Paul Dawkins

EFSANE OYUNCU PAUL DAWKINS
Arkada Nur Gencer Paul Dawkins ile birlikte.Yugoslavya'da yolda kalmıştık
Her zamanki gibi düşük bütçe ile bir takım oluşturmuştuk ancak bu defa takımın başında genç bir antrenörümüz vardı.
Şaşalı yılların sonuna doğru birlikte oynadığım tüm efsaneler, yeni kurulan müessese kulüplerine transfer olmuşlar ,bazıları ise basketbolu bırakmıştı .
O yıllarda Galatasaray basketbol takımının ne kadar zor durumda olduğunu anlatabilmek için bir örnek vermek gerekirse, bir dönem başımızda ,antrenör olmadığını ve bize sadece abilik yaptığını söyleyen Özer (Salnur ) abimiz bulunduğunu söyleyebilirim..
Bazen de ,yöneticilerimiz , daha ekonomik olduğunu düşündüğünden ,aynı zamanda oyunculuk da yapabilen koçları tercih ederdi.
( Fuat Tahir ve John Gidding )
Fuat abi (oyuncu antrenör,) Hakan, Remzi, Esat, Bülent, Cem, Ali, Nusret
Kadromuz ise, benim gibi altyapıdan yetişmiş üç beş genç ve dışarıdan gelen bir iki eski ‘arkadaşımız’ dan oluşuyordu.
Ancak üç dört müessese kulübü dışında diğer kulüplerin durumu da o kadar iç açıcı değildi. Bu nedenle ligi her sene orta sıralarda bitiriyorduk.
Mehmet ,John Gidding ( Oyuncu Antrenör ) Cem, Murat
Basketbol şubesinin başına Cemal Burnaz geldiği yıl ,önce Galatasaray daha sonra Eczacıbaşı’nda onlarca oyuncunun yetiştirilmesine katkıda bulunan Nur abi (Gencer) yönetici olarak geldi.
Ve o sırada genç takım antrenörlüğü yapan eski takım arkadaşım Koray Mincinözlü’yü takımın başına getirdi.
Sanırım Koray ,Nur abinin herkesi şaşırtan bu kararıyla Galatasaray’ın gelmiş geçmiş en genç antrenörü unvanını aldı.
O yıl ,başta Mehmet Altıoklar olmak üzere genç takımdan bazı oyuncular A takıma alındı.
Ve yine Nur abinin, Eczacıbaşı altyapısında yetiştirdiği Remzi Dilli ve bir iki genç oyuncu ile sezona başladık.

İşler beklenenden çok daha iyi gitti. Hatırladığım kadarıyla daha önce açık farkla yenildiğimiz ,o zamanın en güçlü takımlarından, Efes Pilsen’i yenmiştik. Her takımla başa baş mücadele edebiliyorduk.

Ve o yıl Antalya’da yapılacak olan Play-off’lara ,
Spor Sergi Sarayı’nda 5000 kişinin seyrettiği ,final niteliğindeki ,İstanbul Bankası maçını kazanarak kalmayı başardık.
Aslında bu neticenin bizim için anlamı çok fazlaydı, çünkü koçu da dahil olmak üzere gencecik bir kadromuz vardı.
Ve yabancı oyuncumuz yoktu.
Daha sonra Paul'ün katılımıyla Playoffları beşinci olarak bitirdik.
Müessese takımlarının iştirakinden sonra Türkiye liginde ilk defa ilk beş takım arasına girmeye hak kazandık.
Utku ,Mehmet, Mehmet, Ender, Hüseyin, Koray, Cem, Ali
Antalya'da beşinci olan takımımızı, yöneticilerimiz, Kemer'de bir gecelik Mavi Portakal adlı otelde konaklatarak ödüllendirdi.
PAUL DAWKINS / NOTHERN ILLINOIS
Basketbol şube sorumlumuz Cemal Burnaz ve yöneticimiz Nur Ağabey play-offlar için bir yabancı oyuncu getireceğimizi söylediği zaman ,açıkçası sezonun ortasında bize katkı yapabilecek bir oyuncunun bulunabileceği konusunda şüphelerim vardı.
O zamanlar yurt dışı ile yapılan telefonla konuşmalarının bile bütçemizi sarstığını düşünürsek, oyuncuya ücret olarak çok da fazla bir şeyler veremeyeceğimizi tahmin edersiniz.
Nur abi ,basketbol oynamak için Fransa’nın Nice şehrinde bulunan ancak takımının ödeme yapmaması nedeniyle A.B.D ‘ye dönmek üzere olan Paul Dawkins’i bir şekilde Türkiye’ye getirmeye ikna etti.
O zamanlar yabancı oyuncular için araştırma yapmak bugünkü kadar kolay değildi . Ya tesadüfen oralarda okuyan bir Türk talebe size yardım ederdi, ya da hala sakladığım “Street and Smith” dergilerim.
Dergide Paul’ün ismini gördüğüm anı hiç unutmam .
NCAA 1. Liginin sayı krallığında ,o sezon NBA’yi kasıp kavuran 2. sıradaki Larry Bird ‘ün bulunduğu listede 5. sıradaydı.
Alçak gönüllü , güler yüzlü ,espritüel Paul Dawkins’i ilk defa Yeşilköy Hava Alanı’nda gördüm.
İki buçuk sezon birlikte oynadık, üçüncü sezonun başında ayağım kırıldığı için ,art arada gelen şampiyonlukları onunla birlikte yaşayamadım.
Ancak onun, hayatım boyunca birlikte oynadığım ve gördüğüm en iyi oyuncu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Rahmetli Aydan Siyavuş’dan hızlı hücum sırasında rakip faul çizgisine yaklaşıp , savunmanın önündeki adamı üzerime çektikten sonra kenarlardan koşanlara pas vermeyi öğrenmiştim.
Halbuki Paul’e yarı sahada koşarken pası vermek demek, benim için asistti .
Açık sahada Paul’e pası ver ve ardından seyret .
Sonunun mutlu biteceğini bildiğiniz bir sanat filmi gibiydi.
Gerçekten çok estetik ve çok güzel hareketleri vardı.
Durdurulması imkansız ancak seyretmesi de bir o kadar zevkli hareketler..
Paul’ü anmak için ,başkalarına pek anlatmadığı ve bana gülerek anlattığı bir hikayesini sizinle paylaşayım.
Northern Illinois den mezun olduktan sonra Utah Jazz tarafından 1979 yılında 10. Sırada seçilmişti.
Bir sonraki yıl Utah, Paul’ün pozisyonuna ve ondan bir yaş küçük olan
Dr. Dunkenstein lakaplı Darrell Griffith’i almıştı. ( Bu arada boyu Paul kadar 1.95 ) .
Koç Griffith’i tercih ettiği için , Paul'ün aldığı süreler çok kısıtlıymış.
O da kısıtlı sürede kendini göstermek için çırpınıyormuş.
Yine bir maçta devrenin bitmesine çok az bir süre kala oyuna girmiş ve sert bir mücadeleden sonra karşı potaya doğru giderken skorboard'da bitime iki saniye kaldığını farketmiş.
Ondan sonra Paul'ün anlattıklarından aklımda kalanlar aşağı yukarı şöyle;
“ Hemen orta sahadan topu çembere fırlattım. Tabii top potaya bile değmedi .
Ancak, hala devrenin bittiğini bildiren düdük sesini duymamıştım.
Ne oluyor diye skorborda baktığımda, 2 saniye değil 1.02 kaldığını gördüm.
Tanrım! çok utandım , düşünsene ,herkes benim için bu herif delirmiş herhalde, kendini ne sanıyor bu? diye düşünüyor.
Bir de koçları düşün, o anda kesin delirdiğimi zannetmişlerdir her halde " demişti.
Sevgili Paul’ün kahkahalar atarak bu hikayeyi anlatışını hiç unutmam.
Toprağın bol olsun Paul.
CEM AKDAĞ

https://basketboldan.blogspot.com/2...HuaGHy1Y9Y2fi8P5dc3M-fS9a651KOPGxdGwh-uaP_Yu0
 
Bana basketbolu sevdiren efsane, ne maçlarını izledim. Spor ve Sergi'de zaten saha ile tribün çok yakın, maçın içinde gibi olurduk.
Ne sayılar, üçlükler, smaçlar, unutulmaz. Futbol takımımızın 14 sene şampiyon olamadığı zamanlar, şampiyonluk görmemişim, ilk şampiyonluğumu bana yaşatan bir numaralı aktör. Ölüm haberini duyunca içim cız etti birden, gençliğe adım attığım o yıllar da sanki onunla birlikte uçup gitti birden. Toprağı bol olsun, nur içinde yatsın.
 
1984-1985 sezonun playoff finalinde Fenerbahçe ile eşleşmiştik. Her iki takım da o seneye kadar uzak ara üstünlükle başarıları ardı arkasına dizen Eczacıbaşı, Efes Pilsen ve diğer “müessese” kulüplerini eleyerek Türkiye basketbol tarihinde yeni bir dönemi başlatmışlardı. Bu dönemin özetini şöyle yapabiliriz: “sizin kadar paramız olmayabilir ama bizi destekleyen milyonlar ve yüreğimizle biz olmadan bu ülkede spor olmaz. Olsa da tadı olmaz…”

Seriyi kazanan şampiyon olacaktı ve her iki büyük camia da bunu çok istiyordu. 3 maçlık serinin bir maçını biz, bir maçını Fenerbahçe
kazanmıştı. Son maç spor sergi sarayında oynanacak ve kazanan şampiyon olacaktı.

Final maçı günü gelip çatmıştı. 1970’lerin efsane NBA guard’ı Walt Fraizer’ın kitabından Cem Akdağ’ın bana anlattığı şekilde, her hangi bir gün gibi uyandım, kahvaltı ettim, sevdiğim müzikleri dinledim, bir şeyler okudum ve lise aşkım, o zamanki nişanlım, sonra karım olacak ve hayatımın 24 senesini paylaştığım Begüm Hesapcıoğlu ile buluşmak ve maça gitmek için evden çıktım.

Begüm benden daha heyecanlıydı ve bana daha merhaba bile demeden bir çırpıda bir gece önceki rüyasını anlattı. “Paul (Dawkins) bize mavi gözlü, çok güzel bir bebek veriyordu ve bu sizin bebeğiniz diyordu”. Begüm’ün heyecanı bana da geçmişti, “bu şampiyonluktan başka hiç bir şey olamaz” diye cevap verdim. Birbirimize sarılıp spor sergi sarayına doğru yola çıktık.

Soyunma odasında Paul’e Begüm’ün rüyasını anlattım. Her zamanki sakin haliyle gülümsedi ve “şampiyonluk geliyor kardeşim” dedi. Birlikte oynadığımız 4-5 sene içerisinde Paul ile kardeş kadar birbirini seven iki insan olmuştuk. Paul, bu kardeşliği Başka hiç bir takım arkadaşlığında görmediğim şekilde ifade etmişti ve o senelerde doğan oğlunun adını Mehmet koymuştu.

Maç beklenen şekilde müthiş bir çekişme içinde geçiyordu. Bir onlar öne geçiyordu, bir biz. Maçın bitimine 40 saniye kala biz 4 sayı öndeyken Paul’e (Dawkins) bir faul yaptılar. O zamanki oyun kuralları gereği topun kenardan oyuna sokulması veya atış olarak kullanılmasına takım içindeki kaptan karar veriyordu. O anda Turgay (Demirel) kenarda olduğu için oyun içindeki kaptan bendim ve hiç tereddüt etmeden atış dedim. Faul bana yapılsa kenardan kullanmayı tercih edebilirdim. Paul’e kendimden daha fazla güveniyordum. Tam o sırada Nur abinin (Germen) hakem Ömer Ozan’a topu kenardan kullanmak istediğini işaret ettiğini gördüm. Kurallar gereği hakem kaptanın tercihini
uygulamak zorundaydı. Aldığım risk boyumu aşmıştı. Takımın koçu topu kenardan kullanmamızı istemiş, ben atış demiştim. Paul serbest atışlardan ilkini attıktan sonra yanıma kadar geldi, bana sarıldı ve “blue eyes’ baby is coming brother” dedi. Döndü, gitti, ikinciyi de attı ve 6 sayıyla maçı kazandık, şampiyon olduk. Maçın bitiş düdüğü çaldığı andan sonrasının görüntüleri flu, sesleri uğultu da olsa duygusu 35 sene sonra bile hala o kadar net, o kadar yoğun ki…

Neden onlar da çok iyi bir takım olmalarına rağmen Fenerbahçe değil de biz şampiyon olmuştuk? Biz daha iyi bir takımdık. Oyuncuların kalitesi, kulüplerin büyüklüğü, koçlar, yönetim her şey eşit bile olsa biz çocuklarımıza birbirimizin ismini verecek kadar birbirimizi seviyorduk. Fark bu kadar basitti ve bize şampiyonluğu getirmişti. Bir hafta sonra oynanan Cumhurbaşkanlığı kupasını da. Ve bir sene sonra 2.şampiyonluğu da…

Şimdi… Paul artık yok.

Rest in peace brother. Blue eyes’ baby bir süre daha bana emanet…

Mehmet Altıoklar
 
Son düzenleme:
1981-82 sezonunda NBA’den ilk kez Türkiye’ye gelen Paul Dawkins, savunmaların asla çare bulamadığı çok özel bir skorer olarak nam salmış, o dönem ülke basketbolunun en büyük yıldızlarından biri olacaktı. Dawkins, Galatasaray formasını 1981-1989 yılları arasında sekiz sezon terletti. Oynadığı sekiz sezonda 1984-85 ve 1985-86 sezonlarında alınan üst üste iki şampiyonlukta büyük pay sahibi olan Dawkins, ezeli rakip Fenerbahçe’ye karşı 1985’te alınan Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın da mimarlarından oldu. Yenilmez Armada ruhu 1980’lerin başında yeniden doğarken hiç kuşkusuz Paul Dawkins bunun en büyük parçalarından biriydi.

Galatasaray’da geçirdiği sekiz sezonda tam 31 sayı ortalamayla oynayan ve tarihi istatistiklere imza atan Dawkins, 1984 yılında Türk vatandaşı da oldu. 13 numaralı formasıyla Galatasaray Basketboluna uzun yıllar hizmet eden Paul Dawkins, bugün hala takımımızın formasını en uzun süre terletmiş yabancı oyuncu olarak tarih sayfalarında yer alıyor.

Paul Dawkins, basketbol yaşamının sona ermesinin ardından dahi Galatasaray’la bağlarını koparmadı. 15 Mayıs 2012’de takımımızın oynadığı Beşiktaş Milangaz maçı öncesinde Abdi İpekçi Spor Salonu’nda Yenilmez Armada ruhunu yeniden getiren takımımızın diğer idari ve oyuncu kadrosuyla birlikte onurlandırılan Dawkins büyük bir alkış tufanı arasında tribünleri selamlamıştı.

Galatasaray Basketbol tarihinin mihenk taşlarından Paul Dawkins’i 61 yaşında kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Efsane oyuncumuza Allah’tan rahmet diler, yakınlarına başsağlığı dileriz.
 

Üst