ydınlık gazetesi yazarlarından Şahin Mengü,“CHP kültüründen gelen birisi, emperyalist uşağı Şeyh Sait, Saidi Nursi gibi hainlere/isyancılara “itibarları iade edilsin” gibi taleplere destek veremez” demiş, ne diyelim doğru söylemiş.
Sözün doğru söylenen kısmı, destek vermeyecekleri kısmıdır. Zira tarih buna şahittir. “Din öldürülecektir” hükmünün altına imzasını basan zihniyetinin ürünleri, elbette Said Nursi Hazretlerine destek olmayacaklardır. Çünkü Hazretin bütün hayatı, dini ihya etmek üzerine geçmiştir.
Gelelim yanlış/yalan olan kısma. Temsil ettikleri zihin tutulmasının Lozan gibi bir hezimeti memleketin başına bela edenlerin sözde kalemşörü, Bediüzzaman Hazretlerini emperyalist olarak tanımlamış.
Yani dış güçlerin ülkemizde söz sahibi olmalarına destek sağlayan kişisi olarak… Peki, Bediüzzaman Hazretleri bu ifadeyi kullandıracak ne yapmış?
Ruslara karşı Kafkas cephesinde gönüllüleriyle beraber inanılmaz bir mücadele vermiş.
Muş’un istilası sebebiyle, Bitlis’in muhafazasında önemli olacak topların Bitlis’e getirilmesi için gönüllüleri ile birlikte canını ortaya koymuş.
İngiliz'in bir müstemlekât nazırının “Bu Kur'an, İslâm elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız.” sözüne karşı “Kur'an’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” demiş ve ispat etmiş.
(Kanaat sahibi olmak isteyenler, Zülfikar Mecmuasını Mucizat-ı Kur’aniye Risalesine ve İşaratü’l-İcaz Mecmuasına bakabilirler.)
İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde yazdığı Hutuvat-ı Sitte eseriyle ağızlarına şamar gibi cevap vermiş.
Hatta kendisinden Angilikan Kilisesinin Baş Papazı tarafından sorulan ve altı yüz kelime ile istenen cevaba mukabil, “Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hatta bir kelime ile değil, belki bir tükürük ile cevap veriyorum. Çünküo devlet, işte görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım geliyor... Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!” demiştir.
Bu hamiyetli ve vatanperver davranışları, zamanın hükümetinin gözünden kaçmamış ve meclise davet edilmiştir. Düşmana karşı keskin bir kılıç olan Said-i Nursi Hazretleri, meclise geldiğinde gördüğü manzara karşısında üzülerek, milleti temsil edenlere bir beyanname neşretmiş ve onları namaza davet etmiştir.
Evet, NAMAZA!
Ne var ki, İngilizlere tavrı Ankara’ya çağrılmasına sebep olan Üstadın namaza olan bu daveti, “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır; sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” sözleriyle karşılık bularak Ankara’dan ayrılmasını netice vermiştir.
Şimdi söyle bakalım Mengü, hainlik bunun neresindedir?
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri, kendisini araya ihtilaf sokmakla itham altında bırakan yukarıdaki sözlere cevaben ihaneti şu cümlelerle tanımlamıştı:
“İslâmiyet’te, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.”
Siz, önce fıtratınıza ihanetin hesabını verin, sonra başkasının ihanetine hükmedin.
Siz, önce Gezi Parkı olaylarında genç dimağların önüne geçerek onları devlete karşı ayaklandıran vekillerinizin hesabını verin de, ondan sonra Bediüzzaman’ın ismini ağzınıza alın.
Bütün hayatı boyunca sürgünden sürgüne, hapisten hapise gönderdiğiniz halde eritemediğiniz, bitiremediğiniz, susturamadığınız Said Nursi Hazretlerinin hareketini bu çirkef sözlerinizle mi baltalayacaksınız?
Memleketin ıslahı ve selameti için her şeyini ortaya koyarak vücuda getirdiği Risale-i Nur eserlerinin tezgahında yetişen binlerce iman kahramanını birkaç cümleyle mi lekedar edeceksiniz?
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri vefatından önce sizin ağababalarınıza şöyle diyordu:
“Ey din ve ahiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz, bana ilişmeyiniz! İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlahîden ümid ederim ki: Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz! Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var! Ben bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu ayeti okuyorum:
“Onlar ki, (bir kısım) insanlar kendilerine: ‘Şübhesiz insanlar (düşmanlarınız), gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun!’ dediler de (bu) onların imanlarını artırdı ve: ‘Allah bize yeter! Ve (O) ne güzel Vekildir!’ dediler.”(3/173)
Evet Şahin Mengü, sen bunları anlayamazsın. Fakat tarif edemediğin bir hissin içinde ürpertisini yaşamaktan da geri kalamazsın.
Bediüzzaman Hazretleri kendine vekil olarak Allah’ı seçmişti. Söyle bakalım, sen hangi vekile tutunacaksın?
Yazımızı, Osman Yüksel Serdengeçti merhumun şu satırlarıyla bitirelim.
Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Güngörmüş bir ihtiyar… Üç devir; Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış!
Yalnız bir adam var. O ayakta...
Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam... İmanı sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş...
Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade... Şimşekler gibi bir zekâ...
İşte Said Nur!
Divan-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılablar... Onun için kurulan idam sehpaları... Sürgünler... Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur'an-ı Kerîm'de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran, 139) buyuruluyor. Bu Allah Kelâmı, sanki Said Nur'da tecelli etmiş!
Metin UÇAR / Rotahaber