Muhteşem üçlüler vardır hayatta. Birbirinden ayrılmazlar. Veya peşi sıra gelirler. Fizik kimya biyoloji. Kulak burun boğaz. Giriş gelişme sonuç. Edip Cansever Turgut Uyar Cemal Süreya. Yol su elektrik gibi. Galatasaray Bayan Basketbol Takımı 1987-2000 arası 11 lig şampiyonluğu, 6 Türkiye Kupası, 6 Cumhurbaşkanlığı Kupası ve ilk Euroleague üçüncülüğünü kazanırken onlar vardı. Tamamında belki yoktular ama çoğunda onlar vardı. Yenilmezdiler. O zaman kadın denmezdi sporun adına. Şimdi onlar farklı yollarda hayatlarını sürdüren çok başarılı Galatasaray kadınları. Biri antrenör. Biri anne. Biri işletmeci. Derya Özyer Çelen Memnun Handan Özbek. Ve bir de onlara yetişip onlardan bayrağı alarak daha yukarı taşıyan Nevriye Yılmaz. Sohbetin her yerinde mutlulukla süslü gülüşmeler var. Parantez içine almıyoruz o yüzden. Öyle okuyunuz lütfen. Tarihi koklayarak.
Söyleşi: Eren Loğoğlu
[divider]
80’lerin sonunda başlayan Galatasaray kadın basketbolu hikayesine neresinden dahil oldunuz?
Çelen Memnun: Handan, Derya ve ben aynı sene geldik üçümüz. 92 yazıydı. Galatasaray’daki Avrupa Kupası hayali 80’lerin sonunda Faruk Süren ile başlıyor. 10 senelik süreç sonrasında ilk Final Four’a erişiyoruz. Biz katıldığımızda bu hedef oluşturulmuştu. Betsy Bailey birkaç sene önce dahil olmuştu teknik ekibe.
Derya Özyer: Faruk ağabeyin şu sözünü hatırlıyorum. “Bu takım Euroleague’de Final Four oynayacak, şampiyonluk yaşayacak. Biz bu takımı bu sebeple kurduk, sizler de bunun için buradasınız.” demişti. O zamanlar daha elemeyi bile geçememiştik, düşünün. Oynadıkça birbirimizi daha iyi tamamladık. Çalışma temposu ve organizasyon bu işin olmazsa olmazıydı. Kadroda elbette hep iyi oyuncular oldu, biz de bunun parçasıydık.
Handan Özbek: Geldiğimizde gençtik galiba. Ben 21 yaşındaydım. Bizimle beraber takım da gençleştirildi o sırada, bırakanlar vardı aralarında. Çelen daha da gençti, yaş 17-18 sanırım. Hiç unutmam, elemelerde Ljubljana kâbusumuzdu. Gidip gidip yeniliyorduk, birkaç sezon öyle geçti. Faruk Süren, yöneticiler ve Betsy bunu sorun etmedi, yeni ve genç bir takım olduğumuzdan. Sabırlı olmak gerektiğinin herkes farkındaydı, çünkü yeterince enerji sarf ettiğimiz görülüyordu. O çalıştığımızdan daha fazla çalışılamazdı hakikaten. Herhalde hiçbir kadın basketbol takımı bizden daha çok çalışmamıştır. Büyük bir özveriyle, bazen bir ay boyunca her gün (off yapmadan) 5 saate yakın antrenman yapardık. Günde üç idman yaptığımız zamanlar oldu. Bayan basketbolunu bir yerden bir yere getirmek kolay bir iş değil. Özellikle de o dönem medyada bu denli takip edilmezken ve popülaritesi düşükken. 50 sene öncesini konuşur gibiyiz şimdiye bakınca ama yakın dönemden bahsediyoruz, bir jenerasyon öncesi. Çok emek verildi.
Genç yaşta Amerikalı bir koçla çalıştınız. Betsy Ann Bailey ne tür bir etki bıraktı üzerinizde?
DÖ: Profesyonelliği öğrendik. Amerikalı koçun getirdiği antrenman düzeni, teknikleri bize çok şey kattı.
HÖ: Çok koştuğumuzu hatırlıyorum.
DÖ: Senin kabusun vardı, neydi o?
HÖ: Jack Ramsay.
ÇM: Koşu drillerinin isimleri vardı. Line drill denir hani, tüm sahayı git gel. Gidiş geliş 1 sayarsan, 5 set çarpı 5, yani 50 kez koşuyorduk, saniyeli. O verilen sürede bitiremezsen başa dönüyorsun.
HÖ: Takımda biri yapamadığı zaman da tekrar baştan başlıyorduk hepimiz. Bir daha, bir daha, bir daha…
DÖ: Guard birinci bitirecek diye de bir kural vardı, oyun kurucu olduğum için unutmuyorum tabii. Bir de moraliniz bozuk, kafayı öne eğdiniz. Kafayı öne eğmek yok, hop çizgiye. Rakip bizim mental olarak düştüğümüzü görmemeli sebebi de.
Cythnia Cooper Sheryl Swoopes Tina Thompson ile Houston Comets fırtınası gibi WNBA’de, Türkiye’de de Galatasaray rüzgarı esiyordu. İlkler her zaman çok ayrı bir yerdedir. Galatasaray Eurocup ve Euroleague kazandı ama efsane denildiğinde akla hep siz geleceksiniz. Siz de böyle hissediyor musunuz?
ÇM: Açıkçası şu anki Euroleague zaferine bakınca bizimkisi biraz sönük kalmış olabilir. İlklerin ayrı bir yeri var, hiç yapılmamış olduğu için. Ben hissediyorum, anıyorum, çok da özlüyorum o günleri. Özel günlerdi. Faruk abinin bir hayaliydi. Geçen seneki Avrupa şampiyonluğunda bile ilk benim aklıma Faruk Süren geldi. Çünkü o bir şeyi başlattı. 25 seneden fazla. İçine bir sürü insanı kattı. Sonuçta da hedeflere ulaşıldı. Çok büyük bir haz benim adıma.
HÖ: Faruk abi olmasaydı bayan basketbolu bu ülkenin en değerli spor branşlarından biri olamazdı. Gerçekten başka bir vizyon ve bakış açısı vardı. Hayatımdaki en büyük şanslardan biridir, Faruk Süren gibi bir yöneticiyle tanışmak ve onunla beraber bir amaca hizmet ediyor olmak. Çok büyük bir ayrıcalık ve mutluluk benim için de. Ben hayatta hiçbir şeyi basketbol kadar sevmedim. Biz o kadar inanmış ve istemiştik başarılı olmayı. Basketbolu bıraktıktan sonra da birçok işler yaptık. Hayat devam ediyor.
Nevriye Yılmaz: Handan abla öyle diyor ama birçok maçımıza geliyor. Deplasmanlara bile.
HÖ: Basketbol öyle bir duyguydu ki benim için hala hiçbir şeyi o kadar severek yapamıyorum. İlk aşk, ilk tutku basketbol. Çocukluğumuz, gençliğimiz, arkadaşlıklar. Yumuşak karnımız basketbol. 30’lu yaşlarda hepimiz ve basketbolu bıraktıktan sonra kimimiz aile kurdu, kimimiz iş yaşantısına girdi. Herkes kendi hayatına kanalize oldu. Ne zaman 40’lara gelip biraz rahatladığımız zaman esasında onlar benim canlarım, hayatımın her noktasını bilen, özel anlarımı paylaştığım insanlar. Çok görüşemesek de görüştüğümüz zaman hiçbir şey değişmiyor. 15 yaşında çocuklar gibi eğleniyoruz.
DÖ: Avrupa serüvenine başladığımız zaman 40 sayı fark yiyen takımlarda oynadık. Zaman içinde orada nasıl mücadele edileceğini, ne tür çalışmalar yapılması gerektiğini ve hangi şekilde başa güreşeceğini öğrendikten sonra yenen taraf olmaya başladık. Nevriye daha genç ama biz üçümüz o geçiş dönemini yaşadık. Onun sonunda Final Four’da üçüncülük gelmesi büyük bir başarı. Daha sonra arada bir duraklama dönemi oldu belki ama şu anki arkadaşlarımız öyle bir başarı elde ettiler ki onun da tarifi mümkün değil. Bizim yakaladığımız başarıyı o zaman erkek takımları da dahil kimse elde edememişti Kupa 1’de. Şimdiyse ülkemizde futboldan sonraki en popüler branş olan basketbolda alınabilecek en büyük kupa müzemizde. Bu müthiş bir şey. Böyle değerlendiriyorum.
Clarissa Davis faktörünü, durdurulamaz oluşunu ne ile açıklanırsınız?
HÖ: Michael Jordan ya. O ana kadar hayatım boyunca bu kadar iyi bir oyuncuyla oynamamıştım yani. Bu denli basit denklem. Ne böyle birini gördüm, dokundum. Kalakalmıştım. Durdurulamaz, önüne geçilemez, ulaşılamaz, ilah gibiydi. Lay up atarken (turnike) dizini üstümüze koyardı. Seyrederdim hayranlıkla.
ÇM: Aynı takımda olmak, ona sahip olmak bir şanstı. Ama bunun bir de idman boyutu vardı. Handan’ın dediği gibi çok yıpratırdı bizi, acımasızdı. Sertti.
HÖ: İkimiz yetmiyorduk. Yorulan değişirdi. Benim için Michael Jordan’a eşittir.
ÇM: Sırayla durmaya çalışırdık karşısında. O da bize idmanda çok şey katmıştır bu açıdan.
NY: Şu dönemde, şu anki jenerasyonda bile öyle dominant bir oyuncu yok bence o pozisyonda. Taurasi’yi falan tutabiliyorsun bir şekilde.
DÖ: Maya Moore’dan daha etkili, kuvvetli ve atletikti.
NY: Fundamentali kusursuz bir oyuncuydu Clarissa.
HÖ: İtalya’da sakatlanıyor, bir buçuk sene şut çalışıp şutör oluyor mesela. 3 numarada oynardı.
NY: Andrea Stinson da çok özel bir oyuncuydu. Tutulamazdı.
DÖ: Clarissa Davis basketbol yaşantımı farklı bir yöne çekmiştir. Sebebi de biz çoğumuz top kullanmayı seven oyunculardık. Top geldiği zaman skor üretelim, birbirimize pas verelim diye düşünürdük. Clarissa’ya pası verirdik, top bir daha gelmezdi. Ve topun ondan alabilen direk potaya gönderirdi. Ben guard olduğum için topun bana bir daha gelme şansı neredeyse hiç yok. Ve ben ne olacak bundan sonra derken oyun tarzımı değiştirmem gerektiğini gördüm. Savunmayı daha iyi yapar, asisti daha çok kovalar, top çalar, ribaund kovalar duruma geldim. Kafayı daha farklı çalıştırmaya başladım, böyle de bir etkisi vardı üzerimizde. Diğer işler bizler yapmadığımız zaman Clarissa türü bir oyuncuyla beraber yenilme potansiyelin doğuyor. Betsy de sayı dışındaki işler için bizi motive ederdi. Top çalmalarımı söyler, teşvik ederdi. Clarissa’nın sayesinde şampiyonluklar yaşamış Como’yu yenme noktasına geldik, CSKA’yı yendik. Onun sayesinde kendimizi geliştirip süreyi kısaltarak üçüncülük başarısına ulaştık.
NY: Ben o maçları izlediğimden Como’ya sempati duymuştum ve oraya transfer oldum. Sizlerin maçlarını izlemeye çalışırdım, giderdim salona.
DÖ: Biz oynarken Nevriye çok küçük yaşta başlamıştı. Yetenekli olduğu için Bari’de ilk kez Erdinç ağabey (Talu) onu oynatacaktı.
ÇM: Hayatımda gördüğüm en profesyonel oyuncu Nevriye.
HÖ: Müthiş bakıyor kendine. O kadar çok çalıştık ki biz, tembel oyuncuya, kendini geliştirmeyen oyuncuya hakikaten dayanamıyorum. Antrenman bitiminde sit up (mekik) yapardık hepimiz. Gençleri zorlardık. Her yönüyle özel bir takımdık.
NY: Şunu anlatacağım. İstanbul Üniversitesi’nde son senemdi. Ondan sonra Galatasaray’a gittim zaten. Yorucu bir deplasmandan dönmüşlerdi. Galatasaray ile oynuyoruz, iki uzatma sonunda kaybettik. Maç bittiğinde sanırsın biz Türkiye Şampiyonu olduk. Galatasaray’a karşı direnmek, maçta kalabilmek, iki uzatmaya götürmek büyük olaydı.
ÇM: Kazanmamız yetmiyor, bir de her maçı 20 sayı üzerinde kazanmamız istenirdi. Prim-ceza sistemi konmuştu. Abdi İpekçi yeni açılmıştı, orada oynuyoruz. Bizden sonra erkek maçı var. 20 sayı farkın altında kazanabildik. Betsy’di antrenör. Her birimizi merdivenlere yerleştirdi, in çık koşuyoruz yarım saat. Tribünlerde insanlar var, bize bakıyor. Erkek maçı oynanıyor bu esnada.
NY: Çok başka bir takımdı. Sariye ile ben, takımın geri kalanını başka bir branş gibi seyrederdik. Büyük takımdı cidden.
DÖ: Nevriye mütevazilik yapıyor. Gelmiş geçmiş en başarılı kadın basketbolcusu kendisi. Yurtdışında iyi takımlarda oynadı, WNBA’de ilk ve tek. Milli Takım performansı, lig şampiyonlukları derken en son Euroleague de kazanması.
HÖ: Ben hayatımda bir sporcu bilmiyorum ki olimpiyatlarda açılış gecesine gitmeyen. Ertesi gün Angola maçı var diye. Ya hayatında kaç kere olimpiyata gidersin ki? Londra’da yapılan seremoni çok güzeldi bir de. Odada oturmuş.
NY: 2016 Rio’da katılacağım, söz.
Ekrem Memnun’un 26 yaşında takımın başına geçmesini nasıl karşıladınız? Çok genç değil mi dediniz mi? 1992 öncesi yardımcı antrenörlük de yapmıştı.
DÖ: Ben büyüktüm ama insanın yaşına değil kafasına bakıyorduk. İnanılmasa Galatasaray’ın başına head coach olarak getirilmez. Bilgisine, tecrübesine güvenilmiş ki, başarılı bir takımı daha yukarı taşımaya geldi. Ve hemen ilk antrenmandan itibaren kendi sistemini bize hissettirdi. Bir kere direk iletişim kurardı, ne istediğini yüz yüze ifade ederdi net biçimde, bu çok önemli. Dolambaçlı yollara sapmazdı. Ben yaşını önemsemedim büyük olmama karşın, bizi nasıl çalıştırdığı, hazırladığı önemliydi. Disiplinli olmak zorundaydı.
HÖ: Kendi adıma sıkıntı yaşadım, Ekrem’in de yaşadığını düşünüyorum. 26 yaşında, asistan koçluk da yapmış olabilir ama Türkiye’nin en iyi bayan basketbol takımının başına geliyorsun, içlerinde yaşı büyük olanlar var, basketbolu bilen, anlayan iddialı kadınlar hepsi ve bence o da ilk başa geçtiğinde şaşırdı. Adaptasyon zorluğu yaşadı. Otorite kurması gerekiyordu. Biz de tabii çok rahattık. Ekrem geldi, arkadaşımız daha önceden. Ama benim ters düştüğüm zamanlar olmuştur. O zaman düşündüğümde ve şu an geriye dönüp baktığımda hayatta basketbolu en zevkli oynadığım dönem, basketbolu öğrendiğim dönem Ekrem Memnun ile olan zamanlardı. Betsy Bailey ile biz basketbolumuzu geliştirdik, bir vizyon kazandık. Bunun içinde Clarissa Davis de var. Ama ben basketbolu Ekrem Memnun ile tam olarak öğrendim. Ve bıraktığımda ben basketbolu çok iyi biliyordum. Sakatlanıp bırakmak zorunda kalınca da çok üzüldüm. Oynamak isterdim.
ÇM: Ekrem de söyler ilk başta nereye geldim ben diye. Ben bir sürü insandan hala duyuyorum, Handan da ifade etti. Onun koçluğunda oynarken çok keyif aldık. Başarılı işler yaptık.
Basketbol oynadığınız zamanlarda 10 sene sonra şunu yaparım gibi hayalleriniz, konuşmalarınız olur muydu?
HÖ: Sanki hep basketbola devam edecekmiş gibiydik. Hiç konuşmazdık gelecekte neler olacağını. Sakatlıklar olunca kariyerini bitirme noktasına geliyorsun. İki sene ağladım ben 31 yaşında basketbolu bıraktıktan sonra. 38-39 yaşına kadar oynamayı planlıyordum. En iyi bildiğim iş basketbol, o yüzden çok zor geçti. Fakat birazcık da yorgunluk vardı, 19 sene oynamışım. Başka şeyler yapmak istedim ve restoran işine girdim. Herkese kolay gelir, iki masa koyayım denir. Öyle değildir. Takım arkadaşım Aycan Yeniley ile beraber Leb-i Derya’yı açtık. Kafeden restorana döndü zamanla. Kendimi bu sektörde buldum açıkçası. Temelinde pek fark yok, yine ekip işi yapıyoruz. Çok seviyorum ama 10 sene önce bana sorsaydınız sen restoran işinde olacaksın, mekanın şöyle olacak falan, kahkahalarla gülerdim. Hiç alakam yoktu. Ama şimdi Karaköy’deki Ferah Feza’dayım. Ha 10 sene sonra hayat ne getirir bilmiyorum. Hayatımın sonuna kadar bu işi yapacağımı da sanmam. Hayvanlarla ve doğayla iç içe olabileceğim bir iş planlıyorum kafamda. Her şeyin bir süresi var sanki, basketbol da bitiyor, restoran da bitecek.
ÇM: Ben de ağır bir sakatlık geçirdim dizimden. Bir sene oynamadım. Sonra döndüm. Birkaç sene daha oynadım. 29 yaşında bıraktım, devam edebilirdim aslında. Tam Galatasaray’ın yatırımı kestiği dönemdi, bir sene gençlerle beraber takımı ligde tuttuk ama ben o sezon çok yıprandım. Çok da üzüldüm. Geçmişte yaşadıklarım da çok sıcak. Arkadaşlarım bırakmış, biraz travma gibiydi. Başka takımlardan da teklif oldu ama başka yere gitmek istemedim.
DÖ: 34 yaşında jübile maçıyla bırakmıştım basketbolu ben de. O yaşlarda oynayan kimse olmazdı o dönem ve beni her sene sorularla bıktırırlardı. Aa, hala mı oynuyorsun diye. O anda kötü hissediyorsun. Tam tersini demen lazım ki motive olalım. Öyle öyle bezdim. Galatasaray’dan başka yerde oynamak istemediğin için de bıraktım basketbolu.
Ufacık da olsa Derya Özyer sanki bi’ adım öne çıkıyordu. Neydi bunun sebebi? Kaptan-ı Derya olarak çağrılırdı.
HÖ: İşin doğasında var. Işıl Alben de öyle. Kaptansın, guardsın.
DÖ: Hepimiz iyi oyunculardık. Ben bir de daha çok oynadım. Lakaptan belki. Çelen’in de, Handan’ın da çok hayranı vardı.
Çelen Memnun’a sorayım, kabul ederse. Ekrem Hoca ile nasıl evlendiniz?
ÇM: Zaten antrenörümdü. Zamanla o da olgunlaştı. Saha dışında oyuncularla sohbet, muhabbet arttı. Çıkardık, gezerdik, restoranlara giderdik. Öyle bir yemeğe çıkıldı, edildi. Ben o ağır ameliyatı geçirdikten sonra çok yardımcı oldu. O süreçte çok yanımda oldu. 7-8 ay yürüyemedim. Beni aldı sinemaya götürdü, taşıdı. Ayağım kocaman alçıda. Onun desteğiyle basketbolda döndüm. Böyle böyle ilerledi. Çıkmaya başladık. Nasıl olacak, oyuncusuyum derken kadın basketbolundan ayrıldı ve erkek basketboluna geçmişti. Akabinde bir sene içinde de evlendik.
Peki Nevriye sıra sende. O efsane jenerasyona yetişip onlarla çalışmanın mı payı var şimdiki efsane jenerasyonu domine etmende?
NY: Bizim aramızda çok yaş farkı vardı. Küçük yaşta gitmeme rağmen adaptasyon sorunu yaşamadım ama oyun içinde zorluk çekiyordum onların seviyesine erişmek için. Kendime bir şeyler katmaya çalışıyordum, yemek yeme şekillerine bile bakardım. Elbette payı var. İstanbul’daki Euroleague maçlarını kaçırmazdım Üniversite’de oynarken, birçoğuna gitmişimdir. Gözümü açan 90’lardaki Galatasaray’dı ve sonra da o takımın parçası oldum.
Nevriye’yle devam edeyim. Muhteşem üçlü döneminde sen gençtin. Şimdi en tecrübelilerden birisin. Sen geriye dönüp baktığında genç oyunculara nasıl davrandın?
NY: Eskiden çok kızardım gençlere. Oynarken insan yoruluyor gerçekten bir şeyler de öğretmeye çabalarken. Yazın bir ara tükendiğimi hissettim Milli Takımda. Ama bakıyorsun bir iki defadan sonra bizi de bozuyorsa yanlış, müdahale etmek istiyorsun. Teşvik ediyorum, görünenin tersi biçimde yumuşak şekilde anlatmaya çalışıyorum. İnci’ye bir şeyler söylüyorum ama o daha yolun çok başında. Farklı bir dünyası var ve oradan onu biraz çıkarıp mutlaka kendisine hedefler belirlemeliyiz.
Ekrem Memnun’un başarısında aile yaşamının da katkısı son derece yüksek bence. Koç “eşim Çelen’le birlikte maç izleriz. Onun bir basketbol aklı ve gözü var. Oyuncu açısından bakabilmeyi ve empati kurmayı ondan öğrendim” demişti.
ÇM: Zaman içerisinden ben de öğrendim ettim basketbol üzerine ama maç günleri etrafında dolanmam. Maç konuşmayı sevmez. Ağzımdan bir şey kaçırıp onu germemeye özen gösteririm. Bir şey izliyorsa kendine bırakırım, gazete okuyorsa falan. Ortalarda dolaşmam, sohbete girmem. Özel olarak bana basketbolla ilgili şu konuda ne düşünüyorsun diye sormamıştır ama oynanmış bir maç üzerine yaptığımız konuşmalardaki yorumlarımdan bir şeyler çıkarıp söylemiştir bunu. Farkında olmadan belki eski bir maçı anlatıyorum, bir anıyı aklına getiriyorum, kafasında şimşek çakıyor olabilir. Böyle bir faydam oluyorsa ne mutlu bana.
Memnun çiftinin dünya tatlısı kızı Ece basketbolcu olacak mı?
ÇM: Bilmiyorum ya. Yazın basketbol okuluna gitti Bodrum’da. Oradaki antrenörünü ve takımını çok sevdi. Bir ay güzel zaman geçirdi. İstanbul’a döndüğünde de heves etti ama aynı ortamı bulamadı. Niye erkekler daha çok, kızlar yok dedi. Şimdilik üstüne düşmüyorum. Çok küçük daha, 9 yaşında. İnsanlar haldır huldur çocuklarını oradan oraya sürüklüyor. Bunu yapmak istemedim. Daha var zamanı bence.
Sizler çok eğitimli insanlarsınız aynı zamanda. Spor yaşantısına paralel giden bir eğitim, kariyerinize doğru bir yön verir diyebilir miyiz?
ÇM: Eğitim şart. Ben şanslı olduğumu düşünüyorum TED Ankara Koleji’nden mezun oldum. Devamında üniversite okumadım. Eskiden de çok hayıflandım. Amerika’dan birkaç kez basketbol bursu da almıştım. Ha gittim ha gideceğim derken baktım yaş 30 olmuş. Okulumda almış olduğum eğitimin, antrenörlerimin bana büyük bir katkısı oldu. Ece’ye onu anlatıyorum şimdi. Spor yapacaksa bile üniversite vazgeçilmez bir şey. Belki benim yapamadığım şeyi Ece için hayal ediyorum, Amerika’ya gider, bilemiyorum.
DÖ: Bugünkü şartlarda gerçekten profesyonel sporculuk ve eğitimi bir arada götürmek çok zor. Ama yapabiliyorsan da takdire şayan bir durum. Dünya görüşünü geliştiriyorsun bir kere. Gene de oyuncular kendilerini bol bol okuyarak, dünyada en olup bitiyor ilgilenerek geliştirebilirler.
HÖ: Eğitim gerçekten olmazsa olmaz. Bu zamanda eğitimsiz olmak ne demek. Söz konusu bile değil. Basketbolu bıraktığınız yaş 30-35 aralığında. En iyi üniversiteden bile mezun olsanız deneyim yok. Bir de o kadar alışmışsınız ki özgür olmaya. Masa başında oturmak, kariyer, etek giymek. Bizim ne ruhumuza ne de yaşadığımız geçmişe ait bir şey. O yüzden çok zor. Sporcular için tam da bu yüzden farklı bir eğitim sistemi gerekli. Profesyonel seviyede basketbol, seyahatlar, antrenmanlar o kadar zor bir iş ki yaptığımız. Derya bir de İTÜ elektrik mühendisliği üzerine işletme mühendisliği üzerine master yaptı. Basketbolun içinde kaldı, çok sevdiği için. Kalmasaydı, çok kolay bir hayat onu beklemeyebilirdi, anlatabiliyor muyum? Ben Latin-Yunan dili okudum ama konuyla alakasız restoran işi yapıyorum. Sistem insanlara istedikleri şeyi okutmuyor ve onlar da okuduklarından farklı şeyler yapıyorlar.
DÖ: Handan güzel bir noktaya temas etti. O kadar okudum ama mesleğimi yapmıyordum. Sonuçta basketbol sevdiğim iş, bu camiadan ayrılmayı düşünmüyorum. Bir gün belki ofis açıp özel bir iş yaparım.
Kadın basketbolu Cumhuriyet kadınını en güzel şekilde temsil eden alanların başında geliyor. Bu sporun daha fazla kız çocuğuna ulaşması ve yayılması adına onların gelişimi ufuklarının açılması adına neler yapılabilir?
NY: Her röportajımda şunu söylüyorum. Basketbol veya voleybol olarak ayırmıyorum. Çocuklara kesinlikle spor kültürü aşılanmalı, fiziksel ve zihinsel gelişim için. Eğitimin yanında gerçekten bunun da önemini kavramalı aileler. Hatta onlar da spor yapmalı. Mutlaka, bir imkan, bir proje olduğu zaman seve seve gönüllü olurum, en önde giderim.
DÖ: Sosyal sorumluluk projelerinde yer alabiliriz. Türkiye’nin çeşitli yerlerine gidip kız çocuklarına spor sevdirilebilir elbette. Sadece spor da değil sanatın da çocuklarımıza ulaşması gerek. Bir ilgi alanıyla uğraşmaları gelişimleri açısından büyük fayda sağlayacaktır diye düşünüyorum. Oralara gitmek yetmeyecektir. O çocukların neye ilgisi varsa; ne bileyim tiyatroyu mu seviyor, İstanbul’a getirip burada bir etkinliğe götürüp ilgisini daha yukarı çekebiliriz.
HÖ: Çocukların ufkunu açmak ve onlara sporu, sanat sevdirmek altyapı işi esasında. Eğitim buradan başlıyor. Bir sürü basketbol okulu açılıyor. Arkadaşlarımın çocukları var. Hayata küsüyorlar, artık ben oynamak istemiyorum diyor. Daha 9-10 yaşında. Çünkü rakiple mücadele, rekabet ortamının içine sokuyorsun onu, bir yarış atı gibi. Bu çocukların antrenörleri bizler gibi profesyonelliği en üst düzeyde tatmış insanlar değil. Genelde bir dönem basketbol oynamış ve nedense hep sakatlanıp çok erken yaşta bırakan kişilerdir. Birilerini tanıyıp üç aylık eğitim alırlar ve hop, antrenör oldular. Çocuğum yok ama olsa bu insanlara emanet etmem. Çocuk psikolojisini, eğitimini bilmeli ve çocuklara bir şey kazandırabilmeli. Çocuğunu kime emanet ettiğinle başlıyor her şey. Çocukların neye ilgisi olup olmadığını iyi analiz ettikten sonra doğru yola yönlendirmekle devam ediyor.
ÇM: Kızım olduğu için ben de çok kafa patlatıyorum çocuklarla ilgili proje meselesine. Bir şekilde sporun bir yerinden tutsun istiyorum. Kötü alışkanlıklardan uzak durmanın en sağlam yollarından biri spor. Özellikle takım sporları. İlla profesyonel olmak değil, bakmayın Amerika’ya gitsin isterim dedim ama. Bir şeylerin ucundan tutmak, ekip ruhunu, paylaşmayı, kaybetmeyi veya kazanmayı sorumluluk almayı öğrenmek çok güzel şeyler. Spor okullarında her çocuk sporcu olacak diye bir kaide yok. Orada bilinç verilmeli esasında, onlar potansiyel seyirci. O kültürü aşılarsan kimisi sporcu kimisi de taraftar olacak. Sevdirmek meselesi yani.
Geçen seneki şampiyonluğu izlerken ne düşündünüz?
HÖ: Hepimiz oradaydık. Çıldırdık ya. Kelimenin tam anlamıyla çıldırdık. Çok acayip bir şey. Tarif edemem bunu. Yaşamak gerek.
ÇM: Eko’ya onu dedim geçen. Yani ben oynasaydım herhalde en fazla bu kadar sevinebilirdim. Eşim. Ece de orada, kızım. Boynuna gitti sarıldı. O anın parçası oldu. O resim benim için paha biçilemez. Kendim kazanmış kadar hissettim.
DÖ: Saha içinde biz sevindik, sarıldık. Oturdukları yeri biliyorum. Bir an oraya baktım, paylaşmak istedim. Bir baktım, sarılmışlar birbirlerine. Ben de oraya tırmandım ve onlara sarıldım. Eskiyi bildiğimiz, yaşadığımız için. Aşağıdan gördüğüm ilk sahne; ağlıyorlardı.
Hangi takım daha iyiydi? 2014 Galatasaray mı 1999 Galatasaray mı?
DÖ: Teraziye konmaz ama burada bir kupa var. O yüzden bu sorunun cevabı belli. 2014 daha iyi bir takım.
Becky Hammon San Antonio Spurs’un asistan koçu oldu Popoviç’in yanında. Yeni bir kapı mı açılıyor sizce?
DÖ: İTÜ’nün genç erkek takımını iki sene çalıştırdım. Çok da keyifliydi. Hele ki ikinci senemde hamile olmama rağmen sekizinci aya kadar antrenörlük yaptım. İlk başta beni antrenör olarak tanıştırdıklarında akıllarından ne geçtiğini kendi çapımda tahmin edebiliyorum ama beş dakikanın sonunda çok güzel idman yapan bir erkek takımım vardı. Bir dediğimi iki etmeyen ve sahada terinin son damlasına kadar mücadele eden bir takımım vardı. Onları çok seviyorum. Yeni bir kapı açıldı bence de.
ÇM: Cinsiyetle alakalı değil bu iş zaten. Başarıyla da bağlantılı, söylediklerinize inanmalarıyla da ilgili.
Galatasaraylı Mekanlar
Cihangir-Asmalımescit-Etiler-Nişantaşı derken şimdi de Karaköy trend. Neden Karaköy?
HÖ: Karaköy yeni bir cazibe merkezi gibi esasında. Hep konuşuluyordu. Eski İstanbul’un göbeğindesiniz, tarihe çok yakınsınız. Burada zanaat var, esnaf var, liman var, yeni sokaklar var, kafeler var, küçük butik dükkanlar var. Daha da gelişecek burası. Karaköy iyi geliyor bana. Çünkü Beyoğlu’nda özellikle son iki senede yaşananlar beni çok gerdi Leb-i Derya’nın işletme sahibi olarak. Burası bir nefes alma şansı tanıdı. Bir buçuk sene oldu Ferah Feza’yı açalı. Misafir profilinden de, Karaköy’den de büyük haz alıyorum.
Nasıl bir mutfak sunuyorsunuz insanlara Ferah Feza’da?
HÖ: Daha çok Akdeniz ağırlıklı, Anadolu mutfakları şeklinde. Ortada paylaşabileceğiniz küçük lezzetler var. Kendi yorumlamalarımız oluyor.
1999’da İlk Final Four
Galatasaray, Avrupa Ligi’nde 1998-99 sezonunu üçüncü bitirmiş ve kadın basketbolunun Avrupa’daki en önemli organizasyonunda o zamana kadar kulüp tarihinin en iyi derecesini elde etmişti. B Grubu’nu 11 galibiyet ve 3 yenilgi ile ikinci sırada bitiren takımımız playofflarda eşleştiği KK Hemofram Vrsac’ı da 2-1 ile geçmeyi başarıp son dörde kalmıştı. Final Four ilk maçında SCP Ruzemberok’a 54-47 kaybeden takımımız üçüncülük maçında GoldZack’i 62-53 mağlup etmişti. Kaptan Derya Taşçı Özyer, Andrea Stinson, Çelen Kılınç, Korana Zanze, Wendy Palmer beşiyle oynayan takımımızda Handan Özbek, Jankovska, Nihan Anaz, Aycan Yeniley de forma giymişti. Galatasaray’ın antrenörlüğünü Ekrem Memnun yapmaktaydı.
Kaynak: GS Dergi