Marşı biliyorsunuz. Şebnem uzaktan şimdi (üçlüğü) atar. Yürüyelim arkadaşlar. Bestesi dağ başını duman almış. Onu en kritik anlarda gözünü karartıp şutu sokarken, en skoreri tutarken tanıdınız. Rusya’da kupayı getirdi bize. Türkiye’nin en eğitimli, kültürlü sporcularından biri. Stanford mezunu. Artık Galatasaray’ı her branşta takip edecek kadar da koyu Cimbomlu. Aksanından sempati akan, herkesin çok sevip Şeboist olduğu, deus ex machina, avukat ve büyük profesyonel sporcumuz diğer birçok yönüyle de karşınızda.
[divider]
California doğumlusun. (Silikon Vadisi’nin ortasındaki Mountain View) Amerikan filmlerinde hep görürüz. O babaların tamirat yaptığı mobilya işleriyle ilgilendiği garajın yanında mutlaka bir pota olur. Seni basketbola iten koşullar mıydı?
Kesinlikle bir etkisi vardı ama ben zaten aktif bir çocuktum, dışarıda olmak, basketbol oynamak istiyordum. 3-4 yaşındayken yeni bir eve taşınmıştık ve arka bahçede pota mevcuttu. Desperate Housewives dizisinde gördüğünüz gibi geniş caddeler, önlerinde çimen, çocuklar bisiklete biniyor, arkada garaj, belki havuz ve işte basketbol potası bahçede. Okulda da aynı şekildeydi. Aralarda spor yapıyorduk ve erkekler ne spor yapıyorsa ben de onu yapıyordum. Çoğunlukla basketbol oynuyorlardı. Uzun da değildim aslında kısa ve çeviktim. O yaşlarda hemen hemen aynı kız-erkek fiziksel olarak ama beni aralarına kabul etmişlerdi. Dördüncü sınıf öğretmenim beni spora yönlendiriyordu ve babam onunla konuşmasının da verdiği etkiyle benim sporla ilgilendiğimi tamamen fark etti. Spor okullarına yazdırmaya başladı. Bugünkü gibi bilgisayarlar da pek yoktu ve okul sonraları evde biraz çizgi film izledikten sonra bahçede veya dışarıda basketbol oynardım. Her mahallenin parkında da mutlaka pota olur ve bu çocukların basketbolu sevmesi adına önemli bir unsur.
Sörf yapmıyor muydunuz? West Coast sonuçta. Deniz tutkun yok muydu?
Amerika’da yaşarken yazları Türkiye’ye gelirdik. Ve o dönemden dolayı deniz tutkum vardı. Alanya’nın denizinden sonra okyanusun suyunu soğuk hissederdik. Biz biraz şımarmışız sıcağın etkisiyle, denizimiz mis gibi. Sörfü son zamanlarda birkaç kez denedim ancak hiç yeteneğim yok.
Chateau Nuzun şarapları sahibi Necdet Uzun eşiyle birlikte Los Alto’da mühendisken Türkiye’ye dönüyor. Baban Türkiye’de elektronik mühendisiyken teklif alıp oraya gidiyor. Böyle hikayeler duyuyoruz. Ailen şu an ne yapıyor ve sana nasıl bir katkıları oldu spor anlamında?
Babam mutlaka tanıyordur. O dönem çok az Türk vardı orada. 80’li senelerin başlarında Türk mühendisler çağrılıyor firmalardan. Bir göç oldu oraya. Tübitak’tan önce babamı sonra bütün ekibi alıp getirdiler. İnanılmaz bir katkıları oldu. ABD’de ligler özel şirket gibi çalışıyor ve para ödüyorsun, çocuğun oynuyor. Türkiye gibi değil. İşte babam ilgilendiğimi görünce liglere yazdırmaya başladı beni. Kız-erkek ligi vardı bir tane, babama antrenör eksik, sadece sen antrenör olursan kızını alırız dediler. Babam da futbolla çok ilgiliydi, basketbolu bilmiyordu. Ama iyi ki de kabul etmiş. Gitti o zaman, en az 50-60 adet teyp, VHS kaset aldı basketbola dair. Ben bunu anlayıp öğreteceğim demişti. Dört sene antrenörüm oldu babam. Ablam da basketbol oynuyordu. Ailecek bir basketbol tutkusu oldu bizde. Hawaii’de, Los Angeles’da, Washington’da, her yerde turnuvalar olurdu, giderdik. Disneyland’a giderdik o sayede. Amerika’da ebeveynlerin çocukların maçlarını takip etmeleri çok olağan bir şey. Bütün anne babalar sürü halinde gelirler. Ben de Genç Milli Takımında oynarken ablam geldi Türkiye’ye ve ben senin maçlarına gitmek istiyorum dedi. Takıma çok tuhaf geldi. Hiç kimse yok, bir tek ablam tribünde, bizi izliyor. İspanya’nın küçük bir kasabasındayız. Aile bağlarımızı kuvvetlendirdi basketbol. Babam emekli oldu. Anne tarafım Alanyalı, tenis, deniz, istirahat. 6 ay burada, 6 ay Amerika’da geçiriyorlar.
Pinewood School. Stanford. Santa Clara. Belli bir habitattan dışarı çıkmamayı tercih etmişsin yaşantın boyunca. Evcimen biri misin?
Amerika’da liseyi eve en yakın yerde okuyorsun. Pinewood öyleydi. Üniversite için aslında kaçmak istiyordum, uzaklara değil ama Los Angeles falan. Stanford ve üç beş okulla konuşuyordum. Stanford’un diğerlerinden farkı akademik kabul öncelikliydi, diğer kolejler gibi spor bursuyla kabul yoktu tek başına. Ama Stanford’a kabul edildiğimi öğrendiğim an tamam geliyorum dedim. Herhangi bir tereddüttüm yoktu. Üniversite sonrası Türkiye’ye geldim ama oradan ayrılınca doğduğum, yetiştiğim yerin benim için ayrı bir yeri var, oradaki yaşamı çok seviyorum, onu fark ettim. Ondan sonra da oraların hep yakınlarında kalmak istedim. Santa Clara kararının sebebi de bundandı.
2005’te neden Türkiye’ye gelmek istedin?
Ekonomiden mezun oldum ama basketbol oynamaya devam etmek istiyordum. Böyle bir fırsat herkesin eline geçmiyor her zaman. Hem kabuğumu kırıp evden de uzaklaşmış oldum. (gülüyor) İstanbul gibi bir şehirde, 20’li yaşlarının ilk senelerini geçirmek çok güzel bir şey.
Çok mu ders çalışırdın? Ev partilerine gitmez miydin hiç?
Sosyal aktiviteler oluyordu ama ayrıca ders çalışma saatleri de vardı. Belli zamanlarda idmanlara da gidiyordum. Lisemde bile akademik açıdan ciddi bir rekabet ortamı bulunmaktaydı. Hırslıydı insanlar, ben de öyleyim. Yaptığım her işte başarılı olmak isterim, sadece basketbol değil. Bu yarışmacı atmosfer gelişimime katkı sağladı. Zaten Stanford da öyle bir yer. O rutine girince de alışıyorsun sonuçta.
Burada yaşasan aynı yetenekle basketbolcu mu yoksa ÖSS’de Türkiye derecesi yapıp biyoloji alanında bir bilim kadını mı olurdun? Hayatlarımız aile ve doğduğumuz yerin imkanlarına göre mi şekilleniyor?
İmkan bakımından ABD’nin farkı eğitim ve sporu bir arada sürdürebilmek, ben bunu yapabildim ama Türkiye’de çok zor olurdu. Ailem akademiye yönelik ve belki bu yönde bir baskı da olabilirdi tabii. Mutlaka burada da gerçekleştirenler oluyor. Bunu yaparken insanlarla kavga ederek, çok istediğini göstererek ikisini bir anda götürebilirsin muhtemelen. Büyük fedakarlıklar gerektiriyor çünkü. Benim Stanford’da basketbol oynadığım arkadaşlarımdan biri biyomedikal mühendisi, ikisi doktor oldu. Türkiye’deki yabancılar da kolej aşamasından sonra ülkesinden ayrılıyor zaten.
2007-08 sezonu Galatasaray’a katılma hikayen nasıldı? O sezon Eurocup yarı finali oynadık. (Beretta Familia) Ancak sen ağır bir sakatlık geçirince basketbola ara verdin. Ertesi sezon ilk kez kadın basketbolunda Avrupa Kupası kazanılmıştı. Duyguların neydi o dönem?
O sıralar okula geri dönmüştüm, bu sefer hukuk oynuyordum. Benim oynadığım dönemde bile, 2007-08 sezonu için konuşuyorum, bu takım gerçekten iyi takım diyordum. Geldiğim seneden itibaren kadın basketboluna yatırım hamlesi başlamıştı. Eurocup’ta zafere giden maçları takip ederken çok sevindim. Bir Galatasaraylı olarak da çok sevindim. Yatırımın geri dönüşünün olması önemliydi ve o ilk başarı insanlara gelecek adına kredi verdi.
Galatasaray Lisesi mezunu ve Galatasaray Üniversitesi Hayri Domaniç ile tanışıyorsun 25 yaşında ve farklı bir yola girmek üzereyken. Böyle büyük bir değişim kararı almanın altında yatan özel bir sebep var mıydı?
Galatasaray’da sakatlandığım dönem Hayri Domaniç ile görüşmeye başladım. Hukuk bürosuna çağırmıştı. Galatasaraylıların pilav günü vardı, kendisine yakın yaşta, 80-90 yaşlarında Galatasaray Lisesi mezunları oradaydı. Daha sonra sürekli ofisine gelip gitmelerim oldu. 1960’larda Demokrat Partisi milletvekili olan dedemin yakın arkadaşıydı. Oradan arkadaşlıkları vardı. Dedem de vefat etmişti yakın zamanda. Hayri Bey dedeme bir bağ olmuştu benim için. Hukukun dünyayı düzelteceğine dair idealist bir bakış açısı vardı ve beni çok etkilemişti. İnanılmaz kültürlü, zeki biriydi. Dört dil biliyor. Raflardan şu kitabı al, 1902. sayfayı aç der ve orada yazanı kendisi bana söylerdi görmediği halde. Profesör tanımını çok iyi karşılıyordu, hep öğretmek istiyordu. İlkbahar dönemiydi kendisiyle tanışmam ve o yaz Amerika’ya geri dönmüştüm, kondisyonerlerle çalışıyordum. Bir tabelada kurs gördüm ve hukuk sınavına girsem diye o anda karar verdim deneyeceğim bunu diye. Kondisyonerlere teşekkür ettim, ben kendim biraz çalışacağım, artık hukuka yöneliyorum dedim. Ablam hukuku yeni bitiriyordu ama ona kalsa beni okumamaya ikna ederdi, hukuk baya zordu çünkü. Ailemde beni başka etkileyecek kimse yoktu.
Galatasaray sohbetleriyle yapar mıydınız Domaniç ile?
Çok iyi hatırlamıyorum ama lisedeki günlerinden bahsederdi. O pilav gününe gittiğimde kendi aralarında da konuşurlardı Galatasaray üzerine.
Galatasaraylılık nasıl girdi kanınıza?
Aileden biraz geliyordu. Babam koyu Galatasaraylı. Annem hariç anne tarafı Galatasaraylı. Annem de ben nerede oynarsam o takımı tutuyor. Ben de o taraftarlık hissini oynayana kadar hissetmedim. Ama buraya geldikten ve buranın bir parçası olduktan sonra, bu kültürle bütünleşmeyle Galatasaray’ın her branşta kazanmasını istiyorum. O hırsı artık çok hissediyorum.
Galatasaray’a geri dönüşün nasıl gerçekleşti? Euroleague seviyesinde rekabet edebileceğine inanıyor muydun? Uzun bir ara vermiştin.
O aralar hukuk okuyordum. Egzersiz için basketbol maçları yapıyorduk akşamüstü. Kim gelirse artık, beşe beş, 20 kişi varsa iki sahaya yayılıyorduk. Öylece basketbol sevgisi yeniden ve yoğun bir biçimde doğdu içimde. Oynamaktan çok keyif alıyordum, güzel arkadaşlıklar kurmuştum. Kristin (Nevlin) ve Emre (Vatansever) sezon bitmişti, bana ziyarete gelip evimde kaldılar. Emre Galatasaray’da antrenördü ve beni gördüğünde oynuyorsun hala ve oynamayı düşünür müsün dedi. Ben de burada oynadığım seviyeyle Euroleague seviyesinin farklı olduğunu biliyordum. Bilmiyorum ki dedim. Emre ön ayak oldu, konuşalım edelim dedi. Ekrem ağabey (Memnun) gelince de beni çağırdılar. Genç idmanlarına girdim bir hafta ve o haftanın sonunda seni takımda görmek istiyorum dedi. Ekrem ağabeyle ilk tanışmamda gerçekten Galatasaray için bir vizyonu olduğunu anladım. Basketbol zekası tartışılmaz. Sorunun ikinci kısmına gelecek olursak Euroleague seviyesi büyük bir endişeydi benim için. Üçüncü seneme giriyorum ve bu sene geçen seneden bir adım daha yaklaştığımı düşünüyorum. Fiziksel olarak forma girmem iki sene tuttu. Bu sezon ise kafa olarak daha olgun bir gözle bakabiliyorum. Bu tecrübeden kaynaklansa gerek. Son senelerim olduğu için aklıma hiçbir şey gelmiyor ve takım için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaya gayret ediyordum. 2012’den bugüne sevdiğim en iyi his buydu.
Geçen sezonki üçlemeyi, tarihi başarının sırrı ne? Doğru parçaların bir araya gelmesi ve takım kimyası mı?
İki sezonluk bir planlamanın, gelişimin sonucu oldu. Tamamen takım kimyasıyla ilgili. Dünyanın en iyi oyuncularını bir araya getirseniz de bu başarı gelmeyebilir. Pürüzsüz bir sezon geçmedi aslında, zor anlar da yaşadık. Ama zor anları az hasarla atlatmayı başarıp doğru zamanda yükselişe geçtik.
Kırılma anları nelerdi sence?
Takımda ateşli anlar oldu ve ne zaman böyle bir durum yaşasak bu biraz da dönme noktası oldu bizim için. Çünkü bizim takım iyi insanlardan oluşuyor ve o iyi insanlar hislerini ifade edince dinlemek zorunda hissediyorsun kendini. Ve bu insan hisleri bu kadar şiddetli olmasa bu şekilde kendini ifade etmez diyorsun. Tatsız olaylar olsa bile biz hepimiz aileyiz, aile bazen birbiriyle böyle konuşabilir diyorduk. Bu da takımın genel olgunluğuyla açıklanabilir, genç veya yaşı yüksek fark etmeksizin. Böyle birkaç an bizi çok kenetlemişti.
Peki o iki üçlük? Sen ABD’de de şutör yönünle ön plandaydın. Keza savunma, size, kenardan enerji, konsantrasyon yüksekliği hep hazır olma faktörleri de var. Aldığın altyapı eğitiminin sonucu mu bunlar?
Öyle diyebiliriz. Maç yaklaşımı, sporcu psikolojisi gibi kavramları Amerika’da gördüm elbette. Takım ve bireysel olarak bu tür çalışmalara katıldım. Aynı zamanda bu takıma gelirken rolümü aşağı yukarı anlamıştım. Rol oyuncusu olacaktım. Bunu kabullenerek geldim. Bu takımın ihtiyacı neyse onu verecektim. Benchte oturup desteklemek bile olabilir. Sadece idmanda bile oynamaya hazırdım. Çünkü bu takımın başarılı olmasını çok istiyordum. Geçen sene de rollerimiz çok belliydi. Hepimiz hazır durumda tutmaya çalışıyorduk kendimizi.
Yabancıları iyi anlaman ve yerlilerle arada köprü olman da (gerçi herkes İngilizce biliyor ama) başarının anahtarlarından mı? Tutkal görevi mi gördün?
Görev der miyim bilmiyorum ama takımda iyi insanlar olursa anlaşırsın. Ana dilim İngilizce olduğu için daha kolay da anlaşabiliyordum ama bence takımdaki herkes harika anlaşıyordu. Sancho mesela sessiz sakin başlamıştı ilk geldiğinde ama o bile açıldı bir süre sonra. Çünkü baktı ki bu takımda hiç kötü niyetli birisi yok.
Bu sezon için ne söylersin? Ayrılanlar oldu. Kalanlar oldu. Kötü başladık ama bir alışma-uyum süreci de gerekiyordu.
Ben şöyle düşünüyorum. Ekrem Hoca ile çalıştığımız ilk sezona benziyor. Yalnız bazı maçları son anda kaybettik. Onları kazanmış olsak belki bu konuşmaları yapmıyor olacaktık. Yavaş yavaş gidişatın yükseldiğini hissediyorsun. Bir hassasiyet de var ama takımın çoğu yeni olunca. Eski parçalar da geç katılınca o hassasiyeti atlatıyoruz. Sezon ilerledikçe gene o odaklanmayı doğru zamanda yapacağız. Ekrem ağabeyin sistemi de bunun üzerine kurulu. Başlarda sorun yaşıyoruz belki ama sonu daha da güzel oluyor böyle.
Baroya kayıtlı bir avukatsın. Ne tür davalar alıyorsun? Spor hukuku ilgini çekiyor mu?
Var biraz ama dava tarafına çalışmadım okul bittikten beri. Daha çok kontrat üzerine çalışıyorum. Üniversitenin spor kontratlarıyla ilgilendim. Onları yazdım, yeni maddeler ekledim. Gelecekte ne olur bilmiyorum. Büroda değil ama bir profesyonel takımın avukatı olmak isterim. NBA’de her takımın avukatları oluyor.
Avukatlık dışında basketbol antrenörlüğü de yapıyorsun. Güney Amerika’ya gitme fikri nasıl doğdu ve devam ediyor mu?
Şu anda devam etmiyor, zamansızlıktan. Ama çok sevdiğim bir iş. Gelişmemiş ülkelere gidip bilhassa genç kızlarla çalışmak istiyorum. O kızların imkanları çok kısıtlı. Onların önüne lider pozisyonda bir kadın olarak geçmemizden çok etkilenmişlerdi. Böyle birileri yok hayatında. Biz de çok etkilendik bundan. Senelerce basketbol oynadım. Bilgi birikimleri genç jenerasyonlara vermek gerekir diye de düşündüm.
Burada?
Projeler geliştikçe Türkiye’de de olabilir. Biz bunun için birkaç arkadaşımla şirket kurmuştuk. Şu an durdu ama gelecekte devam edebiliriz. Hala konuşuyoruz. Surinam’a gitmek inanılmaz bir tecrübeydi. Aklımızdan geçiriyorduk, dünyanın farklı yerlerine gitmeye.
Antrenörlüğü daha rekabetçi bir ortamda yapmak istemez misin?
Bazen aklıma girip çıkıyor. Euroleague’de oynamak gibi aynı, rekabetçi bir ortamda antrenörlük yapmadığım için acaba yapabilir miyim dediğim oluyor. İddialı olmayı seven birisiyim. Okula başlamam, geri dönmem.
Ben aslında Şebnem Kimyacıoğlu’nu Galatasaray Kadın Basketbolunun başında bir yönetici gibi de görmeyi düşlerdim. Harika bir rol modelsin gençler için.
Ne güzel olur. Ben de isterim.
Avukatlık dizileri izler misin?
Law & Order çok izlerdim, son zamanlarda izlemiyordum. Ally McBeal, The Good Wife, Damages çok güzeldi. Avukat gözüyle izleyince bütün hataları görüyorsun, zevki kaçabiliyor. Arkadaşlarımın yanında ağzımı kapalı tutmaya çalışıyorum. (Gülüyor)
ABD’ye gidenler nereleri ziyaret etmeli?
Ne yapmak istediğine bağlı biraz. Alışveriş için giden insanlar var. Doğa için. Şehir hayatını görmek için. Türkiye’ye gelince ama tarihi göreceksin çünkü Amerika’da böyle bir tarih yok. Orası farklı oluyor. Ben doğa seven biriyim. Grand Canyon’a gidilmesini tavsiye ederim. Büyük şehirlere gideceksin. Los Angeles, San Francisco, Seattle, Miami, New York. NYC güzel bir yer ziyaret edilmeli ama ben oturamam herhalde. İnanılmaz müzeler var. Metropolitan Müzesi bunlardan biri.
Buradayken özlediğin şeyler oluyor mu?
Yemeklere çok düşkünüm. Birisi Tribeca’da bagel var dediğinde nasıl sevinmiştim. Simitle bile krem peynir yerim. Kaliforniya’da Meksika mutfağı yaygın ama burada aynı lezzette olmuyor. Orada her köşede otantik Meksika restoranlar oluyor, Kaliforniya’nın yarısı Meksikalı zaten. Yemekler dışında arkadaşlarımı özlüyorum. Her fırsatta onları davet ediyorum buraya. Son iki senede bazıları geldi, onlarla da İstanbul’un güzelliklerini paylaşabiliyorum.
San Francisco – İstanbul benziyor mu?
Coğrafya olarak benziyor, tepelerden oluşuyor. Ama İstanbul çok daha metropol. San Francisco 2 milyon gibi bir nüfusu var, daha küçük. İstanbul’da hissettiğin 24 saat canlılık başka hiçbir yerde yok.
Kaynak: GS Dergi