TR Kupası Finali | Galatasaray 74 - 72 Fenerbahçe

Bütün takıma sonsuz teşekkürler.Hepsini tek tek kutluyorum.Eksiklerimizi giderince lig şampiyonluğu için daha iddealı olacağız.
 
Keşke Cappie'nin üçlüğünü savunarak kazansaydık, çünkü Sancho'nun atışı her zaman girmez. Ama iyi ki böyle kazandık, aldığımız keyif iki katına çıktı. İki kahraman yarattı bu atış, Ekrem Hoca'nın değerini arttırmadı ama insanlara gösterdi o değeri. Maç boyunca harika oynayan Sancho için de harika oldu. Göz ardı edilecekti savunması, hücumu. Son atış ile taçlandı harika performansı.

Bunları bir yana bırakıp başa sarıyoruz şimdi filmi:

-Yaşanmış bir hikayedir-

Bir kırgınlık var. Hayal kırıklığı, kalp kırıklığı. Eskisi gibi değil her şey... Geçen sene bittiğinde gidenler olması gerekiyordu artık şubeden. Sahadaki başarısızlığın tek sorumlusu Ceyhun Yıldızoğlu, organizasyondaki eksiklerin de Murat Tümer değildi. Kalanlara da kırgınlık olunca ne kazanınca eskisi gibi seviniyor insan, ne de kaybedince o kadar üzülüyor. Farklı biraz yani bu sene benim için. Kolunun altında "Never Give Up!" yazan bir pankart varken, en büyük günahı işleyip "Ya yatıp uyusak mı, nasıl olsa kazanamayacağız kupayı" diyorsun uykulu gözlerden evden çıkarken.

Bunlar formalite maçları tabii, finali hangi iki takımın oynayacağı belli olsa da; ilk iki günde çok tatmin edici bir oyun oynamıyor takım, Fener de yalpalıyor bununla birlikte. Sylvia Fowles'ın Amerika'ya gitmesi gerekince, zaten heveslenmek için mum ışığıyla aranan umutlar iyice azalıyor. Şimdi bir günü atlayıp pazar gününe gidiyoruz, "flashback" yapacağız tekrardan.

Pazar sabahı maça kadar vakit geçirmek isterken bende hala umut yok. Aşık atışması gibi iyice arttırıyoruz dertleri. "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş. Sancho çok hayal kırıklığı oldu.", "Whalen dış atışlarda kör nişancı.", "Alba oynasa ne olur?", "Şebnem de bu maçlarda katkı veremiyor.", "Wauters külliyen zarar." vesaire... Kafamın içinde bir an dönüyor birkaç gündür; 'Abdi İpekçi'de şampiyon olacakken Pondexter son saniye üçlüğü atıyor. Seri tekrar Arena'ya taşınıyor filan...' İnanılmaz bir baş ağrısıyla beraber maç başlıyor, çok iyi başlıyoruz. Baş ağrısını unutup, şık kıyafetlerle oturduğumuz saha içinden tribüne çıkıyoruz. O şık hırka bele bağlanıyor, "Saldır Galatasaray!". Oynasa ne olacak dediğimiz Alba, 2 sayıyla kazanacağımız maçta bir üçlük atıyor, bir savunmada Angel'ı durduruyor. Şebnem harika oynuyor, Sancho harikadan da üstte bir performansla başlıyor, Işıl kendini parçalıyor bir yerde bir havada, bir savunmada bir hücumda, Bahar eline geleni atıyor, attığını da sokuyor, ribaund çekiyor. Avrupa'nın en kariyerli 2-3 oyuncusundan biri olup, çok kritik katkılar verdiği şu maç sonrasında ilk kupasını kazanan 17 yaşında bir kız gibi sevinen Wauters var. Whalen var bir de, sanki bir yerlerden hırsını çıkarmak için oynuyor bu oyunu. Yorulmuyor, durmuyor. Benchte Nevriye var, Ekrem Hoca'nın asistanı gibi. Sürekli bir şeyler anlatıyor arkadaşlarına, her molada bir sözü var. Tribün düşünce Özge'yi tribüne gönderiyor biraz hareketlensinler diye. Gülşah, Şaziye oynamıyorlar ama benchte bir katkı vermenin peşindeler...

Cumartesi günü otelde kanallar arasında zap yaparken Chris Paul'u görünce, onun hatrına durup bakıyoruz. Filmin sonuymuş, ilk yarıda berbat oynayan "Patriots" ikinci yarıda harika bir dönüşle "Eyalet Şampiyonası Finali'nde" skoru eşitliyor son topa gelirken. Son top da onlarda olacak. Amerikan filmi işte, illa iyiler kazanacak ya. İlk defa izliyoruz ama hepimiz biliyoruz filmin sonunu. Tanju ve Şamil'le üçlükle mi kazanacaklar, basketi hangi eleman atacak diye tartışıyoruz, Patriots'un babacan koçu son top için mola almış takımını kazanmaya inandırırken. Sonra Patriots'un guardı boşluğu buluyor, ters turnikeyi bırakıyor. Patriots Eyalet Şampiyonu! Bu Amerikan filmi işte, mutlu sonla bitecek ama biz ondan önce Yeşilçam yapımı, Tarık Akan ve küçük kardeşinin hikayesini anlatan "Canım Kardeşim" isimli filmi izlemiştik. Filmin sonunda Küçük Kahraman ölüyordu, hepimizin bildiği üzere...

Birsel topu oyuna sokuyor, perde geliyor Whalen'a, Sancho Pondexter'ın üzerine çıkamıyor... Top elden çıktığı anda o kadar belli ki "Kahraman" ölecek. Yanıltmıyor da. Sonra Galatasaray'ın babacan koçu mola alıyor, öteki filmdeki gibi. 1.7 saniye daha var, uzatmaya giderse büyük ihtimalle kaybedeceğimiz maçı kaybetmememiz için. Sonrası inanılmaz bir şekilde Sancho, şut, cam, fileden geçen topun hazzı, bitiş kornası, kupa... Yani mutlu son!

Herkes Sancho'ya koşuyor, sonra herkes koça. Hepsini kucaklıyor Ekrem Hoca, üst üste 4.'süne şahit olduğumuz Türkiye Kupası zaferleri içinde en manalısında, en imkansızında.

Patron tarafından verilen bir unvanım vardı Antalya'ya giderken, 'GSBasket Antalya Pankart Sorumlusu'. Never Give Up yazan pankarttan sorumluyken bu kadar umutsuz olmak yersizmiş gerçekten. Şimdi gözümün önünde bir pankart daha var. Yok Fenerbahçe tribününde açılan değil, sanki takım tarafından sorulanan bir;
"NABERr!... :)" gibi.
-İyiiii, n'olsun be Sarayın Sultanları :)
 
Forum bir seçenek sunmuş ve "beğen"ebilirsin dilediğin yazıyı... Ama bu yazıyı sadece beğenmek yeterli değil benim bakış açıma göre. Emeğin hakkını vermek aynı zamanda...

Kocaman yüreğinle, arma sevginle var ol hep. Ve tabii omuz omuza, şık kıyafetini beline bağlayıp..
 
Uçak saati denk geldi, maçı izleyemedim. Bir tarafım içimi kemirirken bir tarafım da boşver fazla birşey kaybetmeyeceksin diyordu.
Teşekkürler kızlar, o tarafımı yerin dibine sokarak utandırdığınız için:)

Ve sana da teşekkürler Aras. Maçın tekrarını izlerken dolan gözlerimi bir kez daha yaşarttığın için, yüreğine sağlık.
 
Tebrikler kızlara ve Ekrem Memnun'a çoğu kişi gibi bende mağlubiyet bekliyordum, maçı da sınavlar dolasıyla izleyemedim ama kazandığımızı öğrenince çok sevindim. Ama bu kesinlikle yeterli olmamalı bu takım bu sene şampiyonluğu kazanmalı Işıl'ın iyi oynadığı, Nevriye'yi rakipten kopardığımız bu sezonda şampiyonluk gelmeli.
 
Öncelikle teşekkür ederim herkese, yazıma verdiği güzel geri dönüşler sebebiyle.

Ligde kaybedilen maç sonrasında burada o kadar saçma şeylerle uğraştık ki, maçı değerlendirmeyi unuttuk. Bu sefer de zafer sarhoşluğundan sebep atlamayalım. Lig maçı sonrasında yazmayı unuttuğumuz detay Kristen Newlin'di kesinlikle. Bizim hücumlarda onu ezmemiz gerekirken, bunu yapamadığımız gibi ondan 9 da sayı yedik ve 24 dakika sahada kaldı. Bu da Fenerbahçe rotasyonunu rahatlattı. Kupada ise direk işledik Newlin'i, süresi 15 dakikaya düştü ve Birsel ile Meral'e inanılmaz yük bindi. Fenerbahçe'nin şu maçlarda sahaya koyabileceği başka bir yerli yok. O yüzden Newlin'e hiç nefes aldırmamamız gerekiyor.

40 dakikada dümeni kısa aralıklarla kaybettik, biri Whalen'ın kenara gelip Özge'nin oynadığı dakikalar, diğeri ise Alba Torrens'in özellikle 2. girişindeki dönem. Alba henüz tam hazır olmadığı için bir iki ufak kişisel hata yaptı, Özge ise kötü olduğu için değil, tecrübesiz olduğu için oyun anlayışımızdan farklı davrandı. Bu süreler hariç istediğimiz oyunu oynadık. Sancho'nun Matovic'i arkasından savunmaması, uzunların show-up'ları, Şebnem'in hücumda savunulması gereken bir performans göstermesi savunmamıza artılar getirdi. Hücumda da yine Şebo ve Whalen ile bulduğumuz dış şutlar, çabucak perdeler sonrası Wauters'ın hızlıca içeri devrilmeleri, Işıl ile Bahar'ın şut sokması ve Sancho'nun orta mesafe atışları Fenerbahçe savunmasını bozan detaylardı.

Sylvia'yı hepimiz çok seviyoruz, çok özel bir oyuncu hem kadın basketbolu için, hem de Galatasaray özelinde. Yalnız atlanmaması gereken bir detay var bu sene en iyi oyunlarımızı oynadığımız maçlarda Sylvia takımla beraber değildi. Sylvia'ya bakınca harika bir savunmacı diyoruz, WNBA'de Tamika'nın bu daldaki saltanatını yıkıp Yılın Savunmacısı seçilmiş bir oyuncudan bahsediyoruz sonuçta. Caydırıcılığı, blok tehdidi ve ribaund katkısı üst düzeyde ama... Işıl deyince aklımıza gelen istatistik nedir? Hepimizin aklına direk top çalma geliyor. Işıl bu sene kariyerinin en az top çalma ortalamasıyla oynarken savunmada en gerçek katkısını veriyor aslında. Yani her şey kağıt üzerinde gözüktüğü gibi değil, 3-4 top çalıyorsun ama yaptığın hamle sonrasında boşa çıkıyorsun ve rakibi 5'e 4 hücum ettiriyorsun. Birsel yıllarca bunun ekmeğini yemişti. Matoviç'in kaç maçtır Sylvia'nın post-up savunmasına güvenmesinin ekmeğini yemesi gibi. Sancho hızını kullanıp hemen önüne geçerek Matoviç'in etkinliğini özellikle ilk yarıda çok azalttı son maçta. Sylvia Fowles tabii ki muazzam bir oyuncu ve iyi bir savunmacı ama takım savunmasına belirgin bir ölçüde zarar veriyor diye düşünüyorum. Bir de altını çizmek istediğim detay var, Ekrem Hoca geçen seneki kadro ile çok başarılı olur görüşü hakim herkeste. Tabii ki takıma bu derece güven veren bir koç ile bence de daha başarılı olurduk ama Sylvia bile böyle düşündürürken Tina, Prince gibi savunmanın ne olduğunu, neden yapıldığını bilmeyen oyuncular ve savunmadan çok hücumu ile yaşayan Taurasi ile şu an izlediğimiz basketbolu kesinlikle oynayamazdık. Ne kadar çok yıldız o kadar iyi basketbol demek değil. Şebnem ile Işıl'ın katkısı, benchten gelen Bahar'ın oyunu şu anda görüyoruz ki daha önemli yıldızlardan. Yani şu takıma lazım dediğimiz şutör Prince/Seimone/Diana olsa, kötümser tahminle beşli savunma halkamızdan biri eksik, iyimser tahminle halkalardan biri hasarlı olacak. He tabii takımda bir winner olmasının olumlu etkileri de farklı olur.

Türkiye Kupası'nı 4 senedir kazanıyoruz ama iki maç kazandığımız bir final serisi dahi olmadı aynı süreçte. Bu kupayı kazanmanın lige bir etkisi olmayacak ama Fenerbahçe de cidden bende sorun var diye bağırıyor. Onlardan yabancılarımızın daha iyi olduğu onca sene oldu ama şampiyon onlar oldu, bunda en büyük sebebi çok iyi biliyoruz. Bir dönem Nilay-Şaziye-Nevriye'ydi, sonra kalite daha da arttı ve Birsel-Meral-Nevriye oldu. Nevriye'yi oradan çekmemiz, fark yarattı ciddi biçimde. Işıl'ın performansının bu şekilde gideceğine artık inancımız tam, Şebnem de bu şekilde oynayacaksa iki yerlimiz hazır durumda. Nevriye'nin dönüşü beklediğimiz gibi olmasa bile, Fenerbahçe'de olmayan; köşeden 2 şutu sokabilecek Şaziye ve benchten gelip 5 ribaund çekip-3 şut sokarak arkadaşlarına nefes aldıracak Bahar ile fazla silaha sahibiz. İşte bu final serisinde bizim en büyük avantajımız olacak.

Nevriye konusuna da değinmek istiyorum. Nevriye, Birsel, Meral yıllarca isimleri bizlerle anıldı, transferler olmadı. Bu üç ismin arasında Galatasaray adını kullanıp Fenerbahçe'den daha iyi kontratlar alanlar oldu, rakibimiz oldukları için yıllarca onlardan nefret ettik... Nev nerede sakatlandı bilmiyorum, benim duyduğum idmanda genç erkek takımından bir oyuncumuzun ayarsız güç ile Nevriye'yi belinden itmesi ile sakat olan yerden değil, belinin farklı bir bölgesinden tekrar sakatlandığı. Bu konuda iddialaşamam, sonuçta orada değildim ama güvendiğim insanlardan benim duyduğum bu. Fakat iddialaşabileceğim bir konu var, Nevriye buraya para için gelmedi. Eğer Fenerbahçe'yi satıp, para için gelseydi bakış açım farklı olurdu hocanın ısrarı ve isteği bir numaralı faktör oldu Fenerbahçe'nin kaptanının Galatasaray'a gelmesinde. Bunları yazma sebebim, 6 ayda 6 sayfa olan Nevriye başlığının şu sıralar tıkır tıkır artması. Sürekli takacak bir şey, maça gelmemek için bir sebep arıyoruz. Ceyhun Hoca'ydı, Işıl'dı, organizasyon sorunlarıydı, Nevriye'ydi, Şaziye'ydi... Abdi İpekçi uzak bir yerde, maça gitmek istemiyorum de olsun, bitsin lütfen böyle bahaneler ve düşmanlıklar yaratmayalım. En azından Ekrem Hoca'nın olmazsa olmaz dediği oyuncuyu takıma aldıracak kadar da kredisi olsun değil mi? Nevriye açısından bakınca, kendini bu kadar seven Ekrem Abisini mahcup etmemek için iğneyle, ağrıyla bu seneye başlar, başladıktan sonra da son 2 senedir nasıl oynuyorsa yine götürürdü. Ama Nevriye buraya yatmaya gelmemiş ki, sahadan uzak kalmayı da göze alıp ameliyat oldu ve tam gücüyle katkı vermek istedi. Hal ve hareketleriyle de takıma katkı vermek istediğini hissettiriyor. Ben kendim sevmiyorum ki kimseye de Nevriye'yi sevin diyemem ama saygı duymak zorundayız. Galatasaray forması giydiği için de değil, Türk futbolu için Hakan Şükür neyse, Nevriye Yılmaz da kadın basketbolunda odur. İnanın bizim benchte oturması bile fark yaratıyor.

Takımın duyduğu sevgi, takıma verdiği güven, oynattığı oyun ile her geçen gün kalbimizdeki yerini büyüten Ekrem Memnun'a ufak bir eleştirim var, bana göre maç boyunca yaptığı tek hata. Son top için faul yapın dedi ama orada faulü yapacak oyuncular Whalen ve Sancho'ydu, her ikisi de 4'er faullü. Hakemler 3 atış verebilirdi, oyun kenardan başlasa bile yine üçlük yiyebilirdik. Birçok opsiyon var, o durumda uzatmalarda en iyi iki oyuncumuzdan biri olmadan oynayacaktık. Bence orada (tekrar oyuncu değiştirmek için mola hakkımız da varken) Bahar ve/veya Özge (Yaso) sokulsaydı faul yapmaları için daha iyi olurdu. Bu oyuncular çekinmeden faulü yaparlardı en azından.

Başta takımda olumlu farklılıklar yaratan Ekrem Memnun ve Derya Özyer olmak üzere tüm staff'a ve oyuncularımıza canı gönülden tebrikler. Gerçek bir zafer yaşattılar bize.
 
Bir de altını çizmek istediğim detay var, Ekrem Hoca geçen seneki kadro ile çok başarılı olur görüşü hakim herkeste. Tabii ki takıma bu derece güven veren bir koç ile bence de daha başarılı olurduk ama Sylvia bile böyle düşündürürken Tina, Prince gibi savunmanın ne olduğunu, neden yapıldığını bilmeyen oyuncular ve savunmadan çok hücumu ile yaşayan Taurasi ile şu an izlediğimiz basketbolu kesinlikle oynayamazdık. Ne kadar çok yıldız o kadar iyi basketbol demek değil. Şebnem ile Işıl'ın katkısı, benchten gelen Bahar'ın oyunu şu anda görüyoruz ki daha önemli yıldızlardan. Yani şu takıma lazım dediğimiz şutör Prince/Seimone/Diana olsa, kötümser tahminle beşli savunma halkamızdan biri eksik, iyimser tahminle halkalardan biri hasarlı olacak. He tabii takımda bir winner olmasının olumlu etkileri de farklı olur.

Takımın duyduğu sevgi, takıma verdiği güven, oynattığı oyun ile her geçen gün kalbimizdeki yerini büyüten Ekrem Memnun'a ufak bir eleştirim var, bana göre maç boyunca yaptığı tek hata. Son top için faul yapın dedi ama orada faulü yapacak oyuncular Whalen ve Sancho'ydu, her ikisi de 4'er faullü. Hakemler 3 atış verebilirdi, oyun kenardan başlasa bile yine üçlük yiyebilirdik. Birçok opsiyon var, o durumda uzatmalarda en iyi iki oyuncumuzdan biri olmadan oynayacaktık. Bence orada (tekrar oyuncu değiştirmek için mola hakkımız da varken) Bahar ve/veya Özge (Yaso) sokulsaydı faul yapmaları için daha iyi olurdu. Bu oyuncular çekinmeden faulü yaparlardı en azından.

Farklı bir bakış açısı ile yaptığın analiz için tebrikler Aras. Ancak alıntı yaptığım ilk paragraf ile ilgili ben de bir ekleme yapmak istiyorum. Ekrem Hoca eğer geçen sezon bu takımın başında olsaydı biz hem EuroLeague hem de Türkiye şampiyonluğunu rahatlıkla kazanırdık diye düşünüyorum. Ekrem Hocayı büyük ihtimalle benden daha iyi tanıyorsundur ancak şahsi düşüncem Ekrem Hoca'nın takım kadrosuna göre bir basketbol oynatacağı yönünde. Yani bu sezon nasıl savunma gücü yüksek bir takım ile savunma karakterli bir takım yarattıysa geçen sezon da hücum gücü yüksek olan oyuncular ile birlikte hücumda durdurulamayacak bir takım yaratabilirdi. Bu da bize farklı bir basketbol ile birlikte yine hedeflediğimiz başarılara götürürdü düşüncesindeyim. En son finali örnek alırsak iki uzunumuzdan neredeyse maksimum verimi aldık diye biliriz; Ann ile P&R oynarken Sancho'ya da sürekli olarak gerek faul çizgisinde gerek farklı noktalarda orta mesafede şut imkanı tanıyan setler ile oynadık. Kadromuzda Tina Diana gibi isimler olsaydı onların oyun karakterlerine uygun setler oynardık. Senin görüşünün de çok farklı olmadığını düşünüyorum, sadece ekleme yapmak istedim. Bu konuda Ekrem Hoca'ya söyleyeceğim tek şey: Şimdiye kadar neredeydin Hocam!

İkinci paragraf ile ilgili olarak da saydığın isimlerden faul yapabilecek tek isim Bahar bence. Çünkü ilk yarının son anlarında Fenerbahçe hücumunda Yaso'yu oyuna aldı coach. Faul hakkımız dolmadığı için Yaso'dan faul yapmasını bekliyordu. Ama Yaso Cappy'nin arkasındayken sadece iki kolunu da dayayarak rahatlıkla yapacağı faulu yapamadı ve Cappy dönerek turnikeyi bıraktı. Cappy gibi bir isim karşısındaki tecrübesizliklerini düşününce Özge ve Yaso başımıza daha büyük bir iş de açabilirdi.
 
Keşke Cappie'nin üçlüğünü savunarak kazansaydık, çünkü Sancho'nun atışı her zaman girmez. Ama iyi ki böyle kazandık, aldığımız keyif iki katına çıktı. İki kahraman yarattı bu atış, Ekrem Hoca'nın değerini arttırmadı ama insanlara gösterdi o değeri. Maç boyunca harika oynayan Sancho için de harika oldu. Göz ardı edilecekti savunması, hücumu. Son atış ile taçlandı harika performansı.

Bunları bir yana bırakıp başa sarıyoruz şimdi filmi:

-Yaşanmış bir hikayedir-

Bir kırgınlık var. Hayal kırıklığı, kalp kırıklığı. Eskisi gibi değil her şey... Geçen sene bittiğinde gidenler olması gerekiyordu artık şubeden. Sahadaki başarısızlığın tek sorumlusu Ceyhun Yıldızoğlu, organizasyondaki eksiklerin de Murat Tümer değildi. Kalanlara da kırgınlık olunca ne kazanınca eskisi gibi seviniyor insan, ne de kaybedince o kadar üzülüyor. Farklı biraz yani bu sene benim için. Kolunun altında "Never Give Up!" yazan bir pankart varken, en büyük günahı işleyip "Ya yatıp uyusak mı, nasıl olsa kazanamayacağız kupayı" diyorsun uykulu gözlerden evden çıkarken.

Bunlar formalite maçları tabii, finali hangi iki takımın oynayacağı belli olsa da; ilk iki günde çok tatmin edici bir oyun oynamıyor takım, Fener de yalpalıyor bununla birlikte. Sylvia Fowles'ın Amerika'ya gitmesi gerekince, zaten heveslenmek için mum ışığıyla aranan umutlar iyice azalıyor. Şimdi bir günü atlayıp pazar gününe gidiyoruz, "flashback" yapacağız tekrardan.

Pazar sabahı maça kadar vakit geçirmek isterken bende hala umut yok. Aşık atışması gibi iyice arttırıyoruz dertleri. "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş. Sancho çok hayal kırıklığı oldu.", "Whalen dış atışlarda kör nişancı.", "Alba oynasa ne olur?", "Şebnem de bu maçlarda katkı veremiyor.", "Wauters külliyen zarar." vesaire... Kafamın içinde bir an dönüyor birkaç gündür; 'Abdi İpekçi'de şampiyon olacakken Pondexter son saniye üçlüğü atıyor. Seri tekrar Arena'ya taşınıyor filan...' İnanılmaz bir baş ağrısıyla beraber maç başlıyor, çok iyi başlıyoruz. Baş ağrısını unutup, şık kıyafetlerle oturduğumuz saha içinden tribüne çıkıyoruz. O şık hırka bele bağlanıyor, "Saldır Galatasaray!". Oynasa ne olacak dediğimiz Alba, 2 sayıyla kazanacağımız maçta bir üçlük atıyor, bir savunmada Angel'ı durduruyor. Şebnem harika oynuyor, Sancho harikadan da üstte bir performansla başlıyor, Işıl kendini parçalıyor bir yerde bir havada, bir savunmada bir hücumda, Bahar eline geleni atıyor, attığını da sokuyor, ribaund çekiyor. Avrupa'nın en kariyerli 2-3 oyuncusundan biri olup, çok kritik katkılar verdiği şu maç sonrasında ilk kupasını kazanan 17 yaşında bir kız gibi sevinen Wauters var. Whalen var bir de, sanki bir yerlerden hırsını çıkarmak için oynuyor bu oyunu. Yorulmuyor, durmuyor. Benchte Nevriye var, Ekrem Hoca'nın asistanı gibi. Sürekli bir şeyler anlatıyor arkadaşlarına, her molada bir sözü var. Tribün düşünce Özge'yi tribüne gönderiyor biraz hareketlensinler diye. Gülşah, Şaziye oynamıyorlar ama benchte bir katkı vermenin peşindeler...

Cumartesi günü otelde kanallar arasında zap yaparken Chris Paul'u görünce, onun hatrına durup bakıyoruz. Filmin sonuymuş, ilk yarıda berbat oynayan "Patriots" ikinci yarıda harika bir dönüşle "Eyalet Şampiyonası Finali'nde" skoru eşitliyor son topa gelirken. Son top da onlarda olacak. Amerikan filmi işte, illa iyiler kazanacak ya. İlk defa izliyoruz ama hepimiz biliyoruz filmin sonunu. Tanju ve Şamil'le üçlükle mi kazanacaklar, basketi hangi eleman atacak diye tartışıyoruz, Patriots'un babacan koçu son top için mola almış takımını kazanmaya inandırırken. Sonra Patriots'un guardı boşluğu buluyor, ters turnikeyi bırakıyor. Patriots Eyalet Şampiyonu! Bu Amerikan filmi işte, mutlu sonla bitecek ama biz ondan önce Yeşilçam yapımı, Tarık Akan ve küçük kardeşinin hikayesini anlatan "Canım Kardeşim" isimli filmi izlemiştik. Filmin sonunda Küçük Kahraman ölüyordu, hepimizin bildiği üzere...

Birsel topu oyuna sokuyor, perde geliyor Whalen'a, Sancho Pondexter'ın üzerine çıkamıyor... Top elden çıktığı anda o kadar belli ki "Kahraman" ölecek. Yanıltmıyor da. Sonra Galatasaray'ın babacan koçu mola alıyor, öteki filmdeki gibi. 1.7 saniye daha var, uzatmaya giderse büyük ihtimalle kaybedeceğimiz maçı kaybetmememiz için. Sonrası inanılmaz bir şekilde Sancho, şut, cam, fileden geçen topun hazzı, bitiş kornası, kupa... Yani mutlu son!

Herkes Sancho'ya koşuyor, sonra herkes koça. Hepsini kucaklıyor Ekrem Hoca, üst üste 4.'süne şahit olduğumuz Türkiye Kupası zaferleri içinde en manalısında, en imkansızında.

Patron tarafından verilen bir unvanım vardı Antalya'ya giderken, 'GSBasket Antalya Pankart Sorumlusu'. Never Give Up yazan pankarttan sorumluyken bu kadar umutsuz olmak yersizmiş gerçekten. Şimdi gözümün önünde bir pankart daha var. Yok Fenerbahçe tribününde açılan değil, sanki takım tarafından sorulanan bir;
"NABERr!... :)" gibi.
-İyiiii, n'olsun be Sarayın Sultanları :)

Çok anlamlı duygu dolu. Teşekkürler
Bu taraftar bu mutluluğu ve çok daha fazlasını hak ediyor. Bu Taraftar derken yazının içinde içinde hep umut taşıyan insanlardan bahsediyorum.
 
Antalya konusunda izlenimlerimi ben de yazacağım ama şunu atlamamak lazım. Hani insanın bazen bir yazı görüp "lan bunu ben yazmalıydım" dediği yazılar vardır ya. Aras'ın iki yazısı da bana bunları hissettirdi. Eline emeğine sağlık. Gerçekten güzel yazmış:))
 
Bence maçı kazanmamızın en önemli etkeni Şebnem Kimyacıoğlu'dur. 3. Çeyrekte özellikle hücumda tıkandığımız anlarda can alıcı şutlarıyla takımı ayakta tuttu. Tabii ki Sancho'nun, Whalen'ın, Işıl'ın performansları müthişti ancak maçı bize getiren ekstra diyebileceğimiz oyuncu Şebnem'dir kesinlikle. Bu arada çok uzun zaman sonra yerli oyuncularımız Fenerbahçe'nin yerli oyuncularından daha fazla sayı attılar. Üstelik bunlara Nevriye ve Şaziye'de eklenecek. Işıl Şebnem ve Bahar'dan 25 sayı -10 asist- 8 ribaund katkısı gelirken, onlarda Birsel, Esmeral ve Nevin 3'lüsü 13 sayı - 6 asist - 8 ribaund ile oynadılar.
 
Hala dün gibi aklımda son saniyede anlamsız bir üçlük yememizin ardından yaşadığımız hayal kırıklığı ve ardından mola alan Ekrem Memnun´un "bende" işareti.
 
Salonda olduğumdan canlı canlı yaşadım bu keyfi. Ama en güzeli takım sahada sevinirken masa hakemlerinin orasının karışması FB'lilerin süre bitti itirazları arasında defalarca son basketi izlemesiydi:))
 

Üst