*Fikirlerine çok değer verdiğim Dağhan Irak'ın kendi sitesinden bir yazı.. Hala Real'i tü kaka, Barcelona'yı sütten çıkmış ak kaşık zannedenler için buraya kopyaladım..
******************************
BARCELONA NEDEN TEHLİKELİDİR;
Barcelona?nın rengini seviyor olabilirsiniz, Beguiristain?in ismi hoşunuza gidiyor olabilir, stadını beğeniyor olabilirsiniz. Sevdiğiniz biri Barcelonalıdır, sevdiğiniz biriyle Barcelona?da tanışmışsınızdır. Messi?nin futboluna bayılıyorsunuzdur, Guardiola?nın yeleğini seviyorsunuzdur. Küçükken Şimşek Santrafor?daki Kai?ye, forvetteki uzun yeleli arkadaşı Bettaga?ya özenmişsinizdir, veyahut Pablitolar?dan biri olmak istemişsinizdir. Ya da hiçbir nedeni yoktur, bir gün ?haydi ben de Barcelona?yı tutayım? demişsinizdir. Bu yazıda anlatacaklarımın sizinle hiçbir alakası yok.
Çoğumuz takım tutmaya küçükken başlıyoruz, o zaman hangi takımı neden tuttuğumuzun çok da mantıklı nedenleri olmayabiliyor. Mesela ben Beşiktaş?ı tutmaya başladım, çünkü benim bütün ailem Beşiktaşlı; onlar Beşiktaşlı çünkü benim rahmetli dedem Diyarbakır?da top oynarken oynadığı takımın rengi siyah-beyazmış. Eğer sarı-lacivert bir takımda oynasaymış belki de hepimiz Fenerli olacakmışız. Evet, bizim ailemiz emekçi ailesidir, altmış beş yıl Beşiktaş?a çok yakın bir semtte oturmuştur ama Beşiktaşlı olmamızın tek nedeni dedemizin oynadığı Diyarbakır?daki siyah-beyazlı takımdır.
Büyüyünce desteklediğimiz takımlar ise çoğu kez o kadar tesadüfi olmuyor, özellikle de belli bir hayat duruşunu korumaya çalışıyorsak. Mesela ben AEK?liyim. Çünkü AEK, benim şehrimden olan ama benim şehrimden sürülmüş insanların takımı. AEK?i seviyorum çünkü beni İstanbul?dan gönderseler delirmemi belki bir tek futbol engellerdi, AEK?i kuranları, ilk taraftarlarını o yüzden anlıyorum. Üstelik Atina?dayken de kendimi evimde hissetmeyi seviyorum. Neden PAO ya da Olympiakos değil de AEK, çünkü kim olduğumu biliyorum ve kendimi oraya ait hissediyorum.
Benim Barcelona?yla ve Barça?yı sonradan tutmaya başlayanlarla sorunum da tam burada başlıyor. Barcelona, Franco döneminde yaşadığı baskılardan kalma bir alışkanlıkla bir muhalif kulüp olarak tanınıyor. Eh, bizim ülkemizde de Franco yoksa bile, Frankettin?lerin (esprinin orijinali Pinochettin?dir ve Ferhan Şensoy ustamıza aittir) olduğunu düşünürsek, insanların Barcelona?nın Franco?ya karşı koyuşuna sempati duyması anormal değil. Ben de Barcelona?yı sevmeyen biri olarak o sempatiyi en az Barça taraftarları kadar duyuyorum. Ancak?
1930?larda yaşanmış bu olay nedeniyle Barcelona?yı hâlâ özgürlükçülüğün bayrağı olarak görüp, Real?den de sırf Franco?nun dümen suyuna girdi diye hâlâ nefret etmek, benim algı sınırlarımın dışına düşüyor. Öncelikle tarihi bağlantıları sağlamlaştırarak başlayalım. Her şeyden önce İspanya?nın eli kanlı diktatörü Franco?nun el attığı ilk kulüp Real Madrid değildi. Büyük ihtimalle 1934?te Benito Mussolini?nin İtalya Millî Takımı?nı propaganda aracı olarak kullanmasından etkilenen diktatör, ilk olarak devletle organik bağları bulunan Atletico Aviacion?a, yani Atletico Madrid?e yönelmişti. Ancak Atletico, Madrid?te azınlık kulübüydü ve böylelilkle daha popüler olan Real Madrid?e yönelmesi gerekti. Bu noktada Real?in gönüllü olup olmaması çok da önemli değildi, tıpkı Hitler işçi kulübü Schalke?yi ele geçirdiğinde mavi-beyazlıların gönüllü olmamasının önemli olmadığı gibi. Bugün Schalke?nin Nazi kulübü olarak geçirdiği yıllar çok fazla dile dolanmıyor, Real?in Franco yandaşlığı ise sonradan Barça?lı olanların dilinden düşmüyor. Bunun nedenlerine az sonra değineceğim.
Tarihi perspektife oturturken, anakronizmden de uzaklaşmak gerekiyor. Eğer bugün gözümüzü kapadığımızda Real?i Franco?nun kulübü, Real?lileri Frankist, Barcelona?yı da 1930?lardaki direniş kulübü olarak görmek anlamsız, çünkü ne Real 70-80 yıl öncesinin Real?i, ne Barça 30?ların Barça?sı, ne de dünya 1930?ların dünyası. Üçüncü dünyanın kenarındaki ülkemizde Real ve Barça taraftarlarının 1930?larda olanlar nedeniyle birbirlerini gırtlaklamaları, bu iki kulübün günümüzde hem kimlik, hem de çıkar ortaklıkları içinde olmalarını engellemiyor. Çünkü artık ne Real, ne de Barça yalnızca bir futbol kulübü. Tıpkı Barcelona?nın sloganındaki gibi FCB bir kulüpten çok daha fazlası; o bir holding, bir ekonomik varlık ve serbest piyasanın tahakkümünün yarattığı endüstri futbolunun bir devi. Real de öyle. Türkiye?deki, Romanya?daki, Macaristan?daki FCB ve Real taraftarları birbirleriyle atışırken, bu iki kulüp endüstriyel futbolun çıkarlarını savunmak için çoğu platformda beraber çalışıyor, küçük ülkelerin takımlarının önünü beraber kesiyor. G-14?ün iki kurucu üyesinin çıkar ortaklığını görmemek için kapitalizmi gerçekten hiç anlamamış olmak gerekiyor.
Türkiye?de ?El Classico?nun peşinden koşulmasının tarihi özel televizyonların İspanya Ligi yayın haklarını almasına dayanıyor. Ne zaman ki İspanya Ligi, Türkiye?ye girdi, El Classico?su, Pichichi?si, Frankist Real?i, direnişçi Barça?sı da birer metâ hâline geldi burada. Bu dünyanın hemen her yerinde böyle. Endonezya?da da Franco?ya diş bileyen Barça?lılar, FCB?yi Katalan milliyetçiliğiyle suçlayan Realliler var. Bunlar destekledikleri kulübü kendi hayat görüşleriyle uyumlu hâle sokmak için çatışmayı katılaştırdıkça, ironik bir şekilde bundan iki kulüp de kazanıyor. Bugün Türkiye?de televizyon programında gençlerin ?Real Franco?cudur? diye Katalanlar?dan bile fazla köpürmesi, İspanya Ligi?nin ülkedeki pazar değerini arttırıyor. Bundan Barça kadar Real de kazanıyor. Real?in bundan gocunacağını hiç sanmam. Schalke?nin Nazi geçmişini, Real?in Franco?yla ilişkisi kadar takmayışımız da bundan. Bundesliga o kadar ?prezantabl? değil çünkü. Bir gün Alman Ligi de La Liga gibi agresif bir endüstriyelliğin içine girerse yarın öbür gün de birbirimizi Schalke-Dortmund diye yeriz.
Takım tutmak, maçı takım tutarak izlemek güzeldir. Ama şirket tutmak tehlikelidir. Siz iki şirketleşmiş endüstriyel futbol yapısından birini ütopikleştirip, öbürünü şeytanlaştırıyorsanız, sonunda yine endüstri futboluna hizmet edersiniz, hangisinin melek, hangisinin şeytan olduğunun da önemi yoktur. Onlarca sponsoru olan, biri senede 400, öbürü 350 milyon Avro kazanan iki kulübün, kuralları tamamen serbest piyasa koşulları tarafından belirlenen bir futbol ortamındaki rekabeti romantik olmanın çok ötesindedir. Ancak bunun romantik olarak algılanması sayesindedir ki, bu kulüpler bu paraları kazanabiliyorlar. Yani, Real?le Barça, Fiji?de, Çad?da, Türkiye?de, Kore?de insanlar El Classico diye birbirilerini yediği için dünyanın en çok kazanan iki takımı.
Barça?yı ya da Real?i tutabilirsiniz, benim için hiçbir sakıncası yok. Ama bunu endüstriyel futbol, kapitalizm ya da tahakküm karşıtı bir bağlama oturtmak faüllü. Barcelona dediğimiz 1930?ların direniş kulübü değil, bundan iki sene önce Messi?ye ?Olimpiyat?a gidemezsin, burada ön eleme oynayacaksın, sen benim malımsın? diyen kulüp. Kaldı ki 1974?te Franco?ya ?onur madalyası? takan tek kulüp olma onuruna erişen (!) Barcelona?nın direniş hikayesinin tutarlılığı da epeyce tartışılır. Aynı şey başka kulüpler için de geçerli. Manchester United?ın maça gidebilen zengin azınlığının stadyumlarda Newton Heath atkıları takması kadar sinir bozucu çok az şey var, çünkü Newton Heath?i kuran işçiler bugün o stadyuma adımlarını bile atamazlardı. Newton Heath taraftarlarının bugünkü karşılığını oluşturan FC United taraftarlarını hainlikle suçlayanların, bugün yeşil-sarı renklere bürünmesi biraz iki yüzlülük değilse nedir, bilemiyorum. İspanya ve İngiltere?nin büyük kulüpleri ruhlarını sermayeye satalı çok oldu. Üstelik şimdi o sırtlarını döndükleri tarihlerinin parçalarını pazarlamaktan da çekinmiyorlar. Barcelona?nın muhalifliğinin, United?ın emekçiliğinin artık nakte tahvil edilen bir etiketten başka bir gerçekliği yok. Hatta Real?in, Chelsea?nin, City?nin daha dürüst olduğunu bile söylemek mümkün. Onlar hiç değilse mazlum olduklarını hiçbir zaman iddia etmediler.
Dediğim gibi, herkes istediği takımı tutmakta özgür. Ama bunu anti-kapitalistliğimizin bir nişanesi gibi açık etmeye niyetliysek o zaman biraz dürüst olalım. Endüstri futbolunun yol açtığı adaletsizliği bilirken, büyük kulüplerin on yaşında çocukları sömürgeci mantığıyla toplayıp getirmesini eleştirirken, endüstriyel futbolun en büyük yapılarını olmadıkları şeylerle meşrulaştırmaya çalışmak doğru değil. Çünkü endüstriyel futbolu romantikleştirdiğimizde, aslında kapitalizmi romantikleştiriyoruz. Bu çok tehlikeli ve bizden yapmamızı istedikleri şey tamamen bu.