Bütün takıma sonsuz teşekkürler.Hepsini tek tek kutluyorum.Eksiklerimizi giderince lig şampiyonluğu için daha iddealı olacağız.
Pondexter cama yumruk atmış eli kesilmiş hastaneye kaldırılmış 2 hafta parkelerden uzak kalacağı söyleniyormuş beter olsun.Son olarak fenerbahçe YOK.
Bu zattaki Galatasaray kompleksi nerden geliyor sıkıntısı nedir ki.
Bir de altını çizmek istediğim detay var, Ekrem Hoca geçen seneki kadro ile çok başarılı olur görüşü hakim herkeste. Tabii ki takıma bu derece güven veren bir koç ile bence de daha başarılı olurduk ama Sylvia bile böyle düşündürürken Tina, Prince gibi savunmanın ne olduğunu, neden yapıldığını bilmeyen oyuncular ve savunmadan çok hücumu ile yaşayan Taurasi ile şu an izlediğimiz basketbolu kesinlikle oynayamazdık. Ne kadar çok yıldız o kadar iyi basketbol demek değil. Şebnem ile Işıl'ın katkısı, benchten gelen Bahar'ın oyunu şu anda görüyoruz ki daha önemli yıldızlardan. Yani şu takıma lazım dediğimiz şutör Prince/Seimone/Diana olsa, kötümser tahminle beşli savunma halkamızdan biri eksik, iyimser tahminle halkalardan biri hasarlı olacak. He tabii takımda bir winner olmasının olumlu etkileri de farklı olur.
Takımın duyduğu sevgi, takıma verdiği güven, oynattığı oyun ile her geçen gün kalbimizdeki yerini büyüten Ekrem Memnun'a ufak bir eleştirim var, bana göre maç boyunca yaptığı tek hata. Son top için faul yapın dedi ama orada faulü yapacak oyuncular Whalen ve Sancho'ydu, her ikisi de 4'er faullü. Hakemler 3 atış verebilirdi, oyun kenardan başlasa bile yine üçlük yiyebilirdik. Birçok opsiyon var, o durumda uzatmalarda en iyi iki oyuncumuzdan biri olmadan oynayacaktık. Bence orada (tekrar oyuncu değiştirmek için mola hakkımız da varken) Bahar ve/veya Özge (Yaso) sokulsaydı faul yapmaları için daha iyi olurdu. Bu oyuncular çekinmeden faulü yaparlardı en azından.
Keşke Cappie'nin üçlüğünü savunarak kazansaydık, çünkü Sancho'nun atışı her zaman girmez. Ama iyi ki böyle kazandık, aldığımız keyif iki katına çıktı. İki kahraman yarattı bu atış, Ekrem Hoca'nın değerini arttırmadı ama insanlara gösterdi o değeri. Maç boyunca harika oynayan Sancho için de harika oldu. Göz ardı edilecekti savunması, hücumu. Son atış ile taçlandı harika performansı.
Bunları bir yana bırakıp başa sarıyoruz şimdi filmi:
-Yaşanmış bir hikayedir-
Bir kırgınlık var. Hayal kırıklığı, kalp kırıklığı. Eskisi gibi değil her şey... Geçen sene bittiğinde gidenler olması gerekiyordu artık şubeden. Sahadaki başarısızlığın tek sorumlusu Ceyhun Yıldızoğlu, organizasyondaki eksiklerin de Murat Tümer değildi. Kalanlara da kırgınlık olunca ne kazanınca eskisi gibi seviniyor insan, ne de kaybedince o kadar üzülüyor. Farklı biraz yani bu sene benim için. Kolunun altında "Never Give Up!" yazan bir pankart varken, en büyük günahı işleyip "Ya yatıp uyusak mı, nasıl olsa kazanamayacağız kupayı" diyorsun uykulu gözlerden evden çıkarken.
Bunlar formalite maçları tabii, finali hangi iki takımın oynayacağı belli olsa da; ilk iki günde çok tatmin edici bir oyun oynamıyor takım, Fener de yalpalıyor bununla birlikte. Sylvia Fowles'ın Amerika'ya gitmesi gerekince, zaten heveslenmek için mum ışığıyla aranan umutlar iyice azalıyor. Şimdi bir günü atlayıp pazar gününe gidiyoruz, "flashback" yapacağız tekrardan.
Pazar sabahı maça kadar vakit geçirmek isterken bende hala umut yok. Aşık atışması gibi iyice arttırıyoruz dertleri. "Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş. Sancho çok hayal kırıklığı oldu.", "Whalen dış atışlarda kör nişancı.", "Alba oynasa ne olur?", "Şebnem de bu maçlarda katkı veremiyor.", "Wauters külliyen zarar." vesaire... Kafamın içinde bir an dönüyor birkaç gündür; 'Abdi İpekçi'de şampiyon olacakken Pondexter son saniye üçlüğü atıyor. Seri tekrar Arena'ya taşınıyor filan...' İnanılmaz bir baş ağrısıyla beraber maç başlıyor, çok iyi başlıyoruz. Baş ağrısını unutup, şık kıyafetlerle oturduğumuz saha içinden tribüne çıkıyoruz. O şık hırka bele bağlanıyor, "Saldır Galatasaray!". Oynasa ne olacak dediğimiz Alba, 2 sayıyla kazanacağımız maçta bir üçlük atıyor, bir savunmada Angel'ı durduruyor. Şebnem harika oynuyor, Sancho harikadan da üstte bir performansla başlıyor, Işıl kendini parçalıyor bir yerde bir havada, bir savunmada bir hücumda, Bahar eline geleni atıyor, attığını da sokuyor, ribaund çekiyor. Avrupa'nın en kariyerli 2-3 oyuncusundan biri olup, çok kritik katkılar verdiği şu maç sonrasında ilk kupasını kazanan 17 yaşında bir kız gibi sevinen Wauters var. Whalen var bir de, sanki bir yerlerden hırsını çıkarmak için oynuyor bu oyunu. Yorulmuyor, durmuyor. Benchte Nevriye var, Ekrem Hoca'nın asistanı gibi. Sürekli bir şeyler anlatıyor arkadaşlarına, her molada bir sözü var. Tribün düşünce Özge'yi tribüne gönderiyor biraz hareketlensinler diye. Gülşah, Şaziye oynamıyorlar ama benchte bir katkı vermenin peşindeler...
Cumartesi günü otelde kanallar arasında zap yaparken Chris Paul'u görünce, onun hatrına durup bakıyoruz. Filmin sonuymuş, ilk yarıda berbat oynayan "Patriots" ikinci yarıda harika bir dönüşle "Eyalet Şampiyonası Finali'nde" skoru eşitliyor son topa gelirken. Son top da onlarda olacak. Amerikan filmi işte, illa iyiler kazanacak ya. İlk defa izliyoruz ama hepimiz biliyoruz filmin sonunu. Tanju ve Şamil'le üçlükle mi kazanacaklar, basketi hangi eleman atacak diye tartışıyoruz, Patriots'un babacan koçu son top için mola almış takımını kazanmaya inandırırken. Sonra Patriots'un guardı boşluğu buluyor, ters turnikeyi bırakıyor. Patriots Eyalet Şampiyonu! Bu Amerikan filmi işte, mutlu sonla bitecek ama biz ondan önce Yeşilçam yapımı, Tarık Akan ve küçük kardeşinin hikayesini anlatan "Canım Kardeşim" isimli filmi izlemiştik. Filmin sonunda Küçük Kahraman ölüyordu, hepimizin bildiği üzere...
Birsel topu oyuna sokuyor, perde geliyor Whalen'a, Sancho Pondexter'ın üzerine çıkamıyor... Top elden çıktığı anda o kadar belli ki "Kahraman" ölecek. Yanıltmıyor da. Sonra Galatasaray'ın babacan koçu mola alıyor, öteki filmdeki gibi. 1.7 saniye daha var, uzatmaya giderse büyük ihtimalle kaybedeceğimiz maçı kaybetmememiz için. Sonrası inanılmaz bir şekilde Sancho, şut, cam, fileden geçen topun hazzı, bitiş kornası, kupa... Yani mutlu son!
Herkes Sancho'ya koşuyor, sonra herkes koça. Hepsini kucaklıyor Ekrem Hoca, üst üste 4.'süne şahit olduğumuz Türkiye Kupası zaferleri içinde en manalısında, en imkansızında.
Patron tarafından verilen bir unvanım vardı Antalya'ya giderken, 'GSBasket Antalya Pankart Sorumlusu'. Never Give Up yazan pankarttan sorumluyken bu kadar umutsuz olmak yersizmiş gerçekten. Şimdi gözümün önünde bir pankart daha var. Yok Fenerbahçe tribününde açılan değil, sanki takım tarafından sorulanan bir;
"NABERr!... " gibi.
-İyiiii, n'olsun be Sarayın Sultanları