Birsel varken bile kaç defa Işılı istediler hem de ciddi paralar teklif ederek. Çünkü Birsel silik bir karakter ve winner değil. Işıl onlarda olsaydı fazladan birkaç avrupa kupası daha alırlardı.
2007-08'de biz 5.5 kişilik takımla gökten inmiş gibi Eurocup'ta yarı final yapıp ligde de 5. maça kadar gidince hemen teklif yapmışlardı. Hala peşinden gelen sürünsem de gitmem lafını o zamanlar etmişti. 2009'da sakatlandı. 2012 gibi ancak toparlanabildi ve yine sanırım o haliyle bile bir teklif gelmişti. İmzaladığı sözleşme bitiminde muhatap bulamayınca Kursk'la görüşüp anlaşmış bulundu. 2014 takımın efsanevi sezonu olunca tabi görüşme yapılsa da geç olmuştu. Rusya'dan döndükten Galatasaray ile imzaladığı sözleşmenin bitiminde de ciddi ciddi bir teklif vardı Fener'den. Hatta Yakın Doğu da yazılıp çizilmişti o dönem, gerçi onlardaki para ürkütücü olduğu için herkes yazılıp çizilmişti. Bir sonraki sözleşmesinin bitiminde kamuoyu ayaklanınca sözleşmesi uzatılmıştı. Ondan bir sonrakinde de işte evde indirimi kabul ettiği yeni sözleşmeyi beklerken kapıyı çalan kuryenin getirdiği fesihnameyi alınca ayrılmıştı. Botaş'tayken zaten bir daha sakatlandı, ikinci sezonu doğru düzgün top görmeden geçirdi. Geçen sezon başı tekrardan Galatasaray'a dönmesi biraz sürprizdi açıkçası, uzun yıllardır takip eden biri olarak ben emeklilik kararı bekliyordum. Yine de Last Dance kafasıyla geldi, bu takımla öyle ya da böyle Eurocup finaline kadar da gidildi ama olmadı işte. Finalden sonraki gözyaşları belki de yılların birikimiydi...
Yine aynı sakatlıklar yaşanır mıydı bilemeyiz tabi. Ama herkesin takımdan takıma gezdiği bu branşta daha 22 yaşında kapıyı kapatmasaydı kaba bir hesapla şimdiye kadar kazandığının belki 2 belki 3 katı daha fazla para kazanırdı. 3 sezonu sakatlık sebebiyle komple kaçırdığı kariyerinde forma giydiği toplam süreden daha az süre sahada kalır daha çok dinlenirdi. En önemlisi çok daha düzgün ve istikrarlı kadrolarla oynardı. Kulüp tarafından yaşatılan bir sürü saçma şeyi yaşamazdı. Kariyerinin bir bölümünü bir elinde top sürerken diğer eliyle takım arkadaşlarını durmaları gereken yere çekiştirerek falan geçirmezdi.
Biz bu gerçeği yıllar boyu ya göz ardı ettik, ya da başına kaktık. Tam olarak hakkını asla veremedik. Belki bir avuç insan olarak onu gerçekten anlayabildik. Bir avuç insan da farklı şekillerde farklı ithamlar altında kaldık dönem dönem. En yakın çevremizden tut kamuoyunun alakasız kesimlerine kadar...
2007lerde 2008lerde "kadın baskette bir kız varmış" diye başlayan sohbetlerin konusuydu. Taraftarın sevgilisi olayını bu ülkede en çok yaşayan sporculardandı muhtemelen. 2009'da Avrupa kupası sonrası sakatlandığında doğal olarak bir kamuoyu vardı. Ha döndü ha dönecek, iki üç dakika süre almaya başladı falan derken tekrar sakatlandığında işler kötüydü. Basketbolu bırakmaya kadar gidip de geri döndükten sonra doğal olarak çok bocaladı sahada. Kulüp elden çıkarmayı düşünmedi, taraftar da selfie çekinmekten vazgeçmedi ama kaç kişi gerçekten destek olabildi o dönemde? "Basketbolun Sabri'si" olduğu konusunda neredeyse hemfikir olmuş bir kamuoyu vardı 2012'lerde 2013'lerde. Nice maçtan sonra "üçlüsünü çektirsin sonra da defolup gitsin" feryatları ortalığa yayıldı durdu. 2014'te efsanevi sezon yaşanınca bir sezon önce kapıyı gösterenler baş tacı etme yarışında en ön sıralardaydılar. O imzayı neden ve hangi şartlarda attığını bile camia tam olarak algılayamadı.
Rusya'dan döndükten sonra içi her anlamda günden güne boşaltılmaya çalışılan şube için gerek saha içinde gerek saha dışında kıçını yırtarken kaç kişi ona destek olabildi mesela? "Takımın bütçesini bitiriyor, doğru düzgün oyuncu alamıyoruz" diyen kamuoyu 2018'de mucizevi şampiyonluk sonrası yine bağrına basma yarışına girdi. Sırf şubenin parasını rahat yiyebilmek, istediği topçuyu getirip komisyonu indirmek için çevirmediği numara kalmayanlarla göğüs göğüse muharebe ediyordu o dönemde. Sözleşmesi bitmişti ve görüşme için oyalanıyordu. Eğer o şampiyonluk gelmeseydi, futbolda da güzel bir şampionluğun yarattığı hava olmasaydı camia o zaman da gerekli kamuoyunu oluşturmayacaktı ve kulüp kendisiyle görüşmediği için ayrılmak zorunda kalacaktı. 2 sene daha sözleşmesi devam ettikten sonra bu sefer başkanın da sağlık sorunlarını fırsat bilip boşlukta arkasından iş çevirdiler. Ağlaya ağlaya gitti ama giderken yanında savaştıklarını da götürmeyi başardı. Biz camia olarak bunun bile hakkını tam anlamıyla veremedik. Soğuk bir Ankara günü bir avuç insanın izlediği sıradan bir lig maçında kariyeri belki de bitmek üzereydi. Sonuçta bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir diye bir türkü de boşuna yakılmamıştır zamanında...
Geçen sezonki imza biraz da kaderin "bu kadarına da gerek yok" hamlesiydi aslında. Bir deliliğe imza atıp 36 yaşında 3. kez çapraz sakatlığından döndü, arada yine küçük sakatlıklar yaşadı. Eksik bırakılan bir takımla Eurocup'ta en azından final görmeyi başardı. Gerçi yakın tarih sayılır artık onu da anlatmayalım fazla. Hem fiziken hem de ruhen bu kadar yıpranmışken bırakma kararı alsa yine kaç kişi saygı duyacak, kaç kişi anlayabilecek merak konusu? "Nilay 41 yaşına kadar oynadı Işıl da oynar" diye jenerik ve ezbere bir söylemden başkasını üretebilecek miyiz?
O da ayrı bir konu...
Bundan 15 yıl önce çeşitli şekillerde(!) hayran olan belki de yüzlerce insan vardı. Bu kitle ona her anlamda kol kanat gerip sahip çıkıyordu. Paragraflarca yazsak yine de eksik kalacak tüm bu olaylar yaşanırken belki bilinirliği artsa da o kimsenin çok da tanımadığı yıllardaki kadar bile destek olabilen kitle kaç kişiye indi? Kaç kişi ilgisini kaybettiği için, ergen hevesleri geçtiği için, Işıl'ın "saha içi performansı" dalgalandığı için ya da sadece olaylarda başka taraf tuttuğu için bu saflardan çekildi hatta karşı safında durmaya kadar işi götürdü?
Işıl tüm bunlarla uğraşırken Birsel'in tek meselesi çok daha optimum şekilde takır takır çalışan bir düzenin önemli parçalarından biri olmaktı. Fenerbahçe'nin Birsel'e sağladığı imkanları Galatasaray Işıl'a sağlayabilseydi bugün Fenerbahçe'nin olduğu yerden muhtemelen daha ileride olurduk. Ya da Işıl zamanında tüm kapıları kapatmasa, "ya ben profesyonel sporcuyum, ekmeğime bakarım" diyebilseydi muhtemelen bugünkünden fiziken de ruhen de daha dinç bir halde olurdu.