Şefkatli Padişah mı,Kızıl Sultan mı?

Uğur YILMAZ' Alıntı:
Bu kaybedilen toprakların içine Vahdettin ve Dünya Savaşı sonrası işgalleri de mi katıyorsun? Şunun için sordum şahsi olarak ben Vahidettin'i sevmem ancak adam zaten Dünya Savaşı bittiğinde başa geçmiş. Ondan sonra yapılan Mondros vs. için ben onu pek sorumlu tutmam...Zaten kendisi normalde padişah olmayacak iken kendinden önceki veliahtın ölmesi ile padişahlık için ön plana çıkmıştır. Yani bu görev için hazırlanmamıştır...

Dünya savaşı dahil tabii... Olmasa da çok çok birşey değişmez,10 kat dediysek 5 kat olur... :)
Vahdettin ile ilgili de şunu söyleyeyim,milli mücadelede Ulu Önder'İn en büyük destekçisi idi...
 
Zaten Atatürk'ün de onla beraber Anadolu'ya geçmek istediği söylenir. Vahidettin aslında o dönemde bir padişahın yapması gerekeni yapıp, devletin merkezinde kalmıştır. Daha sonra da aslında Anadolu'ya geçmesi gerektiğini söylemiş...
 
Uğur YILMAZ' Alıntı:
Zaten Atatürk'ün de onla beraber Anadolu'ya geçmek istediği söylenir. Vahidettin aslında o dönemde bir padişahın yapması gerekeni yapıp, devletin merkezinde kalmıştır. Daha sonra da aslında Anadolu'ya geçmesi gerektiğini söylemiş...

Anlayamadım anlatmak istediğini tam olarak kusura bakma... :)

Ayrıca tarih konuşmaya bayılıyorum... :)
 
Söylemek istediğim Atatürk, Anadolu'ya Milli Mücadele Hareketi çerçevesinde geçmeden bu konu ile ilgili Vahidettin'e teklif yaptığı söylenir. İşte beraber Anadolu'ya geçelim. Oradan direnişi başlatıp, mücadeleyi ordan yönetmek vs. Ancak Vahidettin belki de bir padişah için doğru olana yapıp, başkentte kalmıştır. Bu bir açıdan da doğrudur. Çünkü başkent bir devletin en önemli yeridir. Eğer padişah bırakıp gitseydi, bu onun açısından hiç iyi olmazdı.
Daha sonra Cumhuriyetin İlanı ile sürgüne gönderildikten Vahidettin'in keşke Anadolu'ya geçseydim dediği söylenir...
 
Uğur YILMAZ' Alıntı:
Söylemek istediğim Atatürk, Anadolu'ya Milli Mücadele Hareketi çerçevesinde geçmeden bu konu ile ilgili Vahidettin'e teklif yaptığı söylenir. İşte beraber Anadolu'ya geçelim. Oradan direnişi başlatıp, mücadeleyi ordan yönetmek vs. Ancak Vahidettin belki de bir padişah için doğru olana yapıp, başkentte kalmıştır. Bu bir açıdan da doğrudur. Çünkü başkent bir devletin en önemli yeridir. Eğer padişah bırakıp gitseydi, bu onun açısından hiç iyi olmazdı.
Daha sonra Cumhuriyetin İlanı ile sürgüne gönderildikten Vahidettin'in keşke Anadolu'ya geçseydim dediği söylenir...

Anladım ama ben Vahdettin'İn öyle bir niyete hiç bir zaman sahip olduğuna inanmıyorum. Atatürk'e elinden gelen desteği yapmıştır ve bu desteği yapabilmesi için de Anadolu'da değil İstanbul'da olması gerekmektedir...
 
Ne ulu hakandı ne kızıl sultan sadece çok kötü bir dönemde padişahlık koltuguna oturmus ve dönemin koşulları içersinde başarısız kalmaya mahkum bir insandı Abdülhamit.

Ulu Hakan değildir : Avrupa ülkelerinin oyuncagı olmus,çaresizliğe düşmüş,İmparatorlugun iflasını kabul ederek Düyun'u Umumiye'nin ilanıyla tüm mali yetkileri yabancı devletlerin eline vererek İmparatorluğun sonunu belirlemiş bir padişahtır.

Kızıl Sultan değildir : Sanayi devrimini kaçırmış bir imparatorlugun bu devrimin getirdiği milliyetçilik akımları karsısında zorunlu olarak çözülme sürecine girdiği bir dönemde başa gecmesi kendisi açısından büyük bir talihsizliktir.
Ayrıca Darülfünunu yeniden açması,Şişli Etfal,Darülaceze,Haydarpaşa,Sirkeci Garı vs vs ve teknik olarak yaptıgı yatırımlar sayesinde ülkedeki telgraf hizmetinide yaygınlaştırmıstır.(Sonradan bu telgraf bağlantıları İttihatcı isyanların saray üzerindeki baskısını arttırmıs ve 2.Meşrütiyetinde hazırlayıcısı olmustur)

Yani ne tam anlamıyla kötü ne de göklere çıkarılacak kadar iyi bir yönetim göstermiştir.
Bizim insanımız olayları oldugu gibi değilde işine geldiği gibi degerlendirmeyi sevdiğinden bir görüşe göre Ulu Hakan,diğer görüşe görede Kızıl Sultan olarak anılır Abdülhamit.
Oysa işin aslı ikisinin ortası oldugudur.
 
Evren Abi ulu hakan olduğuna inansam da kendisinin buradaki mesele daha çok işin merhamet boyutu. Bu başlığın açılmasındaki maksat kendisinin Avrupa'da söylenildiği gibi acımasız mı oksa şefkatli mi olduğundan bahsetmekti. :)
 
Abdülhamit'de Avrupalılar tarafından gaddar,zor bir adam olarak tanıtıldığı için bizimde aklımızda öyle kalmıştır.Halbuki çok ileri görüşlü,müziğe yatkınlığı,el becerisi ve zekasıyla bir çok Avrupa ülkesindeki insanları kendine hayran bıraktırmış hatta Avrupa'da bazı müzisyenler bestelerini Abdülhamit'e yollayıp iyi mi kötü mü diye Abdülhamit'in yorumlarını alırlardı.Bende Yılmaz soyadaşımın önerdiği Abdülhamit'in Kurtlarla Dans adlı kitabı herkese öneririm.
 
Emre Sarp Kocaoğlu' Alıntı:
Nerede paranoyaya kapılmadığını söylemelisin bence.. Yahu en basit edebiyat dersinde bile anlatılır, Abdülhamit'in baskıcılığı. İnsaf.

Abdülhamit Han ın başa tahta çıkarken şartlı olarak çıktığını unutmayalım, bazı şeyleri yapması karşılığında - meşrutiyetin ilanı vs.- tahta geçti, meşrutiyette padişah yetkilerini sınırlayan bir durum, dolayısıyla hiçbir şeyde tek başına değil, yok avrupadaki ilerlemelere ayak uyduramamış, yok falanın filanın elinde oyuncak olmuş gibi cümleler kurarken, tek yönlü düşünmeyelim, Abdülhamit Han bir karar aldığı zaman meclisin bunu onaylaması gerekiyordu, meclisin aldığı bir kararı sadece bir kez veto edebiliyordu ki ikinci kez önüne geldiğinde mecburen kabullenmek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla sadece Abdülhamit Han a değil o günkü meşrutiyet meclisinde olanların hakkında da söylenmeli bazı şeyler, zaten kimler kimin maşası ilerleyen yıllarda ortaya çıktı. Yönetim şekli o yıllarda böyle bir sertlik gerektiriyordu ki böyle yapılmış, durduk yerde kimse sıkı yönetim yapmaz. Ayrıca bu 30 yıllık dönemde yapılan demiryolları, coğrafi keşiflerle önemini kaybeden ticaret yollarını surre alayları düzenleyerek tekrar canlandırmaya çalışmıştır, sonrasında Abdülhamit Han ı tahta geçirirken başka hayaller kuran ittihat ve terakkiciler baktılarki padişah üzerinde bir yaptırımları yok, en sonunda tahttan feragata zorladılar ve emellerine ulaştılar...

Asıl istibdat dönemi işte o zaman, ittihatçıların yönetimde olduğu zaman çıktı ama kimse bunu dile getirmez, korkar nedense.
Vaktiyle İttihat ve terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han?a düşmanlık eden o dönemin ünlü şairlerinden Süleyman Nâzif ve Filozof Rıza Tevfik pişmanlıklarını, halkın ve kendilerinin Abdülhamit Han dönemine olan özlemini şu şiirleriyle dile getirmişlerdir..

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör ....... bak günâhına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî padişâhına.

Pâdişah hem zâlim, hem deli dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!

Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliama kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
.................. pis külahına.

Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.

Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.

Rıza Tevfik


Padişahım gelmemişken ya da biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türk'ün ruhu zorla âsi göründü,
Hem peygamberine, hem Allâh'ına.

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Ahiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

Süleyman Nâzif
 

Üst