Dün yaşanan rezalet üzerine maalesef ki biraz kafa yormak gerekiyor. Konuyu tüm boyutlarıyla incelemek bir hayli zor, zira içinde birçok farklı denklem barındırıyor. Aynı zamanda konu Galatasaray olunca yaşadığımız duygusallık da yazının objektif olma düsturuna zarar verebilir. Ancak dün yaşanılan olayın, geçtiğimiz sezonki şampiyonluk maçıyla büyük benzerlikler taşıması, gerekli dersler çıkarılmazsa aynı rezaletin bir daha yaşanabileceğine dair sinyaller verdiği için, tüm aktörlerin şapkasını önüne koyması şart görünüyor.
Öncelikle dün oynanan tekerlekli sandalye basketbol müsabakasında Galatasaray ev sahibi konumundadır. Konuya uzak arkadaşlarımızın düşünebileceğinin aksine, bu lig deplasmanlı olarak oynanmaktadır. Ülkemizde gündemi takip eden herkesin bileceği üzere ise, salon sporlarındaki derbi maçlarında salona rakip takımın taraftarı alınmamaktadır. Birçok farklı alanda kendisine gerekli ilginin gösterilmemesi sebebiyle, tekerlekli sandalye basketbol ligine dair böyle bir yazılı düzenleme yapılmış olmasa da, yöneticiler düzeyinde karşılıklı sözler verildiği biliniyor. Bizim nazarımızda, hem de büyüklerin verdiği sözler senettir.
Bu hususta ilginç olan ise, erkek basketbol takımının ev sahibi olduğu maçlarda dahi bu sayıları göremeyen Beşiktaş taraftarının böylesine organize bir şekilde, gelmemesi gereken bir yerde bulunmasının sorumlularının kim olduğudur. Beşiktaş yönetiminin ve taraftar önderlerinin, ezeli rekabette sportif ve maddi anlamda çok geride kalışları sebebiyle, seslerini daha yüksek ve ayarsız bir şekilde çıkarmaya çalışmaları anlaşılabilir olsa da, bunun yeri bu güzel spor mudur?
Diğer taraftan, olayın bir diğer faili ise, geçtiğimiz sezon iki takımın son karşılaşmasında yine aynı salonda çıkan olayları göz ardı ederek benzer bir ortamın oluşmasına mahal veren emniyet güçleri ve federasyon yetkilileridir. Aynı dün olduğu gibi, organize ve toplu bir şekilde Ahmet Cömert’e gelen Beşiktaş taraftarı kendisinin üçte biri kadarına tekabül eden, içinde benim de bulunduğum Galatasaray taraftarına saldırmaya çalışmış, çıkan olaylarda salonda ciddi bir maddi hasar meydana gelmiştir.
Bir kez dahi orada bulunmuş olan hemen herkesin bileceği üzere, karşı tarafa saldırma niyetiyle Ahmet Cömert’e gelen şiddet yanlısı bir grubun, o küçük salonda, hem de az sayıda kolluk kuvvetiyle engellenmesi neredeyse namümkündür. Abdi İpekçi ve Sinan Erdem gibi oldukça büyük boyutlardaki arenalarda dahi, rakip takım taraftarının bulunmasına güvenlik sebebiyle izin vermeyen emniyet güçlerinin bu duyarsızlığı bence sadece hazırlıksız yakalanmakla açıklanamaz.
Son olarak ise, dün için değil iğneyi, çuvaldızı kendimize batırma zamanıdır. Ev sahibi sıfatına sahip olduğu bir maçta Galatasaray’ın, ezeli rakiplerinden birinin karşısında sayıca az olması tabii ki üzücü bir durumdur. Üstelik bu durumun, kulüp tarihimizin en başarılı takımı sahada mücadele ederken gerçekleşmesi can sıkmaktadır.
Fakat birbirimizi suçlamak yerine, bu durumun nasıl aşılabileceği üzerine kafa yormak daha makul olacaktır. Kabaca bir hesapla, Galatasaray Spor Kulübünün, üç ana branş olan futbol, basketbol ve voleybolda toplam 6 adet takımı her hafta maç yapmaktadır. Tribün kovalamanın yanında, hayata dair sorumlulukları olan insanların maç ve takım seçmeleri maalesef ki kaçınılmazdır.
Örneğin, kendi adıma dün orada olamamanın utancını derinden yaşamaktayım. Fakat aynı anda, hem çalışan, hem doktora eğitimimi sürdüren bir insan olmamın yanında, üzerine çalıştığımız bir proje sebebiyle, bir süredir de haftasonları öğlen İspanyolca kursuna gitmek durumundayım. Öğlen seansını tercih ettim, çünkü diğer türlü futbol takımımızı kaçıracaktım. Dolayısıyla bu durumun fırsat maliyeti de, dün orada da bulunamamanın utancını yaşamak olarak bana kalıyor.
Biliyorum ki, benzer duruma sahip birçok tribün sevdalısı mevcut. Üstelik bu saydığım zorunlulukların yanında, bir ailesi ve zaman ayırması gereken çocukları olan büyüklerimizin sayısı az değil. Hafta içi oldukça yoğun geçtikten sonra, en azından haftanın bir gününü ailesine ayırması gereken insanların, bakın dinlenmek demiyorum, tribünü eski yoğunlukta kovalamalarını beklemek bence insafsızlık oluyor. Dolayısıyla amatör branşlardaki seyirci desteğini arttırmak için çözüm önerileri sunulurken bu durumun göz önüne alınması gerekiyor.
Bu noktada, engelsiz aslanlarımızın tribün yükünü yıllardır çeken, bizim ev sahibi olduğumuz maçlarda dahi gerekli desteği sağlayamadığımız bir ortamda, deplasman kovalayan Ultraslan Üni mensuplarının ayrı olarak, teker teker tebrik edilmesi bir zaruriyet. Yukarıda bahsi geçen zorunlulukların, en azından üniversite yıllarında daha asgari seviyede olması sebebiyle, diğer grupların da katılımıyla seyirci azlığı sorunu zamanla aşılacaktır. Aynı zamanda dün hemen her yerde sunulan fotoğrafların altında imzası olan Tutay arkadaşımız ve Galatasaray Üniversitesi Sosyal Farkındalık Kulübünün çabaları da, engelli sporcularımız ile tribünlerimizin daha fazla yakınlaşması noktasında güzel bir örnek olarak karşımızda duruyor.
Son tahlilde, dikkat çekmek istediğim husus ise, ev sahibi olduğumuz diğer Beşiktaş derbilerinde, rakip takımın tekerlekli sandalyeli sporcularını da tribüne çağırarak alkışlayan Galatasaray taraftarının varlığının unutulmaması gerektiğidir. Oyuncusundan, teknik ekibine, yöneticisinden, taraftarına bu sporun güzel yüzü olan Galatasaray camiası, rahat bırakıldığı takdirde tekerlekli sandalye branşının ülkedeki lokomotif gücü olmaya devam edecektir.
Unutmayalım ki, diğer sporların aksine, tekerlekli sandalye basketbolu herkesin kazanmasının mümkün olduğu, birçok sporcu ve ailenin hayata dört bir elle sarılmasını sağlayan önemli bir lütuftur. Bu sporun daha fazla gelişmesi için rekabete her daim açığız, fakat barbarlığınızı ve nefretinizi kusmanın yeri burası değil. Bırakın engelleri kaldırmaya devam edelim, lütfen bırakın..