Biraz uzun bir yazı olacak, zaman ayırıp okuyacaklara şimdiden teşekkür ederim.
2 ay öncesine dönüyorum. Kadın Basketbolu ülkemizde en geride kalmış branşlardan biriydi, hatta 3 ana branş içerisinde erkek-kadın bazında ilgi olarak en geride kalanıydı. Daha sonra final serisinde biraz ilgi görmeye başladı, İpekçi'de maçlar 10 bin kişi önünde oynandı.
Yazın Avrupa Şampiyonası vardı ama çoğumuzun bundan haberi bile yoktu. Kendi özelimde Türkiye Ligi'ni ve WNBA'yi ortalamanın üstünde takip eden biri olarak bile pek umursamıyordum, asıl Avrupa Erkekler Basketbol Şampiyonası'nı bekliyordum. Şampiyonaya yaklaştı, İstanbul'da Zafer Kupası hazırlık maçları oynandı. Alba Torrens'den dolayıdır muhtemelen, turnuvayı takip etmeye çalıştım, İstanbul'da olsam gitmeyi de düşünebilirdim. Milli Takımımız her zamanki gibiydi. İyi mücadele eden, iyi savunma yapan ama işin hücum yönüne gelince ve üst seviye takımlarla oynayınca 2-3 kişiye bel bağlayan bir takımdık. Buna rağmen kadro olarak çoğu takımdan geri değildik, önemli oyuncularımız vardı.
Şampiyona başladı. İlk maçımız Litvanya'ylaydı. Rakibe bakıyorduk, burada inanılmaz kötü oyuncu dediğimiz Gintare ilk 5 başlıyor. Bununla birlikte bizi yıkan isim de yine kendisi oluyordu. Turnuvanın geleceği gözümüzde canlanmaya başlamıştı. 2.gruplarda elenecek, en iyi ihtimalle çeyrek finale kalıp klasman maçlarıyla 7. 8. olacak bir takımımız var gibiydi. Bu tablo Belarus maçına kadar devam etti.
Ne olduysa Belarus maçında oldu. Maçı kazanırsak çeyrek finale çıkacaktık. Gintare'nin cirit attığı pota altında Leuchanka, Verameyenka kim bilir ne yapar diye korkuyordum. Korktuğum gibi olmadı. Pota altını çok iyi kapattı oyuncularımız, müthiş bir mücadele gücü gösterdik ve en zayıf olduğumuz ribaundlarda rakibe üstünlük sağladık. Birsel de bu maça kadar nispeten kötü olan oyununa karşılık bu maç vites yükseltti ve galibiyetin mimarı oldu. Şaziye'nin de böyle bir maçta 4/6 üçlük atması yine hepimizi şaşırtmıştı.
Çeyrek finalde rakip Karadağ'dı. İstatistik kağıdına baktığımızda işler hiç iç açıcı değildi. Buraya kadar namağlup gelmiş ve turnuvanın en iyi oyununa sahip olan bir Karadağ ile oynayacaktık. Ama kağıt üzerinde isimleri tek tek tartıyorduk, hiç de geride gibi değildik, sadece bunu sahaya yansıtmamız gerekiyordu. Bu maç için Ceyhun Hoca'ya hakkını vermem gerekiyor. Turnuvanın en kilit maçında rakibi çok iyi çözmüştü gerçekten. Bir önceki maç gibi Birsel ve Şaziye'nin liderliğinde maçı kazanmasını bildik ve Olimpiyat için eleme vizesini almış olduk.
Yarı finale çıktığımızda kendimizi çok başarılı olarak görebileceğimiz bir yerdeydik. Hani turnuva öncesinde 4. olacaksınız deseler "Keşke" diye cevap verirdik. Fransa çok tecrübeli ve tam turnuva takımıydı. Avrupa'nın en iyi uzunlarından Sandrine Gruda kadrolarındaydı. Celine Dumerc, Edwige Lawson, Emilie Gomis gibi önemli oyuncuları vardı. Bu maça da çok iyi hazırlanmıştık. Sahada gösterilen mücadele olağanüstüydü. Turnuvanın başından beri hayal kırıklığımız olan Newlin inanılmaz oynuyordu, Gruda'yı da ikili sıkıştırmalarla çok iyi durdurmuştuk. Ne var ki yine de gücümüz yetmeyecek gibiydi, çok daha tecrübelilerdi ve bu maçları oynamaya çok daha alışkınlardı. Birsel'in bir mucize üçlüğü ve bir zorlama turnikesi imdadımıza yetişti. Uzatma periyodunda genel olarak turnuvada beklentilerin altında kalan Işıl, önce Celine Dumerc'in elinden çaldığı topla, daha sonra da çoğu kişinin sorumluluk alamayacağı bir anda üçlüğü yolladı ve bize finalin kapılarını açtı.
Finalde o klasik sendromu yaşadık sanki. Başarı kıstasını çoktan aşmıştık ve motivasyonumuz çok iyi değildi. Daha önce de uzun takımlarla oynamıştık ama ribaundları bir şekilde alabiliyorduk, bu sefer böyle olmadı maalesef. Yine de fazla bir şey değişmedi bizler için.
Turnuvada oyuncuları tek tek değerlendirecek olursam;
Nevriye aktif olarak basketbol oynadığı sürece Türkiye'nin en iyi oyuncusu her zaman. Bu turnuvada ilk 5'e seçilmesine rağmen zaman zaman beklentileri karşılayamadı, onun klasına yakışmayan turnikeleri ve boş şutları kaçırdı. Bunun için onu eleştirebilir miyiz, asla. Final serisinden beri süren bel rahatsızlığına rağmen kimi maç hiç çıkmadan oynadı, rakibin hep en sert savunduğu oyuncu oldu. Sanıyorum Olimpiyatlara gitmek onun için çok önemliydi ve bu isteğini gerçekleştirmesine çok az kaldı. Her şey için teşekkürler kaptan.
Işıl için turnuva pek iyi başlamadı. Açılış maçında şutları girmedi, muhtemelen uzun süredir Milli Takım düzeyinde ilk resmi maçı olduğu içindi bu. Slovakya, Rusya ve Çek Cumhuriyeti maçlarında hücum performansı iyiydi. Ama hücumda ne yaparsa yapsın savunmada her zaman çok iyiydi. İlk 2 maçta 8 top çaldıktan sonra rakip oyuncuları psikolojik olarak da yıprattı biraz, rakip oyuncular top çaldırmayayım derken doğru dürüst oyun kuramadı çoğu zaman. Çok az oyuncuda bulunan elden top çalabilme yeteneğiyle ne kadar iyi savunma yapabileceğini ve bu konuda Avrupa'nın en iyilerinden biri olduğunu gösterdi bu turnuvada. Turnuva sırasında ufak bir sakatlık geçirdi, üst üste 2 maçta pek süre alamadı bu yüzden. Ama daha sonraki Karadağ ve Fransa maçlarını getiren oyunculardan biri oldu yine, özellikle Fransa maçında istatistiklere pek yansımayan performansı turnuvanın en iyi bireysel performanslarından biriydi. Kişisel görüşüm olarak, Işıl beklentimin altında kaldı diyebilirim. Çünkü onun çok daha iyi şeyler yapabileceğini, Fransa, Rusya, Slovakya maçlarındaki performansını her maç gösterebileceğini biliyoruz. Yine de bize gümüş madalyayı getiren o mücadelenin ve savunmanın ana faktörlerinden biri oldu, Euroleague'de çok güzel bir sezon bekliyor onu.
Birsel için ne söylesem bilmiyorum aslında. Final serisinde silik bir oyun sergilemişti ve bu turnuvaya kötü yansımasından endişe duyuyordum aslında. Ama sahip olduğu yetenekleri en iyi şekilde kullandı, Kadın Basketbolu'nda yapılması çok zor olan atışları ve turnikeleri sayıya çevirdi, asist yaptı, top çaldı, ribaund aldı. Sahadaki oyuna ve takıma verdiği katkısını göz önüne kalırsak turnuvanın MVP'si olması gerekirdi ama ilk 5'e bile seçilmedi, bu da FIBA'nın ayıbı oldu. Onunla ilgili yazacağım 1-2 şey daha var ama onu daha aşağılarda yazacağım.
Şaziye'yle ilgili düşüncelerimi herkes biliyor. Takımımıza yakışmadığını düşünmüyorum, onu sarı-kırmızı formayla bir dakika bile görmek istemiyorum ama hakkını da vermem lazım şu turnuvada. Ne hikmettir bilmiyorum ama Ceyhun Hoca ile ya da şöyle söyleyeyim, Milli Takım ile çok başka oynuyor. Şut performansı çok iyiydi, turnuvanın en önemli anları olan 2.grubun son maçlarında Britanya-Belarus-Karadağ üçlüsünü geçmemizde kilit rol oynadı. Ondan hiç beklemeyeceğim turnikeler attı, iyi bir şut performansı gösterdi, hep korktuğumuz yer olan 3 numarada kimseye karşı ezilmedi. Tebrik ve teşekkür ediyorum, umarım bu mücadelesi Gs formasıyla da devam eder.
Newlin turnuva boyunca çok istikrarsız bir performans sergiledi. Bir maç 20 sayı atarken diğer maç 4 sayıda kaldığı oldu. Ne olursa olsun Fransa maçında gösterdiği performansla bizi buraya getiren isimlerden biriydi. 17 milyon arkamızda diye attığı tweetler ile de bizi güldürdü zaman zaman. "Go Newlin !" diyorum ben de ona
Tuğba için şimdi bir şeyler yazardım ama tepki görürüm, yazmıyorum
Şaka bir yana Tuğba bitmek bilmeyen enerjisi ve mücadelesiyle yine sembol isimlerimizden biri oldu. Zaman zaman onla özdeşleştirdiğimiz hatalar yaptı, zaman zaman hiç beklemediğimiz üçlükleri attı ama kimi tuttuysa yine hayatından bezdirdi. "Bilekse bilek" diyemiyorum ama gönül rahatlığıyla "Yürekse yürek diyebilirim onun için.
Bahar bu turnuvanın biraz hayal kırıklığıydı benim açımdan. Nevriye ve Newlin'in olduğu takımda yine katkı verdi diyebilirim ama onun çok iyi şeyler yapabileceğini biliyoruz. 2009 Letonya'da muhteşem performansı vardı, ondan sonra 2 Final Serisi, 1 Euroleague, 1 Avrupa Şampiyonası geçirdi ama oyun olarak geriye gidiyor. Yetenek desen var, fizik kapasitesi üst düzeyde, takımımızdaki guardlar kadar hızlı belki de ama maalesef onu kullanamıyoruz. Burada sorun onda mı yoksa Ceyhun Hoca'da mı bilmiyorum ama umarım bu durum düzelir, çünkü hali hazırda Türk Basketbolu'nun geleceği ve Nevriye'nin yerine geçmesi gereken isim kendisi. Mücadelesinden ve emeğinden dolayı ona da teşekkür ediyorum.
Seda Erdoğan turnuvanın güzel yanlarından biriydi bizim için. Oyun stiliyle bize abisini hatırlattı, beklediğimizden fazla katkı verdi. Umarım kendini geliştirmeye devam eder ve Milli Takımımız 2 numara için çok iyi bir oyuncu kazanmış olur.
Yasemin, Gülşah, Nilay, Naile'ye de yine teşekkür ediyorum bu takımın oluşmasındaki emekleri için.
Bunu bana 1 ay önce söyleseler güler geçerdim. Ama takımımız kupayı kaybettikten sonra hava alanına gitmeyi çok istedim. Şampiyon olsalar sabah bir medya ordusu karşılardı onları, şimdi ise yaptıkları küçük bir başarıymış gibi görülüp kimse karşılamayacaktı kendilerini. Onlara bu ayıbı yaşatmamak için Aras Kafkaslı, Tanju Çiçek, Furkan Şenbabaoğlu ve Cem Erman ile birlikte her oyuncumuza birer gül olmak üzere 6 kırmızı 6 beyaz gül alıp hava alanına gittik.
Zaman geçmek bilmedi, gözlerden uyku akıyordu ama bu takım için değerdi. Hava alanında ilk dikkatimizi çeken Birsel'in annesi, babası ve (sanıyorum) kardeşi oldu. Gittik ellerini öptük, böyle bir yeteneği Türkiye'ye hediye ettikleri için şükranlarımızı dile getirdik. Annesiyle biraz konuştuk, bize nasıl geldiğimizi sordu, uyumadığımızı söyledik, o da bize maç bitince heyecandan dayanamadığını ve hemen yattığını söyledi. Bunu anlatmamın nedeni, bayan bir basketbolcu için aile desteğinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak. Sanıyorum Zafer Kupası'nda da ailesi hep yanındaymış Birsel'in, bu başarısının önemli bir sebebi de bu kesinlikle. Nedim Abi'ye İlayda'nın peşinden ayrılmamasını da söyleyeyim bu vesileyle
Kızların gelmesine yakın Sakaryasporlu 5-6 kişilik bir grup geldi. Sanırım Nevriye için gelmişlerdi. Onun dışında zaman yaklaştıkça diğer oyuncuların aileleri de geldi, fena olmayan bir kalabalık oluştu. Çiçekleri oyuncularımıza verdik. Burada komik bir olay oluştu. Nevriye bir arkadaşımızın uzattığı gülü almadı, elleri doluydu ama en azından bir teşekkür ederim diyebilirdi. Kırıldık haberi olsun, Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda bunun hesabını sormaya da yemin ettik
En son çıkan Ceyhun Hocamız oldu, son çiçeği de Ceyhun Hoca'mıza verdik. Ceyhun Hoca'dan özellikle Seimone olayından sonra pek haz ettiğimi söyleyemem ama "Üzgünüz, kupayı getirmeyi çok isterdik, getiremedik" dediğini duyduktan sonra gerçekten çok üzüldüm. Saha içinde yaptığı yanlışları olabilir, en sert eleştirileri belki de ben yaparım ama bundan sonra hocamızın beyefendiliğine ve iyi niyetine kimse laf etmesin lütfen.
Yorucu bir Büyükada gezisi ardından, hava alanından ayrılıp evlerimize vardığımızda saat sabah 08.30'u buluyordu. Ama söyleyebileceğim tek şey, böyle bir takım için her türlü fedakarlık yapılır.
Kadın Basketbolu'nda Türkiye Ligi, sadece iyi yabancıların oynadığı bir lig olarak görülmeyecek artık. Bunu başaran bu muhteşem ekibe tekrar çok teşekkür ediyorum, hep söylediğimiz gibi;
TÜRKİYE SİZİNLE GURUR DUYUYOR.