Cem Akdağ

Şubat 2020 de Cem Akdağ ile yaptığımız sohbet-röportaj:

Eskiden de müessese takımları olmasına rağmen Galatasaray basketbolda hep başarılı bir grafik çizmişti. Fakat şu anki duruma baktığımızda bu bütçe ile müessese takımlarına karşı koymak pek mümkün gözükmüyor. Bu durumu etkileyen faktörler sizce nelerdir? Galatasaray basketbolunun geleneğini kaybetmesi mi, yoksa basketbolun o döneme göre daha profesyonelleşmiş olması mı daha büyük etkendir?
Profesyonelleşmiş olması kesinlikle doğru ama eskiden müessese takımları varken Galatasaray’ın mücadele etmiş olduğu nokta şu andaki takımın seviyesindeydi. Sürpriz galibiyetler alınıyordu ama hiçbir zaman şampiyonluğa oynayan bir Galatasaray olmadı. İlk müessese takımları kurulduğu zaman, bizim takımda olan rahmetli Doğan Hakyemez, Nur Germen, Nusret Işıldaksoy, İzzettin Sürücü gibi oyuncular gitmeye başladılar. Para kazanmak için bu kulüplere gittiler ve bu son derece doğal bir şey. Sonuçta o zamanlar maaş alınmıyor; kontrat yok. Turgay Demirel ve ben genç olduğumuz için büyükler gidince takımın liderleri olduk ve bizim takım şampiyonluk için kurulan takımları yendi ama bunun olmasının sebebi öncelikle bizim o zamanki hırsımız. Daha önce az oynadığımız için elinize böyle bir fırsat geçtiği için ortaya çıkan hırs. İkincisi de Galatasaray’ın altyapısından yetişmiş olmamız. O zamanlar 3-4 tane altyapıdan oyuncu vardı kadroda. Yabancı zaten 1 taneydi veya sonradan 2 tane oldu. Daha sonra Yalçın ağabeyin gelmesiyle Galatasaray kulübünde müessese kulüpleri olmasına rağmen çok ciddi yatırımlar yapıldı. Bu yatırımda Faruk Süren’in büyük katkıları oldu. O zaman müessese takımlarıyla yarışabilecek bir bütçemiz oldu. Sizin de bildiğiniz gibi Oktay Mahmuti zamanında da yaşandı: Seyirci faktörü. Yalçın ağabey bu konularda muhteşemdir. İnsanları harekete geçirir. Bir oyuncuya boş turnikeyi at demez, içine vur der. Aynı şekilde bir konuşma yaptığı zaman seyirciyi galeyana getirebilecek özelliği vardı. Bu benim sakatlandığım döneme rastlıyor. Ayağım kırılmıştı sezona başladığımda ve basketbolu bırakmak zorunda kaldım ama çok yakından izledim üst üste gelen 2 şampiyonluğu. Tamamıyla Yalçın ağabeyin başarısı. Faruk ağabeyin işi ehline bırakıp hiçbir şeye karışmaması, idareci görüşü, oyuncuların taraftarlardan almış olduğu şevkle geldi başarı. Sonrası ise karışık… Sonrasında eskiye dönüş olmadı. Profesyonelleşti Galatasaray erkek takımı. Yavaş yavaş transferler yapılmaya başlandı. İyi organizasyonlar taraftara yetmemeye başladı. Çünkü taraftar şampiyonluk bekledi o günlerden sonra ama sonra gelen iyi organizasyonlarda hiçbir zaman yukarı ile mücadele edebilecek durum olmadı. Bunun sebebi bence yöneticilerin bu işe maddi anlamda girişmemiş olması. Önceden Faruk ağabey finanse ediyordu nerdeyse bunu ama sonrasında gelen yöneticiler pek girmediler bu işe… Aslında o kadar profesyonelleşti ki, kulüp sahibi olmadıktan sonra kimse bütçeyi idare edemiyor. Ayrıca sponsor bulma konusunda Galatasaray her zaman diğer takımlara göre geride kaldı. Bir türlü halledemediler. En büyük problemlerden biri bu.

Erkek basketbola geliş tarihiniz, Galatasaray basketbolunun en kaotik anıydı. O dönemle alakalı neler anlatabilirsiniz?
O sene çok ilginç bir sene. 2007’de kadın takımından bazı sebeplerden dolayı herhangi bir bedel istemeden ayrıldım ve yerime Okan Çevik geldi. Açıkçası basketbolu sadece altyapıda sürdürmeyi planlayarak o ayrılığı yapmıştım… Daha sonra bir teklif geldi. Mümtaz Tahincioğlu, Tuğrul Demir, Nur Gencer, hatta Haldun Üstünel, ki basketbolla hiç alakası olmamasına rağmen… Yani sayamıyorum ama 6 değişik yönetici geldi gitti. O sırada karışık olaylardan sonra bir yönetici geliyor ve söz veriyor oyunculara. Sonra söz yerine getirilmiyor ve o yönetici sonra gelmek istemiyor; yerine başkası geliyor. Bu böyle uzun süre devam etti. Ben geldiğimde idareciliğimi yapan Nur Gencer gelmişti. Çeşitli nedenlerden dolayı 1 maç sonra o da ayrıldı. Toparlanma olayı biraz karışmaya başladı. Derken biz maçlara çıkıyoruz. Antrenman yapmadan İtalya’ya gittik; yenildik. TOFAŞ maçını oynadık; yine yenildik. Ama kimse yok başımızda. En sonunda biz yolumuza devam ettik. Haldun Üstünel’in gelmesi sonlara doğru oldu. Aliağa maçını oynarken ilk defa gelmişti, ki son maçlarımızdan biriydi.
Ben oyuncuların hepsiyle birebir toplantı yaptım. Birtakım sohbetler yaptım. Yabancıların çoğu kontratının devam etmesini ve bir şekilde burda oynamak istiyorlardı. Çok karakterli oyunculardı. Türklerin büyük çoğunluğu gitmek istiyordu ama onlar da paralarını aldığı müddetçe sorun olmayacağını belirttiler. Kendilerine anlattım ne olup biteceğini. Burda Galatasaray ruhu yok; sonuçta çoğu yabancı. Sadece Göksenin var altyapıdan. Göksenin mükemmel antrenman oyuncusuydu o zamanlar. Washington’ı onun sayesinde bu kadar iyi kullanabildik. Mersin’de bir galibiyet aldık; çok kritik bir galibiyetti. Cemal gitmişti. Uzun oyuncumuz için Adnan Polat bir bütçe çıkardı fakat biz o bütçeyi takımı karıştırmaması için kullanmadık. Yerine Fatih Solak’ı aldık. Sonra acayip bir şey oldu. Seyirci bizi çok sevdi. Ahmet Cömert’te Telekom maçında doldurdular salonu. Ve acayip sempatik davranmaya başladılar bana ve oyunculara. Bu bizi motive etti. Efes’i yendik. Kayıtları vardır internette. Hatta biz Ergin ile konuştuğumuzda “iyi ki play-off’a kalamadınız; siz bize zor gelecektiniz” dedi. Çünkü bizim 5 oyuncumuz da dışardan atabilen oyunculardı. Wilkinson, Rancik… Hakikaten taraftarın sayesinde oyuncular ayakta kaldılar. Benim kadın takımında da uyguladığım bir sistem vardı. Yüksek tempo, agresif, herkesin girip çıktığı bir oyun… Oyuncular bunu sevdiler. Bunu uygulamaya başladılar. Hayatımın en önemli şanslarından biridir. En mutlu olduğum sene diyebilirim. En ufak bir sıkıntı yaşamadım. Kazandıkça her şey iyi oluyor. En trajik hadise şuydu. Son maça kadar hem küme düşme, hem play-off’a kalma devam ediyordu. Herkes kazanıyordu. O onu yeniyor, o onu yeniyor…

Biz Petkim’e yenilince Fenerbahçe de Bornova’ya yenildi. Eğer FB yenilmese biz play-off’a kalıyorduk. O günden kaynaklı, Fenerbahçe’ye karşı bir duygu var mı?
Siz o bakış açısına sahip olabilirsiniz ama bizim amacımız sadece önümüzdeki maçı kazanmaktı. Kazanıyoruz, haber geliyor. Kazanıyoruz, haber geliyor… Çok stresliydi. Bornova maçı öncesini anlatamam. Gece uyuyamadım. Koskoca Galatasaray, bu kadar yıllarımı vermişim. İşler buraya kadar gelmiş ve hala bir maç kazanmamız gerek… Neyse çok rahat kazandık ve görevimizi yerine getirdik.

Darius Washington’ın sakat sakat oynadığı bir BJK maçı vardı.
Burak Bıyıktay şimdi de BJK’de. O zamanlar koç yine. O hikaye ilginçtir. Darius oynayabileceğini söylüyor; doktor dinlenmesi lazım diyor. Maç bir başlıyor ve 18 sayı farkla BJK öne geçiyor. Darius’u oyuna sokuyorum; sağdan soldan niye erken başlatmadın, niye şimdi oyuna sokuyorsun gibi laflar duyuyorum ama Darius çok müthiş bir periyot geçirdi. 4 dakikada farkı indirdi. 2. devrede de farklı bir şekilde bitirdik maçı. O maçta en ufak bir tedirginlik yoktu. Fark açılmasına rağmen bazen koçlar bazı maçları hisseder. 24 maçta 17 galibiyet… Bu arada önemli bir noktayı da atlıyor insanlar. Avrupa’da da ilk 16’ya kaldık. Şampiyon olan Valencia takımını az kalsın yeniyorduk. De Colo’nun steps sonrası bulduğu sayıyla uzatmaya gitti maç ve öyle kaybettik. Avrupa’da da çok iyi oynadık.

Aslında Eurocup’ta ilerlemek risk değil miydi? Sonuçta ligde sıkıntılı durumdaydık.
Öyle değil. Kadın takımında başıma geldiği için anlatıyorum. Avrupa kupasında 2007’de oynadığımız zaman, şampiyon olan takım, format şöyleydi. Hangi takımla oynarsanız oynayın o oynamış olduğunuz takımı ne kadar farklı yenerseniz, bu sayı farkı averaj olarak hanenize yazılıyor ve sizin ev sahibi olmanızı sağlıyor. Ben de buradan hareketle Avrupa’ya her gittiğimde mümkün olduğunca en iyi beşi oynatmaya çalışmıştım. En iyi beş oynadığı zaman biz orda farklı galibiyetler aldık, ki nitekim son maça kadar avantaj bizdeydi. Erkek takımına dönüyorum. Yurtdışına gittiğimiz zaman herkese süre verme şansı olduğu için herkes mutlu oluyordu. Türkiye’ye dönünce de “az oynadım-çok oynadım” gibi şeyler olmuyordu. Kadın takımına geri dönersek… Ben çeyrek finalde bırakmıştım takımı. O zamana kadar averajı ele geçirmek için bazı oyuncuları az oynattığımdan dolayı takımın içinde birtakım sorunlar yaşanmaya başladı. Zaten olayın enteresan tarafı bu. İki tarafta da aynı olayı yaşıyorsunuz fakat sistemler farklı.

Kadınlarda da lig kolay değildi. Panküp’e kaybetmiştik.
4 maç kaybetmiştik ama umrumda bile değildi. Çünkü nasıl olsa şampiyon olacaktık. Kadromuz çok çok iyiydi. Müthiş bir takım kurmuştuk. Benim kafam sadece Avrupa’daydı… Ya 2007’den bahsediyoruz. 13 sene geçmiş ama o zamanki duyguları hatırlayabiliyorum.

Hocam Telekom maçı da Ahmet Cömert’e alınmıştı. Baktım yakınım; bu maça gitmem lazım dedim. Tam evden çıkacakken kız arkadaşım aradı. Buluşacağımızı unutmuşum. Sonra tartışmalar… Ama ben o gün maça geldim.
10 sene geçti. Kız arkadaş ne oldu? Galatasaray hala hayatında…(Anıl Mehmet Yıldırım)

Güncel bir soru sormak istiyorum. Erkek takımıyla o yıl oynattığınız oyun keyifliydi. Yüksek tempolu hücum basketbolu… EuroLeague’de oyun şu anda buna döndü. Oyuncular akıl koymakta zorlanıyor ama hızlı oynama gayreti var.
Bu bir teknik soru. 2003 senesine kadar kadın basketbolunda ilk 20 takım arasında değildik. 4 grup vardı 5’er takımdan. Biz bir grubun sonuncusu olabiliyorduk. Baktık bu iş böyle yürümeyecek. 2005 senesinde Avrupa şampiyonası Türkiye’ye alındığı zaman ben farklı bir sistem uygulamaya başladım. Ben çok meraklıyımdır basketbolun detaylarına… Bu sistem şöyleydi. Koşarak oynamak gerekiyor. Zaten yavaşlayacağınız zaman yavaşlıyorsunuz sette. Ben bir sistem geliştirdim. 2 sene boyunca üzerinde çalıştık. Şampiyonada ilk maçımız 17 defa Avrupa şampiyonu olmuş Rusya takımına son topta yenildik. Bu müthiş bir göstergedir sistemin işlemesi açısından. Zaten ilk defa çeyrek finale kaldık milli takımlarda. Sonrasında hep yukarda kaldık.

Bu sistemle alakalı bir soru soracağım. Önemli bir oyuncumuz bu süreçte milli takım kampından ayrılmış. Bu basketbolu istemeyen oyuncular da var mıydı?
Tecrübeli oyuncular bu koşmalı basketbolu istemez. Dolayısıyla genç, enerjik, ateşli bir oyuncu grubu gerek. Artı taraftara da ihtiyaç var. Taraftar oyuncuyu heyecanlandırır. Birbirlerini tamamlıyorlar. Neyse erkek takımına geçtikten sonra oyunculara tek tek anlattım bunu. ABD’liler zaten Wilkinson ve Rancik (Rancik’i ABD’li sayıyorum), Washington böyle bir sistemle oynamayı isteyen oyuncular. Diğerlerinden bazıları olabilir, olamaz gibi düşünceler oldu. Özellikle Evren Büker… Evren PG olmayan bir oyuncu ama Can sakatlandı ve Tanjevic Evren’i PG olarak milli takıma aldı. Bir sistemin bir oyuncu üzerinde ne kadar farklı etkiler yarattığını görebilirsiniz. Caner Topaloğlu 3’tü, 2 oldu. Bu sistem sayesinde coşku geldi. Maçı kazanırsınız, kaybedersiniz. Belirli bir mantık dahilinde bu tempoya girdiğiniz zaman hem oyuncuların, hem taraftarın hoşuna gidiyor. Bu bir gerçek.

Bu sistemi deneyip kötü oynayan takımlar da var.
Siz bir baraj koyarsınız takıma. Mesela kadın milli takımına 80 tane topu potaya atacaksınız diye bir kural koymuştuk. Ben hiçbir atışa bakmıyordum. Biz çeyrek aralarında 18 top attıysak 2 borcunuz var diyordum. 2. periyot 22 borcunuz var diyordum. Hazırlık evresini böyle geçirdik. Gaziantep takımını da böyle oynattım. Olin takımında 3 yabancıyla böyle oynayarak 8 galibiyetle kümede kaldık. Burda tavanı belirleyeceksiniz. Gerçek maçlar başladığında bu kez asist miktarıyla, top kaybı miktarıyla oyununuzu ortaya koyacaksınız ve yüzdeler yükselirken top kullanma adetleri aşağı inecek. Kadınlarda 80’di; 80 kaldı. Gaziantep’te 80’di; 73’e indi. Olin’de de 71’e kadar indi. Seyirci rahatsız olmayacak. Netice olarak yüzdeler düzelmeye başlayacak. Yüzdeler yükselmeden körü körüne 100 tane atarsanız “bu ne ya sokak basketbolu” derler yani.

Erkek basketbolunda o seneden sonra çeşitli başarılar geldi. Kurulan bir yapı var mıydı? Kıvılcım siz misiniz?
Üst üste bir şey konmadı. O bir gerçek ama en önemli ayrıntı çok ciddi bir bütçe ayrıldı. Hakan Üstünberk ile konuştuğumuzda, bana bütçeyi söylediğinde biz Ermal’ı almak istedik. Ermal’ın parası bizim bütçenin yarısı kadardı. Sonra benden vazgeçip Oktay Mahmuti ile anlaştıktan sonra ilk aldıkları oyuncu Ermal oldu. Bu da bütçenin bir anda bana söylenilenden çok daha fazlasına çıktığını gösteriyor. Galatasaray için müthiş bir şey oldu. Netice olarak final oynadık. 1 sene önce küme düşmemeye oynayan takımdan final oynayan takıma… Takımın kümede kalması teknik anlamda benim başarımsa, takımın final oynaması da Hakan Üstünberk’in vizyonu sayesinde oldu.
Ben o zaman şöyle bir formül düşünmüştüm. 3 yabancıyı uzun olarak almayı, 1 tane de kısa yabancı almayı düşündüm. 3 yabancıyı 2 pozisyonda değiştirerek oynatmayı, 1 yabancıyı sürekli olarak planlamıştım bütçeden dolayı. Hatta Frank Elegar’ı düşünüyordum uzun pozisyonuna.

Kalsaydınız Washington ile yollar ayrılacaktı yani…
Yok. Onun kalma ihtimali vardı ama ben aslında Darius ile oynamaktan çok hoşlanmıyordum. Darius kontrol etmesi zor bir oyuncuydu. Olin’e de mecburen aldım. Bazı oyuncular… Mesela Göksenin. Dizginlerini bırak; belki muhteşem maçlar çıkarabilir ama çok da kötü oynayacağı maçlar olabilir. Ama Göksenin’i disiplinli oynatmaya devam ettiğinde istikrarlı bir katkı alabilirsin. Washington da böyleydi. Serbest bıraktığında 30-40 atıyordu. Mesela
Efes maçında fark azaldı. Oyuncuların bazıları kaybedeceğimizi düşünürken Darius girdi. Onun oyunlai skorla alakası yok. Bir anda üçlük attı, asist yaptı. Maçı bir anda kazandık. Basketbol aklı olmadan basketbolu oynayan oyuncular bunlar. Amerika’da, kolejlerde yüzlerce var böyle. Normalde Darius’u direkt oynatmazdım. Caner, Evren, Jasaitis, Rancik ve Wilkinson oynardı. Esas takımımız buydu. İşler ne zaman sıkışırsa alırdım Washington’ı, Fatih Solak’ı. Bizim düzen dışı oyuncumuzdu Washington. B planımızdı.
Bütçeniz iyiyse o zaman böyle tempolu bir basketbolu kimse tercih etmez. Her pozisyonu dikte etmek için iyi bütçen olacak ve iyi oyuncular seçip oynayabilesin ama bütçen düşükse ve fark yaratmak istiyorsan böyle bir yöntem seçmek zorundasın.

Ne zaman aklıma o sezon gelse hızlı hücumda Jasaitis, Evren üçlük atıyordu.
Bizim bütün antrenmanlar öyle geçiyordu. Bunun bir çalışma sistemi var. Seminerlerde de bunu çok uzun süre anlattım. Bu ancak belirli bir eğitim almış oyunculara verilebilecek bir antrenman şekli. Mesela genç takımlara bunu yaptıramazsınız…

Antrenmanları Florya’da mı yapıyordunuz?
Evet. 1978-1979’da Florya ne zaman açıldıysa o günden bu yana aynı problem yaşanıyor. Altyapıların antrenman yapabileceği bir yeri olmalı. Galatasaray’ın bir yeri olmalı. Ben salondan vazgeçtim. Eskiden devamlı oyuncu çıkardı. Ege, Göksenin, Muhammet Baygül, öncesinde Keremler var… Biz hep altyapıdan 1-2 tane oyuncu koyduk. Mesela Cruyff’un bir kitabı var. Orda “Kulübün DNA’sını almış oyuncu yukarı geldiği zaman başka bir etki yaratıyor…” diyor.
Ben genç takımda antrenörken finalde uzatmada kaybetmiştik Efes’e. Ergin Ataman Efes’in antrenörüydü. Yönetici bana sorduğunda “antrenman yapabilsek şampiyon olacağız” dediğimde “vah vah” diyordu yönetici. O gün bugündür hala aynı şey devam ediyor. İlk sağlanması gereken şey prefabrik 2 tane basketbol sahaları. Maliyeti de ucuz. Gelir de getirir sana bunlar basketbol okullarından. Altyapı kendi kendini orada kurtarır. Ben altyapıda antrenörken kazandığımız parayla A takıma yardım yaparlardı. Galatasaray için bu değerli bir konu. Taraftarın ilgilendiği konu şampiyonluk ama Galatasaray bir ABD’liye vereceği 200bin-300bin lirayla 2 tane prefabrik salon yaptığı zaman oyuncu ordusu çıkarırsın ordan. Şaka değil ya. O kadar fark ettirir ki…

Ertuğrul Erdoğan da kulübün bir kalesi olması gerektiğini ifade ediyor.
Mesela Ertuğrul Erdoğan ile bir dönem birlikte çalıştık. Cem Gökçe diye yıldız takımdan bir arkadaşım vardı. Yıldız milli takımda onun yardımcılığını da yaptım. Daha sonra İstanbul’a geldi ve Galatasaray’ın antrenörü oldu. Ben onun yardımcısı oldum. 3. antrenör de Ertuğrul’du. O sene de kritik bir seneydi (1997). Kerem’i çıkardık. 16 yaşında ilk kez Avrupa kupasında onu oynattık. Biz geldiğimizde Levent Topsakal gitti. O sene çok iyi takımımız vardı aslında.

96-00 arası hep bu sene sanki olacak gibi bakıyorduk…
Yönetimde ne yapacağını bilen, liyakatı bilen birileri lazım. Artık ruhtan vazgeçtim; akıl önemli. Bu sadece Galatasaray için geçerli değil. Ben çok takım dolaştım ve takımların %90’ı böyle. Gerçekleri kabul etmek lazım. İnsanlar böyle yaklaşımı biraz naifçe buluyor ama doğrusu bu…

Bandırma organizasyonunu nasıl buluyorsunuz?
Biz her sene TÜBAD olarak oraya gidiyoruz. Orası bambaşka bir olay ama Galatasaray çok büyük hedefleri olan bir yer olduğu için olmaz burada öyle bir işleyiş. Altyapıyı tamamen ayırıp orayla ilgilenecek birisini bulup yukarıya oyuncu yollayacak şekilde bağlantı kurulması lazım. Şu an Erhan veya Tolga’nın mesela “Ertuğrul ağabey gelir misin sana birisini izleteceğim” demesi lazım. Ertuğrul da “ya çok iyiymiş; bu oyuncuyu bizim antrenmanlara yolla artık” diyip vazifesini yapmış olduğunu, rahatlıkla yukarıya onu vermesi lazım. Ancak böyle bir sistem Galatasaray’a uygun olur. Eskiden benim Eczacıbaşı’nda yapmış olduğum gibi, Efes’te yapmış oldukları gibi, altyapı ile üstyapının koordineli devam etmesi Galatasaray’da zor. Altyapının başka bir dünyası var… Örneğin topu yönlendirebilecek birisinin çıkarılabilmesi lazım. Zorlaştı elbette. Her takımda yabancı skorer kısalar var. Bursa’yı, Afyon’u seyrediyor musunuz?

Chris Jones seneye düşünülebilir.
Afyon’da da var çaylak. Ortalığı birbirine katıyor. Mesela Jones takımın kimyasına uyar mı? Bo İtalya’da oynarken herkes müthiş oyuncu diyordu. Fener’e geldi kimse yüzüne bakmadı. Saras oyuncuyken Fener’e geldi. İnsanlar bu adam savunma yapmıyor dedi. Şunu söylemeye çalışıyorum. Dışardan görüldüğü gibi değil. Ülke şartları, takımın koçu, takımın sistemi her şeyi çok farklı hale getiriyor. Bunu en iyi yapan da Ergin Ataman. Oyuncuyu oynayabileceği şekilde oynatmayı başarıyor.

Larkin “ben lise takımı rahatlığında oynuyorum” diyor. Oyunculara ipleri bu kadar vermek doğru mu? Nasıl yorumlarsınız?
Ergin Ataman Avrupa’nın şu anda en iyi koçu. Tartışılmaz yani. Oyuncu ilişkilerinde sizin görmediğiniz çok ciddi sertliği var. Ciddi bir kontrolü var. Simon’u hatırlarsanız bir maçta oynatmaması… 2 maç sonra en iyi şekilde oynamaya başladı. Bunlar kolay işler değil. Bunları yapabilmek için geniş bütçe ve geniş oyuncu kadrosuna ihtiyaç var. Bazı insanlar da geniş kadroyu idare edemez.

Kadınlarda sizle yaşadığımız final serimiz var. Kadroyu direkt sayabiliyorum. Işıl, Esra, Vickie, Petra, Sophie.
Biliyorsunuz ben geldiğimde Esmeral’i, Birsel’i ve Nevriye’yi almak istedik. Özellikle Nevriye’yi almak için hamle yaptık ama paramız olmadığı için alamadık. Sonra Işıl’ı aldık. Bahar’ı ertesi sene aldık. Esra’yı aldık. Şebnem’i, Gülşah’ı aldık. Petra, Vickie ve Sophie vardı. Rahmetli Özhan ağabeyin bir sene önce çok beğendiği Chantalle Anderson’ı kadroda tuttuk. Tabi disiplinsizlikler, sorunlar oldu. Gülşah’ı devre dışı bırakmak zorunda kaldık. Takımın tarzına uyamadı. Chantalle sakatlanıyordu… Saliha’yı sonradan aldık. Işıl muhteşem oynuyordu. Esasında yine taraftar yaptı hadiseyi. Kadın milli takımının aksine inanılmaz organize oynuyorduk. Muazzam savunma yapıyorduk. Avrupa’da da yarı final oynadık yani. Taranto’ya elendik. Burda yendik; orda yenildik ama yetmedi. Petra’nın yanına bir uzun lazımdı. Hiç unutmuyorum. Bir deplasmanda Vickie, Mitchell Snow’u getirebileceğini söyledi ama paramız olmadığı için getiremedik. O gelse şampiyon olabilirdik. Çünkü Petra, Mitchell ikisi birlikte… Muhteşem seneydi. Çok karakterli oyuncular vardı. Işıl gerçekten çok iyiydi.

Hocam yavaş oynuyorduk. Işıl size bakardı ve seti sorardı sürekli.
Mecburduk. Çünkü 6 kişiydik. Her maçı koş koş oynayamazdık. Bir sürü deplasman, Avrupa maçları kazandık. Vickie Johnson önemliydi. Şu an WNBA’de Spurs takımında koçluk yapıyor. Çok zeki birisiydi.

Şebnem’in o sene attığı üçlükler Euroleague finaline de yansıdı.
Şebnem çok iyi oyuncuydu. Çok iyi insan, çok iyi eğitim almış birisiydi ve her şeyiyle çok iyi oyuncuydu. Tendon sakatlığından sonra oynayamadı. O da olsa önemli faktör olabilirdi. Bu işler böyle. Geçmişe bakınca neler yaşamışız.

Esra maskeyle oynadığı bir maçta 6-7 üçlük atmıştı. Kobe’nin 81 attığı maçtan sonraki gündü.
Esra kendine güvenini verdiğin zaman çok iyi oynuyordu. Bir maç izledim yıllar sonra CD’den. Maçı kazanıp kazanmadığımızı hatırlamıyorum o an. Fenerbahçe maçı. Bir şey oluyor 1. uzatma. Bir şey oluyor 2. uzatma. 2. uzatmanın sonunda oyuncu kalmıyor. 4 sayıyla gerideyiz. Vickie topu Esra’ya veriyor. Esra atıyor, basket faul oluyor yine uzatmaya gidiyor ama bizde oyuncu kalmıyor. Mağlup oluyoruz ama 3. uzatmada mağlup oluyoruz. Hatıralar…

Hakem hataları konusunda neler düşünüyorsunuz?
Seyirci olarak ne yaparsan yap, koç olarak maç sırasında pozisyonlara odaklanırsan genelden uzaklaşmış olursun. O gözle bakmamalısın. Geçiştirip işine odaklanmalısın. Bazı koçlar var bunları yapabiliyorlar ama ben oyuna odaklandığım için bunları önemsemiyorum. Belki de oyuncular bazı hataları yapınca “neden çıkarmıyorum?” veya “neden aniden çıkarıyorum?” Bunların hepsi benim oyuna çok fazla konsantre olmamla alakalı şeyler. Seyirci gibi davranmaya kalksam… Bazı maçları tekrar izlediğimde, çok şiddetli bana göre yanlış olan bir kararı “yanlış mı-doğru mu?” diye sorduğumda o kadar olacak deniliyor. Galatasaray ile alakası yok ama Gaziantep’teyken Dorsey vardı. Zor bir oyuncuydu. Ereğli deplasmanına gittik ve maçın sonunda faul atışı yapıyoruz. 1 sayı gerideyiz. Nusret Dorsey’e dönüp Dorsey’in üzerine çullandı ve hakem faul vermedi. Ben bunu hakem kuruluna yolladım. Bunda çok anormal bir şey yok denildi. Aynı şeyi internette paylaştım. İnsanların tepkisi “bu ne ya?” oldu. Yapacak bir şey yok. Bu yüzden bu işlere girsem sinir hastası olurdum.
Futbolda Fatih Terim eski oyunculara değer veriyor ama basketbolda pek böyle bir durum yok. Neden?
İnsanlar kontrol bende olsun istiyor. Geçmişte yaşadığım olaylarda, genellikle hep üsttekiler tarafından “ümitsizlik anında benim üzerimden gitsin” şeklinde takımlar vardı. Küme düşmeye oynayan takım vesaire… Kimse bu işin altına girmek istemiyor. İşin içine girince çok para istiyorlar. Para gelmeyince şikayet ediyor. Problemler çıkıyor. Zor. İnsanları kötülemek için söylemiyorum. Hayatın akışı bu.

Liglerin EuroLeague özelinde bir önemi kalmadı. Siz ne düşünüyorsunuz?
EuroLeague bence NBA’e doğru gidiyor. Birleştirme amaçları olabilir mi bilmiyorum ama netice olarak ligin şöyle olması gerek. Bakın eskiden WNBA yoktu. WNBA yokken başka bir lig vardı ve lig zarar ettiği için kapandı. Çünkü kulüpler zarar ediyorsa bu bir iş. Sponsor şunu verdi bunu verdi yok. Bir takım iflas ediyorsa, o lig kapanıyor. Aynı şekilde WNBA kuruldu ve ilk zamanlarda mesela atıyorum Türkiye’de 36bin dolar alırken oraya gittiğinde 20bin dolar kazanıyordu. Taurasi’ye 1 milyon dolar verdik yani… Gidiyordu orada 15bin dolar kazanıyordu. Aynı sakatlanma riski olan yerde oynuyordu. Bütçeni ona göre ayarlayacaksın. EuroLeague’de de anormal farklılıklar var. Alba Berlin 11 milyon euro, Barcelona 43 milyon euro… Amerika’da şöyle bir olay var. Eğer sen belirli bir miktarın üzerinde oyuncu almak istersen lüks vergisi ödüyorsun. Örneğin Olin hikayesini anlatayım size. Olin kapanıyordu. Bana antrenörlük yapar mısın dediler. Çeşitli şartlar söylediler. Sponsor hiç bulmadılar ama şöyle bir şey dediler. 4 yabancı yerine 3 yabancı oynarsan, kulübe 250bin dolar para gelecek… Bir oyuncumuzun maaşı da 90bin dolardı. O bütçeyle biz ligde kaldık. Bunların Galatasaray ile alakası yok ama karşılaştırmak için söylüyorum. 4 yabancılı Mersin’e bakalım. Theodore, vefat eden Ali Karadeniz… Küme düşen takım Mersin oldu.

Kızılyıldız için de böyle diyebiliriz.
Kızılyıldız taraftarı gibi olmak lazım. Kızılyıldız ne yapıyor? Gidiyor Fenerbahçe’de antrenman oyuncusunu takımına koyuyor ve netice olarak taraftar seni her şekilde destekliyor. Yöneticisi de çırpınıyor bir şeyler yapmak için… Koç konusunda 70 yaşında Sakota’yı getiriyorlar. Çünkü bir şey biliyorlar. Sakota’nın nasıl bir antrenör olduğunu biliyorlar. Zamanın duayenlerinden.

Dengesizlikle alakalı Tanjevic de böyle bir açıklama yapmıştı… Ekonomik anlamda EuroLeague kulüplere bir şey sunamıyor gibisinden…
Galatasaray gerekli lobiyi yaparsa yine alırlar ama Galatasaray şu an bunlarla uğraşacak durumda değil.

Bizde biraz kabullenme durumu var.
Bunu kabullenirsen işler bir derece düzgün gidebilir. Galatasaray’da yönetimde görev almanın zorlukları bunlar. Bu kadar taraftarı olan bir takımı tatmin edebilmek lazım. Bu taraftar kitlesi sana öyle bir motive ediyor ki yani… Öyle havaya sokuyor ki bambaşka işler yapıyorsun. Ben kendi gençliğimden bilirim. Spor Sergi’de maçlara çıkmadan önce büfenin önünde ısınırdık. O zaman bir sıçradım. Daha önce hiç öyle sıçramamıştım. Seyirci etkisi…

Spor Sergi hep dolu muydu?
Galatasaray, Fenerbahçe oynadığında tıklım tıklım olurdu. 5000 kişi net. Altyapı oyuncusuyken üst tarafa girerdik en fazla. Oyuncuları küçücük görüyorsun ama orda bulunmak bile güzeldi. Ben oyuncuydum o zamanlar yıldız takımda. Cumartesi günü elimde basket topu, sabahtan Sergi Saray’a girerdim. Mahalli lig maçları olurdu. Yukarda basketbol sahası vardı asfalt. Orda basketbol oynardım maç aralarında. Sonra maç izlerdim ve akşam eve giderdim.
Bunları yaz diyorlar bana ama… Galatasaray minik takımında oynuyorum. Yöneticimiz çarpışan otomobillere bilet satan birisi. Bizi maçlara götürüyor. Gayrettepe’de açık sahada maçlar oynanmaya başladı. Büyük kulüpler yok. Orda takımlar kuruluyor. Beşiktaş Gayrettepe takımı diye çıkıyor. Galatasaray’dan 2-3 arkadaş biz Subay Evleri diye takım kurmuşuz. Ben daha çok yeniyim. Maçlar yapıyoruz. Soyunma odaları da apartmanın aşağısı yani… Birisi geldi. “Sen çok iyi oynuyorsun” dedi. “Teşekkür ederim” dedim. “Nerede oynuyorsun” dedi. “Galatasaray’da oynuyorum” dedim. Çekti gitti. Aradan bir dönem geçti. Maçlar oynandı bitti. Hasnun Galip yanmıştı. Daha sonra orayı yeniden inşa ettiler. Yeni bir kulüp haline getirdiler. Oraya gittiğimiz zaman rahmetli Cavit Altuner, Galatasaray A takımı antrenörüydü. Galatasaray’ın her şeyiydi. Çok önemli bir kişilikti. Bize bir konuşma yaptı. Şimdi size bir tane profesyonel menajer getiriyorum dedi. Bir baktım sen nerede oynuyorsun diyen Nur Gencer… Mesela o beni oradan arıyor bulmaya çalışıyor. Antrenör olarak Aydan Siyavuş geldi. Efe Aydan da bizim takımda o zamanlar genç takımda. İlk defa Türkiye şampiyonasında final oynadık… Yani bu kadar eski hikayeler. Hayal edebiliyor musunuz bilmiyorum. Hasnun Galip’te bize oyunculara normal kulüp binasından çıkmak yasaktı. Yangın merdiveninden çıkardık. Salona çıkışımız, kapak vardı sırtımızla kapağı açıp bakardık ihtiyatlı şekilde. Keşke fotoğraflar olsa da görebilseniz.

Feribotta Paul Dawkins fotoğrafınız var. Sizin çektiğiniz fotoğraflar olmasa geçmişle alakalı pek veri yok maalesef.
Benim şu an 3 tane Instagram hesabım var. Biri geçmişle alakalı, biri basketbol eğitimi, diğeri de şahsi. Geçmişiyle alakalı olanlarda Galatasaray ile alakalı tüm eski kadrolarla alakalı fotoğrafları görebilirsiniz. 1974’ten 2010’a kadar muazzam fotoğraflar var… Hatta daha öncesinde Yalçın ağabeyin Galatasaray’da oynarken fotoğrafları var.

Yalçın Granit gibi bir gerçek var.
Yıllarca Yalçın ağabey çaba gösterdi. Ona sadece Faruk ağabey yol gösterdi. Onun dışında hep problemler yaşandı. Hayatın akışı bu demek ki. Bu yöneticilikle alakalı bir durum. Paralel düşünen bir yönetici, işinde iyi olan birisini oraya getirir. İş hayatında da genelde böyledir. Kabullenmesi zor oluyor sizin için ama durum bu.

Erkek takımını takip ediyorsunuz. BJK maçı gibi kötü mağlubiyetler yaşadık. Neler düşünüyorsunuz?
Ertuğrul’un çok iyi bir koç olduğunu ve çok iyi bir iş yaptığını düşünüyorum. İkincisi, bu tip konularda bizim takım kazandığı zaman, uzun bir sezon yaşanıyor ve sakatlıklar oluyor. Dar rotasyon oluyor. En son durumlar sıkıntılıydı. Mesela Kazan maçını izleyemedim ama…

Kazan maçında dört kısaya döndük, Errick McCollum’un alanını kısıtladık.
Tamam yani demek ki çok önemli bir galibiyet bu, biraz taktik galibiyeti bu antrenöre gider prim. Şimdi kalkıp da BJK’ye yenildiğin zaman rakip takımda 2 tane yabancı var ondan kaybettik demek hatalı. Ben bir teknik adam olarak şöyle diyorum: BJK takımında bu sezon ilk defa Akatlar’ı bu kadar dolu gördüm ve taraftarlar çok bağırıyordu. İkincisi oyuncular kendilerini ispat etmek için deliler gibi konsantreydi. Yani duymak istediğinizi söylemedim ama.

Biz zaten işe duygusal olarak baktığımız için işin diğer kısımlarını söyleyecek insan sizsiniz.
Dolayısıyla böyle bir mağlubiyet bence normal. Hatta maçın sonlarına doğru kazanabileceklerini düşündüm ama o kadar saçma sapan hatalar yaptı ki bizim takım, bizim oyuncular çok düştüler. Harrison çok değişik bir oyuncu. Zach Auguste çocuk.

Webster da çocuk.
Evet ama BJK istim üzerinde olmasına Efes’i de yendi.

McKissic de ayrıldı. Orda maaşlar ödenmiyor, bizden daha kötü yönetiliyor.
Bu işler böyledir zaten. Galatasaray takımını 2010’da çalıştırdığımda bizde paraları ödenmeyen, darmadağın olmuş, yöneticisi olmayan gariban bir takımken bir anda nerelere geldik. Bu işler böyle ama BJK bunu sürdürür mü sürdüremez mi o ayrı mesele.

Son 8 maçını kazandı Burak Bıyıktay.
Bundan sonrasında ne olur, ne biter bilemeyiz ama öyle düşünün hadiseyi. Oyuncu gidiyor, ne bileyim Avrupa’da da şansları yaver gitti diye düşünüyorum ama bir yerden sonra takılır gibime geliyor ama bizim takım için öyle bir şey söz konusu değil. Bizim takım bir şeyi oturtmuş vaziyetteydi.
En zor şey nedir basketbol antrenörlüğünde biliyor musunuz? Burnu aşağı giden bir takımın burnunu yukarıya çekmek. Eğer bir takımın temeli varsa bir şekilde onu halleder ama bunu hallederken de taraftarın küsmemesi lazım. Taraftarın takıma tam destek vermesi lazım. Taraftar çünkü alır seni, zaten düşmüşüm, vurur yere. Siz niye sezonun ortasına geldikten sonra “şu olsun-bu olsun” gibi şeyler bence gidişatı yukarı götürmek yerine aşağı çekmek şeklinde şey oluyor. Bence bu noktada destek vermek lazım diye düşünüyorum.

Hocam az önce demiştiniz “Sezon ortasında transfer yapabilecek bütçeyi Adnan Polat bize ayarladı ama biz takımın düzenini bozmamak için yapmadık” diye. İki senedir sezon ortasına bütçe ayrılmıyor hiçbir şekilde. Sezon başında başlanılıyor ve sonra öyle devam ediyor.
Oyuncuyu almak için sezon başında çok iyi scouting çalışması yapıyorlar. Gerçekten yapıyorlar. Harrison’ın Nigel Hayes’in bulunması harikaydı.

Geçen sene Klobucar transferi hariç hepsinde çok iyi transfer demiştik.
Klobucar çok teknik geldi. Klobucar bir sene önce muazzam iyi oynuyordu. Şimdi yakından takip ettiğim için biliyorum. Guard alınacak. Guard almak için teşebbüse geçiyor. Şimdi bu işler öyledir. Belirli bir paran vardır ve o parayı verebilirsin. Yalan para söylediğin anda oyuncuya sonlara doğru bütçen yetişmez. Sen kısayı almaya çalıştın ama Zalgiris girdi devreye ve guard bitti.
Şimdi tekrardan Perez boşa çıktı. herkes hadi bunu alalım diyor ama o para başka şeye harcandı. Keşke o zamanlar alınabilseydi ama bu işi idare etmek… Ne yapıyorlardı eskiden? Paranın mesela ne bileyim kaç bin dolar miktarı eksik kalsa bile alıyorlardı biz Galatasaray’ız diye. Sonra tırmalıyorlar oradan para, buradan para. Şimdi böyle bir şey yok. Sana bu kadar bütçe veriyorum, bu bütçeyle oyuncuyu al diyor. Esas işte o parayı aldırabilecek yönetici, o parayı kazandırabilecek yöneticinin bulunması lazım, ki bulamıyorlar.

Kadın milli takımı hakkında neler söylemek istersiniz?
2005’ten sonra baktığımda, İtalya’da 9. olabildik. Sonra Ceyhun geldi ve yine 9. olduk. O kadro Avrupa’da bir şeyler başarabilen bir takım oldu. Avrupa takımı olduk ama başarı için deli gibi çalıştık. Çalıştılar. Esmeral, Birsel, Nilay, Nevriye, Işıl, Yasemin Horasan, Bahar, Şaziye, Şebnem vardı. Bu oyuncular çalışıp kendilerini oraya attılar. Zannetti ki alttan gelenler; biz de oraya çıkarız. Hayır öyle değil. Siz bu oyuncuların çalışmasını görseniz, inanılmaz yani. Deli gibi çalışıyorlardı. Karşılığında hepsi Avrupa çapında oyuncu oldu. Büyük takım olduk. Altyapıda da en büyük problem bu. Herkes NBA olacaksın diye yola çıkıyor. Hayır öyle değil. Çalışacaksın ve kendini göstereceksin. Sonra karşılığını almaya başlayacaksın.

Kadın basketbolunda tünelin ucu yok. Oyuncuların çoğu kendisini geliştirmiyor.
Şunun çok farkına vardım. Avrupa’da ne olduğunu Türkiye’deki seyirci bilmiyor. Buraya yabancı bir oyuncu geliyor. Bir FB-GS maçına çıkıyor ve neye uğradığını şaşırıyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Prag da eskiden böyle değildi ama yine de hala burası gibi değil. Bizdeki GS-FB derbiler inanılmaz oluyor. Bizde bilinmediği için böyle zannediliyor.

Oyuncular kendilerini geliştirmiyor. Spordaki en büyük amaç olimpiyat. Böyle bir şey varken gelişim olmaması… Larkin bile bu yüzden milli takımda oynamak istedi. Oyuncular yeteneklerine ihanet ediyorlar.
Çoğu kişi alıntılar yapacak bu sohbetle alakalı. Bazıları geçmişte kalan bir hatıra olarak algılayacak ama aralarından bir tanesi “oynadığım kulüp gerçekten neymiş böyle” dediğinde harika bir şey olur. İnsanlar değişiyor. Toplum değişiyor. Bakış açıları değişiyor. O insanlara gidip anlatmak lazım. Kafamda bazı tasarımlar var… Örneğin Galatasaray kulübünde en yüksek asisti yapan, en skorer oyuncular kimdir? Gelen oyuncuya gösterin. “Bizim tarihimizde böyle şeyler var” diyin. Genç oyuncu sen iyi oyuncu olmak istiyorsan Işıl gibi asist yap. Esra gibi şut at. Şebnem gibi ol. Nevriye gibi ol diye bahsetmeniz lazım. Bayıla bayıla girerler o salona. Bunları ancak böyle yapabilirsiniz. Şahsi fikrimi söylüyorum.
Ben kulüpte bugün olsam söylediğim şeyi yapıp çerçeveletip asarım oraya. Gençler, oyuncular bunu görüp kendisini geliştirmeye çalışır. Her gittiğim seminerde de söylüyorum. Kalıcı bir şey oluşturmak istiyorsanız rekorlarınızı, istatistiklerinizi not edin. İnsanlar unutuyor geçiyor… Unutulmaz. Şut da böyledir. Şut atarsın ama kaç tane attığını saymazsın. Sayacaksın. 8/10 attım diyeceksin. Sonra bunu tekrar bulmak için çabalayacaksın. Yazmazsan hedefin olmaz ve bir şey yapamazsın. Farklı yerlere gittik ama işin özeti bu.

Blogunuzla alakalı neler söylersiniz?
Bloga bundan uzun zaman önce hobi diye başladım… Takım çalıştırma işi olmayınca yavaş yavaş eğitime kaymaya başladım. Sürekli kurslara gidiyoruz. Maç seyrediyorum. Mümkün olduğunca eğitim ve tekniğe dayalı şeyler koymaya çalışıyorum. 1 milyona yaklaştı tıklanma miktarı. Bu benim için önemli çünkü yazdığım şeyler önem kazanmaya başladı. Dün baktım 1200 kişi girmiş. Tek başıma uğraştığım amatörce bir iş. Güzel de vakit geçiriyorum. Bir takımla antrenmanlar yapıp onları koyarsam güzel olacak.
Yıllar önce Amerikalıların bir yazısını okumuştum. “Bir basketbol maçından daha çok zevk almak için ne yapmalısınız?” diye. Maçtan önce takımın son antrenmanı izleyin ve gidip maçı izleyin. Bu şekilde maçı izlerken çok zevk alırsınız.

Hocam çok teşekkürler. Çok keyifli bir sohbetti.
Rica ederim.
 

Üst