
''Atlayıver denize'' bas bağrına bir kaya...

Hayır: Böyle böyle ölüme cesaretim yok benim,
Ben ki gençliğimi hayallere vahvedenim,
Bari her ızdırabı tadayım damla damla...

Ben sahili beklerim ne çıkar gelmesede?
Dalgalar bir ağızdan '' gelmeyecek '' desede,
Umutlarım tükenmez böyle bin bir akşamla...

B.CEYHAN
 
________YALVARIRIM________

Tükenmez bir arzuyla işte kanatlı ruhum,
Enginde martılarla boy ölçmek kurduğun,
Haydi uğurlar olsun günah bir an durduğun,
Fakat yalvarırım bütün hayalleri bilde git...

Titiz bir ses içimden durma git diyor,
Kıp kızıl ufuklarda son kalan gün eriyor,
Yolculuğun hazından benliğim ürperiyor,
Git fakat her umudu yalvarırım silde git...

B.CEYHAN
 
____ ÖLÜM ____

Madem hayat efsane,
Dört elle sarılmak ne?
Topladın tane tane,
Toptan ver kurtul birgün...

Gördün mü yaşamak ne dar?
Orada sana vakit var,
Geniş hayallerin kadar,
Umutları beklemek neye yarar...

Hasret gitme genç çağa,
Sebep ne ki delicesine ağlamaya,
Düşünce boş kuru bir toprağa,
İçindekilerle avun...

B.CEYHAN
 
___ ÖLÜ ___

Rüzgar gibi titretken şen bahçelerde bahar,
Kazdı nasırlı eller yere taze bir mezar,
Sevindi bin bir böcek ooooh ziyafet var...

Ölüyü topraklara gömünce derin derin,
Duyuldu velvelâsı aç gözlü böceklerin,
Aaaah bu gencin hayallerini çoktan çalmışlar diye...

B.CEYHAN
 
____ KARA TOPRAĞA KATIŞINA ____

Dün bu sisli sahilden ağlayıp adım adım,
Sonsuz uzaklar için bir yolcu uğurladım,
En acı duaları hıçkırırken mendilim,
Dedim ki güle güle,güle güle hayallerim...

Sonra göklere baktım zifiri karanlıktı,
Her gölgenin ardından bir başka gölge çıktı,
Yarım kaldı birden dudağımda cümleler,
İçimi bir kurt gibi kemirdi düşünceler...

Gitmek hatıraları bir bir unutmak demek...
Ölmek; yok olmak değil, unutulmak demek...

B.CEYHAN
 
___ AKŞAMLA SEN ___

Gel sıcak odada şezlonga uzan,
Buğlu bir camdan seyre dal gönül,
Köpürmüş enginde böyle uzaktan,
Bir kanlı aşığın gör öldüğünü...

Seyret ki bu kızıl haiileyi sen,
Hasretin alevi içini sarsın,
Buz tutmuş vadiden vadiye esen,
Delirmiş bulutlar gibi belki ağlarsın...

Çıplak yollara uzandı hüzün,
Yapraksız dallara bak ürperiyor,
Esmer bir alevle tutuştu yüzün,
Akşamın merali renk mi veriyor...

B.CEYHAN
 
Saadet Unal' Alıntı:
Burak şiirlerinin hepsi birbirinden güzel ;) Tebrik ederim seni. Bence sen Basketbolcu değil şair ol. : )

Teşekkürler Saadet ama ama ben sadece şiir yazmayı,birşeyleri yazmayı,karalamayı hobi olarak yapıyorum,zevk alıyorum,mutlu oluyorum,ayrıca içimdekileri beyaz boş bir kağıda dökmek rahatlatıyor beni. ;)

Veysel Kaya' Alıntı:
özellikle sonu müthiş olmuş bravo valla bende kendime şair derdim :)

Senin şiirlerin yok mu Veysel varsa paylaş ya da yazmayı denemelisin.

Alperen Kaplan' Alıntı:
Ağzım açık kaldı...

Alperen kapat ağzını sinek girer sonra suçu bana yıkarsın :) Gonyalım... 2 güzel şiirin varsa sende dök şuraya da gözlermiz dolsun... ;)
 

Üst