Gezi’de yazılan ‘destan’lardan biri, kafasına kapsül yiyen, Lobna Allami’nin hikayesini kız kardeşi Fatin anlatıyor
O fotoğrafı unutmamıza imkân yok.
Tarih 31 Mayıs.
Herkesin ilgisini çeken Gezi direnişinin ilk günleri…
Başbakan’ın bile orantısız güç kullanıldığını kabul ettiği bir olayın sonucu.
Çadırlar yakılmış, gaz saldırısı yapılmış ve sonucunda yerde yatan kırmızı tişörtlü, mavi şortlu bir kız.
Lobna Allami.
Başına gaz kapsülünü yemiş, yere düşmüş, başının arkasından kanlar akıyor.
Hafızılarımıza kazınan o fotoğrafın sonrasında ne mi oldu?
25 gün koma.
İki beyin ameliyatı.
Uyanacak mı, yaşayacak mı korkusuyla geçen günler, geceler...
Çok şükür Lobna yaşıyor.
Ama bir tarafına felç inmiş, kolunu kullanamıyor, konuşamıyor, beyninde hasar var…
İki kız kardeşin hikâyesini dinlerken ben ağladım…
O aileye “Geçmiş olsun” bile denmemesine diyecek bir şey bulamıyorum.
Daha da çok ağlamak istiyorum.
Adın?
- Fatin Allami.
Yaş?
- 32.
Neden Taksim İlk Yardım’dasın?
- 31 Mayıs’ta Gezi’de DİSK’in basın açıklaması vardı. Oturma eylemiydi. Direniş yoktu. İnsanlar sadece yerde oturuyordu. Bir anda, gaz saldırısı başladı. Herkes, bir yerlere kaçıştı. Ortalık yatıştığında yerde bir kız buldular, şortlu, kırmızı tişörtlü bir kız. Kafasından kan akıyordu. İşte o benim ablam Lobna’ydı. 25 gün komada kaldı, iki kere beyin ameliyatı oldu. O yüzden buradayım…
Filistin asıllı mısınız?- Alakası yok, biz Türküz. Babamız Ürdünlü, annemiz Türk. Hikaye şöyle aslında: Anneannem, Eminönülü Fatma Gülfidanağa. 14 yaşında babasıyla Filistin’e gidiyor. Babası Osmanlı valisi. O yıllarda Filistin de, Osmanlı toprağı. Babası hastalanıp, ölüyor. Anneannem de orada kalıyor. Çerkez dedemle evleniyor, çocukları oluyor. 1948’de mültecilerle Ürdün’e göç ediyorlar. Seneler sonra anneannem, tekrar yurda döndü ve burada öldü, mezarı bile bu topraklarda. Basbayağı Türküz!
Annen peki?
- Ürdün’de babamla evleniyor. Boşandıktan sonra da, ablamla beni yanına alıp, Türkiye’ye dönüyor.
Ne zaman geldiniz?
- Ben 12’ydim Lobna 14.
Hiç yabancılık çektiniz mi?
- Ne alakası var. Biz ‘yabancı’ değiliz. Arapça biliyoruz ama rüyalarımızı Türkçe görüyoruz. Kendi aramızda Türkçe konuşuyoruz. Sevgililerimiz Türk. Zeytinyağlı severiz. Sabahları Ezine peynir yeriz. Kekikli zeytinyağına ekmek banarız. Lobna’ya “Turist” dediler. “Yabancı” dediler. Neden öyle yaptılar bilmiyorum, o zaman kafasına yediği kapsülün haklı bir gerekçesi mi olacaktı yani…
Nasıl bir hayat kurdunuz kendinize?
- Annem Arap dili edebiyatı ve İslam Tarihi mezunu. Libya Büyükelçiliği’nde iş bulunca, Ankara’ya yerleştik.
Sen ne okudun?
- Ankara Siyasal mezunuyum. Siyaset bilimi ve kamu yönetimi okudum.
Lobna?
- ODTÜ felsefe mezunu, üstüne yine ODTÜ’de insan kaynakları master’ı yaptı.
İki kardeş aranız nasıldı?
- Birbirine çok benzeyen ve didişen kardeşlerdik. Annem, Lobna ve ben, üçümüz de güçlü karakterleriz. Bir araya gelince çatışmalı bir ilişkimiz varmış gibi gözükse de, büyük bir sevgiyle birbirimize bağlıyız.
Lobna nasıl biri?
- İdealist ve duygusal. Seyahati sever, ata biner, yüzer, dalar, sky diving yapar ama uçaktan korkar, ormanlarda çöp toplar, sahil temizler, sokaktaki yaralı kedileri veterinere götürür, onları iyileştirir, yedirir içirir. Merhametlidir. Yaşlılara kıyamaz. Çocukları çok sever. Ama nerede haksızlık varsa orada sesini yükseltir. Gazze’de Filistinliler’e haksızlık yapılırsa, Lobna burada açlık orucuna girer. Tunus’ta adam kendini yakar, Lobna burada ağıtlar yakar. İnsan kaynakları master’ı yaptı, birkaç sene de bu alanda çalıştı. Ama onun ruhuna uygun değildi, dans ve müziğe düşkün biriydi. ODTÜ’deyken de Çağdaş Dans Topluluğu’ndaydı. Sosyaldir. Dört dil bilir. Sivil toplum örgütlerinde çalıştı, daha sonra da Berlin’e gitti…
Orada ne yapıyordu?
- Festivaller düzenleyen bir şirkette çalışıyordu. Yurt dışına Türk sanatçılar götürüyordu. Üç aydır oradaydı. Vizesi bitti, uzatmak için İstanbul’a geldi. 31 Mayıs’ta, o gece Ankara’ya geçecekti. Annemi aramış, “Kışlıkları bırakıp, yazlıklarımı alacağım” demiş. Ama ne yazık ki Ankara’ya gidemedi…
Siyasetle ilgisi ne kadardı?
- Hiçbir partiye, derneğe üyeliği yoktu. Bir tek National Geographic’e vardı…
İKİ KERE BEYİN AMELİYATI OLDU 24 GÜN KOMADA KALDI
Sen olan bitenden nasıl haberdar oldun?
- Lobna’nın eski ev arkadaşı aradı, “Fatin, Lobna Gezi’de yaralandı, şimdi ameliyata alıyorlar” dedi.
Önce durumun vahametini kavrayamadım. Koluna, bacağına bir şey oldu zannettim. İşten çıktım, İstanbul’a bilet ayarlamaya çalışıyorum. Eve ulaştığımda baktım bütün arkadaşlarım orada. Telefonu kaçırıyorlar benden. Meğer Lobna’nın o iç burkan fotoğrafları yayınlanmaya başlamış, Facebook’a girmemi engellemeye çalışıyorlarmış. Telaşlarından huylandım, İstanbul’daki kuzenimi aradım. “Durumu bir öğrensen” dedim. Beni geri aradığında hüngür hüngür ağlıyordu: “Lobna’nın başına gaz fişeği isabet etmiş, ağır travmayla hastaneye gelmiş. Açık beyin ameliyatı olmuş. Yaşama şansı yüzde 20’ymiş!” dedi.
Oooooo! Sen ne yaptın?
- Şoka girdim. Öyle kalakaldım. Birden bire bacaklarımı hissetmedim, zangır zargır titremeye başladım. Evdeki arkadaşlarım beni yatırdılar. Ama sonra kendimi toparladım, uçağa bindim, İstanbul’a geldim. Lobna, yoğun bakımda yatıyordu…
Ne dedi doktorlar?
- Başına çarpan fişek yüzünden kafatası kırılmış, kemikler beyne batmış, beyin şişmiş. Ameliyata alıp rahatlatmak için büyük bir kemik almışlar. Kanama olmuş, o kanı da akıtmışlar. Vücut fonksiyonlarını makineye bağlamışlar. Uyutuyorlarmış. “Hayati riski çok yüksek. Her an, her şey olabilir” dediler ve çileli bekleyişimiz başladı. Çaresiz, anneme de haber vermek zorunda kaldım.
İlk gördüğünde…
- Kafası sargılar içinde uyuyordu. 24 saat geçmeden diğer taraf da kanamaya başladı. Asıl ağır ameliyat oydu. Eğer yarım saat daha geç kalsalarmış, iş işten geçmiş olacakmış. Yoğun bakımın kapısı açıldı içinden Lobna çıktı, 47 kilo küçücük bir kadındır, bedeni iki katı olmuştu, şişmişti, kafası da…
Neden olurmuş?
- Ödem, vücut tepki veriyor. Gözleri zaten çok büyüktür, beyin şiştiği için gözler tamamen dışarıdaydı. Makineye bağlı olduğu için makineden sökmüşler, acil ameliyata götürecekleri için o tüpe, pompa gibi bir şey bağlamışlar, elle şişiriyorlar, korkunç bir ses çıkarıyor. O gördüğüm ablam filan değildi, başka biriydi, görüntüsü gerçekten korkutucuydu. “Ameliyata almak zorundayız. Ölüm riski çok yüksek. Ameliyat etmezsek ölecek ama ameliyat sırasında da ölebilir” dediler. Elime bir kağıt tutuşturdular, sorumluluğu kabul ediyorum diye imza attırdılar. Allah’tan annemi eve göndermiştim, Lobna’yı o halde görse kalpten giderdi.
O anda senin aklından neler geçiyor?
- “Öldü” dedim, “Bizi oyalıyorlar, yalan söylüyorlar. Öldü!” Başka bir şey düşünemiyorum. Öyle bir acı ki, ben hayatında hiç böyle bir şey yaşamadım. Orada yatan Lobna... Hayattaki tek dayanağım, oyun arkadaşım, ablam... Meğer ne çok seviyormuşum. O anda anlıyorsun. Ruhsal acının fiziksel acıya dönüştüğü noktayı yaşıyorsun. Kemiklerim sızlıyordu, kalbim ağrıyordu…
Sonra?
- “Kafadaki kanı boşalttık” dediler. Vücudun en hassas, en bilinmez organı beyin ve bir tarafını, polisler parçalamış, diğer tarafını da hekimler hayatını kurtarabilmek için kurcalıyorlar. Birkaç saat sonra doktor tekrar geldi. “Ne oldu?” dedim. “Tomografiye götürüyoruz!” dedi. “Niye?” Göz bebeklerinden biri, diğerine göre daha büyükmüş. Eee bu ne demek? Beyinde bir hadise daha var! Yine mi ameliyat? Hayır. Ödem olabilir, beyincikte küçük bir damar tıkanmış olabilir. Her yerime bıçaklar saplanmaya başladı. Konuşamıyorum. Nefes alamıyorum. Öylece duruyorum. Felç oldum sanki. Saatler sonra doktor geldi, “Gözü düzeldi, bekleyeceğiz” dedi. Bekledik, tam 24 gün…
İnsan, “Ablam uyandığında her şey eskisi gibi olacak” gibi bir hayale kapılıyor mu?
- Kapılıyor. Uyanarak, “Hello” diyecek. Güle oynaya hep birlikte eve gideceğiz. Ama doktorlar, her seferinde risklerden söz ediyorlardı. Bu arada, bu hastanede ameliyatı yapan doktorlar olsun, yoğun bakın hemşireleri ve hasta bakıcıları olsun ne kadar ilgilendiklerini anlatamam. Onlara canımdan can vermek istiyorum. Ben Lobna’nın dosyasını aldım her yere gösterdim, herkes aynı şeyi söyledi, zamanda ve yerinde müdahale yapıldığı için şu an hayatta. Bu tarz hastaların yüzde 80’i yolda kaybedilirmiş, hastaneye yetişemezmiş. Yüzde 10’u da ameliyatta ya da ertesi gün.
Uyandığında hangi konularda uyardılar?
- Felçli kalabilir, felç geçici olabilir. Fizik tedaviye rağmen his kaybı devam edebilir. Konuşamayabilir. Hayatının geri kalanını evde bakılacak hasta olarak geçirebilir. Bütün bu ihtimaller söylendi.
Şu an durum ne?
- Bir beyin hasarı var, o kesin. Ama bunun ne kadarının kalıcı ne kadarının geçici olacağı henüz belli değil. Bir seneden önce de belli olmazmış…
KONUŞMA MERKEZİ ZARAR GÖRMÜŞ ARTIK KONUŞMUYOR
İlk uyandığında ne oldu?
- Beni tanımadı. Tek tanıdığı kişi annemdi. Sağ tarafı felçliydi ve konuşamıyordu. 25 gündür hiçbir şey yememiş olduğu için 10 kilo kaybetmişti. Zaten 47 kiloydu. Bütün sırtı yara olmuştu. Kemiklerini aldıkları için kafası çukur olmuştu. Hâlâ öyle. Saçları yok. Kafasının her yerinde dikişler var. Ama en azından hayatta, yaşıyor ve biz de çok mutluyuz.
SAĞ TARAFI FELÇ
Nasıl iletişim kuruyorsunuz?
- Önce sesi yoktu, şimdi fısıldar gibi ses çıkarıyor. Ne var ki konuşma merkezi zarar görmüş, konuşamıyor. Biz, iyimseriz, doktorları da öyle. Lobna, o bedenin içinde bir yerlerde. Ama beyin hasarı yüzünden yavaş yavaş geri geliyor…
Konuşamıyor olması onu zorlamıyor mu?
- Zorlamaz olur mu? İlk beş gün çok asabiydi. Şu anda sürekli ağlıyor. 72 saat hiç uyumadığı oluyor. Her şeyi el işaretleriyle anlatmaya çalıyor. “Niye yürüyemiyorum?” diyor, “Kafam niye böyle” diyor, “Kolum niye kalkmıyor?” diyor. “Ne oldu bana?” diyor.
Söylediniz mi?
- Elbette. 50 kere filan anlattık. Ama unutuyor. Yine de her gün daha iyi olacak. Buna inanmak istiyorum. İki gün önce, “Dişlerini fırçalayalım” dedim. Bir şekilde tuvalete götürmeyi becerdik, aynada gördü kendini…
Ne yaptı?
- Çok korktu. Çok ağladı. Ben de ona “Sana hiç yalan söylemedik. Biliyorsun kafan çok şişti sonra oradan kemik alındı, bu sefer de çukur oldu. Geçici olarak bir his kaybı var sağ tarafında, konuşma merkezinde ve ses tellerinde sorunlar var ama bunlar geçebilir” dedim. Şimdi dişlerini fırçalarken aynada kendine bakıp, iç çekiyor. Her gün daha iyiye gidiyor. Ama hiçbir zaman eski Lobna olamayacak…
Nasıl bir sistem kurdunuz?
- Ben uzun süre çalışmayacağım. Ablamla olacağım, Fizik tedaviden çok yarar sağlayacağına inanıyorum.
Senin için de zor…
- O benim ablamdı, şimdi bebeğim oldu. Seve seve bakıyorum ona. O da elinden geldiğinde iyileşmek için çaba gösteriyor. Hâlâ çok duyarlı. Utanıyor falan. Özür diliyor. Lavaboya götürdüğümüzde filan bizi zahmete soktuğunu düşünüyor.
Keşke gitmeseydi o gün Taksim’e diyor musunuz?
- Hayır. Asla. Onun orada olmasını destekliyoruz. Lobna orada illegal bir şey yapmıyordu. Anayasal hakkını, ifade özgürlüğünü kullanıyordu…
Lobna için bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?
- Pozitif enerji yollayın. Sevgilerinizi, dualarınızı yollayın. Bir gün, bunların hepsini okuyacak ve sizlere teşekkür edeceğine ben eminim.
HASTANEDE GAZ MASKESİ TAKTIM
Onu yoğun bakım koridorlarında beklerken, gaz maskesi takmak zorunda kaldığım zamanlar oldu. Hastanenin bahçesine gaz kapsülleri attılar çünkü. Allah’tan gaz, yoğun bakıma ulaşmıyor, onların özel bir havalandırma sistemi var. Ama ben mahvoldum. Hele polislerin bahçeye girdiğini söylediklerinde çok korktum. Yoğun bakımın kapısına yapıştım, sanki ablamı alıp götüreceklermiş gibi geldi…
ETHEM’DEN SÖZ EDİNCE AĞLAMAYA BAŞLADIM
O komadayken, 24 gün çok ağladım. Sonunda gözyaşlarım kurudu sanki. Şu anda onun yanında güçlü duruyorum, hiç ağlamıyorum. Sadece bir kere, olayın büyüklüğünü anlatmak için “7000 küsur yaralı, 5 ölü var” dedim. Ethem Sarısülük’ü anlatırken ağlamaya başladım. O aileleri düşündüm. Biz de çok çekiyoruz ama en azından ablam hayatta. Evlatlarını kaybedenlere ben inanamıyorum, hayatlarına nasıl devam ediyorlar bilmiyorum. Allah sabır ve güç versin onlara.
POLİS DESTAN YAZDI DİYENLER GELİP LOBNA’YI GÖRSÜNLER
Sen burada ablanızla ölüm kalım savaşı yaşarken, Başbakan, “Polis destan yazdı” dedi, Melih Gökçek polise teşekkür pankartı astı. Sen ne hissetin bunlara tanık olunca?
- Çok kötü, çok acımasız geldi. Evet polis destan yazdı, gelsinler yazdıkları destanı, Lobna’yı görsünler. Lobna’ya ya da diğer çocuklara yapılanları görüp, yaptıklarıyla mutlu olan bir polis varsa, onu kendi vicdanıyla başbaşa bırakıyorum.
‘GEÇMİŞ OLSUN’U BİLE ÇOK GÖRDÜLER
Ne beni ne annemi kimse aramadı. Bizi yok saydılar. Ne bir özür ne bir geçmiş olsun. Zaten Lobna’nın nereli olduğuyla, kimliğiyle bu kadar çok oynamaları da belki bu yüzden. Yabancı olunca Türk toplumunun vicdanını daha az rahatsız eder diye mi düşündüler? Yabancı olsa ne olur? O, sokaktaki bir çocuktu. Altında şort, üstünde tişört, ayağında espadriller. Ne polisle çatışmaya çıkmış bir terörist ne de anarşist. Yaz günü Cihangir’de oturan, “Parkıma dokunma, hayat tarzıma dokunma!” diyen bir insan. Orada oturuyor. Ve sen çıkıyorsun onu vuruyorsun. İnanılmaz acılar yaşatıyorsun. Ona ömür boyu unutamayacağı çok ağır bir hatıra bırakıyorsun ve bir telefon açıp da “Geçmiş olsun, nasıl oldun?” bile demiyorsun. İnsanlık mı bu! Belki tepkimizden korktular ya da belki de hâlâ ben çok iyi niyetliyim, “Bunlara müstahaktır” diye düşünüyorlardır…
YAŞAM SEVİNCİNİ YİTİRECEĞİNE İNANMIYORUM
“Kader, n’apalım” mı diyorsun, yoksa “Şiddet uygulayan birileri ablamın hayatını mahvetti mi?”
Kaderci biri değilim. “Başa gelen çekilir” diyemem. Güçlü ol mak ve hayata asılmak zorudayız. Ki Lobna’ya da güç verelim. O da güçlü bir kadın. Başaracaktır. Beni üzebilecek hatta yıkabilecek tek şey, Lobna’nın yaşam sevincini kaybetmesi.
Bu kadar kayıpla yaşam sevinci kaybetmemesi mümkün olabilir mi?
- Elbette. Varsın konuşamasın, kolunu kullanamasın. Onun o kadar artıları var ki, o eksiklerini başka türlü kapatır. Ben, başkaları için ölüm orunuca giren, “Parkımız yıkılmasın, yaşam tarzımıza dokunulmasın!” diyen bir insanın bu kadar büyük şeyleri atlatmışken, yaşam sevincini yitireceğine inanmıyorum…
Eskiden ablamd imdi bebeim oldu - Hrriyet Pazar