2015-2016 Transfer Sezonu

Burda Suarez-Pogba alınsın dendiğini görmedim. O kadar pahalı isimleri biz de istemeyiz ancak şampiyon olmuşsun, 4. yıldızı takmışsın, rakiplerine psikolojik/sportif her türlü üstünlük sağlamışsın, ŞL'ye gideceksin ordan para gelecek, en önemlisi Galatasaray ismi Avrupada başarılı olmak zorundadır. Yeni yönetim de belli bir bütçeyle gelmiştir herhalde en azından öyle düşünmek istiyoruz.. Tüm bunlar bir araya gelince taraftar da iyi hamleler görmek istiyor doğal olarak.
Borç işine gelince şikeye bulaşmış kulüplerin borcu bizden fazla. Ama bir şekilde kaynam yaratıyorlar. Sen de yarat. Bizim zengin iş adamları anca bir başarı olunca fotoğraf çektirmek için ortaya çıkarlar.
Sadece Podolski ile falan da olacak gibi değil. Sağ bek yok, sol bek yok, stoper yok, orta saha yok, kanat yok, forvet yok. Ne diyeyim Allah yardımcımız olsun.
 
Huntelaar ile anlaşıldığı haberleri alevlendi. Podolski zaten kesin gibi ama Huntelaar da gelirse yönetim gözlerimi yaşartır.

SM-G900FQ cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
 
Fernando Muslera

Maxi Pereira- Semih Kaya- Aurelien Chedjou- Alex Telles

Selçuk İnan-Gökhan İnler

Yasin Öztekin- Wesley Sneijder - Lukas Podolski

Klass-jan Huntelar(Burak)
 
Fransa'da Troyes forması giyen 1991 doğumlu sol bek Lionel Carole ile anlaşmışız. Bonservisi 1.5 miyon, oyuncunun senelik ücreti se 750 bin euroymuş. Hayırlı olsun. Oyuncuyu tanımasam da Telles'in yerine gerçek bir sol bek alınması sevindirici... Deneme yapacaksak, böyle uygun maliyetli oyuncularla yapmalıyız.


carole6_DMX50.jpg
 
Fransa'da Troyes forması giyen 1991 doğumlu sol bek Lionel Carole ile anlaşmışız. Bonservisi 1.5 miyon, oyuncunun senelik ücreti se 750 bin euroymuş. Hayırlı olsun. Oyuncuyu tanımasam da Telles'in yerine gerçek bir sol bek alınması sevindirici... Deneme yapacaksak, böyle uygun maliyetli oyuncularla yapmalıyız.


carole6_DMX50.jpg

Ali Ece daha önce izlediğini ve çok beğendiğini söylemiş.
İstikrarlı ve kaliteli bir oyuncuyumuş.
Savunmada özellikle kademelerde iyiymiş.
Hücumda da Telles' den daha çok katkı vereceğini söyledi.

Sağ bek içinde Maxi Pereira ismi ön plana çıktı.
Oda gelirse iyi bir takım olacağız inşAllah.

Bu arada Fb gündüz yaptığı iki şok transferden sonra az önce Nani'yi açıkladı.
 
Yemin ediyorum araya girsek adam bizi tercih ederdi. Lan elinde ŞL kozu var, kadronda Sneijder sen niye Nani yi zorlamiyorsun?

SM-G900FQ cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
 
Carole'yi bilmiyorum daha önce izlemedim ama sol bek transferi çok önemliydi. Hızlı ve fizikli olan her oyuncu -ki Anadolu takımlarında çok var - Telles'e karşı inanılmaz rahat oynuyorlar ve kalemizde tehlike oluştuyorlardı. Carole - Telles kıyasını yıl içinde yaparız ama bence çok önemliydi. Transferin diğer bir boyutu "scout" transferi olması ben o yüzden Carole'nin sahada attığı adımı takip edeceğim. Emre Utkucan'ın artık hata yapma lüksü yok.Oğuzhan Kayar gibi birçok oyuncu sayabilirim ama binlerce sol bek içinden Telles'i seçmesi ve bunu her yerde övünerek anlatmasını ben hala unutamıyorum.


Maxi sağ bek için çok ideal olur burada da şu soru akla geliyor madem Sabri'nin önüne transfer yapıyorsun o zaman rotasyon oyuncusuna neden bu kadar maaş veriyorsun.Konu sağ bek olduğu için söylüyorum yoksa Sabri'ye neden bu paraların verildiğini tahmin ediyoruz az çok.

Stoper transferi,forvet transferi , giderse Melo yerine transfer ve benim çok istediğim ama yapılacağını düşünmediğim birebirde etkili adam eksilten kanat oyuncusu şu an için ihtiyaçlar.Kara bulutları biraz olsun dağıttık hamleler geldikçe önümüzü daha net görebiliriz.
 
Fernando Muslera

Maxi Pereira- Semih Kaya- Aurelien Chedjou- Lionel Carole

Selçuk İnan-Melo? (Ama gidicek gibi gözüküyor bu pozisyona meloya benzer iyi bi oyuncu şart)

Wesley Sneijder

Burak - Huntelaar- Podolski kadro çok ofansif o yüzden burak yerine daha kanat özellikli bi oyuncu alınabilir yasinde olabilir burak ortaya geçip huntelaar yerinede kanat alınabilir Ben huntelaarı çok istiyorum tam bizlik bi oyuncubekler iyi oldu sanırım ama stoperler stoperler şl için yetmeyebilir
 
Maxi Pereira büyük ihtimalle portoya gidicekmiş kaynak trt spor iyi bir yabancı sağ bek şart zaten elde sağ bek olarak bi sabri var tarığın oynaması zor görünüyor bizde Melonunda gitme olasılığı yüksek birde ezeli rakibimiz paraları yine saçıyor etrafa rvp iddalarıvar diğer transferleri umrumda değilde RVP çok beğendiğim bir oyuncu keşke bize gelse
 
Podolski hayırlı olsun. Yıllardır sürekli ismi bizimle anıldı sonunda muradımıza erdik. Geçtiğimiz yıl düşüşe geçen kariyerini tekrar zirveye taşıması beklentimiz. Beraber güzel bir uyum yakalayacağımızı düşünüyorum.

Kenar forvet aldığımıza göre şimdi sıra diğer kanatta. Sağ tarafa alacağımız oyuncunun daha topla haşır neşir , hazırlayıcı bir oyuncu olması gerekiyor. Birebirde etkili , orta saha fonksiyonları da olan çizgi oyuncusu şu takımın olmazsa olmazı şu anda. Oyundaki durağanlığı hala çözebilmiş değiliz , hücumlarımızın tıkanması kuvvetle muhtemel hala. Takım omurgasında Selçuk-Melo(?)-Sneijder olacağını düşünürsek forvete alacağımız set oyuncusu ve kanat oyuncusu ile bu problemi aşabileceğimizi söylemiştim. Son günlerde gelen haberler Burak'ı kulübeye atacak bir oyuncu olmayacağı yönünde. Selçuk-Melo Podolsi-Sneijder-Yasin Burak . Kesinlikle sıkıntılı bir hücum hattı , çözüm üreten baskıya alan değil sonuca gitmeye endeksli bir takım . Yani oyunda üstünlüğü tamamıyla ele alıp tempo yapacak bir takım değil şu anda.


Eğer Burak ilk 11mizdeki merkez santrafor olmaya devam edecekse -ki öyle görünüyor , hala ciddi sıkıntılarımız var. Hücumu çeşitlendirmek baskı tempo yapmak o kadar kolay değil bu takımla. 30-33 yaş aralığında , oyununu olgunlaştırmış denge oyuncuları ile tempo yapmak kolay değildir.Oyun merkezindeki patlayıcılık sorunumuzu Huntelaar tarzı bir forvet ve dinamik kenar oyuncusuyla tolere edip kaliteli bir futbol ortaya koyabilirdik. Burak tek forvetse o zaman bu sorunları aşmak bir hayli zor olacak.Topla iyi olan bizi 3.bölgede tutabilen bir kanat oyuncusu ve beklerin harika performansıyla belki de halledebiliriz birşeyleri. Beklerden ekstra performans almak ve oyun merkezini biraz öne taşımak ( orta saha ve kenarlar vasıtasıyla , Burak ?? :( ) hücumda alanı genişletir ve bitirici oyuncu sayımızın arttığı şu dönemde bize sonuç olarak geri yansır. Yani demem o ki görünürde tek forvet hala Burak olacak ve biz tempo,oyunu dikine forse etme noktasındaki sıkıntılarımızdan kurtulamayacağız. Bu sıkıntıları Burak'ın omuzlarına yüklemiyorum , Sneijder-Melo-Selçuk olduğu sürece bundan kaçışın en büyük yolunun topu 3.bölgede tutabilen bir oyuncu olduğunu söylüyorum , Burak'a karşı önyargılarım veya artniyetim yok asla.Bunu tolere etmek için çalışmak ve sahayı bütünüyle kullanabilen sağ bek + patlayıcı özellikleri olan sağ çizgi oyuncusu transfer etmek gerekiyor.
 
Sneijder den sonra Podolski'yi de iyi yaşta aldık , bi gelişme mi var ne :) Podolski nin kariyeri düşüşte değil . İtalya'da kim başarılı olmuş zaten? Ben orayı futbol ligi olarak bile görmüyorum. Ama van persie fenere yakınmış bu kötü olur. Bizim Huntelaarı bitirmemiz şart oğlu şart! Tek başına Podolski yetmez. ŞL ve 4.yildiz formaları kombine vs hiç bir mali sorun yaşamayız transferde.

SM-G900FQ cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
 
Podolski'nin hayat hikayesi üzerine bir yazı... Hayırlı olsun. :)


GÜLEÇ BİR SAVAŞÇI: LUKAS PODOLSKİ

Birkaç yıldır konuşulan transfer nihayet bugün gerçekleşti ve Lukas Podolski, arkasında bir hayat hikâyesi ile birlikte Galatasaray'a geldi. O hikâyeyi Fatih Demireli anlattı...

Aslına bakacak olursanız Friedland‘taki kamp, ansızın ziyaret etmek isteyeceğiniz bir yer değil. Gittiğinizde göreceğiniz manzaranın size mutluluk aşılaması neredeyse imkansız; yan yana dizilmiş barınaklar, barınakların içlerinde sayısız ranza yataklar… Yani resme genel baktığınızda, tam bir kaos! Detaylara gelince her barınakta bir yemekhane var ama iştahı kabartmıyor, aksine köreltiyor. Gece tanımadığınız biriyle aynı yatağı paylaşmanız hayli olası ve iş karın doyurmaya geldiğinde de yine, adı sanıyla ilgili pek de fikriniz olmayan bir yabancıyla tabağınızı paylaşmak zorundasınız. ‘Yabancı’ olma durumu sadece tanışmamaktan ibaret değil. Friedland’ta bir ‘dil birliği’ de yok. Örneğin, yanınızdaki ağzını şapırdattığında rahatsızlığınızı öyle kolayca belirtemezsiniz çünkü aynı dili konuşuyor olma ihtimaliniz neredeyse yoktur. Çizmek istediğim portre bir ‘Birleşmiş Milletler’ toplantısı değil, aksine bir ‘istenmeyenler’ ittifakı.

Friedland’taki mülteci kampı II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuştu. Hannover’e yakın Friedland kasabası, işgal kuvvetlerinin merkez noktasıydı. Hitler rejiminden kaçanların geri dönüşü bu kampta başlıyordu. Yani bu kamp eve geri dönüş yolunda asılması gereken kritik engellerden biriydi. Sığınmacılar, buraya getirilip buradan şehirlerine dağıtılıyorlardı. 1956’da Macaristan’dan kaçanlar da Friedland’a sığındı, 1973’te Pinochet’den illallah diyenler de, 1978’de Vietnam’dan ayakkabısı dahi olmadan yola çıkanlar da. Arnavutlar da buradaydı, Almanya’ya göç eden Polonyalılar da -ki onların göçü 50 yıldan fazla sürdü. 1980‘li yıllarda Friedland’a Gliwice’den bir aile gelmişti. Onları diğerlerinden ayıran pek de bir özellikleri yoktu. Aynı sefaleti herkes gibi tecrübe ediyorlardı. Oğulları Lukas o günleri şöyle anımsayacaktı: “Çok kalabalıktı ve konuşulan dillerden hiçbir şey anlamıyordum. Tanımadığımız kişilerle ne olduğu hakkında fikrimiz olmayan bir şeyler yiyorduk. Herkes kökünden koparılmış ağaç gibiydi, herkes olduğu yere yabancıydı.”

Friedland’ta ikamet edenler, kampa ‘kurtuluş kalesi’ ismini vermişti. Çünkü yaşam şartları ne kadar kötü olsa da, buradan er ya da geç kurtuluyordunuz. Podolskiler‘in kurtuluşunu yine Lukas şöyle anlatıyordu: “Almanya’da ailesi veya akrabası olanları arayıp, onları ailelerin yanlarına gönderiyorlardı. Benim de dedem ile ninem Bergheim’da yaşadığı için, bizi oraya gönderdiler.” Öte yandan Bergheim’da da hayat çok parlak değildi. Ailenin tümü küçük bir dairede kalıyordu, yaşamın ne denli zor olduğu bir yana, nefes almak bir problemdi. Podolski ailesi asla umudunu yitirmedi ve bir süre sonra kendi dairelerine taşındılar. Lukas’ın komşu futbol sahasını keşfi ise kaçınılmazdı. “Devamlı futbol oynuyordum. Annem alışverişe gönderdiğinde bile topu sektirerek gidiyordum.” Futbolla uyanıp futbolla yatan Lukas’ın arkadaşlarını sahadan bulması da tesadüf değil, Monika ile bugün evliliğe varan birlikteliğini burada pekiştirmesi de… “Arkadaşım tanıştırdı. İlk sohbetimizde ‘İşte bu!’ dedim, uzunca yürüdük, top sahasına vardığımızda öpüştük.” Tabii ki Monika’yı o sahada öpecekti. Başka nerede olabilirdi ki?

Komşu saha sadece ilk öpüşmelere gebe olmamıştı elbette ki. Asfalt zeminde oynayan genç solağın keşfi de burada gerçekleşmişti ve 10 yaşında Köln altyapısında işler ciddileşmeye başladı. “Çok paramız yoktu. Bazen antrenmana gidecek kadar dahi olmuyordu. İki seçenek vardı; ya antrenmana gitmeyecektim ya da otobüse biletsiz binecektim – şu kadarını söyleyeyim, neredeyse hiç antrenman kaçırmadım.” O günlerde başlayan futbol aşkı hiç bitmedi. Lukas Podolski bugün 30 yaşında ve gülümsediği anda, Friedland’ta top niyetine tenekelere vuran küçük çocuğu görebiliyorsunuz. “Her şey paraya bakar” diyerek futbol tartışmalarını bitirenlerdenseniz -ve maalesef çoğu zaman haklı çıkanlardan- bu hikâye size aşırı romantik gelebilir fakat Podolski’nin futbolunu başka türlü anlamanız imkansız.

Aidiyet, bağlılık, tutku, sevgi; bunlar kulağa taraftar işi kavramlar gibi gelebilir. Lukas Podolski, futbol romantikleri için ise son umut, onların futbol kavgasında yıkılmamış son kalesi. Yuvasını, arkadaşlarını, kulübünü ve stadını özlediği için Bayern Münih’i bırakıp, Köln’e dönen Podolski hikâyesi defalarca anlatılmıştır. Hem yola çıktığı Bergheim’ın, hem de daha sonra futbola tamamen adım attığı Köln’ün altyapılarına verdiği destekler de sır değil. Lukas Podolski bir Köln aşığı ve bu aşka herkes saygı duyuyor. Bayern Münih’e gittiği gün izah etmişti sırtını döndüğü kulübe olan aşkını. Arsenal’de oynarken de “Köln” dedi, kısa bir süre Inter’de top koştururken şehrini dilinden düşürmedi. Hâlâ da bir gün mutlaka geri döneceğini söylüyor.

“Kafası başka yerde olan adamın Galatasaray’a faydası olur mu?” diyenlerinizi duyar gibiyim. Cevabı kısa ve net; evet, olur. Podolski bir ayna gibi aslında. “Ben futbolu seviyorum, futbol benim tutkum. Ayağımda top olduğu zaman mutluyum. Bu alışveriş sağlanmadığı zaman ben iyi bir performans sergileyemem” diyor. Yani, bir kulüpten ne istiyorsa öncelikle o kulübüne sunuyor. Podolski ne istiyor? Sevgi, aşk, tutku. “Neden sadece Köln’de verimli oldu?” sorusunun cevabı aslında burada gizli. Podolski, sadece Köln’de Podolski olabildi. Bayern’de ondan başka biri olmasını istediler, olamadı. Tekrar Köln’e döndüğünde ve Köln onunla birlikte küme düştüğünde, artık aşkı bir kenara bırakıp kariyerini kurtarmak zorundaydı. O dönemde Köln’e yakın bir şehre doğru yol alır derken, kendini Arsenal’de buldu. Arsene Wenger, teknik futbolcu sever; ayağına top yakışacak, temiz pas oynayacak, futbolu sanat olarak görüp, bir sanatçı gibi uygulamaya koyacak biri. Ancak Lukas Podolski bunların hiçbiri değil. Ayağına top yakışsa da, ilk tercihi, olduğu yerden şut çekmektir. Pası, sadece verkaç denemelerinden tanır, futbolu sanat olarak değil savaş olarak görür. Öte yandan dünyanın en estetik takımı olsanız bile, bazen bu tip oyunculara ihtiyacınız olur ve Wenger bu gerçeği uzun bir süre iyi kullandı. “Oynamadığım, ayağımda top olmadığı zaman mutlu olmamı beklemeyin” demişti bir Arsenal maçından sonra. Ertesi hafta üç gol atması, Podolski’yi çok iyi anlatan bir gelişmeydi. Hiç ummadık anda, ummadık yerde aşkı depreşebilir ve size dünyaları sunabilir. Kimi zaman da, oynama şans elinden alındığı zaman, mutsuzluğunu ilan eder – ta ki ayağının önüne biri top koyana dek.

Friedland’taki serüven ve Bergheim’daki zorlu şartlar Lukas Podolski’nin zihninde hep canlı ve bu gerçeklik sahadaki oyununa yansıyor. Hatta sadece sahadaki oyununu değil, genel olarak hayatını gereksiz bir şekilde zorlaştırmak istemiyor -ki Galatasaray’daki transfer döneminde belki de Podolski’nin bu yönü unutuldu. Almanya’nın bir milli maçı öncesi düzenlenen basın toplantısında, “Ben kısa cümleler kurayım, siz de bugün az çalışın” diyen Podolski’den bahsediyoruz. Yine Polonya asıllı olan Miroslav Klose ile sahada hangi dilde konuştuğu sorulan bir günde de verdiği cevap her zamanki gibi nevi şahsına münhasır: “Lehçe, Almanca, elle, ayakla; ne fark eder. Düzgün bir pas gelsin, gol olsun. Gerisi önemli değil.”

“Futbol böyle bir şey işte, bazen iyi olan kazanıyor.” Podolski’nin bu sözleri futboldan daha fazlasını içeriyor. Hatta sahada yıldızlaştığı 2006 Dünya Kupası’ndaki bu cümlesi Almanya’da yılın sözü seçilmişti. Hayatı mücadelelerle geçen ve futbolun kavgasını veren Lukas’ın bu kelimeleri artık yolculuğunun bir başka diliminde olduğunu gösteriyor. Bazı şeyleri artık olgunlukla kabul ettiği bir dilim. Hayattaki ve sahadaki sert kavgalar, evet, hâlâ devam ediyor ama bazen doğru yerde, doğru zamanda olan kazanıyor. Geçen yıllarda Türkiye’ye transferinin bir türlü gerçekleşmeyişi belki de bundan. Galatasaray, Podolski için doğru takım. Umuyorum ki tüm bu zaman-mekan algısında, en doğru zaman da bu sezon olacak.

Socratesdergi.com
 

Üst