T.J. Cline

Her şeyden biraz biraz olan bir görüntüsü var videolarında. Savunma yönü biraz zayıf gibi ama attığı sayılardan sonraki hareketlerine bakılırsa iç sahada tribünle beraber ateşlenebilecek tipte bir adam gibi hırslı yani. Ribaundlardaki mücadelesi de dikkatimi çekti. Kimi çok övmüş kimi çok yermiş ama şu aşamada ikisi de gereksiz bence ana rotasyon parçası olarak da düşünülmediği için güzel risk denebilir. İçimden bir his iyi işler yapacak diyor ama hadi hayırlısı.
 
Parçalı için ter döken herkesin başımızın üstünde yeri vardır. Hoş geldin.
Mustafa Kocatürk / eurohoops imzalı bir değerlendirme yayınlanmış. Benim anladığımız en sevmediğim oyuncu tipi olan her şeyden biraz yapan hiçbir şeyi tam yapamayan oyuncu tipinde ama kendini geliştirirse de fundamentali iyi beyaz Amerikalı sempatisi ile kendini sevdirebilecek biri.
Ham Ama Özel Bir Yetenek: T.J. Cline
Galatasaray Odeabank önümüzdeki sezon 7DAYS EuroCup’a geri dönecek kadrosunu oluşturmaya devam ederken dün sürpriz bir transfere imza attı. Richmond Üniversitesi’nden mezun olan TJ Cline’ı kadrosuna katan Galatasaray bu transferle tüm basketbol kamuoyunu şaşırtırken taraftarının kafasına da bir soru işaretini eklemiş oldu. Ayrıca Galatasaray için Cline transferi, kulübün uzun zamandır bulunmadığı çaylak pazarına da girişi anlamına geliyor.
TJ Cline için ise bu transferin ne kadar önemli olduğunu irdelemeye gerek yok. 23 yaşında bir çaylaksınız, seçilemediğiniz drafttan sonra profesyonel basketbola atılıyorsunuz ve kariyere başladığınız yer Galatasaray. Çok potansiyelli çaylaklar bile İtalya ya da Fransa’nın alt seviye liglerinde profesyonelliğe geçiş yapıyorken Cline için doğrudan hedef kovalayan bir takımda profesyonel olmak hem şans hem de risk olacak.
Ancak biz bugün Türkiyeli ve hatta Avrupalı çoğu basketbol sever için kapalı kutu olan TJ Cline’nin içinden çıkabilecekleri tartışacağız. Cline -gördüğümüz kadarıyla- neyi iyi yapar, neyi kötü yapar, neyi daha iyi yapabilir?
Neyi İyi Yapar?
Tj Cline’ın oyununda göze çarpan EN BÜYÜK ÖZELLİK, bir uzun göz kamaştırıcı seviyede olan pas özelliği. Richmond Spiders’da etrafındaki atletik oyuncuların adeta oyun kuruculuğunu yapan Cline, geçtiğimiz sezon NCAA’de açık ara farkla en çok asist yapan uzun oyuncuydu. 68 takımın yer aldığı NCAA’de bir pivot/forvet olarak asist sıralamasında ilk 25’e girmesi de bu özelliğini istatistiksel olarak destekleyen bir veri.
Peki Cline bu asistleri nasıl üretiyor? Öncelikle Cline’nin top elinde seti yönlendiren bir uzun olmadığını söylememiz gerekiyor. CLİNE, POST’TA VE TEPEDE CUT YAPAN KISALARI BESLEYEREK ASİST ÜRETEN BİR OYUNCU. ANCAK PASÖR MEZİYETLERİNİN ÇOK ÖZEL SEVİYEDE OLDUĞUNU SÖYLEMEMİZ ŞART. DOĞRU ZAMANDA, DOĞRU YERE PAS VERME KONUSUNDA ALIŞKANLIK SAHİBİ BİR OYUNCU.
Ayrıca Cline pasörlüğünü TOPU FAZLA ELİNDE TUTARAK YAPAN BİR OYUNCU DA DEĞİL, BİR PAS MERKEZİ OLMAKTAN ZİYADE BİR PAS İSTASYONU. Hücumda oyunun temposuna ekstra bir ağırlık katmıyor. Tam aksine pasörlüğü ile zayıf köşeyi bulmada ya da ekstra paslarla rakip savunmayı dağıtmada oldukça faydalı olabiliyor.
TJ Cline için bir diğer artı nokta da OYUNU BİLEREK OYNAYAN BİR OYUNCU olması. Maç başına 13.4 top kullanıp 5.6 asist yaparken asist/top kaybı oranı bir kısa için bile çok iyi bir seviyede: 1.91.

Ayrıca hem potaya yaklaşma konusunda hem de şut tercihleri konusunda sakin kalabilen ve doğru kararlar verebilen bir isim. Pasörlüğünün kendisine yarattığı lükslerle potaya olduğu zamanlar her zaman potaya yaklaşmaktan başka ikinci bir tehdide sahip olan Cline, doğru anda şut kullanmayı bilen bir oyuncu.
Neleri Daha İyi Yapabilir?
TJ Cline, pasörlüğüyle kendisine hücum temelli bir oyun karakteri yaratan bir basketbolcu. Gel gör ki HÜCUMUNDA PASÖRLÜK HARİCİNDE ÖZELLİKLE SİVRİLEN BAŞKA ÖZELLİĞİ BULUNMUYOR. Ne şutu, ne post-up oyunu, ne de pick&roll hücumu “tamam” denilebilecek seviyede değil.
2014-15 sezonunda %38, 2015-16 sezonunda %35 ile üçlük atan TJ Cline, geçtiğimiz sezon kolej kariyerinin en düşük şut yüzdesine düştü ve %31 ile üçlük attı. Tabii hatırlatmakta fayda var NCAA’deki üçlük çizgisi profesyonel basketbola kıyasla biraz daha potaya yakın. Ancak bunun bir numaralı müsebbibi TJ Cline’nin şut ritmini kaybetmesi değil.
Takımı içinde rolü arttıkça rakipler için daha odaklanılması gereken bir hücumcuya dönüşen TJ Cline, geçtiğimiz sezon şut stilinin biraz ceremesini çekti. ŞUT ATARKEN NEREDEYSE HİÇ ZIPLAMAYAN, ÜZERİNE AĞIR BİR ŞEKİLDE TOPU TAMAMEN BİLEĞİNDEN ÇIKARMAYA ÇALIŞAN OYUNCU ŞUTU RAKİPLERİN SAVUNMASIYLA KARŞILAŞTIĞI ZAMAN SIKINTI YAŞIYOR. Ancak TJ Cline’nin şutu “geliştirebilir” bir noktada ve Avrupa’daki kariyeri de çok büyük ihtimalle ne kadar yüzdeli şut atacağına göre şekillenecek. Cline şutu daha yukarıdan ve çabuk çıkarmaya alışmalı.
Cline’nin oyununun gelişebilir bir diğer noktası ise ribauntlar. Geçtiğimiz sezon Richmond’da maç başına 7.8 ile oldukça doyurucu bir ribaunt sayısına ulaşsa da Cline’nin ribaund yüzdesi bu sayıyı yansıtmıyor. Geçtiğimiz sezon TJ Cline, sahada olduğu sürede oluşan tüm ribauntların yalnızca %14’üne sahip olabildi. Savunma ribauntlarında bu rakam iyi pozisyon bilgisiyle beraber %25’e kadar çıkıyor ancak HÜCUM RİBAUNTLARINDA NEREDEYSE ETKİSİZ ELEMAN (%3).
Pozisyon bilgisiyle iyi bir ribauntçı olabilecek yetenek zeminine sahip olabilecek Cline hücumda potaya daha yakın oynamaya alışır ve boyundan kısa kollarının handikabını kapatmayı öğrenirse iyi seviyede bir çift taraflı ribauntçı olabilir.
Neyi Kötü Yapar?
TJ Cline’nin oyunun tamamen handikaplı olan kısımları da yok değil, var. Bunlardan en büyüğü de AYAK YAVAŞLIĞININ getirdiği savunma sorunları. Aslında bunun sıkıntılarını hücumda da yaşıyor ancak Avrupa’da 2.06 boyu ve 2.01 kol uzunluğuyla 4 numara oynayacak olan Cline’nin ayak çabukluğu savunmada daha büyük bir handikap.
Daha çok pivot olarak oynadığı Richmond’da ikili oyunlarda zaaf yaşayan Cline, 4 olarak oynadığı zaman da penetrelere karşı sorunlar yaşıyor. Austin Daye’de olduğu gibi ayak yavaşlığını ara ara kapatacak bir kol ve kanat genişliğine de sahip olmayan oyuncunun arkasında MUTLAKA ONDAN DAHA İYİ SAVUNMACI OLAN -MÜMKÜNSE- BİR SÜPÜRÜCÜYE İHTİYAÇ OLACAK.
Cline, ayak yavaşlığına karşın Tanrı tarafından kalın ya da atlet olarak da yaratılmış bir basketbolcu değil ki uzaktan baktığınız zaman bir basketbolcu fiziğine çok da sahip olmadığını tespit etmeniz fazla zaman almıyor. Peki bu kalınlık ve atletizm eksikliği ona hangi handikabı yaşatır? Oyun içi istikrar!
Hücumda ve savunmada çoğu şeyi temel basketbol bilgisiyle halleden Cline, karşısına ondan daha hırçın, atlet ve yırtıcı oyuncular geldiği zaman oyundan kopmaya teşne ve meyyal bir profilde. Eğer Avrupa’da iyi bir kariyer çizmek istiyorsa bu sorunu kesinlikle çözmesi gerekiyor.
Sonuca bağlayacak olursak; Galatasaray Odeabank, NCAA’in neredeyse en kendine has oyun stiline sahip oyuncularından birini kadrosuna kattı. Galatasaray’da alacağı rol ve süre tamamıyla soru işareti olsa da iyi rol tanımı ve doğru organizasyonla kendisini hem taraftara hem Avrupa basketboluna sevdirebilecek bir oyuncu. Ancak kariyerinin ilerleyen zamanı için son kısımda bahsettiğim eksilerine kesinlikle bir çeki düzen vermesi gerekiyor yoksa Galatasaray Odeabank kendisinin kariyeri boyunca oynadığı en üst seviye takım olabilir.
 
Yukarıdaki yazı için elinize sağlık. Benim okuduğum draft scout report tarzı yazılar da bununla örtüşüyordu. Hiç izlemediği oyuncu hakkında olumlu/olumsuz bu kadar kesin yazılar yazanları hiç takmıyorum açıkçası.

NCAA den düşecek ve 100 bine oynayacak şu vardı, daha iyi oyuncu diyen veya o paraya şunu alır daha iyi katkı alırdık diyen varsa yazsın. Transfer zaten takım kimyası ve oyun şablonuna göre yapılmıştır.

4 milyon civarına yeni bir koçla sıfırdan takım kurduk ve eskisinden de kötü bir şube ve yönetime sahibiz. Koçun iddialı olması güzel ama Eurocup ve ligde final hedefini koymak için biraz zaman geçmesi lazım. İki yıl önce takımın iskeleti sayılabilecek Sinan-Micov bizdeydi, Göksenin ve Ege yan parçalardı, koç üç senedir takımın başındaydı ve dördüncü yıla giriyordu, bütçe 6 milyondu-3.5'i Odeabank'tan*- yani %50 daha yüksekti. Ne yazık ki o durumda bile değiliz. Enkazı kaldırıp sıfırdan takım kuruyoruz, genç sayılabilecek bir takım kurduk.
 
T.J. Cline’ın Kaleminden: “Hedefim, Kendi Adımı Duyurmak”


“Tembellik etme! Toparlan!”

Geçtiğimiz yaz Richmond Üniversitesi’ndeki son yılım başlamadan önce hayatımda iki büyük değişiklik yapmak istiyordum. Birincisi daha iyi bir forma girmek ve yeme alışkanlıklarımı düzeltmekti. İkinci ise top kullanma becerilerimi ve şutumu geliştirmekti.

“Devam et! Zorla!”

Ne şanslıyım ki Sacramento Kings’de yardımcı koçluk yapan birisi beni çalıştırmayı teklif etti. Gerçek bir NBA koçuyla, gerçek bir NBA salonunda teke tek çalışma fırsatı buldum. Virginia’da oynayan bir üniversite oyuncusuydum, bu teklifi reddetme lüksüm yoktu.

“Hadi T.J.! Dikkatini ver!”

Sacramento ve evimin olduğu Dallas’ın yakınlarında yaptığım çalışmalar boyunca sabah 5.30’da uyanıp 6’da kahvaltımı yaptım, 6.15’te salona doğru yola çıktım ve 7’de antrenman için hazırdım.

Şutumun şekline, ne kadar top sürdüğüme, koşu hızıma dikkat etmediğim her anda koç bana deliler gibi bağırıyordu.

“T.J.! Daha fazla ZORLA!”

Koçum bunlardan birini her söylediğinde ellerim dizlerimde, çenemden ter sızarken ona bitik bir ifadeyle baktım ve şöyle dedim:

“Zaten zorluyorum.”

Koçun bana verdiği tepkiyi gördüğümde çenemi açmamam gerektiğini anlamıştım.

“Peki. Çizgiye. Sprint atacaksın.”

Bu sahne pek çok kez yaşandı. Ve her seferinde aynı şeyi söyleyerek karşılık verdi:

“Anne! Of! Neyi yanlış yapıyorum söyle işte!”

Ah, evet bundan bahsetmem gerekirdi: Annem, Nancy Lieberman. Kendisi Hall of Fame bir basketbolcu, koç ve benim için bir antrenör.

Ancak parkede annemin sahip olmadığı tek özellik anaçlık. Ona göre ben NBA’de bir yer bulmak için didinen herhangi bir çocuktan farklı değilim ki ben de böyle görülmek istiyorum.

Daha küçükken annem basketbolda çok, çok iyi olduğu için oyunum üzerinde çalışmam gerekmediğini düşünürdüm. Onun becerilerinin büyülü bir biçimde bana transfer olacağını sanırdım.

Tabii ki işler o şekilde yürümedi.

O günden bugüne çok olgunlaştım. Hedeflerimi biliyorum: Richmond’ı bu yıl NCAA’in final turnuvasına taşımak, sonra da NBA’e gitmek istiyorum. Ve bu hayallere ulaşmak için neler gerektiğini bilen bir kişi varsa, o da annemdir.

Peki, aslında sahada talimatlar verdiği zaman annemi hiç dinlemiyor sayılmam ama çocukluğumda oyunum üzerinde daha çok zaman harcayabilir, daha çok çalışabilirdim.

Basketbolda bir geleceğim olabileceğimi lisedeki üçüncü yılımın sonunda, dördüncü yıla başlarken düşünmeye başladım. Neredeyse her gün salona gidip çalışıyordum, boyum 8 cm daha uzayınca 2.03 olmuştum. Son yılımda okul takımına girip 17 sayı, 8 ribaunt ve 2 asist ortalamaları yaptım, ayrıca Plano West High’ın bulunduğu bölgede yılın en iyi hücum oyuncusu seçildim.

İyi bir sezon geçirmiştim ama yalnızca bir yıl lisede basketbol oynamıştım, dolayısıyla Division I’daki üniversite ekiplerinden pek teklif alamadım. Hava Harp Okulu bana büyük ilgi gösteren tek takım oldu.

Evet, Hava Harp Okulu bir basketbol devi değildi. Basketbolda bir güç olmaya yakın bile değildi. Ama bir seçenekti. Ve ben de sonraki dört yılı okulun bulunduğu Colorado’da geçirmeye hazırdım. Mayıs ayının sonlarında bir gün Facebook’tan bir mesaj alana kadar.

Facebook’ta rastgele birinden mesaj alınca nasıl olur siz de bilirsiniz. Ya virüstür ya biri sizi başka biriyle karıştırıyordur ya da garip bir durum söz konusudur. Sayfama girip Mike Farrelly adında bir adamın bana bir mesaj gönderdiğini gördüğümde verdiğim tek tepki şu oldu: Mike Farrelly kim lan?

Sonra mesajın girişini okudum.

“Merhaba T.J., ben Niagara Üniversitesi’nden Koç Farrelly. Biliyorum…

Tık.

“…beni tanımıyorsun ama ben kendimi sana tanıtmak istiyorum. Niagara’daki teknik ekip olarak senin elden ele dolaşan maç kasetlerini izledik ve seninle görüşmek istiyoruz.”

Bir ya da iki hafta içinde resmi bir ziyaret için Lewiston, New York’a giderken buldum kendimi.

Plano, Texas’tan gelen bir insan olarak Niagara hakkında bildiğim tek şey yakınlarda devasa bir şelale olduğuydu. Ancak oraya gidince anladım ki hakkında kimsenin bir şey bilmediği harika bir basketbol programları da vardı. Haziran ayının sonunda, onlarla anlaşmıştım.

İlk yılımda ilk dokuz maçımın yalnızca üçünü kazanabildik. Ama konferans maçlarıyla beraber 10 maçlık bir galibiyet serisi yakaladık. Sezon bittiğinde MAAC’ın normal sezon şampiyonuyduk. Hem de programın tarihinde yalnızca üçüncü kez. Konferans şampiyonluk maçını Iona’ya kaybetsek de ulusal turnuvaya davetiye almayı başardık ki bizim gibi bir program için çok büyük bir başarıydı bu.

Başarımız kolej basketbolu dünyasında haber oldu. Davetiyeyi almamızdan bir iki hafta sonra takım arkadaşlarım ve ben yurtta NBA 2K oynuyorduk ve bir arkadaş panik halde bağırmaya başladı:

“Oooooof, bu ne be!”

Telefonuna baktığımızda bir tweet gördük. Koçumuz Joe Mihalich, Hofstra’da görev almak üzere Niagara’dan ayrılıyordu.

Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Koç Mihalich hepimiz için bir baba gibiydi. Onun ayrılığını düşünmek, hele de böyle heyecan verici bir sezondan sonra, bizim için dünya üzerinde olabilecek en kötü şeydi.

Birkaç gün sonraki takım toplantımızda Koç haberleri doğruladı.

Bu ayrılık içimizden bazılarının Büyük Göç diye adlandırdığı süreci başlattı: O sezonun ardından Ameen Tanskley, Juan’ya Green ve ben de transfer olduk. Sonraki sezon altı oyuncu daha ayrıldı.

Yeni bir okul ararken bir seçim yapmak zorunda kalacağımı biliyordum. Ama yaptığım birkaç ziyaretten sonra yeni evimin neresi olmasını istediğim konusunda bir fikrim vardı. Bir karara varmam çok sürmedi.

Üniversiteli bir basketbolcu olarak “serbest oyuncu” olmak garip bir tecrübe.

Liseden üniversiteye geçtiğim sırada benle ilgilenen çok takım yoktu. Bir anda daha büyük okullardan telefon alıyordum: Purdue, Boise State, Nevada… Ama bir okul diğerlerine göre bir adım öne çıkıyordu.

Richmond kampüsüne adım attığım ilk andan itibaren her şey bana doğru gözüktü. Akademik boyuttan A-10 Konferansı’nın yarışmacı atmosferine okul tam anlamıyla eksiksizdi. Koçum Chris Mooney ve ekibiyle tanışmamla beraber kararı almak karar kolaylaştı.

Bana Dan Geriot adında bir elemanın bir videosunu gösterdiler. 2011’de okuldan mezun olmuştu. 2.05’lik, 106 kilo bir oyuncuydu. Top her yarı sahayı geçtiğinde bir şekilde hücumun en önemli bir parçası oluyordu.

Bana hücumu onun çevresine kurduklarını çünkü en iyi şut atan oyuncularının o olduğunu söylediler. Önemli olan en güçlü ya da en hızlı olmasıdeğildi. Hücum onun etrafında dönüyordu çünkü rakiplerinden daha zeki olmayı başarıyordu, savunmacıları yanıltıyordu. Koçlar bana sahadaki en zeki oyuncu olmayı öğretmek istiyorlardı, tıpkı Dan gibi.

Dürüst olmak gerekirse duyduklarım inanılmazdı. Ziyaretimden bir gün sonra mektubu imzaladım, Spiders’la anlaştım.

2013’te Richmond kampüsüne geldiğim gün, 111 kilo geliyordum ve felaket bir formum vardı. İşin ilk adımı sırtıma yük olan alışkanlıklarımı sağlıklı olanlarla değiştirmek olacaktı. Yeni okulumdaki ilk yılımı yediklerime dikkat ederek, şut çalışarak ve uzun koşulara çıkarak geçirdim.

Sonraki sezona 4.5 kilo daha hafif başlasam da hala tombuldum. O kadar çabuk yoruluyordum ki Koç Mooney’le aramızdaki gizli bir işaretle oyundan çıkmam gerektiğini gösteriyordum: Formamı şortun aşağı çekiştiyiorsam benim için mola zamanı demekti. Richmond’daki ilk yılımda oynadığım maçları dikkatle izlerseniz formamın neredeyse herrrrrr zaman çekiştirilmekten esnediğini görebilirsiniz.

Formsuzluğum antrenmanlarda alay konusu olmama da sebep oldu. Perde yapıp içeri devrilmem gereken bir çalışma sırasında devrilmek yerine şut yerine dışarı açıldım. Üst üste üç kere yapınca Koç Mooney düdüğünü çaldı, herkesi susturdu ve şöyle dedi: “Hey T.J.! Çöreklere devrilmeyi sevdiğini biliyoruz, neden potaya da öyle devrilmiyorsun?”

Herkes gülmekten yerlere yattı. Ben de dahil.

Komik de olsa bu olay sırasında ortalama 35-40 dakika sahada kalmayı gerçekten istiyorsam ya da Richmond’dan içimde pişmanlıklarla ayrılmak istemiyorsam harika bir forma girmek zorundaydım.

Ki bu da bizi yeniden bu yaza getiriyor.

Size küçük bir sır vereyim: Nancy Lieberman’ın (yani annemin) bir bağımlılığı var.

Kendisi meyan köküne bağımlı.

Evinde bir odadan diğerine geçerken mutlaka etrafta görürsünüz. Orada burada siyah meyan kökü durur.

Ve bir başka küçük sır: Ben de Twix barlarını çok seviyorum.

Yani şöyle diyeyim, onlara kesinlikle bayılıyorum.

Ancak geçtiğimiz yazın başında Twix yemeyi bırakmaya ve diyetimden şekeri tamamen çıkarmaya karar verdim. Ben bunun için uğraşırken annem de yediği meyan kökü miktarını azaltmaya çalıştı. Bu mesele aramızda bir iddia gibiydi. Ama onu sık sık anlaşmayı bozarken yakaladım. O da beni gizli gizli Twix yerken yakaladı. Ve her şeye yine, yeni ve yeniden başladık.

Size şunu söyleyeyim: Cidden çok zorlandık.

Benim için farklı bir yaşam tarzına sahip olmak demek sadece yediklerimi değiştirmekle ilgili bir şey değildi, ayrıca uyku düzenimi de düzeltmem, saat 9 olmadan yatmam gerekiyordu. Böylece annemle sabahın köründe başladığımız sabah antrenmanlarına uyanabiliyordum.

Evet, bu yaz tam anlamıyla bir süreçti ama her bir küçük detay daha iyi bir yaşam tarzına ve alışkanlara sahip olmam yolunda beni biraz daha odakladı. Televizyon izliyorsam her reklam arasında açma germe yaptım. Buzdolabım boşaldığında, Sacramento Kings’in şefi Brett’le markete gidip tamamen doğal, işlem görmemiş besinler aldım. Ve bütün bu değişiklikler sayesinde hem özel hayatımda hem de basketbolumda büyük değişiklikler oldu.

Sabah 5.30’da kalkmak eskiden beni zorlardı, artık rahatsız etmiyor. Artık 99 kiloyum ki bu da ilk günden bu yana 12 kiloya yakın verdiğim anlamına geliyor. Kariyerimde hiç olmadığı kadar yukarı sıçrıyorum ve kesinlikle daha esneğim. Yaz rutinimin önemli bir parçası da yogaydı. Birkaç yıl önce bir yoga dersi aldım ve sonunda bayılıp öleceğim sandım. Şimdiyse yapmaya doyamıyorum.

Bu yazı daha da özel yapan bir başka detay Los Angeles’taki Nike Skills Academy’ye davet edilmem oldu. 20 üniversiteli basketbolcuyla beraber antrenman yaptık, maç görüntülerini inceledik. Bize yol gösteren isimler arasında Julius Randle, Anthony Davis ve LeBron James vardı. Bazen etrafa sadece şaşkın şaşkın bakıp dört yıl önce bana burs veren sadece iki üniversite olduğunu hatırladım. Oysa şimdi dünyanın en büyük basketbolcularından bazıları sadece birkaç adım ötemdeydi. İnanılmaz.

Geçen yaz yaptığım bunca çalışmadan sonra Richmond’ı NCAA Turnuvası’na taşıyacak becerilere sahip olduğumu hissediyorum. Ben ve takım arkadaşlarım yurtlarımızda takılıyor, bilgisayar oyunu oynuyoruz ve dilimizde yalnızca gelecek mart ayında yaşanacak o çılgınlığa katılmak var. Doğrusu her düşündüğümde tüylerim diken diken oluyor. Çünkü kimse bizi bu sezon olay yaratabilecek takımlar arasında saymasa da takım arkadaşlarımla bu işi başarabileceğimizi biliyorum.

Ne olursa olsun şundan da eminim: Buradan ayrıldığımda hayatım boyunca hatırlayacağım hatıralarla yola devam edeceğim. Pazar sabahları futbol maçları izlediğimiz günler ya da takımca yaptığımız Avrupa seyahati yaptığımız o ağustos ayı… Hiçbir şey bu son dört yılda yaşadığım eğlenceli günleri benden alamaz.

Anne ve babamın desteği olmadan bunları başaramayacağımı biliyorum. Geçen yaz annemle çalışmak biraz da bu sebepten çok eğlenceliydi. İlk kez onun içinde yanan hırs ateşini yakından görme fırsatı buldum. Bazı antrenmanlar fazla hiddetli geçse de harika zamanlardı. En güzel anlar ben çocukken yaşadığımız anları hatırladığımızda yaşandı.

Ve biri diğerlerine nazaran biraz daha öne çıktı.

Annem 1998-2000 yılları arasında WNBA ekibi Detroit Shock’ın koçuydu. Bu sebeple sık sık Pistons’ın da maçlarına giderdik. Ve Chicago Bulls ne zaman şehre gelse mutlaka tribünde olurduk. Çünkü annemle Michael Jordan iyi arkadaştı.

Maçtan sonra annem ve ben, Michael’la hemen soyunma odasının dışında buluştuk. Hatırladığım kadarıyla (4-5 yaşlarındaydım) MJ o gün çok keyifsizdi. Chicago kaybetmişti. Bulls, Pistons’a ne zaman kaybetse Jordan sonucu biraz kişisel bir şey olarak görürdü.

Her neyse… Kollarımı açıp yüzümde kocaman Majesteleri’ne doğru koştum. O da beni kucakladı.

“Merhaba, T.J.!”

“Merhabaaaa, Michael.”

Hatırlatayım, daha beş yaşındaydım.

Sessizlik.

“Michael, bir sorum var.”

“Evet, T.J.”

Lütfen MJ’in kendisine mutlaka sorması gereken bir sorusu olan kaç çocukla karşılaşmış olabileceğini ve nasıl bir sabırla bu soruyu dinlediğini unutmayın.

“Space Jam‘deki Canavarlar’ı yenebiliyorsun da neden Pistons’ı yenemiyorsun?”

Annem ve Michael kahkahalarla gülmeye başladı.

Ama benim kafam çok karışmıştı. Ben şaka yapmak istememiştim ki.

“Siz neden gülüyorsunuz?”

Space Jam‘i çok sevmiştim ve Michael’ın uzaylıları yendikten sonra insanlar karşısında kaybetmesini hiç ama hiç anlayamıyordum.

MJ beni hala kucağında tutarken kafasını şöyle bir salladı, yüzünde o meşhur kocaman gülümsemesiyle sorumu yanıtladı:

“Bazen senin günün değildir T.J.”

Yaz boyunca, annem beni keflemediği zamanlarda, o ve ben bu tür hikayelere gülmekten ölerek günleri geçirdik. Şanslı bir çocuktum ama belki de yaşadıklarımın değerini tam anlamıyla bilemedim. Muhtemelen pek çok çocuk için böyledir. Ne kadar güzel günler geçirdiğinizi fark etmek için biraz büyümek gerekiyor.

Bu yaz, her şeyi değiştirmek istedim. Her zaman olmam gereken ama hiç olmadığım o örnek çocuk olmak istedim. Bu sezon için önümde birçok hedef var ama en önemli hedefim, annemi gururlandırmak olacak.

https://twitter.com/EurohoopsTR/status/890878208652062722
 
Son düzenleme:
Selamlar,

Oyuncuyu merak edenlerin sayısı bir hayli fazla. T.J. Cline'i Virginia'da yaşayan Richmond Spiders fanı arkadaşıma (Tom Saunders) sordum Tom, Cline'in kolej maçlarını sürekli izliyormuş-. Yorumu aşağıda:

Tom Saunders:
I think your fans will love T.J. He is an extremely hard worker, gives maximum effort on the court, and team player. To cite an old cliche' at Richmond "he made everyone around him better," on and off the court. He was a leader. T.J. is not the most athletic guy, but he is extremely smart on the court and plays with tremendous basketball savvy. His excellent passing and assist numbers speak to this. He has to use his savvy and hustle to score around the basket as many big men he faces there are quicker and more athletic. He can step back and make the three pointer. T.J. always seemed like an overachiever here. Hopefully, he will be in Turkey too. Lots of Richmond Spiders fans will be pulling for him to do well.
 
nedense oyuncuya dair yazılan her şey bana hiçbir özelliği olmayan birini parlatma çabası gibi geliyor. umarım bu lafları bana yedirir :)
 
Umarim faydali olur takimimiza asla erken konusup iyi ya da kotu demeyecegim ki zaten hicbir fikrim yok. Tek bildigim Russ Smith faciasindan sonra Ncaa konusunda yogurdu ufleyerek yemek lazim.
 
amerikadan gelen oyuncular avrupa basketbolu için herzaman risklidir. Çünkü gerçek basketbol avrupada oynanıyor.yani olayın teknik boyutu set disiplini vs avrupada ağırlıkda. Amerikadan gelen ortalama bir oyuncu hele de uzunsa ve basketbol temel bilgileri eksik ise avrupada tutunması çok zor. young gibi çok güçlü patlayıclığı olan tutuku ile oynayan biri de değilsen daha zor. amerikadan getrdiğin adam iyi olunca,tutunca örneğin young gibi zaten elinde tutamıyosun.e o zaman boşuna neden macera arıyosun. Yıllardır ligimizde olan ve belli bir seviyenin üstünde olan avrupa şampyonu olan slovenyanın ilk 5 inde olan vidmar ı neden almazsın mesela. banvitten gs nin vermeyeceği bir para mı alıyordur. veya oyunun her yönünü oynayan schilb i neden tutmazsın. her sene yeni oyuncularla yeni macera aramak zorunda mı basketbol takımımız
 
Cen Topsakal ve Erman Kunter muhteşem ikilisinin yerine Christmas ile birlikte kötü gidişatın faturasının kesildiği ikinci oyuncu oldu...(!)

Böylece bütün sorunlarımız da hallolmuş oldu..!


Oyuncuların verdiği verimden bahsetmek yerine bu iki ya tutarsa transferini yapanlar, Amerika'da haftalarca bunun için seyahat edenler yaptıklarının hesabını vermediği ve oturdukları koltukların ağırlığını bilmedikleri müddetçe Ali gider Veli gelir fark etmiyor zaten....
 

Üst