Işıl Alben

Galatasaraylılığının bedelini kariyeri boyunca ödedi. Muadillerinden daha az maaş aldığı oldu, hatta onu da transfer yapılsın diye feda ettiği zamanlar oldu. Onlar 25-30 dakika arası ortalamalarla sezon bitirirken o hep 35-40 dakika arası ortalamalarla bitirdi. Çoğu sırtını kaliteli hatta star yabancılara verip güle oynaya şampiyonluklar yaşarken o hep mücadele ede ede yarı finallerle falan yetinmek zorunda kaldı... Dizini iki defa parçaladıktan sonra koşması bile mucize iken basketbola dönmeye çalışmakla kalmadı doğrudan aynı sürelerle sahaya attı kendini. O dönemde de basketbolun sabrisi falan dedi herkes, pek hatırlanmaz şimdi uzakta kalınca o günler.. Ettiği laftan dönmeyecek inatta ve takıntılı şekilde nefret eden 2 hariç her 100 Galatasaraylının 98'ine yedirmeyi bildi o lafları 3 kupalı sezon sonrası...

Şaka maka yıllar geçiyor. Allah korusun sakatlık vs çıkmazsa daha oynar elbette ama orta vadede 4 sezon sonra sahada olur mu bilinmez... Umarım bıraktıktan sonra da Galatasaray basketboluna bir şekilde hizmet etmeye devam eder, daha önemlisi gönlünce çalışabileceği bir ortam kurulur.

Oyunculuğunda bile kendisine böyle davranılırken pek ümidim yok ama...
 
Bugün doğum günü olan canımız ciğerimiz. Basketbolu bırakınca Galatasaray'da forma giymiş tüm sporcular içersinde ilk onda olacaktır benim gözümde. iyi ki doğdun iyi ki Galatasaraylı oldun.
 
Galatasaray Kadın Basketbol tarihinin 1 numaralı ismi..
Bence emekli olduğunda forma numarası da emekli edilmeli..
Doğum günün kutlu olsun nice mutlu senelere kaptan ☺️
 
Konuda populist yaklasim olunca musleraya sozlesme teklif etmek icin kimse baskanin durumunu one surmedi.
Takimdaki oyuncular ile yollar ayrilabilir ama daha dogru yollari var. Cok sevilen kaptana veda edebilirdik mesela.
Bunu yapanlar yarin benzer bir sekilde ayrilsa sakin laf etmesinler.
 
Fiziğine-performansına bakıp, arada verdiği röportajlardan kelimeleri seçip kaç sene daha kaldığını hesaplamaya çalıştığımız o veda yazısını yazmak belki de bugüne kısmetmiş. Sen her ne kadar veda notuna “şimdilik” diye yazsan da, et tırnaktan ayrılmasa da, ayrılıklar da sevdaya dahil olsa da; bu gidişin bir dönüşü olacak mı emin değilim…

Konu mektup yazmak olunca insanın ister istemez, Fatih Terim’in 17 Mayıs 2000’e yolladığı mektubu okurkenki ses tonuyla “Sevgili Işıl” diye giresi geliyor ama bildiğin gibi benden öyle bir ses tonu zorlasan da çıkmaz :)

Bundan 15 yıl önce, hayata dair pek bir beklentimizin ve derdimizin olmadığı ergen zamanlardı. Tam tarih vermek gerekirse 26 Mart 2005. Akşam haberlerinde kocaman puntolarla “100. Yılda küme düştüler” cümlesi, ekranda bir banka çöküp birbirine sarılmış ve hıçkıra hıçkıra ağlayan kırmızı formalı bir takım… Ara ara soran oluyor ya işte abi neden kadın basketbol diye, o gece o ekran karşısında dişlerini sıkarken başladı aslında her şey…

Senin de profesyonel kariyerinin başlangıcı o dönemler.

Bölgesel ligden hemen geri geliş, ertesi sene lige tutunuş. İnternet falan şimdikine göre taş devri. Sonradan çoğuyla tanışacağım bir iki delinin iki satır yorumu hariç kocaman bir sıfır. Bir sonraki sene hamle sırası bizde, imza töreni var diyorlar, beklenti hat safhada. Sonradan kara gün dostu olacak Cem Akdağ, yanında ismen tanınmış bir grup oyuncu ve “kimin çocuğu bu ya kocaman insan boyuna gelmiş hareketlere bak hareketlere” dedirten kısa saçlı çıtı pıtı çok neşeli bir tip. Salonları bok eden futbol seyircisi olarak sonradan öğrendik tabi, meğerse ligin parlayan yıldızlarından biriymiş :)

Cem Akdağ ve 5.5 kişiyle tamamlanan, tarihin en güzel kupasız sezonlarından biri. İtalya’da biraz da acemilikten sayı farkıyla kaybedilen Eurocup yarı finali, ligde bilmemkaç sene sonra Fenerbahçe’yle başabaş oynanan final. Caferağa’da 3. Maçta çemberden sekip sekip dönen son top yüzünden son maça uzayan seri, son maç küfür seli ve azmış bir kalabalık önünde “i’m back” yazılı tsihrtleriyle birbirine sıkıca sarılıp dimdik duran bir avuç inançlı insan…
Ertesi sezon başı Ankara… Öncesi ayrı, kendisi ayrı bir film adeta. O bir avuç inançlı insanın tribünde ve ekran başlarındaki bir avuç deliden kitlelere açılması. O çıtı pıtı çocuğun kısa saçları, sarı-kırmızı süperstar ayakkabıları ve taraftar yüreğiyle yavaş yavaş gönüllerde yer edinmesi…

Gerisi de zaten Galatasaray kadın basketbolu tarihi… Doksanlardaki hegomonya dönemi ve Euroleage üçüncülüğünü de ekleyince tabi…

O yıllarda benim yaşlarda olup, aşağı yukarı benim kadar Galatasaray’la ilgilenen 10 kişinin 8’inin telefon ya da bilgisayar ekranında bir dönem yerini almıştır o çıtı pıtı çocuk. Aradan geçen 13 yılda o insanlardan kaçı gitti, kaçı kaldı merak konusu. O çıtı pıtı çocuk “büyük kaptan” olurken, kim bilir daha kaç yaş grubundan kaç yüz çocuğun/gencin ekranında yer almaya devam etmiştir…

Bundan 12-13 yıl önce o telefon ekranına bakıp “bir gün tanışabilir miyim acaba” diyen gençlerden biriyken bugün ayda yılda bir de olsa maça gelip selam verdiğimde “manyak mısın sen bu maça mı geldin o kadar yoldan” diye şakalaşabileceğin, sosyal medyada bir sıkıntım olduğunu görünce yapabileceği bir yardım olup olmadığını soracağın kadar bir diyaloğumuz var. Bunda da şanstan ziyade senin güzel yüreğinin ve alçakgönüllü karakterinin payı var. Hayatımda aldığım en doğru karar bir köpeği sahiplenmekti. Bu kararı da senin müthiş hayvan sevginin verdiği ilham ve cesaretle aldım. Bir gün iletişimimiz/etkileşimimiz kopsa bile hayatıma bilmeden de olsa yaptığın bu dokuşun etkileri ömür boyu sürecek.

Eskiler için “Metin Oktay Galatasaraylısı” diye bir tabir vardır. Galatasaray taraftarını lise öğrencileri ağırlıklı olmak üzere İnönü Stadı’nda iki direk arasını güç bela doldurabilen bir sayıdan, şimdiki kitlelere doğru yolculuğa çıkaranın Metin Oktay olduğu anlatılır hep. Biz de kadın basketbol için bakarsak Işıl Alben Galatasaraylısı sayılırız aslında…

Tüm bunları alt alta ekleyince, objektif gözle ya da sıradan bir oyuncu gibi bakmamız mümkün değil sana. Ne bu gidişini hazmetmemiz, ne de sen başına ne gelirse gelsin “Galatasaray’ı küçük düşürecek söylemlerde bulunmamanızı rica ediyorum” diyecek olsan da birilerine bişeyleri söylemeden durmamız mümkün değil.
Ne ben 13 sene önce telefon ekranına bakan o gencim, ne de sen sarı kırmızı süperstarlarıyla sahada heyecanla penetre yapan çıtı pıtı gençsin. Aradan çok yıllar, hatıralar, yaşanmışlıklar, sevinçler, üzüntüler, kırgınlıklar geçti. Sevinçler herkesçe bilinir ama üzüntüler, kırgınlıklar, zorluklar pek bilinmez…

Bu forma altında, bu forma uğruna, bu formanın menfaati uğruna verdiğin mücadelenin bir kısmı herkesçe bilinir. Ortalama bir “stalker” ya da “salonları bok eden futbol seyircisi”nden ileri bir vaka olarak bir tık fazlası vardır takdir edersin ki. Bir kısmı kulağımıza çalınmıştır, bir kısmı satır aralarında yakalanmıştır, bir kısmı sadece hissedilmiştir.

Bunları yazma sebebim biraz da bir şekilde tarihe not edebilmek olacak…

Aslında sevenlerin kadar sevmeyenlerin olduğunu mesela çoğumuz fark etmiyoruz bile. Kulübün menfaatleri uğruna kimlerle ne savaşlar verdiğini, ne darbeler alsan da pes etmediğini kaç kişi biliyor acaba? “Gözbebeği” diye baktığımız bir sporcunun taraftarı ve efsanesi olduğu kulüpte kuyusunu kazmak için yırtınanların olması ne kadar da garip aslında?

Veda mesajından sonra twitterda orda burda tepki gösterenlerin, ya da destek arayanların dahi kaç tanesi senin neler hissettiğini, neler yaşadığını, yapılan şeyin aslında ne olduğunu gerçekten biliyor? Figür olarak, ya da imge olarak seven bağrına basan binler belki de milyonlar var. Ama kaçımız gerçek anlamda sana destek olabildik? Ya da kaçımız seni gerçekten anlayabildik?

2 kere büyük sakatlık atlatıp devam ettiğin, ücretinde indirim yaptığın, defalarca eksik ya da çok geriden ödeme aldığını sır değil. Ama sakatlık dönüşü “bana para vermeyin yerime bir oyun kurucu alın” diye yönetime gittiğini bilen pek çıkmaz. 2018 sezonunda yönetim değişikliğinde eksik de olsa bir ödeme fırsatı çıkınca “kızların maaşını ödeyin” diyerek feragat ettiğini ve o ödeme sonucunda takımın biraz daha morallenip mücadele gücü bulduğunu çok az insan bilir…

Herkes “büyük kaptan” der ama Meltem’i “çapraz bağ kardeşim” diyerek kamplarda oda arkadaşı olarak seçtiğini, neredeyse yarı yaşındaki Eda’yı bir yaz boyunca süren tedavisinde bir an yalnız bırakmadığını falan pek kimse bilmez. Ya da dikkat edilmez…

Galatasaray taraftarı olmasaydın, ya da kariyerinin en başında “sürünsem de Fener’e gitmem” diyerek tüm kapıları kapatmasaydın bambaşka bir kariyerin olurdu. Bugüne kadar aldığın toplam sürenin belki de yarısı kadar süre alıp çok daha az yorulur, çok daha az kere “sakat sakat” ya da zorlanarak oynamak zorunda kalır, çok daha kalite kadrolarla çok daha sadece kendi işine bakarak oynayabilir, çok daha fazla paralar kazanabilirdin. Ve tüm bunların karşılığına muhtemelen çok daha fazla kupan/madalyan olurdu…

Bir sakatlık bela olmazsa 3-4 sene daha oynar jübilesini yapar diye düşünürken şimdi sen gidiyorsun...

Seni takımın sırtında kambur olarak görenler, taraftar olmanın ekmeğini yiyor diyenler, şubede dilediğince at koşturmaya çalışınca sana toslayanlar, “bütçenin yarısı” diyenler, ya da sadece gıcık olanlar…

Bugün belki onlar kazandı, belki de biz kaybettik…

Burada bitecek mi, tabi ki bitmeyecek. Ölüme meydan okuyan, canıyla uğraşan bir başkanın arkasından “ölsün de başa geçelim” diye el ovuşturanların olduğu bu camiada biter mi öyle hemen? Kim bilir nasıl bir senaryo yazılacak, seçim savaşlarında kimlerin ağzına sakız olacak gidişin, ne saçmalıklarla kendilerine yontmaya çalışacaklar, başkanın hastalığını öne atıp yedikleri haltları nasıl süsleyerek seni kamuoyunun önüne atmaya çalışacaklar…

Senin gidişinden bağımsız, bugün geldiğimiz noktayı belki de 2014 yazında hedeflemişti “abilerimiz”.

Ama önce o efsanevi 3 kupa, sonra da senin varlığın ve çabaların bizi 2020 yılına kadar getirebildi…

Senin Rusya’ya gittiğin sene ben de askerdeydim. O yüzden sensizliğe dair pek bir anım/tecrübem yok.

Ne olacak, nasıl olacak ben de bilmiyorum. Ama bu şekilde olmasa da eninde sonunda bu ayrılığın olacağının bilincinde yaşayacak kadar yaşlandık artık…

Tek bildiğim nereye gidersen git bazı kalplerin bir parçası seninle atacak.
Tıpkı senin kalbinin bir parçasının da bizlerle ve bu formayı terletecek sporcularla atacağı gibi…

Bir hayranın, bir arkadaşın, ya da sıradan bir Galatasaray Kadın basketbol taraftarı olarak seni elim kalbimde selamlıyorum…

Yeni maceranda şans seninle olsun…
 
Son düzenleme:
Seni öyle sevdik ki, kötü performans gösterdiğin maçlarda bile kızamıyorduk. Sen bir oyuncu değil, Galatasaray’ın kendisiydin çünkü. Sonsuza dek yanındayız büyük kaptan..
 
2007-2008 falandı, sarı, tuhaf güzel saçlı tatlı kız olarak görüyordum parkede, ismi Işıl Albenmiş. O zaman daha liseye bile geçmemiştim... Yıllar ne çabuk geçiyor. Bir çok insanın kadın basketbola gözünü açtığında gördüğü ilk oyuncu ve figür. Ona olan sevgimizi en iyi anlatan cümle: “kötü oynadığında bile kızamıyoruz”.
 
Uzun zamandır yazmıyordum. Ama bizim yöneticilerimizin beceriksizlikleri bıktırdı artık Başta Işıl olmak üzere Tilbe gibi çok iyi 2 yerli oyuncuyu bu şekilde kaybetmek için başka takımı tutuyor olmak lazım herhalde. GS basketbol şubesi ne çektiyse , beceriksiz yöneticilerinden çekti son yıllarda.
 
Ligin en verimli yerli oyuncusuna kötü oynuyor, yaşlandı bıraksın, Galatasaray'dan kazandığını kimse vermez diyenler bugün 100 bin lira fazla para için Botaş'a gitti, Galatasaray'ı beklemedi diyor :)

Az tutarlı olun, sallamak için mantıklı sebepler bulun bari de komik duruma düşmeyin.
 
Son düzenleme:

Üst