Emre Sarp Kocaoğlu' Alıntı:
Nerede paranoyaya kapılmadığını söylemelisin bence.. Yahu en basit edebiyat dersinde bile anlatılır, Abdülhamit'in baskıcılığı. İnsaf.
Abdülhamit Han ın başa tahta çıkarken şartlı olarak çıktığını unutmayalım, bazı şeyleri yapması karşılığında - meşrutiyetin ilanı vs.- tahta geçti, meşrutiyette padişah yetkilerini sınırlayan bir durum, dolayısıyla hiçbir şeyde tek başına değil, yok avrupadaki ilerlemelere ayak uyduramamış, yok falanın filanın elinde oyuncak olmuş gibi cümleler kurarken, tek yönlü düşünmeyelim, Abdülhamit Han bir karar aldığı zaman meclisin bunu onaylaması gerekiyordu, meclisin aldığı bir kararı sadece bir kez veto edebiliyordu ki ikinci kez önüne geldiğinde mecburen kabullenmek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla sadece Abdülhamit Han a değil o günkü meşrutiyet meclisinde olanların hakkında da söylenmeli bazı şeyler, zaten kimler kimin maşası ilerleyen yıllarda ortaya çıktı. Yönetim şekli o yıllarda böyle bir sertlik gerektiriyordu ki böyle yapılmış, durduk yerde kimse sıkı yönetim yapmaz. Ayrıca bu 30 yıllık dönemde yapılan demiryolları, coğrafi keşiflerle önemini kaybeden ticaret yollarını surre alayları düzenleyerek tekrar canlandırmaya çalışmıştır, sonrasında Abdülhamit Han ı tahta geçirirken başka hayaller kuran ittihat ve terakkiciler baktılarki padişah üzerinde bir yaptırımları yok, en sonunda tahttan feragata zorladılar ve emellerine ulaştılar...
Asıl istibdat dönemi işte o zaman, ittihatçıların yönetimde olduğu zaman çıktı ama kimse bunu dile getirmez, korkar nedense.
Vaktiyle İttihat ve terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han?a düşmanlık eden o dönemin ünlü şairlerinden Süleyman Nâzif ve Filozof Rıza Tevfik pişmanlıklarını, halkın ve kendilerinin Abdülhamit Han dönemine olan özlemini şu şiirleriyle dile getirmişlerdir..
Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör ....... bak günâhına.
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî padişâhına.
Pâdişah hem zâlim, hem deli dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!
Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliama kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
.................. pis külahına.
Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.
Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.
Rıza Tevfik
Padişahım gelmemişken ya da biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz
Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türk'ün ruhu zorla âsi göründü,
Hem peygamberine, hem Allâh'ına.
Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Ahiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.
Süleyman Nâzif