2012/2013 TBL Şampiyonu GALATASARAY

Öncelikle belirteyim ki, bu yazı bir hayli gecikmiş bir yazıdır. Yıllarca hayalini kurduğum, kelime kelime kafamda tasarladığım şampiyonluk yazısını kupayı aldıktan neredeyse 1 ay sonra yazabileceğim 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Lakin malum son dönemde ülkenin geçirdiği direniş süreci, şampiyonlukla aynı günlere denk gelince o çok beklediğimiz, hayal ettiğimiz mutluluk 2. plana düştü tabiri caizse. Zira aynı günler hatta saatlerde memleket için bir mücadele veriyorduk ve söz konusu vatansa gerisi teferruattı bizim için. Haliyle sevincimizi, mutluluğumuzu içimize saklayıp bir müddet erteledik ve uygun bir zamanı bekledik. Ve işte şimdi zamanı geldi.

Bu kulübün taraftarları olarak biz, çok büyük başarılar, şampiyonluklar gördük yıllar boyunca. Fakat bir nesil ki bu neslin en cefakar temsilcileri bu sitenin kurucuları ve ilk üyeleridir, basketbol şampiyonluğu hasretiyle yanıp tutuştu yıllarca. Ülkeye basketbolu getiren bu kulübün, eski şaşaalı yenilmez armada günlerini arşivlerden görüp keşke o günlere geri dönebilsek dedi durdu yıllarca. Çünkü onlar için Galatasaray sadece futboldan ibaret değildi, bir spor kulübüydü Galatasaray ve basketbol onlar için vazgeçilmez bir aşktı. Ve onlar bu imkansız aşkın peşinde koşmaktan asla vazgeçmedi.

En zor zamanlarda, en kötü sezonlarda, en zayıf takımlarda dahi vazgeçmedi. Kah 100 kişi, kah o kadar bile değil, salonlara gitti. Parasızlıktan mecburen alınan 3. sınıf yabancıları süper yıldızmışcasına sevdi, benimsedi. Kendinden kat kat büyük bütçeli takımlarla oynarken, kaybedeceğimizi bile bile, maç 20-25 olana kadar çılgınca bağırdı tribünde. Kaybettiğinde zerre azalmadı aşkı, şevki, sevgisi. Hayal kırıklığını içine gömüp sonraki maça baktı. Arada denk gelip kazandığı da oldu tabi… o zaman da günlerce yaşadı o mutluluğu, zira her zaman ele geçmiyordu öylesi galibiyetler. Gün oldu, koskoca Galatasaray küme düşme maçları oynadı… olsundu, hiç gocunmadan gitti verdi desteğini. Zira zaman, zemin, hedeften bağımsız, armaya ve renklereydi aşkımız.

Basketbol hep futbolun gölgesinde kalmıştır bu ülkede… o zamanlar daha da bir geride kalmıştı, adeta bir üvey evlat muamelesi görüyor, kulübün üstünde kambur olarak görülüyordu. Hatta şubenin kapanması bile gündeme geldi. Acılı, korkulu günlerdi. Ne demekti şubeyi kapatmak? Olamazdı. Varsın şampiyon olmasındı, iddialı takımlar kurulmasındı ama o armayı, o formayı parkede görelimdi razıydık.

Sesimizi duyurmak en zor şeydi o zamanlar aslında. Takıma olan bağlılığımızı, aşkımızı anlatmak zordu zira yöneticilerin bile gözünün futboldan başka bir şey görmediği bir dönemde basketbol tutkusunu paylaşmak anlamsızdı insanların gözünde. Biz de gsbasket’e sığındık. Burada herkes anlıyordu birbirini. Aynı sevdadan muzdarip, aynı şeyleri hisseden, aynı yolun yolcusu insanlar vardı burada. Acıyı, kederi, mutluluğu, coşkuyu en çok da umudumuzu paylaştık gönlümüzce. Birbirimizden güç aldık, en kara günlerden beraber çıktık. Bazen fazla iyimserdik, kendimizi kandırdığımız zamanlarda oldu yalan değil, ama tünelin ucundaki ışığı hiç kaybetmedik… ışık söndüyse bile biz yaktık yeniden. Bir şekilde diri tuttuk umutlarımızı. Elbet ilelebet öyle gitmeyecekti her şey, devran dönecekti bir yerde.

Ve sonunda ışık gittikçe daha da parlamaya başlıyordu uzaklardan. Yaklaşıyordu bir şeyler hissediyorduk ama tam da adını koyamıyorduk. Dile kolay 20 küsür yıllık bir hasretti bu. Öyle birdenbire olmazdı bazı şeyler. Acelemiz yoktu, bekledik. Geç olsun güç olmasın dedik. Her sene biraz daha yaklaştık yukarıya, her sene daha çok dolmaya başladı salonlar.

Ve nihayet yükseliş dönemi başlamıştı artık... Hakan Üstünberk önderliğinde yapılanan şube, Oktay Mahmuti ile adeta şahlandı. Taraftar, koç ve takım arasında öyle bir bağ kuruldu ki, orta vadeye konan hedefler kısa vadede bir bir yakalandı. Lig finali, eurolig top 16, ertesi yıl lig 1.’liğ. derken bir anda sıra şampiyonluğa geldi ve tam yol giderken duvara çarptık. Her şey paramparça olmuş, takım dağılmış, taraftarın adeta taptığı Oktay hoca, nedeni hala meçhul bir şekilde gönderilmiş ve yıllar sonra ilk kez bu kadar güçlü kurulan takım-taraftar bütünleşmesi kopma noktasına gelmişti. Ve o korkunç yine en başa döndük hissi kaplamıştı herkesin içini.

Fakat yanılmıştık… bir adam çıktı ve bizi yanılttı. Hem de sezon boyunca her şey aleyhine gelişmesine, bırakın basketbolu, dünya spor tarihinde bir takımın başına gelebilecek en kötü şanssızlıkların yaşanmasına rağmen. Düşünün ki, bir takım kuruyorsunuz ve ikisi tüm sistemi üstüne kurduğunuz, biri ilk 5 oyuncusu ve diğeri de rotasyondaki ilk yedek olmak üzere tam 4 kısa oyuncuyu sezon içinde kaybediyorsunuz. Yetmiyor, zehirlenenler, zatürre olanlar, burnu kırılanlar, parmağı kırılanlar… yazarken bile korkunç gelen bu senaryo aslında tamamen gerçekti ve rakiplerden çok işte bununla savaştı Ergin hoca. Hem de bir an bile olsun ağzından tek bir şikayet, mazeret cümlesi çıkmadan. Hem de sezon boyunca taraftarın mesafeli desteğine rağmen. Zira kabul etmek lazım ki Oktay hocanın gidişini bir türlü içine sindirememişti taraftar ve bu yeni koçu benimsemesi hiç de kolay olmadı. Ama ona da eyvallah dedi ve devam etti bu adam. Her şeyi halletmenin tek bir yolu vardı ve o bunun ne olduğunu çok iyi biliyordu…ŞAMPİYONLUK.
Ve bu yolda en kritik hamleyi yapıyor, Hawkins’den boşalan liderlik koltuğuna tanıdık bir yüzü oturtuyordu; Carlos Arroyo. Yüklü miktarda bonservis ödenerek yapılan bu transferden sonra tek yol vardı Ataman için; ŞAMPİYONLUK. Kendini kabul ettirmek için başka seçeneği olmadığını o da çok iyi biliyordu artık. Herkes acaba mı derken o kendinden gayet emindi. Kısa sürede sistemi tamamen değiştirip ipleri Arroyo’ya teslim etti ve o andan sonra takım bir daha arkasına bakmadı. Kılpayı kaçan Türkiye Kupası ve Eurocup, lig şampiyonluğunu iyice olmazsa olmaz bir hedef haline getirmişti. Bütün takım adeta aç aslanlar gibi saldırdı kupaya o andan sonra. Önüne geleni silindir gibi eziyordu, 26 maç üst üste kazanarak Yenilmez Armada olmanın ne demek olduğunu herkese göstermiş fakat son darbeyi İstanbul’a bırakmıştık. Mağlubiyet hoş değildi ama hemen herkes sevinmişti o mağlubiyete açıkçası.

Sonrası şölen, sonrası bayram, sonrası vuslattı. İpekçi’nin silme dolu tribünleri daha hava atışıyla başlamıştı kutlamaya. Çünkü Banvit’liler dahil herkes bunun sadece bir formalite maçı olduğunu biliyordu. 23 sene artı 40 dakikalık çile sonunda bitmişti. Şampiyonduk. Galatasaray basketbol takımı şampiyondu. Kupa Arroyo ve Ender’in ellerinde kalkarken dalan gözlerden film şeridi gibi geçmekteydi eski yıllar, takımlar, koçlar, oyuncular.
Herkes çok mutluydu ama bizimki biraz farklıydı. Sadece şampiyonluktan çok daha büyük anlamlar, duygular, bambaşka hisler ifade ediyordu bu kupa. Kan, ter, gözyaşı, emek, yıllarca beklenen an, sevgiliye kavuşmak gibi, gurbetten memlekete dönmek gibi. O anda bütün Galatasaraylılar mutluydu elbette ama, bir tayfa vardı ki o anda kah salonda, kah memleketin dört bir köşesinde tv karşısında, onların mutluluğu bambaşkaydı. Bu sevinci en çok onlar hak etmişti. Bu takıma en çok onlar emek vermişti. Bu takımı en çok onlar sevmişti.

Onlar GSBASKET tayfasıydı… direnişe selam, asla vazgeçmeyenlere armağan olsun.
 
7 sene geçmiş üstünden... Benim olaya yavaş yavaş hakim olduğum 2005-2006 falan o dönemlerde en son "bilmemkaç senelik çile" diye sayılıyordu Ahmet Cömert'teki portatif tribünlerde. Yok kupaları şirketlere bırakmayalım, yok Galatasaray kafa kıran, yok Cemal Nalga, yok Oktay Mahmuti derken 23 senede bitirebildik çileyi. O da Gezi olayları falan derken resmen araya kaynamıştı. Maça gidenler hariç doğru düzgün yaşayamadık bile...

Kadın basketbol takımının 2015 şampiyonluğu başlığına da yazmıştım. Bir daha görür müyüz, ufak çapta birkaç mucize lazım...

Emeği geçen herkesin emeğine sağlık bir kez daha...
 
Uzun zamandır uğramıyordum buralara, heyecanımı kaybettim, dostlar bilir...

Başlığı yukarıda görünce o günler geldi aklıma, bir o dönemdeki heyecanımı düşünüyorum bir de bugünü. Haftada bir İstanbul´a maça giderken şimdi yıllardır gidilmeyen maçlar, yolunu unuttuğumuz salonlar, statlar. En azından hakkını vererek yaşamışız o günleri.

Hafızam zayıftır ama yanlış hatırlamıyorsam bu maçın ardından Gezi Parkı´na gidip orada sabahlamıştık gsbasket´ten kardeş bildiğim insanlarla. Unutulmaz bir maç, unutulmaz bir gece, İstanbul´un göbeğinde komün hayatı. Aldığımız nefesin hakkını verdiğimiz yıllar...
 
2013-2015 guzel senelerdi.Aslına bakacak olursak , Corona denen ( ? ) soru işaretli virüs, bir çok yetersizliğe,bir çok gündemde olması gereken konuların yönünü insanlardan uzaklaştırıp farklı yönlere herkes çekildi... Şimdi bir para,bütçe gerekse zaten corona virüsü var ya diyecekler..( Beceresizlik yönetimlere gün doğdu ). Yaşanan güzel yılların tekrarı mucize olur bu yapıda. Her konuda umutsuzluk diz boyu ..Keşke sadece sporda! olsa...
 

Üst