Sakinleşemeyeceğim, belki de objektif olamayacağım bir konu olduğu için yazmak istemiyorum. Zaten böyle günlerde benim gibilere pek sıra gelmiyor...
Şu an için sadece şunu yazmadan geçemeyeceğim. Bu süreci onun bunun maşası üç kuruşluk twitter fenomenlerinden ya da "benim duyduğum" diye başlayan yazılardan değil kulübün resmi açıklamasından, en azından bir yöneticinin kendi açıklamasından öğrenmemiz gerekiyor. Oktay Mahmuti için Galatasaraylı değildi indirim yapmadı dediniz, camianın önüne attınız. Işıl için de mi Galatasaraylı değil diyeceksiniz?
Yediğiniz boku üstlenecek kadarcık bile yüreğiniz yoksa yöneticilik falan yapmayın...
İşyerinde apar topar yazmıştım bunu. En azından yazı yazabilecek kadar sakinleştiğim için klavye başına geçiyorum... Yine de ağır olursa özür dilerim peşinen...
Bu mesaj hakkında iki arkadaşımız atışmış. Oktay Mahmuti konusu Galatasaray Basketbolunu yakınen takip eden kişilerin olduğu bu formda bile tartışmalara sebep olabiliyor. Şubeyi çok takip etmeyen kamuoyunda yaratılan algı kuşkuşuz bu cümle üzerinden. Eleştirdiğimiz, canımızı yakan kısmı da zaten o. Böyle polemikler ve kırgınlıklar yaşanmadan güzelce veda edilebilirdi. Bu algıyı yaptıran, yaptırmasa bile meydan bırakan net şekilde Mustafa Cengiz yönetimi. Kimin gelip gittiğinden daha önemli olması gereken bu konuda sürekli hata yapan bir zihniyet var.
Işıl konusunda da yaşananlar ortada.
Onun bunun maşası üç kuruşluk twitter fenomenleri bir kenara, hayatı boyunca basketbolun "b"sinden bahsetmemiş olan kaşarlanmış futbol yazarları bile konuya müdahil olup "ya tutarsa" diyerek birkaç tık alma peşinde olta sallıyorlar. Kulüpten başka herkes ama herkes konuşuyor. Bu da müthiş bir bilgi kirliliğine yol açıyor. Üstelik bu konuda kulüp Mahmuti konusundan daha kabahatli. Işıl ile kulüp ve bizler arasındaki bağı da bir kenara bıraktım. Sezon bitiminde sözleşmesi sona ermişti. Aradan geçen 3 ayda bu sorunun halledilmesi gerekirdi. Hiçbir sporcunun bonservisi 3 ay boyunca müzakere edilecek bir konu değil. Senin bütçen bellidir, sporcunun talep ettiği para bellidir. İki bilemedin üç görüşmede kapanır bu konu.
Üstelik fesih bedeli vb. gibi bir zorunluluğun da yok. Sebebi maddi olur, idari olur hatta keyfi bile olabilir hiç farketmez, nasılsa Galatasaray alıştırdı kendisini takip edenleri böyle şeylere... Dersin ki durumumuz bu kusura bakma... En azından sporcu da kendi yolunu rahat çizer. Ağustos'a geldik artık. Olayın konuşulduğu gibi olduğunu varsayıyorum. Milli takım kampları başlayacak, Ekim ayında turnuva dönüşü lig hazırlıkları falan başlayacak. Bu işleri ne ara halledecek muamma... Manevi yönden olsun insanın efsane sporcusuna biraz saygısı olur, o da yok...
Asıl sorun şu ki her ne sebeple olsun Işıl'ın isminin üstünü çizse bile o tercihinin bedelini ödemeye afbuyur
götü yemeyen karakterde bir yönetim var. Kariyeri boyunca defalarca indirim yapmış bir sporcuyu bile paragöz diye damgalatmaktan çekinmeyecek kadar acz içindeler. Tasarruf, küçülme hatta ekstrem olsa da şube kapatma bile bi yerde kabul edilebilir ama bu davranış biçimi asla...
Onu da geçtim, geldik Ağustos ayına. Tasarruftan, bütçe indiriminden falan bahsediyor yönetim. Tasarruf yapmak istiyorsan fiyat/performans oranı azami oyunculara yönelmek zorundasın. O oyuncuların hepsi takım bulduktan sonra transfere girişsen ya yetersiz olduğu için düşük fiyatlı oyuncuları dolduracaksın, ya da geçen yaz son anda süpriz bir şekilde son gücünle transfer edip sezonun üçte ikisinde sahaya çıkaramadığın Allie Quigley ayarında bir yıldız süpriz yaşayıp da boşta kalsın diye bekleyeceksin... O da artık seni parmağında oynatıp duracak...
Tabi bir de 11 senedir tartışılmaya doyulmayan bu Işıl iyi mi kötü mü konusu ve Birsel ile karşılaştırılmaları olayı var.
Bu konuda temel problem şu, biz beğenmek ve sevmeyi birbiriyle karıştırıyoruz. Bunlar biribirinden bağımsız şeyler aslında. Beğenip beğenmeme tartışılabilir olsa da sevmek ya da sevmemek tartışılabilecek bir konu değil...
Işıl ve Birsel Türk kadın basketbolunun son 13-14 yılına damga vurdular mevki itibarı ile. Aynı dönemlerde boy göstermeye başlamaları ve aynı sezonda birinin Fenerbahçe diğerinin Galatasaray'a transfer olması bu rekabeti biraz daha körüklendiren bir konu oldu, en azından taraftar gözünde. Milli takımda da Nilay ve Esmeral'den bayrağı devraldılar zaman içinde, gerçi Nilay hala daha devam ediyor o da ayrı bir maşallah konusu ya...
Her rekabette olduğu gibi bu rekabette de herkesin bir tarafı oldu. Işıl diyebilen Fenerliler ya da Birsel diyebilen Galatasaraylılar da oldu. Hala daha olmaya devam ediyordur. Bu rekabetlerin en çekilmez tarafı da herkesin kendi tuttuğunu yüceltip karşısındakini ikna edebilme çabasıdır. Sanki karşısındaki he derse rekabetin iki tarafı da bir an duraksayıp "öyle valla ya" diyecekmiş gibi gelir...
Işıl'ın basketbolunu beğenmeyen, yerden yere vuran, işin aksi tarafı tepki çektikçe daha da inada bindiren hatta "o parayla bunu bunu alırdık" diyen bir kitle var camia içinde. Ezelden beri bu böyle oldu... Dediğim gibi bu biraz da tercih ve beklenti meselesi. Mutlu etmese de doğal bir durum...
Işıl her zaman Birsel'in gölgesinde kaldı lafı bence biraz da bu ekolün yansıması. Belki tartışılır olsa da çok vicdansız bir cümle.
Işıl-Birsel rekabetini bence 3 döneme ayırmak mümkün: 2007-2009, 2009-2012, 2012-günümüz...
2007-2009 arası bence rekabetin en zirve yaptığı dönemdi. Birsel'in şutunun net bir şekilde Işıl'dan iyi olduğu dönemlerdi. O dönemlerde Işıl da deliler gibi turnike kovalıyordu ki neredeyse şut sokmadan çift haneleri görebiliyordu. Asist konusunda ikisi de iyiydi. Savunmada Birsel şimdikine göre gayet daha istekliydi. Birsel Esmeral gibi oyun kurucuyla yedekleşe oynarken Işıl hemen her maç çıkmadan 40 dakika oynamak zorunda kalıyordu. İlk sezon bir maçı son topta kaybettiğimiz seriyi 3-2 kaybederek Fenerbahçe'ye kaptırdık. Ertesi sezon yarı finalde 4. maçta, hem de hayatının en iyi basketbollarından birini oynayıp kaldırdığı her topu soktuğu bir gecede Işıl sakatlandı.
2009-2012 arası dönemin ilk 1.5 yılını sakat geçirdi Işıl. Bu dönemde Birsel yavaş yavaş Esmeral'den bayrağı devraldı. Formu günden güne artan Nevriye ile birlikte müthiş bir uyum ve formül yakaladılar. Birsel>Işıl algısını yaratan asıl dönem de aslında bu dönemdir. Önce ağır sakatlıklar yaşayan, bir dönem neredeyse yürümeyi unutan, sonradan anlattığı üzere basketbolu bırakma noktasına gelen Işıl sakatlık sonrası eski günlerine yavaş yavaş yol aldığı dönemde 2012 Londra Olimpiyatlarında Türk Milli takımı ile yer almayı başararak kendince bir tarih yazmayı başardı. Yine de o ürkekliğini atabimesi doğal olarak uzun bir dönemi aldı. Güvensiz geçirip asist olarak da standartlarının altına düşmeye başladı.
2012 yazında ise bu sefer Birsel tarafında önemli bir kırılma noktası oldu. Nevriye Fenerbahçe'den Galatasaray'a geçti. Hem Fenerbahçe hem de Birsel yıllardır alıştığı Nevriye rahatlığından bir anda sıyrılınca bir bocalama dönemine girdi. Işıl ise o kötü günlerin etkilerini silmeye devam etti. Hem Nevriye hem de Alba sakatlıktan sağlam ve aç bir şekilde dönünce, üzerine bir de Sancho Lyttle faktörü eklenince 2013-2014'te nirvanaya ulaştı. Birsel'li Fenerbahçe'ye karşı hem Euroleague hem Türkiye Ligi hem de Türkiye kupasını kaldırdı. Bir sene öncesine kadar sorulsa Birsel diyecek olan Galatasaraylıların yerini Işıl diyecek Fenerbahçeliler almıştı...
Sonrasında malum transfer gerçekleşince 2014-2015 sezonunda sadece Euroleague F4'te karşı karşıya geldiler. Orda da bronz madalyayı Kursk ve Işıl kazandı.
2015'ten günümüze kadar süreç aslında farklı bir boyutta bile incelenebilir. Rusya'da farklı bir rol ve konumda oynayan Işıl Türkiye'ye döndüğünde son 2 sezonda oynadığı kadrolardan çok daha zayıf bir kadro buldu. Kariyerinin son sezonunu oynayan sakat bir Nevriye, dengesiz Jelena, Bahar Çağlar ve Jewell Loyd'dan ibaret bir takımla yine de Euroleague'de çeyrek görmeyi başardı. Işıl hala 30+ dakikalarda süre alırken Birsel yavaş yavaş 25 dakika civarına inmeye başlamıştı. 2016 Rio'da ikisi yine Türkiye adına beraber mücadele ettiler. Ayşe Cora, Olcay Çakır hatta Pelin Bilgiç'in katılımıyla bir kısa rotasyonu oluştuysa da Işıl'ın Birsel'den daha fazla rol aldığını söylemek yanlış olmaz...
Son 2 sezona gelirsek Fenerbahçe YDÜ ile girdiği rekabette hayatta kalabilmek için her pozisyonda çok iyi oyuncuları olan bir kadro kurdu. Birsel hala daha takımın kaptanı olsa da Ayşe ve Pelin'in gün geçtikçe rol çalmaya başladığı gerçek. Sahada olduğu dönemde özellikle asist anlamında bazı maçlarda iyi işler yapsa da enerji anlamında çok birşey katamadığı bir gerçek. Özellikle geçtiğimiz sezon Quigley ve Epoupa'nın varlığında hatta sakatlanmasalardı Ayşegül ve Jefferson'u da sayarsak ilk defa bol alternatifli bir sezon geçirecekti Işıl. Yine de sakatlığı dışındaki dönemde Epoupa'ya rağmen 30 dakikalarda devam etti. Üstelik neredeyse her atakta önce benche doğru bir gidip hocadan taktiği alıp sonra da seti bağıra çağıra anlatıp uygulatmak gibi bir görev tanımı oldu bu sezon. Son 2 yılda fizik olarak çok çok güçlendi, hem kadın hem de beyaz olmasına rağmen hatırı sayılır bir adale kazanımı yaşadı. Asist konusunda belli bir sayının altına kolay kolay düşmüyor. Şut konusunda hala çok iyi olmasa da gününü bulduğu zaman 5/5 üçlük falan atıp en azılı savunucularını bile şaşırttığı nice maçlar yaşadık bu sezon. Ki bu aslında Rusya günlerinin en büyük kazanımı. Sakatlık sonrası, o ilk zamanlardaki delicesine penetreleri azalarak bitti belki ama kariyerinin ilk zamanlarını bilenler için bu seviyede şut yüzdesi bile mükemmel. Savunmada hala daha yabana atılamayacak etkinliği var, özellikle oyunun belli dönemlerinde karşısındaki rakibi de gözü kesiyorsa rakibini çok kolay bezdirebiliyor...
Artık bu şu anda kimin daha üstte olduğunu net bir ölçeğe koyabilmek kolay değil...
İkisi için de geçerli olan bir durum var. Hem ligin doğası hem de takımları gereği her zaman çok iyi
shooting guardlar ile oynadılar. Özellikle şut yüzdesi bakımından süreki bu isimlerle karşılaştırıldılar. Bu bakımdan dolayı her iki takım taraftarının da kendi oyuncusunu yetersiz görmesi kaçınılmaz oldu bir yerde. Yine de çok büyük isimlerin gelip geçtiği Türkiye Ligi'nde Courtney Vandersloot'u bir kenara koyarsak ikisinden daha etkili yabancı bir safkan
point guard gelmediği aşikar. Alttan genel nesilden Ayşe Cora ve Olcay Çakır var. Ayşe Fenerbahçe ile sözleşme yenilediğine göre geriye bir tek Olcay kalıyor yerli olarak. Onun da yetenekleri olsa da "oldum" diyebilmek ve dedirtmek için bir takımda bir sezonu ilk alternatif olarak geçirmesi gerekiyor artık...
Değer-değmez konusunu ben bilmem. Aslında basketboldan da çok anlamam
salonları bok eden futbol seyircisi olarak. Sağdan soldan okuduğumuzla caka satıyoruz başka bişey değil...
Uzun yazı yazmak da zor ya sonuna gelene kadar başını unutuyorsun hedefi kaçırıyorsun....
Sanırım Işıl hakkında bundan daha objektif bir yazı yazamazdım