Okumak İstedikleriniz. Okuyamadıklarınız. Tavsiyeleriniz.

Barış Şişman' Alıntı:
Zar Adam kitabını okuyan var mı?

Son bir aydır okumaya çalıştığım şu meşhur kitap...Kitabın yarısını bitirdim yarısı duruyor hala.Açıkçası beni pek sarmadı ya.Okunabilir bir kitap mıdır? Evet,ama konusunu ilgi çekici bulanlar için okunabilir...Konusunun OlasılıkSız'a yakın bir konu olduğunu düşündüğüm için okumaya başladım ama OlasılıkSız'ın tadı ve yeri bambaşkaymış..Kitabı çok çok beğendiğim için değil ama bitirmem gerektiği için bitirmeye çalışıcam.. :)
Neyse bu benim kişisel yorumum ama konuyla ve içerikle alakalı yorum yapmayacağım ki sürpriz olsun....İyi okumalar ;)
 
Daha almadım kitabı, biraz kamuoyu araştırması yapıyorum kendimce. =) Biraz sıkıcı bir kitap olduğu söyleniyor, bende yarım bırakmamak için sordum..

Eğer sıkıcı ise benim elimde de sürünür gibi. :) Cevap içinde teşekkürler Aslı.
 
Bayram tatili iyi bir fırsat oldu ve Türkiye Üçlemesi´nin üçüncü kitabı olan Cumhuriyet´i okudum.

Kitaba yönelik eleştiri getirilmek istense rahatlıkla yapılabilir. Ama şu bir gerçek ki; kitap okuma alışkanlığı -hele de konusu tarih olunca- yok denecek seviyeye gelen gençlik için okunması şart olan bir kitap. Meydanlarda kazandığımız zaferlerin bir de masa başında kazanılmasının hikayesini çok çarpıcı dile getirmiş Turgut Özakman. Yazarın akıcı üslubundan, okuyucuyu sıkmayan, kitabın havasına dalıp götürmesinden bahsetmeye gerek yok.

Lozan Konferans´ında İngiltere temsilcisi Lord Curzon´un İsmet İnönü ile olan diyalogundan bir bölüm;

?Konferansta bir neticeye varacağız. Ama memnun ayrılmayacağız. En nihayet şu kanaate vardık ki; ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. ? Para bugün dünyada bir bende var, bir de -Amerikan murahhasını göstererek- bu yanımdakinde. Unutmayın, ne reddederseniz hepsi cebimdedir.?

İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz.?
1950´lerden sonra, günü kurtarma peşinde koşan işbilmez siyasetçiler Lozan´da cebe attırılan o şartların tek tek önümüze konmasına zemin hazırladılar. Bir yurtsever olarak şükranlarımı sunuyorum onlara!
 
Elif Şafak´ın Aşk adlı romanını okumadım, okur muyum bilmiyorum.

Geçen hafta sonu Habertürk gazetesinde bir yazısı vardı Elif Şafak´ın, ona karşı olan ön yargılarımı kırdı.

Roman karakteri olarak yaşamak

Oysa en büyük yazar Tanrı. En kadim ve kalıcı kitaplar O?nun eseri. O?nun yazdığı bir koca romanda hepimize irili ufaklı roller düşmüş gibi hissediyorum bazen. Herkes bir karakter bu metinde, herkes farklı bir renk. Ve tıpkı roman kahramanları gibi bizler de bilmiyoruz on sayfa sonra başımızdan neler geçeceğini. Koşturuyoruz gene de. Tek tek rollerimiz ya da repliklerimiz hem önemli, hem önemli değil. Tanrı?nın yazdığı bu hikâyede payımıza ne düştüğünü bilmediğimiz gibi merak bile etmiyoruz çoğu zaman.

Sabahın erken saati. Henüz gün ağarmamış. Arafta bir zaman. Gece ile gündüz arasında bir eşikte durmaktayız. Paris?te bir çöpçüler uyanık bu saatte, bir kaldığım otelin resepsiyonunda çalışan adamcağız, bir kahvaltı hazırlayan Lübnanlı aşçı kadın, bir de ben. Hep beraber geceyi bekliyoruz, nöbet tutar gibi. Onlar iş icabı uyanıklar, görev icabı ayaktalar. Benimse özrüm yok. Açıklayamıyorum kendi kendime neden bu uykusuzluk. Gene baykuş modundayım. Baykuşun gececiliği var bende ama bilgeliği ne gezer. Biri olmuşken, bari öteki de olsaydı.
Çöpçüler, aşçı kadın, resepsiyon görevlisi ve ben, arada birbirimize bakıyoruz göz ucuyla. Herkes bir an için kendini diğerinin yerine koyuyor belki de. Ben, ?Paris?te çöpçü olsam hayatım nasıl olurdu acaba?? diye düşünüyorum. Bana bakan çöpçü ise muhtemelen şöyle geçiriyor zihninden: ?Bu turistlerin hepsi kafadan çatlak! Delinin zoruna bak kalkmış bu saatte. Ben böyle otelde kalacağım, işim gücüm olmayacak, bu kadar erken kalkar mıyım hiç? Yatarım horul horul, sabah da kahva tıyı ayağıma getirtirim valla. Bunlarda akıl yok akıl.?
Çöpçü düşündüklerini arkadaşlarıyla paylaşıyor olmalı ki tüm çöpçüler bana bakıp gülüşüyorlar. Bu saatte bu neşe. Onların gözünden bakıyorum kendime. Garfield gibi burnunu cama yapıştırmış merakla dışarıyı seyreden bir kadın görüyorum. Yabancı, yabani. Sakin, dingin ve normal. Peki ?normallik? kadar içinde, ta derininde ?delilik? barındıran başka bir hâl var mı? Resepsiyondaki adam sabah gazetelerini yerleştiriyor uyuşuk bir edayla; aklı burada değil evinde, sıcak yatağında karısıyla uyumak istiyor. Aşçı kadın en hareketli olanımız. Durmadan çalışıyor. Arapça bir şarkı mırıldanıyor. Tek duyduğum kelime ?habibi?. Kim acaba sevdiği? Yanında mı uzakta mı? Kırgın mı kalbi yoksa onanmış mı? Nasıl bir hayat onunki?
Dün akşam sokağın köşesinde duran dilenci kadın henüz işe çıkmamış. Ne yapıyor acaba? Hani herkes işe giderken ?daha iyi? giyinir ya, elinde geldiğince. Onun mesleğinde işe giderken ?daha kötü? giyinmek lâzım, acındırmak kendine, zavallılaşmak mümkü mertebe. Romanya doğumlu olduğunu söylemişti sorduğumda. Sen kalk, Romanya?dan yollara düş, Paris?e gel, daha iyi bir hayat uğruna bunca yol bunca göç. Sen kalk yollara düş, akrabalarınla kalabalık bir ev tut, çoluk çocuk kuzen amca. Sen kalk sabahları hazırlan, işe gider gibi dilenmeye git. Yanından şık hanımlar, acelesi olan beyler geçsin. Geride parfüm kokularını ve ayak seslerini bıraksınlar. Yanından hayat gürül gürül aksın ve sen oturduğun yerden seyret; kızmadan, öfkelenmeden, kendini dışlanmış hissetmeden. Nasıl bir hayat? Sorsam anlatır mı? Yoksa ?Sana ne be kadın?? deyip kovalar mı beni? Neden bu kadar merak ediyorum başkalarının hayatlarını? Görünmez bir dürbünle etrafı dikizler gibiyim. Dürbünle dikizlerken yakalanmışçasına utanıyorum bazen. Belki de biz yazarlar, doğada gördüğü parlak nesnelere meyleden saksağanlar gibiyiz; başkalarının hayatlarından ilham, hüzünlerinden hikâyeler topluyoruz. Gagamızın ucunda kelimeler... Derken topladığımız hikâyelerdeki hüzünler o kadar ağır geliyor ki kanatlar mıza, bu sefer de mavi semada kaçacak yer arıyoruz.
Oysa en büyük yazar Tanrı. En kadim ve kalıcı kitaplar O?nun eseri. O?nun yazdığı bir koca romanda hepimize irili ufaklı roller düşmüş gibi hissediyorum bazen. Herkes bir karakter bu metinde, herkes farklı bir renk. Ve tıpkı roman kahramanları gibi bizler de bilmiyoruz on sayfa sonra başımızdan neler geçeceğini. Koşturuyoruz gene de. Tek tek rollerimiz ya da repliklerimiz hem önemli, hem önemli değil. Tanrı?nın yazdığı bu hikâyede payımıza ne düştüğünü bilmediğimiz gibi merak bile etmiyoruz çoğu zaman.
Henüz saat dört ama dayanamıyorum, Eyüp?e telefon ediyorum.
?Awghhh?? diyor uykulu bir ses. ?Alo? demeye çalıştığını tahmin ediyorum.
?Eyüp günaydın, en büyük yazar Tanrı ve biz hepimiz O?nun yazdığı roman karakterleriyiz? diyorum.
Derin bir sessizlik oluyor karşı tarafta. ?Ne düşünüyorsun?? diye soruyorum.
?Acaba seni niye böyle bir karakter yaptı diye düşünüyorum? Bana ceza olsun diye mi?? diyor.
Alınmıyorum. ?Peki roman karakterleri romanın gidişatını etkil yebilir mi? Önceden yazılmış ve bitmiş, şimdi sadece canlandırması kalmış bir hikâyenin içinde miyiz? Yoksa her an yeniden yazılan, dolayısıyla başı sonu değişken bir hikâye mi??
?Gene gittin yollarda varoluş krizine yakalandın değil mi?? diyor Eyüp. ?Sen şimdi kapa telefonu, derin bir nefes al, git elini yüzünü yıka. Merak etme, İstanbul?da ayakların yere basar.?
Yolculuklar bizi hüzünlendirir. Evinden, ailenden, işyerinden, dostlarından, alışkanlıklarından kısa bir süre için de olsa kopmak insana aslında her şeyin ne kadar geçici olduğunu gösterir. Yolculuklar bizi neşelendirir. İnsanlığın evrensel ve sarsılmaz güzelliklerini gösterir; kardeşliği, ruhdaşlığı, dayanışmayı. Yolculuklar bizi değiştirir; başka bir insan hâline getirir. Her yolculuğa çıkışta ?Eski Ben?i geride bırakırız. Tez gidip tez gelelim diye su döker peşimizden. Çocukluğumdan beri yolculuk etmeyi sevdim. Yolculuklarda yazmayı, okumayı, hayaller kurmayı. Ama bazen bir virüse yakalanır gibi tutuluruz YEBVAK?a. ?Yolculuklar Esnasında Beliren Varoluş Analizi ve Krizi?ne. Yakalananlar bilir.

Elif Şafak
Habertürk 14.12.2009
 
Barış Şişman' Alıntı:
Bu arada Canan Tan'ın Piraye kitabını da okuyan/bilen var mı?

Canan Tan'ın okuduğum ilk kitabıydı.Gayet sürükleyici bir kitap yani konusunu beğenirsen çabuk bitirirsin.Ama Piraye okuman şart değilse bence Canan Tan'ın "Eroinle Dans"kitabını okumalısın onun konusu daha ilgi çekici...


Bu linklerden her iki kitap hakkında da fikir edinebilirsin...İyi okumalar :)
 
Link ve bilgiler için teşekkür ederim Aslı, elimin altında şu anda Piraya var sanırım ilk onu okuyacağım daha sonrada Eroinle Dans'ı alırım.
 
Barış Şişman' Alıntı:
Bu arada Canan Tan'ın Piraye kitabını da okuyan/bilen var mı?
hızlı okunmasına karşın,konusunu gayet amaçsız bulduğum,birşey yapmaya,birşeyler anlatmaya çalışan ama bence başarılı olamayan bir roman..
 
EsraUzun' Alıntı:
Barış Şişman' Alıntı:
Bu arada Canan Tan'ın Piraye kitabını da okuyan/bilen var mı?
hızlı okunmasına karşın,konusunu gayet amaçsız bulduğum,birşey yapmaya,birşeyler anlatmaya çalışan ama bence başarılı olamayan bir roman..


Esra'nın dediklerine aynen katılıyorum.. Ayrıca içerik bana hiç inandırıcı gelmedi.. Çok abartmış bazı şeyleri Canan Tan..
 
Barış Şişman' Alıntı:
Esra, Saadet mesajlarınız için ikinizede teşekkürler..
biz teşekkür ederiz efendim,çok naziksin..

Heinrich Böll // ve o hiçbir şey demedi isimli kitabı okuyorum..beğenerek..

VİKİPEDİ' Alıntı:
"Ve O Hiçbirşey Demedi" adlı en ünlü romanını yazarken aklında tek bir gerçek vardı. Savaş yanında yoksulluk ve zor koşullar getirmiş, hayatını değiştirmişti.Mayına bastiği için yaralanan dizini iyileştirebilmek için para gerekliydi. O yüzden Böll, 5 gün evden çıkmadan bu eseri yazdı. Yayınevinden aldığı para ile de dizini eski hale getirmeyi başardı ve yazar olarak kariyeri devam etti.
 

Üst