Alperen Bıkmazer;n889270' Alıntı:
"Fifty First Dates" isimli filmde bir sahnede yaşadıklarını 10 sn içinde unutan ve dolayısıyla oradakilerle sürekli tanışan bir adam vardı. Bir tür sendromik vaka.
İşte bizim basketbol şubemizle ilgili sorumlular da sabah akşam hatırlatılsa bile çabuk unutuyorlar. Muhtemelen EL şampiyonluğu sırasında bile kupa töreni esnasında "biz buraya niye geldik?" falan demişlerdir. O filmdeki vakaya benzer bir yönetiliş tarzı var. Bayan basketbol şubemizin yönetiliş biçimi de ne yazık ki sendromik, tedaviye yanıt vermiyor.
Heh, Drew Barrymore ve Adam Sandler'ın en sevdiğim filmlerinden. Kızın hafızası ertesi gün sıfırlanıyordu yalnız, adamın değil
Düşününce, durum biraz kulübü aşıyor aslında. Türkiye'de, "öyle olması gerektiği için" yapılan pek az durumla karşılaştım. Mesela, her sezon sonunda şube kapatılacak diye üzülüp, düşüncelere dalıp, yönetime mesajlar verip, takıma sahip çıkmaya çalışıyoruz. Halbuki, yönetimin "Galatasaray, bir spor kulübüdür. Bu tanıma sadık kalmak, gençlerimize ve kızlarımıza örnek teşkil etmek için takımlarımızın gelişimlerini istikrarla sürdürmesini sağlamak, her sene yapılanın üzerine eklemek ve başarılara imza atmak ana amacımızdır." diyebilmesi de, bunu yapabilmek de imkansız değil. Ancak "Kadından basketbolcu mu olur yeaa kaslı kaslı öyle erkek gibi" diyen çok fazla
öküz kişi görüyorum etrafta.
"Türkiye'de futbol seviliyor, Türkiye'de en çok futbol konuşuluyor, en büyük kitle futbola ait. Kitlem buysa, en çok verim alabileceğim şekilde kararlar alırım." İşte bu çok yanlış. Laf olsun diye diğer şubelerin hayatlarını sürdürmesi, ilk fırsatta kapatılacakmış hissinin taraftara yansıması, krizlere yol açan ve hiçbir krizi düzgün yönetememiş kişilere hiçbir yaptırım uygulanmaması gerçekten üzücü; insanı umutsuzluğa da sevk ediyor. Futbol takımında bu kadar sık ihtar çeken oyuncular olsaydı, Carlos Arroyo yerine Sneijder parası aylardır ödenmediği için sözleşmesini feshedip Fener'e gidecek dedikoduları yükselseydi, Işıl Alben yerine Melo "Yönetime sözleşmemin bittiğini hatırlattım, sessiz kaldıkları için başka takıma imza atmak zorunda kaldım" diyip gitseydi, Ekrem Hoca, zamanında Oktay Hoca ve şimdi Ergin Hoca'nın yaşadığı sıkıntılar (belki şu an kırgınlık ve kızgınlıklar var ama efsanemiz olması nedeniyle) Fatih Terim'e yaşatılsaydı, ultrAslan bu kadar sessiz kalır mıydı? Hani, oturup bunu da bir düşünmek lazım. Sade Fenerbahçe maçlarında o salonu erkek takımı maçlarında doldurmak, kadın takımı maçlarında ise çeyrek kapasiteye ulaştırmak "sahiplenmek" olmuyor ne yazık ki.
İpekçi'de kadın takımının kaçırdığım her maçı için vicdan azabı çekiyorum. Geçen maç salonun bir ucundan, diğer ucuna konuşanlar vardı. Duyuluyor ses, o derece boş. Üstelik EuroLeague maçı, şampiyon ünvanını koruma hedefiyle parkeye çıkılan bir maç. Bir kişiden ne oluyor diyor insan bazen ama öyle de değil işte. Çok beğendiğim bir çizim var, bir cümle yazıyor en üstünde:
"Dünyayı kurtarmanı istemiyorum. Dünyanın sonu geldiğinde bana sarılmanı istiyorum." Mağlubiyeti elbette tadacak bu takımlar, her maçı kazanamazsın. Ama yenilgi olduğunda takımı alkışlayıp "sana inanıyorum, yola devam" demek de taraftarın sorumluluğu. Çalışan herkes zamanını para ile takas etme derdinde, ama arada sırada da olsa yaptıklarının takdir görmesi ve bunun kişiye hissettirilmesi, insanın performansını inanılmaz şekilde etkiliyor. O tatminlik hissini de kimse parayla satın alamıyor işte. Paylaşmak istiyorsun, insanın doğasında var. O yüzden futbolcular tribüne koşuyor, Ergin Hoca yumruklarını sıkıp taraftara dönüyor... Ekrem Hoca da "bu takım 7 kişiye oynadı, her şeyi bırakıp gitmek istedim" diye dayanamayıp sitem ediyor bazen. Öyle yani...
Haddinden uzun bir cevap yazmış oldum. Ama kulübün transfer yasağı koyması ya da para bakımından zor durumda olmamız değil sadece olay. İnsanların görüşlerinde bitiyor her şey. Vizyon lazım. Harcanabilir duruyor bazı takımlarımız. Açıkçası, ben de tek başıma buna engel olamam. Bazen inanılmaz yorgun hissediyorum şu yaşanılanları düşündükçe. Galatasaray ismini iyi yerlerde görmek istiyorum taraftar olarak, haliyle. Bazen tribünlere bakıp "Maçlara gelmesem bunca insan var ya onlar sahiplenir takımı, onlar alkışlar şu güzel mücadeleyi" demek istiyorum, tribüne bakar bakmaz moralim daha da bozuluyor. 1 kişi gelmese eksiklik hissedilecek seviyede zira. Gerçi takımı sahiplenecek topluluğun da tribünde değil, yönetimde olması gerekiyor ya, neyse... Her yeni gün, yeni bir umut. Güzel şeyler olacağına her zaman inancım oldu. Belki bugün değil, yarın değil ama öbür gün... Öbür günü görebilmek için yaşıyorum. O gün geldiği vakit de bütün bu olumsuzlukları hatırlayıp "Bu güzel takım, ne günlerden geçip buralara geldi" diyeceğim. Planım o