Tıbbın, bilim ve teknolojinin, iklimlerin değiştiği dünyada sporda da çeşitli farklılıklar söz konusu. Futbolda son dönemin modası VAR, işin teknik-taktik kısmında 3-4-3‘ler, gegenpressingler… Atletizmde ve yüzmede kırılan olağanüstü rekorlar, Formula 1’de sürekli geliştirilen motorlar ve daha niceleri… Tüm bunlarda olduğu gibi basketbolun da değişen dünya düzenine karşı bir tepki göstermesi şaşırtıcı değil. Özellikle NBA sürekli yeni bir arayış içinde ve her yeniliğe öncü oluyor. Eski kıta da orayı dikkatle takip ediyor; takip ederken de üretmekten geri kalmıyor. Bilhassa son yıllarda artan uluslararası oyuncuların ve asistan koçların sayısıyla NBA’in de çehresi değişmeye başladı. Igor Kokoskov’un Suns’ın başına geçmesi bu takibin en büyük adımı oldu.
Avrupa özelinde zaman içinde bu değişimde bazı faktörler ön plana çıktı. Gelişen antrenman metotları, 14 saniye kuralı, hızlı hücumda kesilen faullerin cezalandırılması gibi… Önemli etkenlerden biri de Avrupa’ya gelen oyuncuların yeni nesil oyuncu grubundan olması. NBA’in başlattığı şut furyası 2000’lerden bugüne dek Avrupa basketbolunu da etkiledi. Bu süreci 3’e bölmekte fayda var:
2001-2005 arası (Euroleague): 15.6 üç sayı denemesi – 6.0 isabet
2006-2012 arası (Euroleague): 20.4 üç sayı denemesi – 7.4 isabet
2013-2018 arası (Euroleague): 23.3 üç sayı denemesi – 9.0 isabet
2001-2005 arası, Euroleague araştırmamda 2000 sonrası esas alındığında üçlüğün en az kullanıldığı yıllar. Bu dönemi okuyarak ya da birkaç tane 240p maç izleyerek yorumlayabilmem imkansız. Bu yüzden o dönemi yaşayan ve basketbol bilgisine güvendiğim, sitemiz yazarlarından Veysi Deniz Baskın’a sordum. O da beni kırmadı: “2001-2005 arası oldukça karanlık bir dönem. NBA’de de böyleydi. Tek adamın kontrolünde takımlar vardı. Boston Celtics’te Paul Pierce, Sixers’ta Iverson… Avrupa’da Maccabi hariç diğer takımlarda ana bir yaratıcı ve onun etrafına dizilen 4 tamamlayıcı oyuncu, 1 tane de ikincil yaratıcı diyebileceğimiz post-up uzunu mevcuttu. Bu biraz yetenek erozyonuyla alakalı. Baktığın zaman NBA ilk kez oyuncu almaya başlıyor. Mehmet Okur, Hidayet Türkoğlu… Hatta oraya gidip de tutunamayan oyuncular oldu; Saras ve Spanoulis gibi… Avrupa da bu yetenekleri kolay çıkartamadığı için şaşkınlığa uğruyor. Şöyle bir konu da var. Hidayet ve Mehmet, Divaclardan Petroviclerden farklı olarak Avrupa’da pek bir şey göstermeden NBA yapıyor. Dirk Nowitzki aynı şekilde, Kirilenko aynı şekilde. Nowiztki’nin doğru düzgün Avrupa kariyeri yok mesela. Avrupa buna adaptasyon sağlayamıyor. İyi oyuncu olacak dediğin oyuncu sahaya çıkmadan Dallas Mavericks’e gidiyor. İster istemez takımlar da bunu Amerikalı oyuncu alarak doldurmaya çalışıyor. Değişim de buradan başlıyor.”
Değişimin ayak seslerinden sonra 2006-2012 arasını geçiş dönemi olarak adlandırmakta sakınca görmüyorum. Çünkü ilk kez maç başı 20 ve üstü deneme ortalamayla kazanılan şampiyonluk burada geliyor. O şampiyonluğun mimarını tahmin etmek zor değil: Ettore Messina. Geçiş döneminde Ettore Messina’nın CSKA ile 2 şampiyonluğu bulunuyor. Bu şampiyonluklardan ilki 2000 sonrası dönemin en düşük 2. üçlük yüzdesiyle kazanılan şampiyonluğu: %34.8 (20.1/7). En düşük yüzdeyle kazanan takım kim mi? Belki de gelmiş geçmiş en anlamlı şampiyonluğa sahip efsane koç Ivkovic’in takımı: 2012 Olimpiakos, %33.4 (19.6/6.9).
3. dönem çok yakından takip ettiğim bir zaman dilimi. İstatistiklere baktığımız zaman şampiyon olan takımların üç sayılık şut denemelerindeki artışın kolayca farkına varabiliyoruz. 2000-2018 arası şampiyon olan takımlar arasında geçen yılın şampiyonu Real Madrid maç başına 25.5 üçlük denemesiyle bu alanda 1. sırada yer alıyor. Araştırdığım en ilgi çekici istatistiklerden biri de Euroleague’de geçtiğimiz sezon 77 maçta 12 ve üstü üçlük isabeti olurken, 12 ve üstü üçlük isabeti bulan takımların maç kazanma yüzdesi %72.7 (56/77). Basketbolun değiştiğini, halen de bir değişim sürecinde olduğunu bilmeyen, duymayan yok. Biraz ilgisi olan her insan durumun farkında fakat bu değişimi yapanlar kim? Bu yapının elbette birden fazla mimarı var. İşin NBA tarafında modern oyunun temelini kuran Mike D’Antoni, hücum opsiyonu olarak orta mesafe şutları az tercih eden Budenholzer ve kusursuz Golden State Warriors takımının koçu Steve Kerr gibi koçlardan bahsetmek mümkün. Avrupa basketbolunda da David Blatt, Obradovic ve Ettore Messina akla ilk gelen koçlar. Mesela David Blatt Efes Pilsen’de ribaundu alan kısa oyuncuya özgürlük tanıdığında çok ilginç tepkilerle karşı karşıya kalmıştı. Çünkü Avrupa buna henüz uyum sağlayamamıştı. Neticede oyuncuların o zamana kadar buna benzer bir özgürlükleri de yoktu. Zaten topu yere vurup topa yön verebilen az sayıda Avrupalı forvet oyuncuları elit oyuncu olarak kabul ediliyordu. Kafa olarak 10 yıl ilerde olan Blatt o günün şartlarında tek suçlu ilan edilmişti… Üst seviyede isimlerden bağımsız artık herkes aynı oyunu oynamaya çalışıyor; daha fazla şutun kullanıldığı, ayak çabukluğunun esas olduğu bir basketbol. Çünkü basketbol artık yavaşlığı ve düşük tempoda kötü hazırlanmış sırtı dönük hücumları kabul etmiyor. Kendisini yeni neslin basketboluna adapte edemeyen Pesic gibi koçlar da basketboldan bir kopma yaşıyor.
Geçtiğimiz aylarda İsmail Şenol’un Cem Akdağ ile yaptığı röportajda koçun “Kısa oyuncu şut atamazsa, üzerine savunma çıkmadığı için hücumda problem çıkıyor. Dolayısıyla kısa oyuncunun şutu olması lazım. Olmadığı zaman o çareler 3 numaranın post-up’larından, 2 numaranın şutlarından veya diğer oyuncuların post-up’larından aranıyor ama pek etkili olmuyor.” söylemi çok değerli. Cem Akdağ belki çok fazla erkek takımı çalıştırmadı ama bir koçun dışardan yaptığı bu tarz bir yorum ciddiye alınması gereken bir konu. (İlerleyen bölümde post-up meselesine ayrıca değineceğiz.) Cem Akdağ’ın yorumunu şöyle örneklendirebiliriz: Kısası şut atamayan takımların başarıya ulaşması tabii ki imkansız değil ama gidilen yol oldukça dikenli. Örneğin pek uzak olmayan dönemde Zeljko Obradovic takımlarının şutu olmayan kısalara karşı elde ettiği zaferleri hatırlayabiliyoruz. 2011’de Ricky Rubio’nun, 2017’de Calathes’in şutunu savunmamak belirli riskler taşısa da her şey geride kaldığında sonucu pozitif çıkan bir strateji olarak göze çarpıyor. Günümüzde de Doğuş Balbay’ın, DeAndre Kane’in, Jovic’in şutunu riske eden takımlar mevcut. Peki sadece şutu olmayan oyuncular mı riske edilir? Elbette hayır. Ezberlerin bir kenara atıldığı modern basketbolda, İspanya’da Xavi Pascual egemenliğini yıkan ve Real Madrid’in senelerdir zirveye oynamasında en büyük pay sahiplerinden biri olan Pablo Laso’nun 2018 Euroleague finalinde, Fenerbahçe’nin pas kanallarındaki akıcılığını azaltmak ve takım halinde boyalı alana gömülüp fizik avantajı elde etmek amacıyla Nicolo Melli’yi birkaç adım geriden savunma fikrini ortaya atmıştı. Geçtiğimiz günlerde Anadolu Efes-Fenerbahçe maçında buna benzer bir hamleyi Ergin Ataman’dan da görmemiz tesadüf değildi.
FARKLI OYUN KURGULARI
Düzen içinde doğru hazırlanan şutlar, hücumların kalitesini artırıyor ve seyir zevkini de beraberinde getiriyor. Peki yıllar geçtikçe ivmeli bir biçimde artan şut sayıları kullanılan post-up hücumlarını etkiliyor mu? Modern basketbolda post-up hücumlarının oyunu yavaşlattığına dair yorumlar var. Şut ve Post-Up’a dair en dikkat çeken açıklama Mike D’Antoni’nin ağabeyi Dan D’Antoni’den gelmişti: “Basketbolda en iyi atış köşe şutudur; en kötü hücum ise post-up oyunudur.” Bu açıklamadan sonra, yorumlarına çok saygı duyduğum Kaan Kural ağabeyin de bizi kırmayarak bu konu hakkında düşüncelerini dile getirdiğini belirtelim. Peki Kaan Kural şutun artışıyla alakalı neler söyledi? “Her şey big data ile ilgili. Takımlar en verimli hücumun ne olduğunu rakamsal olarak analiz ediyor ve daha çok üç sayı atmanın total değerini görüyor. Bu kadar basit aslında. Ama bunun bir azalan faydası var. Yani optimum rakam nedir? Denge nerede oluşur? Bunu halen keşfetmeye çalışıyorlar. 5 yıl sonra personele göre değişir ama üçlük sayısı toplam atışların yarısını geçmeyecek ortalamada. Dan D’Antoni tamamen analitik sonucu söylemiş. Rakamlar bunu destekliyor. Gerçi en kötüsü post-up değil, orta mesafe…“ (Başka bir yazıda orta mesafe konusunu ele alacağız.)
Yeni nesil koçların tartışmasız en çok umut vereni olan Saras türünün son örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Jasikevicius’un Zalgiris’i, Final-Four’a kaldığı sezonda maç başına 16.5 üçlük denemesiyle ve 6.9 isabetiyle, %42.1 gibi yüksek yüzdeyle olsa bile, son yılların en düşük deneme/isabet oranına sahip. İlişkilendirmek gerekirse 2005 Pini Gershon Maccabi’sine (15.8/6.4 – %40.6) çok yakın sayılar görebiliyoruz. Koç Saras az üçlük denemesiyle orantılı olarak hücumlarının %12’sini post-up hücumları üzerinden kullanmış. Diğer Euroleague takımlarının hücum oranlarına baktığımız zaman %10’un üzerinde Zalgiris ile birlikte sadece Valencia bulunuyor. Saras’ın oyunu yarı sahaya yıkan oyun felsefesi, play-off yapan 8 takımın içinde maç başı kullanılan pozisyon sayısında da en düşük 2. ortalamaya sahip takımı yapıyor: 79.6. Onun modern basketbol kalıplarına karşı çıkarak eski usül oyuna bağlı kalarak planını tıkır tıkır işletmesi ve peri masalı yazması takdir edilesi.
Her koçun kendine has bir tarzı var. Felsefeler, sistemler, düzenler farklı. Xavi Pascual, Ergin Ataman, David Blatt… Zirveye çıkan koçlardan biri de Bartzokas. Ivkovic sonrası kusursuz Olimpiakos sistemini kurcalamadan küçük dokunuşlarla tekrar zirveye çıkarabilmesi, Kuban’da kurduğu yapıyla, Khimki’de Markovic, James Anderson, Tyler Honeycutt gibi oyuncularla Shved’in zaaflarını kapatmaya çalışan ve çift 4.5 numaralarla oynamayı seven Bartzokas’ın şanssız Barcelona kariyeri dışındaki bu 4 sezonunu incelediğimizde çarpıcı verilerle karşı karşıya kalıyoruz.
2009-2010 Maroussi: 19.2 üç sayı denemesi / 7.4 isabet ***** %11.6 post-up – 147 pozisyon (16 maç)
2012-2013 Olimpiakos: 22.4 üç sayı denemesi / 7.9 isabet ***** %7 post-up – 174 pozisyon (31 maç)
2013-2014 Olimpiakos: 22.0 üç sayı denemesi / 8.3 isabet ***** %7.4 post-up – 166 pozisyon (29 maç)
2016-2017 Loko Kuban: 26.3 üç sayı denemesi / 9.7 isabet ***** %4.7 post-up – 117 pozisyon (31 maç)
2017-2018 Khimki: 27.5 üç sayı denemesi / 9.9 isabet ***** %4.4 post-up – 120 pozisyon (34 maç)
Bartzokas’ı yeni nesil koçlardan biri olarak tanımlamak yanlış olmaz. İlk Euroleague maçına 2009’da çıkan Bartzokas, Euroleague’de 7. sezonunu geçiriyor. Yeni dönemin en ilgi çekici koçlarından biri olan Yunan koçun oynattığı basketbolda istatistiklerden de anlaşılacağı gibi özellikle Maroussi kariyerinden sonra post-up hücumlarının azlığından rahatlıkla bahsedebiliriz. Maroussi kariyerinde yüzde olarak fazlalık olsa bile o takımın kısasının Jamon Gordon olduğunu hatırlatmakta fayda var. Oktay Mahmuti’nin Galatasaray’da Gordon’un sırtı dönük oyunu üzerinden hücum ettiğini defalarca gördük. Buna rağmen geçiş dönemi olarak adlandırdığım 2006-2012 yılları arasında kullanılan üçlük ortalamasını tutturduğunu görüyoruz. Tüm verileri topladığımızda Bartzokas’ın kendi oyun kurgusunu dönemin modasına uygun olarak şekillendirdiğini söylememiz mümkün. Zaten 2012’den sonra post-up hücum sayısında ciddi bir azalma söz konusu. Tam tersi Bartzokas takımlarının üçlük sayısında her sezon nirvanaya ulaşması da katı ve sabit bir basketbol görüşünün olmadığını açıklıyor. Fakat şut sayısının artması başarıyı asla garanti etmiyor. Zaten mantık olarak da böyle bir şey mümkün değil. Geçen sezon Bartzokas’ın Khimki’si maç başına 27.5 üçlük kullanıp ligi 8. sırada bitirirken Saras’ın takımı yalnızca 16.5 üçlük kullanarak saha avantajı olmadan Final-Four’a kalmıştı.
Üçlüğün, sırtı dönük oyunun, orta mesafenin, kısa beşlerin, uzun beşlerin evrimini yakından görmek, sürekli bunlarla alakalı tartışmalar dinlemek, yazılar okumak ve videolu analizler izlemek çok keyifli. Detaylarıyla, anlık stratejik hamleleriyle, değişim rüzgarlarıyla… Basketbol gerçekten güzel bir oyun. Peki sizce ilerleyen yıllarda ibre ne tarafa doğru kayacak?