Röportaj | Cem Akdağ
Cem Hoca ile güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Biraz uzun oldu ancak konuşacak bir hayli konu vardı.
2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonasında Milli Takımımız, kimsenin beklemediği bir performans göstererek gümüş madalya kazandı. O takımın oluşturulmasında sizin ve ekibinizin de emekleri olduğu tartışılmaz. Son maçları da insanlar sizin yorumunuzla dinledi. Kısaca turnuvayı değerlendirir misiniz?
Açıkçası Galatasaray Kadın Basketbol Takımından ayrıldıktan sonra tüm konsantrasyonumu erkek basketboluna verdiğim için “Kadın Basketbolu” ile çok fazla ilgilenmedim. Ancak bu turnuvada mücadele eden Milli Takım benim için çok farklıydı. Neredeyse tüm oyuncular ve teknik ekip ile uzun yıllar birlikte çalıştım diyebilirim. Özellikle 2005 Avrupa Kadınlar Şampiyonası için başlattığımız çalışmalar sırasında bu takım için hepimiz çok emek vermiştik. O turnuvada daha önce hiçbir resmi maçta yenemediğimiz 11 takım ile mücadele ettik ve çeyrek finale kalma başarısını gösterdik. Yine o turnuva öncesinde; “Türk milli takımı yakın bir gelecekte muhakkak madalya alacak ve bundan sonra geriye gitmemiz söz konusu olamaz” dediğimi, bazıları hatırlayacaktır. Nitekim bu kadar çaba ve emeğin karşılığı alındı, bu da beni tahmin edemeyeceğiniz kadar mutlu etti. Turnuvaya gelince, eğer Amerikalı pivotları saymazsak ben Nevriye ve Nevlin’in Avrupa’da ki en iyi pivot 2'lisi olduğunu düşünüyorum. Orta mesafe şutu olan ve pota altında bir çok silaha sahip bu 2 pivotu yan yana getirmek çok önemli. Özellikle Fransa maçının başında Nevlin’in gösterdiği performansı kolay kolay hiçbir Avrupalı pivot gösteremez, Nevriye’nin ise tüm turnuva boyunca nedenli etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Diğer pozisyonlarda ise Avrupalılara nazaran daha kısa kaldığımız için, o zamanlar aldığımız bir kararla takımın kuruluşunda ilk tercihimiz (boy yerine) agresiflik oldu. Belki bazıları hatırlar, 2005 yılında 4 point guardımızın çoğunlukla üç tanesi aynı anda oynardı. Oyuncularımız tecrübe kazandıkça bu oyun tarzı ile kendilerini Avrupa’da kabul ettirdiler.
2009-2010 sezonunun ortasında Galatasaray Erkek Basketbol Takımı’nın başına geçtiniz. Pek çok kimse böyle bir dönemde bu sorumluluğun altına girmezdi. Göreve başlama süreciniz nasıl işledi? Sizi bu görevi üstlenmeye iten en büyük etken neydi?
Öncelikle şunu söylemeliyim, ben basketbola Galatasaray Minik Takımında başladım ve aktif basketbolu, son 3 sene kaptanlığını yaptığım Galatasaray Erkek Basketbol Takımında bıraktım. Bu takımı çalıştırmak uzun yıllardır en büyük hayalimdi. Bununla birlikte antrenörlükte yaşadığım 30 senenin bilgi ve birikimi ile takımı küme düşmekten kurtaracağıma gerçekten inanarak bu teklifi kabul ettim.
Normal şartlarda belki de pek çok oyuncu, bu durumdaki bir takımı bırakıp giderdi. Ancak o dönemde hiçbir oyuncu böyle bir şey yapmadı. Sanırım bu başarı birazda oyuncuların karakteri ile ilgili. Takımın başına geçtiğiniz ilk gün, takımın motivasyonu nasıldı? Olumsuz havayı değiştirmek adına ilk yaptığınız hamle ne oldu?
Hiçbir oyuncunun daha önce böyle bir olay ile karşılaştığını sanmıyorum, dolayısı ile oyuncuların durumunu anlatacak en uygun sözcük “şaşkınlıktı”. Çoğu neler olacağını anlamaya çalışıyordu. Yabancı oyuncuların yurt dışına gitme şansları vardı ve sanırım bazı arayışlar başlamıştı. Türkler ise ne yapacaklarını henüz bilmiyorlardı ve her şeye şüphe ile yaklaşıyorlardı. İlk yaptığım hamle; oyunculara katı kuralları olmayan, hepsinin hoşuna gidecek bir basketbol tarzı uygulayacağımızı söylemek oldu. Uyguladığımız sistem kısa süre içinde etkisini gösterdi ve ilk maçları kazandık. Bence esas önemli olan iyi bir başlangıçtı. Diğer önemli unsurlar ise taraftarın arkamızda olması, kaybedilen maçlardan sonra moralimizi yüksek tutmamızdı ve sonuna kadar mücadele etmemizdi.
2007-2008 sezonunda Galatasaray Kadın Basketbol Takımını çalıştırdınız ve sizin başında olduğunuz takım Cumhurbaşkanlığıkupasını aldı, ligde yıllar sonra final oynadı ve o sezondan sonraki sezon AvrupaŞampiyonlukları, Türkiye Kupaları kazandı. Takımın bugünlere gelmesinde mihenk taşı konumundasınız. O sezon Vickie Johnson, Sophia Young, Chantelle Anderson ve Petra Ujhelyi yabancı oyuncu tercihlerinizdi. Ayrıca o sezon transfer ettiğiniz Işıl Alben, kulübün simgelerinden biri haline geldi. Sezon başlarken oyuncu tercihlerinde hangi kıstasları göz önünde bulundurdunuz?
Başlangıçta Milli Takımdaki kıstasları göz önüne alarak yola çıkmıştım. Ancak bazı sakatlıklar ve problemlerden dolayı farklı bir basketbola yöneldik, yaptığımız sert savunma rakibi yıpratırken, bizi de yıprattığı için ve o yıl kontrollü hücumu tercih ettik, ayrıca kısıtlı rotasyonumuzda bizi buna zorladı. O sene Chantelle Anderson’la bir önceki sene anlaşıldığı için devam etmek durumunda kaldık. Vickie Johnson ise benim yakından takip ettiğim bir oyuncuydu hatta bir yöneticimiz bana "çok yaşlı değil mi?" diye sorduğunda, "kadın basketbolunun Hagi’sini transfer ettik" demiştim. Sophia’yı ise bir yıl önce Fenerbahçe- Bruno maçında seyretmiştim, pozisyonu için tüm rakiplere ters gelen bir oyuncuydu çabuk olması, agresif olması boy dezavantajının avantaja çeviriyordu. Petra Ujhelyi ise Avrupalı olarak bulunabilecek en kaliteli uzundu. Işıl Alben ise Milli Takımda savaşçı yapısı ile ileride çok şeyi değiştirecek bir oyuncu olduğunu belli etmişti.
Yine o sezondan devam etmek gerekirse, o sezon en çok güvendiğiniz 2 isim Esra Şencebe ve Macar pivot Petra Ujhelyi’di. Bir Avrupa Kupası maçından sonra Petra’nın performansından bahsederken kullanacak kelime bulamadığınızı hatırlıyorum. Aynı şekilde Esra’ya da maçın en kritik yerinde şut kullanması için direktifler verdiğinizi biliyoruz. Bu iki oyuncu hakkında neler söylemek istersiniz?
Petra Ujhelyi ve Esra Şencebe diğer takım arkadaşları gibi yürekleri ile oynayan oyunculardı, ince şeyler istediğiniz zaman onlardan pek verim alamazdınız. Petra’yı benim için farklı kılan özelliği arkasında yedek uzun olmamasına rağmen(Chantel hep sakattı) aynı sertlikle savunma yapar ve maçın sonuna kadar oyunda kalmayı başarırdı. Esra ise daha önceki yıllarda hiç kullanmadığı şutör özelliğini kullanacak önemli bir fırsat yakalamıştı ve bende bunu kullanması için onu desteklemiştim.
2007-2008 sezonu kadrosu oldukça başarılıydı ve o sezon final oynadı. Ancak final serisinde sadece 6-7 oyuncu kullanabildiniz. Sezon içerisinde Şebnem Kimyacıoğlu ve Chantelle Anderson’un sakatlığı, Gülşah Akkaya’da yaşanan pürüzler sizi final serisinde zor durumda bıraktı. Yinede kısıtlı kadroya rağmen Fenerbahçe ile başa baş mücadele ettiniz. O takımın başarısını neye bağlıyorsunuz?
O takımın içinde yer alabilmek için istekli, güçlü ve savaşçı olmak zorundaydınz. Bence o sezon doğal bir seleksiyon yaşandı, nitekim bugün halen o takım hatırlanıyorsa böyle oynadıkları için hatırlanıyorlar.
Röportajın tamamını okumak isteyenler buyursun:
http://t.co/WXPmGsI