Savas Karadag Yazıları

böyle bir acıya yürek nasıl alışır diye sorduğunda bünye kendine, sevginin gösterilebildiği nadir anlar düşüyor insanın aklına.

yaradılış sebebimizi anlamaya çalışırken, hayatın dışına çıkınca ruhen, kaçırıyoruz hafiften, hayatın en güzel renklerini.

sevmeyi kendimize düstur eylememişken, ya da sadece eylemsiz sözlerde yaşatmışken kutsalımızı, farkedemiyoruz hissettirmenin nereden geçeceğini.

daha önce hiç gitmediğin bir yeri canlandırır gibi betimlemişken kırmızıya ait yerleri, yıldız diyor ki, 'onlar' gelecek, biz de ev sahibi.

hayattan sikayet eder gibi sık sık, kendimize verilmeyeni yüceltmek adına, ve yaşatamamak gibi, hunharca yoksayarak elimizdekini.

'otizm hastalık değil', değil mi peki gercekten, bence değil değil, otizm bizim toplumumuzun hastalığı, sadece üzülerek andığımız.

sen git kendine üzül önce, varoluşundaki hamlığı dair pişirmeye niyet etmeden yaşayışına üzül, ama pişmanlık yaşa diye değil.

sevmeye başla diye, ama emeğiyle beraber..

yarın maç var, sarıyla kırmızı salonda, misafirlerimiz yanlarında, biz de aralarında.

'önce sevgi, simdi galatasaray!'



mahir beyin kızına dair olan başlığı görmekteyim günlerdir, elim gidiyor, sonra geri dönüyor, hemen herkesin de bu şekilde olduğunu düşünüyorum, çünkü bu forumda hiç kimsenin bir geçmiş olsunu dair esirgeyebilecek yapıda olduğuna bırakın inanmayı düsünmek bile istemiyorum.

hastalık, paylasılmaya calısıldıgında sevenleri tarafından, oyle kücülüyor ki acı cekenin gözünde, ben dedemden biliyorum, nefes alamazken elimi tuttugunda yasadıgı huzuru gözünde gördügüm anlardan.

o bebek oyle güzel ki, onun an'a dair herhangi bir tebessümünden öyle sorumlu olmalıyız ki, üst kimlik galatasaray derken, bir altyapı varolsun zihinlerde diye.

simdi uzansam tutamam elini, lakin ben uzatayım yine de elimi bosluga dogru, büyüyünce abi diye gelip sıkı sıkı sarılsın ümidiyle.

madem ki ortak payemiz galatasaray, madem ki bunu yaşama dair en güzel durusumuz olarak sectik, ve madem ki hayatı kırmızı göstermeye niyetliyiz bu güzellige, yürüyedurun haydi !!

ve 'geçmiş olsun'..



onur balcı asker, biz ziyarete gidiyoruz bu haftasonu, ve arabada bos yer, niyeti olan bilgi versin, gidelim görelim..



bugün 29 ekim, koca Kemal toplum sözlesmesinde tarafları değiştirmiş, hakkını dair talep etmeye niyeti olmayan uyruga alın demis kalem, sizin istemediginizi ben size veriyorum;
bkz: Cumhuriyet,
en kırmızısından..



not; bu yazı hepinizin izniyle Fevzi Barış'a ithaf edilmiştir, beni yetiştirene, varedene, sahip olduğum herşeyi borçlu olduğum adama;
güzel adamdı benim dedem, ruhu şad olsun..
 
Cahildim dünyanın rengine kandım.

Doğarken kulağımıza fısıldadılar ki, gökkuşağı yedi, yerküre ise bin bir renk. İki adet göz verilmişti bize, bu renk çeşitliliğini ayırt edebilelim diye. Algıda secicilik yer ettiği andan itibaren gözler rehber olacaktı, renklerin dünyasında hayati yaşamaya.

Cahildik kandık.

Maviyi tanıdık gökyüzünde ve yeşili çimende, beyaz duru, siyah ise asildi. Yelpaze öyle genişti ki, turuncu portakalda, mor menekşede güzeldi.

Renkler âlemi, hayati gözleriyle görenlerin hayal bahçesiydi.

Hâlbuki bazı gönüller iki esas bellemişlerdi kendilerine, bir göz sarıyı, bir göz kırmızıyı seçerdi, varlık sarı yokluk kırmızıydı, yokluk sarı, varlık kırmızı.

Ne sarı yalnızken anlamlıydı, ne de kırmızı.

Güneş batarken kırmızıya, sonra tekrar doğarken sarıya dönmesi gibi, başlayan gün sarı, başlayan gün kırmızıydı.

Sonra sevda kapladı yerküreyi, yerküre gönülden ibaretti, pay oldu kırmızı ve sari paydaydı, bir kesrin sonucu hep mi Galatasaray çıkardı?

Artık renkler iki adet, ancak inanç tek, hedef tek, umut tek.

O maça dair yazılanlar artık tarihe düşülmüş ufak notlar, önümüzde tarihi yeniden yazma sansı, 'öteki' yi bir tarafa bırakıp, sarıyla kırmızıyla ileriye doğru bir adım atabilmek adına.

Tek ihtimali olan insanların hikâyesi mi; ?Galatasaray adının olduğu yerde her zaman umut vardır mı? yoksa hayatı sarı-kırmızı görme mertebesine ulaşmış olanlar için,?sevdayı doyasıya yaşama zamanı mı??

Yarın Banvit,
Sevdanıza sahip çıkın..
 
''zaten aşklar hep yalan dolan, sonu hep acı hüsran'',
12 sayı öndeyiz son 2 dakika, artık maç gelmiş gibi, delice bir istek duyuyorum, katılabilmek adına,
dudaklarım aralanıyor ama çekiniyorum, bulunduğum yerdeki sempatizanlar ıslık ıslık diye devam ediyor,
onlar da farkında 12 sayılık fark kapanmayacak fakat, 6 sayının altına düşmemeli fark,
zira o zaman anlamında azalma olacak galibiyetin, 2 kere kazanmış olmak için gereken 5+..

problem mevcut ama, kopmak istiyorum ben maçtan, onlar bırakmıyor, haydi ıslık diyorlar,
biz koparsak sahadakiler de kopar maçtan, halbuki daha görev tamamlanmadı.
banvit, fenerbahce ve simdi efes, öncesinde karşıyaka, diğerleri ama,
çıkamıyorlarsa oradan, bu sene farklıysa, önce mahmuti, sonrasında bu 'taraftar'.

bir kültür oluşmakta artık kırmızı tribünlerde, benche gelirken hararetle alkışlanıyor bu takım,
keza dönerken de parkeye, ve bireysel yaklaşımlar bile zekice, oyunun içinde,
takım ortalamasının biraz üstüne çıkan tebriklerle onore edilirken, vasatın altına biraz inan ise sabırla motive ediliyor.

ve gsbasket, bu gelişim atardamarı, ortaya koyduğu mantaliteyle tribüne hakim grubun bile, ilgiyle takip ettiği,
tezahüratların yönlendirmesine şaşırtıcı bir şekilde müdahil olabilen, ama en önemlisi, salonlara,
rerererarara gassaray gassaray cimbombom diye bir tezahürat olduğunu hatırlatan, saygı duyduğum bir oluşum,
teşekkür etme ihtiyacı hissettiğim.

bu taraftar göstermiştir ki, saha avantajı galatasaraya finale giden yolun kapısını açacaktır,
iki adet deplasman ise play-offlardaki rotanın belirleyicisidir,
bandırmayı banvite dar edecek samil kaptan ve ekibi, bakınız reis değil, içimizi ferah tutmamızı sağlarken,
olası bir sinan erdem galibiyeti ise, finale dair tüylerimizi şimdiden diken diken etmektedir,
olympiakos-panathinaikos gibi,
fenerbahçe-galatasaray..


üstelik hep beraber;
http://img534.imageshack.us/i/efesz.jpg/
gazanfer ve andric,
şamil ve rochestie,
yigit ve tutku,
onur ve haluk,
uğur ve rancik,
tolga ve shumpert,
arca ve göksenin,
alperen ve terry,
furkan ve ermal,
tugay ve caner,
emre ve sertaç,
burak ve evren,
deniz ve shipp,
erdal ve melih;
onder, sühan, tutku, merve, balcı, okan, alen, burak, can, murat, arda, melih, semih ve diğerleri,

sana çıkıyor tüm yollar;
eğdik başımızı yürüyoruz şanlı galatasaray!
 
oradaydik;
lacivertin ortasina girdik, gurur dolu, varligimizi kaybeden taraf uzerinden ifade etmeye yeltenmeden ama, inadina vakur, basina gelecek olani kabullenme noktasinda belki de biraz isyankar.

ayri ayri olma planimiz vardi, bagimsiz, dikkatleri uzerimize cekmeden, sakin, enerjimizi bir yanimizdakiyle beraber buyutmeyerek, sessiz sakin.

halbuki islemedi plan, hem icice hem ayriydik, bir sirayi kapatmisti galatasarayli olanlar, kafa kaldirildiginda ise baska tanidik yuzler cikti karsimiza, ve hazirdik, son dakikaya onde girilse, bir sey deneyecektik, caferaganin kisisel tarihcesine yazilacak.
olmadi..

teknik konularda yetersizlik yuzunden yazmama prensibimi ceyhun hoca oyle zorladi ki dun aksam, 4. periyodun basindaki tugba tercihiyle, ve evet rotasyon mecburiyeti, eksik oyuncularin varligi.. lakin cozum uretebilecegimiz iddiasi bir butun yapmisti bizi dun orada, topyekun savasmaya geldik diye.

ve seimone'a sordugumda, sampiyonluk kutlamamiza katilacaksin degil mi, kupayi kaldirirsak, kaldirdigimizda degil, kaldirdigimiz zaman cevabi; hadi ama o zaman..

eksik bir baskanlik koltugu, art niyetli bir organizasyon, makyevelist bir rakip, cibiliyetsiz hakemler;
hep bahaneler, kabul edilebilir hem de, fakat biz de artik kazanan taraf da olmak istiyoruz.

yoksa;
yillar ile ifade edilebilecek zaman dilimini eskittim gsbaskette, var ettigim beni degil de, insanlarin kendilerini yakin hissedecegini surdum piyasaya, tribune gelince bambaska oldum, maya olalim, bu organize olmayi getirsin, sonuc da daha anlamli bir destegi. ve tesekkur icin degil, daha cok tatmin.

bu destek o kupa icin,
bu vazgecisler hep galatasaray icin,
ve bu pazar, lutfen..
 
bazen abarttigimi dusunuyorum, sonra herkes kadar diyorum.
ya da soyle gibi, sinirlari cizme konusundaki eksiklik tedirginlik yaratiyor, fakat farkediyorum ki, konumlandirmalarimiz eksik ya da fazla seklinde kategorize edilebilecek gibi degil, zira tercihler de yaradilisimizin bir yan urunu..

sorumluluklarini ertememeli insan, biri bunu yapiyor diye daha fazla galatasarayli olmuyor mesela, herkes ustune dusenin ayirdinda olmali, kresten almasi gereken bir cocugu mu var ornegin, ya da pazartesi onemli bir vizesi, en nihayetinde bu guzel havada gezmek isteyen bir kiz arkadasi;
insan sevdigini ihmal eder mi hic..

sonra aile, gunluk hayatin kosturmacasi icinde, unutulan bireyler, haftasonlarini ise galatasaray icin caldigimiz, belki de onlarin bazilarinin bir omur anlayamayacagi sekilde. ya da nadiren gelen beraber pazar kahvaltilari sansini, firsat maliyeti daha buyuk diye ipekcide yenecek bir simit icin yoksaymak gibi. delice degil belki ama, cok da akilli isi degil, fakat iste gozune carpan sey inadina sari, hem de kirmizinin tonlarinda, o zaman boyle bir veli kendini cekip cikartabilmeli, yaratilan buhrandan..

bugun bir mac var, bir sure once basligi bile acilmis, ben abdi ipekciyi sevmiyorum, hem uzak, hem yollar dikenli ve tasli, efesin eurolueage maclari icin lise zamanlarinda gittigimde de sevmezdim. sahi bir gun galatasarayin kendisi icin gidebilecekmiyiz ipekciye, "el", "el" diye.

rakip ise kume dusmus, belki yeneriz, yok buyuk ihtimalle yeneriz, hem yenersek bir adim daha atariz, sonra bir adim daha, agir agir, sezonu hos bir yerde bitiririz, ardindan lobi yapariz, on elemeye cagriliriz, sonra belki bir gun grup maclari derken, hafiften top16 hedefleri, hem f4 neden olmasin ki;
akabinde galatasaray videolarini facebook profillerinde paylasan yunan kizlari..

yok, alkol dunde kaldi;
egdik basimizi yuruyoruz,
galatasaray ulan !
 
tarih: 20 nisan 2011
saat: 20.00
mekan: nevizade vera

hepimiz sahidiz sahnelenen tiyatroya, dalkavuklar tarafindan senaryosu yazilan bir oyunun, kuklalar tarafindan yonetilmesi, artik turk basketbolunun naciz kaderi.

iki onemli aktorden bir tanesinin basindaki, locadan biletsiz seyirci, digeri ise tum organizasyonun basinda, akil bir sempatizanin agzina bunlar yakismasa da, rezalet tum gercekligiyle ortada.

boyle durumlarda, yonetene tepki mekanizmasi koyabilecek yegane guc de, galatasaray kamuoyu, oyle bir sey olduguna pek inanilmasa da. zira varligini boyle rahat idame ettiren bir hegemonyanin kendini guvende hissetmesinin belirleyici unsuru da bu.

bir tanesi gitti, bahane degil de cozum uretmeyi dustur edinmis bir yurek olsa da nacizane, sergilenen oyunlarin en usturuplu degerlendirmesi; skandal. fakat bir hedef daha var.

daha once baska organizasyonlar icin de bir araya gelen gsbasket ve galatasaraysozluk bu sefer daha fazlasini arzu etmekte. yukselsin diye sesimiz taa arsa kadar, hem kizlarimizin yaninda oldugumuzu hissettirebilelim, ama daha da onemlisi erkeklerimizin hakkini bu sekilde yedirmeyecegimizin mesajini vermek niyetiyle, carsamba gunu beraberiz nevizadede.

birlikten guc dogar umidiyle,
takimin icinden de davetlilerle,
hep beraber,
basimizi egmeden, ona cikan tum yollara dogru,
galatasaray! diyebilmek icin;
bekleriz..
 
"bugun 19 mayis, nese doluyor insan" yanlis oldu sanirim.
aslinda, "‎19 mayis siradan bir anmanin cok otesinde, tarihin akisini mensubu oldugu halkin lehine cevirmeye niyet etmis tum kahramanlarin, baslangic noktasinin hatirlanmasidir, kutlu ve mutlu olsun.."
guzel bir giris oldu, gsbasket 19 mayisi hatirlamaktadir tadinda, bayragimizdaki kirmiziyi en cok icsellestirmis camiayiz onuruyla.

bayramlari bile gsbasket ile kutluyorum artik, eskiden okul bahcelerine giderdik degil mi, ya da stadyumlara, belki yastan, ama daha cok aidiyetten ozel gunlere burada baslamak istiyorum ben, ziyadesiyle keyifli.

bir onemli alt mesaj daha mevcut aslinda, 19 mayisa dair. olani degistirmeye, statukoyu devrim niteliginde hamlelerle yikmaya niyetlenmis bir adimin tarihi 19 mayis. o sebep rahatlikla diyebilirim ki, bir gun onceden baslatti bu yilin 19 mayisini gsbasket ve gssozlugun mensuplari. hem de klup icerisinden bu duruma dair rahatsizliklarini hissettiren "profesyoneller" bulunmasina ragmen. kucuk kalacak galatasarayi yonetmek, gerci yonetmek olmadi, o galatasarayin en kucuk halinde bile mumkun degil, o zaman icinde bulunmak, evet kucuk kalacak galatasarayin icinde kalmaya devam etmek daha kolay diye, degisimin ve gelisimin onune set cekmeye calisanlara ragmen buyuk bir is basardi dun gsbasket.

sahi ne kadar verimli bir sezon geciriyoruz degil mi, 10 kusur yil once temelleri atilmis bir olusum, subenin de yarattigi olumlu havanin etkisiyle zirveye dogru ilerliyor ve biz elbirligiyle itiyoruz arkadan, ve muhafaza taraftarlarina inat.

donup soyle bakiyorum arkama, 20 nisan organizasyonunu bir milat olarak alirsak eger, milattan once ve sonrasinda, hemen her birimizin cesitli katkilariyla, sempatizan olmanin hakkini verdigimiz gunler, omurler yasanmakta an be an, ve daha iyisini istemeye devam.

dun #euroleague4galatasaray,
yarin #aslantepeyesalonistiyoruz
ertesinde #.....

cig gibi buyuyoruz, bir kez ciktik cunku samsuna,
degistirmeye geliyoruz,
kukremis sel gibi,
bendimizi cigneyerek asarak;

galatasaray ulan !
 
onemli bir mac, oradaki bir fazla kisinin bile galatasaray tarihine ozel bir hizmette bulunacagi bir mac,
neden transfer yapar takimlar, ulasilacak yolun bedelinden baska nedir bir transferin maliyeti,
tabii psikolojik ustunluk kazanmak ve daha olumlu sosyolojik tespitler yapabilmek adina da onemlidir,
fakat neticede gidilecek yola cikilirken, otobuse aldiginiz yeni misafirlerinizdir transferleriniz,
yeri geldiginde inip armayi arkadan itsin diye, yolun sonuna varabilelim umuduyla,
bu yoldaki en buyuk hedefiniz olan, beraber yaristiginiz ezeli rakibinizi gecebilin umuduyla..

yani, sanirim serdar kesimal'den daha onemli bir mac, 30 mayis tarihli olani,
hatta biraz zorlarsak ersan gulumden bile onemli bir yer kazanabilir zihinlerimizde,
son tahlilde bizi bekleyen birileri var diye..

evet, fenerbahce, son sampiyonlugumuzu buyuk bir kismimiz hatirlamaz bile,
o zamanlar he-man, red kit falan daha cazip gelmekteydi bana,
kirmizinin yaristigi her kulvarin armayi yucelttigini anlamama daha cok vardi.

ve cok uzak yollardan sonra, arada buyuk kazalarla, iz birakan hasarlarla,
ama inadina devam ederek yola, belli bir noktaya geldi yenilmez armada.

bir cemberden gececek top, cok klise oldu ama, degil belirleyecek olan,
daha onemli bir nokta var burada,
dunyadaki bir cok elit klup, ingilizler haric, baska platformlarda da temsil edilmekte,
ve panayi dunya klubu yapan husus da burada gizli, yok aslinda apacik ortada..

bir sonraki adima daha hizli kosabilmek adina, hem de hic beklemedigimiz bir anda,
hem lokal platformda ezeli rakibimize bir dur diyebilmek inadiyla,
hem de ait oldugumuz yerde, yani bizden olmayanlarin karsisina cikacagiz umuduyla,
subenin basina gectikten sonraki ilk sohbetimizde,
ben galatasarayi el sampiyonu olarak gormek istiyorum diyen,
hakan ustunberk'in hayalperestligiyle,
geliyoruz biz pazartesi arenaya.

bu sefer,
sen yoksan,
biz gercekten bir eksigiz,
ama sen cok eksiksin..
 
baris ozbek onemli bir transfer, trabzon adina degil tabii ki,
hele ki kotu gecen bir cumartesi gecesinin ardindan, pazar sabahina ilac gibi..

hani insanoglu, pazar sabahi oldugunu farkettiginde yataginda,
aklina gelen ilk tespit, yarin is var oluyor ya,
tabii eger sevda yoksa yurekte,
bu telaseye ilac gibi baris ozbek'in ayrilis haberi..

fakat sadece bu kadar,
tamam kabul ediyorum belki de daha fazlasi,
ama yine de onceligim, bu takima bu gece drogba gelse bile,
sezon icerisinde beni en iyi temsil edenlerde.

bir gece, icim burularak uyandigimda,
akla guzel bir sey getirip tekrar sizabilmek istedigimde,
yuzumu guldurme erkine sahip olan tek ekipte,
beni heyecanlandiran, motive eden,
hayatta bazen guzel seyler de olabiliyormus dedirtebilen,
fakat benden de beyhude,
galatasaray amator subeler tarihinin, en prestijli olaninda,
tarihin akisini degistirmeye niyetli olanlarda..

o sebep gormedigimde,
ona olan ilgisizligi, galatasaraya bagladigimda,
bu yaziyi okuma ihtimali olanlarin, salona gelmeme ihtimali olanlar
alt kumesi ile kesisebilme ihtimalini gordugumde,
bir serzenis beliriyor icimde,
haydi diyorum, bir kisi icin daha,
tek bir kisi..

oyle bir pazartesi sabahi;
sana cikiyor tum yollar,
egdik basimizi yuruyuyoruz sanli galatasaray !!
 
olmuyor, yetersiz, beklentilerimiz ile realite sanki alabildigine bagımsız.
isyan etmeyi gerektirecek bir durum yok ortada, ki zaten alışılagelmişin devamı yaşanmakta.
sorun şu ki, bazen insanoglu devrim niteligindeki hamlelerin, bir anda gerçekleşebileceğine inanıyor,
sevdaya dair akıl tutulması yaşadığı için..

bu ara biraz farklı mı diyorum kendimi sorgularken, yaşadığım olağandışı durumlar, daha mı bağlıyor beni,
ve hatta abartıyor muyum, galatasaray cc nin geldiği ve gitmekte olduğu noktayı,
ya da bu durumu doğru analiz ettiğimi düşünsem bile, bize düşen görev noktasında hassasiyet mi çok mu yüksek acaba,
bunun cevabını bulmak şöyle bir değer katabilir ortaya, bireyselleştirmeyi bir tarafa bırakıp, ufak ufak lambalar yakabiliriz belki zihinlerde.

başka bir yolda alınan başarısızlığın, bu güzel yolculuğun motivasyonu olarak kullanılmasını etik bulmasam da, artık bu bile ortada,
kaybedenler klubünün üyesiymiş gibi ortada dolaşan galatasaraylılara ufak bir umut sunulmakta,
ve yarın parçalı, biraz da yenilmez armada, umut dolu yolculuğa tek başına çıkılmayacağının naçizane detayı.

bu takımın, ve bu müsabakanın, bizi eğlendirmek için yapılan bu temaşanın, hala biletlerinin satılabiliyor olması,
can sıkmakta, başlı başına bir işaret olmasa da,
suyun akışını değiştirmeye güç yetmese de, uçun diyebilmek adına biraz da, sevdanızın doğduğu yere,
sanki haddimeymiş gibi, ve fakat sevda türküsünün huşusuna güvenerek,
biraz çocukluğumuza, ama en çok da sevdasıyla bizi olgunlaştıran galatasarayımıza,

geliyoruz,
seni sevmeyen ölsün !
 
yer abdi ipekci, gitmesi zor,
bir zaman sozlukten bengisu yazmisti, sikayet ederken,
yollar tasli dikenli olsa da, diye..

tarih yarin, birazdan bugun olacak,
o bugun de, turkiye cumhuriyeti basbakani istanbulda olacak,
politik tercih sahipleri icin bir baska bahane,
ve fakat kabul edilebilir cinsten..

sonra yorgunluk, haftanin ilk gunu hic cekilmiyor calisanlar icin,
ogrencilik hayatinda bile alabildigine sekilsiz bir gun pazartesi,
salonda heyecan yasarim da, cuma sanarim korkusu dair mevcut..

ben gelemeyecekler icin bir liste hazirlayabildigimi gordugum gun,
olgunlasmaya basladigimi hissedecegim, bu anlamsiz ihtirasimda,
ama sanirim daha var, cunku olagandisi gunlere alismam zor olacak..

ileride, galatasaray cc surekli final yapip, carsambalari euroleague oynadigi gunlerde,
tahminen hepimiz surekliligin huzursuzlugunda heyecanimizi dizginleyebilecegiz,
aliskanlik adi altindaki durtuyle..

oyle ya, bir anda uleb cup dahilinde gelen yari final, o devrimin tadi, tekrar ne zaman alinabildi ki,
bir nevi kaniksama hali, azmin sureksizligine ragmen ustelik,
yarin ise yeni bir sans, tahminen bir daha da hic tadina varilamayacak,
cunku yasimiz 35+ olanlar grubu haric, yarin bir ilke dogru gidecek iki adimdan ilki,
galatasaray finalde lan bu basligi adi, cocuklugum yuce hayalgucu icin bile fazlasi..

evet abdi ipekciye gidis zor,
evet miting trafik de yapar,
evet pazartesi haftanin en boktan gunu..

simdi tum sevip de kavusmaya azmetmeyenler icin soyluyoruz;
yollar, tasli dikenli olsa da..
 
her zaman daha iyisi vardır, yenilmeyi bilmeyenler için, ya da ısrarla kabul etmeyen, sanıldığının aksine fazla optimist olmalarından da kaynaklanmaz bu, aksine tatminsizlik bir sebeptir, bu durumun kontrol edilebilirliği de belirleyici olacaktır, eldeki potansiyelin nereye doğru kaydırılacağı ya da ne kadar efektif kullanılabileceği noktasında. zannımca bu durumun test edilmesi için en dominant değişken ise sevdadır, zira hem elde tutulması en zor olandır, hem de onla yaşanması, altından kalkabilmek maharet ister emekle beraber..

evet emek, hem kendine anlam katabilmek için biriktirebileceklerinin en değerlisi, hem de yaratmaya çalıştığın varlığın koşutsuz katma değeri. bazen ayırt etmek zorlaşıyor içiçe geçen değerleri, öyle daha da güzel oluyor belki, ıssız değil diyebiliyorsun, hem veda etme zamanının bir türlü gelmemesi ne kadar keyifli değil mi, bir o kadar da tehlikeli, hep tetikte tutan cinsten..

en yoğun tepkilerimizi galatasaray elden gidiyor düşüncesi belirdiğinde veriyoruz mesela, sahip çıkmaya çalışıyoruz, psikoloji bilimine fazla haiz olmamakla beraber, koruma içgüdüsünün en güçlü bileşen olduğunu tahmin etmek zor değil, fakat işte kanımca, gavurların 'milestone' dediği virajlar da bir o kadar değerli, arkadan itmeye ihtiyaç olur belki diye, ya da direksiyonun başına geçmeye, en nihayetinde sadece bu anın tadına varabilesin diye..

bazen yaşanır sadece,
ne tarihe yazmaya değer,
ne bir başkasına anlatacak eder,
bazen sadece yaşanır;

bugün göç etmeye geliyoruz, galatasarayımla, galatasaraya doğru..
 
sevmek demek kavga demek bilirim;
o zaman kavga edelim..
hayat bir mücadeleyse eğer ebeveynlerimizin öğrettiği gibi,
en güzel mücadelem galatasaray benim..

kuşanır gibi kırmızıya,
farklı yerlerde bambaşka heyecanlarla,
tasvir edebilmek namümkün olsa da,
aynı zaman diliminde binlerce yürek,
öyle bir hazırlık bu,
senden uzak yaşamayı neylerim demek adına..

bembeyaz sayfam çünkü benim galatasaray,
adını her yere yazdığım,
çok sıkıştığımda kendi kendime fısıldadığım,
senden başka neyim var diye değil,
senin gibi sevebilecek başka bir şeyim yok diye böbürlenerek,
galatasaray benim özgürlüğüm,
hayata karşı cevabım,
çocukluk aşkım, ilk gözağrım..

akşam maç var, umudum ondan,
gün olup başımızı alıp gitmek estiğinde,
yanımıza almak istediğimiz tek şey için,
bugün omuz omuza durmaya, abdi ipekçiye..
 
adam kız için söylüyor be abi,
şansım varsa ben ona talibim..

ne eblek bir sevda değil mi, ama bir yandan da avantajlı,
sevdiğinin senden beklentisi yok, ya da şöyle diyelim, beklentisini yerine getirmezsen, tavır trip yok,
galatasaray sana nasıl kızsın ki, soyut bir sevda neticede bu,
geri dönüşü var, ama senden alınanı yok..
yine eksik oldu, o zaman şöyle diyelim, senden alınan herşey senin vermek istediklerin,
fazlası için eleştirilme ihtimalin neredeyse sıfır,
tabii arada senin galatasaraylılığını ölçmeye niyetli adamlar çıkmadıkça..

şu durum belirdi zihinde, biraz önce yine maça odaklanmışken,
bunun artı bir güzelliği de mevcut,
şimdi biz ne kadar yırtsak da bir taraflarımızı,
fenerbahçenin ebedi değil ama ezeli bir rakibi var basketbolda,
her yıl efes, tekrar efes, efesin birazcık taraftarı olsa, al sana düşman..
biz ise kimlerle muhattabız, biraz olin, birazdan fazlası beşiktaş, ama en çok da banvit,
orada burada olinlilere dair intikam yeminleri ediyoruz, sonra inleyen nağmeler falan,
en afili ise banvit, neden önce fenerbahceye yatmıs biz küme düşelim diye,
'küme düşelim' demişken 80 yıl önceden bahsetmiyorum, bir kaç küçük yıl,
ama daha da çok, bizim rakibimiz diye,
evet rakibimiz, tüm kasabası, galatasaray eyüp sultan nufüsuna denk bir rakip.

biz seviyoruz ya kendimizi boy aynasında görmeyi,
işte bugün bize bir fırsat, kendimizi kandırmayı bırakıp,
karşı yakayı yeniden ezeli rakibimiz yapabilmek adına,
yengi, yenilgi değil, sadece asıl rakiplerinin biz olduğunu hatırlasınlar diye..

gel, gel acımayacak banvit,
gözü yükseklerde bir o kadar da mahsun,
ama bu bizim için hazırlık,
yıllardır beklediğimiz sevgilimize finalde kavuşmak için,
ey fenerbahçe,
bekle galatasaray geliyor..
 
son zamanların en güzel tribün performanslarından biriydi, hatta 3. periyod bir ara sadece tribünlerini izleyebilmek adına ayrıldım bench arkasından. geçtim oturdum pota arkasında en tepeye, bıraktım maçı tribünleri izledim, görüntü güzeldi, ama daha güzel olan bizim bu işte emeğimizin olmasaydı, herbirimizin..

nobody said it was easy,
bazı maçlar hatırlıyorum, yok ya da hatırlamak istemiyorum, geldiğimiz noktaya bakıyorum, birilerine teşekkür etmek istiyorum sadece, içimdeki bu coşkuyu desteklediği, yaşamama, paylaşmama zemin hazırladığı için.
bilet kuyruğunda beklemekten bile zevk aldığımı fark ediyorum, gittiğimde içeride göreceğim insanları düşününce mutlu olduğumu hissediyorum, sühan cem'in dediği gibi aile olmanın keyfine varıyorum..

bu aile daha güzel şeyler de yapacak, dün maç sonu yaklaşık 30 kişi beraber yürüdük yarım saat boyunca, güzel fikirler çıktı ortaya, finale çıkarsak örneğin, yeni bir 20 nisan organizasyonu geliyor, ve sezon sonunda da muhammet kaan'ın önerdiği piknik gerçekleştirilecek, altından kalkabilirsek eğer haziranın sonunda..

küçük çocukların heyecanı, tribünün büyük cocuklarının geçmişe dönmeleri, bizlerin ilk seferi, bunların hepsi oktay mahmudi'nin eseri, minnettarız. dün ilk yarı hepimizi şaşırtan jj, istikrarlı performansını bütün sezona yayan ermal, tutku, shipp ve caner, vasatın altına düşmemekle beraber ara ara önemli patlamalar yapan luksa, tecrübesinin üstünde katkı yapan sertac ve göksenin, tecrübesi kadar oynayan haluk, bize bizim sahada oynadığımız izlenimini veren rancik ve tabii şampırt reyiz;
ısrarla peşinizdeyiz..

not: gerçekten kötü evren büker, yüzde 10'un altına düşmüş bir üçlük yüzdesi, finale giden bir takımın başlangıç sg'sine hiç yakışmıyor, fakat dün bilgiyi teyit etmeden onu yargılamak da bana yakışmadı, kendisinden özür dilerim,
bizim ona finalde çok ihtiyacımız var, artık dönsün..
 
...FINAL...

arda ozturk gelmisti, onur yavuz da bizimle beraberdi, st petersburg bizim bu seneye merhaba deyis seklimizdi, belki bizim bile tahayyul edemeyecegimiz sekilde. guzel bir isbirligi bagladi bizi, kareleri hatirliyorum mesela sahne sahne, o gune dair attigimiz adimlari, o surecte yasanan paylasimlari, ortaya cikan dostluklari, bunu hep galatasaray basardi !

yine dondugumde o geceye, bir pankart belirdi bu sabah zihnimde, arda ozturk'un makinesiyle olumsuzlestirdigi bir sahne, altinda bizden birileri, kocaman harflerle, bir vaat, ya da bir direnis, kulaga oyle zor gelirken, kararli, belki kendisi bile inanamazken, ama guvenerek bu armanin tarihine, bir gun tozlu sayfalardan bir efsanenin gelecegine, dirilisin yakin olduguna sahip bir hayal gucu;
"sen sampiyon olacaksin"

evet, tarih 30 eylul, bundan 9 ay oncesi, o salonu susleyen pankart, o pankart icin harcanan emegin sahipleri, belki de bu gecenin ozel misafirleri, galatasaray ile baslayan galatasaray ile biten bir hayatin hem de..

bu sabah o yuzden biraz daha farkli, sezon icerisinde mac sonralari yorumlar geliyor aklima, arabanin icinde, ya da yururken ipekci-topkapi arasi yolu, benim gibi onlarca deliyle, sirf iki kelam fazla edelim diye, enerjimizden calinan o keyifli saatleri. kafami kaldiriyorum sonra, karsimdaki dolapta bir tshirt asili, "yenilmez armada", biz istikrar bekleyip, bu seneyi feda ederek gelecek planlari kurarken, bize bu yildan gururla o yaziyi tasima hakki verenlerin yuzaki..

bu aksam yine arda ozturk olacak, belki yine onur yavuz, sonra belki adini hic bilmedigim insanlar, yavas yavas hizlanan her bir adimi beraber atmaya karar vermis, naciz grubumuzun en yeni fertleri, sonra ailem orada olacak benim, samilturan, arca, aras ve digerleri. belki o sebep, butun hafta uyumak icin bu gunu beklerken, saat 7.15'te ayakta olusum, belki o yuzden durup surekli saate donusum..

bitirmek istemedigim bir yazi bu, toparlamak bile istemedigim, bulundugumuz yerin akla hayale sigan bir tarafi yok ve biz o yeri yasamaya geliyoruz, uzun, tasli, dikenli 21 yillik bir yoldan, galatasaray ulan !

...FINAL...
 
---oley oley oley, şampiyon cimbombom---
bugün yaşanacak maç için değil bu giriş, salı günü bir şampiyonluk kutladık da, evet engelsiz aslanlar, uzun zaman sonra bir şampiyonluğu böyle keyifli bir şekilde kutladık, sinan erdem'de olabilmek bir lükstü ama oldu..
onların yanında olamadığım zamanlar için kızdım bir yandan da kendime, onurlu bir duruş daha fazla ödüllendirilmeliydi, fakat maalesef bir akışı var hayatın ve olması gereken ile olanın paralelliği her zaman yeteri kadar tatmin edici değil..
ayrıca beşiktaşlı dostlarımızın aksine, özellikle ülke sınırları içerisinde bunun sadece kazanmaya yönelik bir spor olmadığını bilerek ve hakkını vererek ezeli rakibimizin her bir ferdinin, spor her bir 'ebedi'nin katılımıyla daha güzel olduğunun ayırdına vararak..
hoşuma giden bir anekdot ise takımımızdan bazı oyuncuların, şamil dost ve arca gibi bazı arkadaşlarımıza sosyal platformlarda ettiği teşekkürler, dünyanın neresinde bunun örneği var, tabii yıldıztek ve itü'nün de sezon içerisindeki büyük emeği hatırlanmalı..
bir sezon daha böyle geride kaldı, elimizde yine bir kupa, işte gerçek galatasaray ruhu orada..


---sen şampiyon olacaksın---
bu başlık ise akşam ki maç için, şampiyon olacaklar diye değil, şampiyon olacaklarına inanıyoruz diye, böyle bir yazı yazabilmek için imkan doğurmuş olmaları bile sezon başına kıyasla, hayal gücümüzün dair ötesinde..
bu sefer davete ne hacet, tıklım tıklım olacağız orada, herbirimiz hazır kıta bekliyoruz, aslında çok uzun bir zamandır bekliyoruz, ve bu sefer daha anlamlı bir sebeple geliyor fenerbahçe, finalde evsahibi olacağımız bir maça..
ermal ile tutku bizi buraya nasıl getirdiklerini unuttuk sanmasınlar, ve tabii şampırt reyiz, unutmadık çünkü, anlık kızgınlıklarımızı anında geride bırakabilecek kadar akil seviyoruz çünkü, ve katılmıyoruz arada büyük bir güç farkı olduğuna, rancik'in yokluğuna üzülüyoruz o kadar. biliyoruz ki bugün luksa çıkar, jj devam ettirir, ermal ittirir, tutku ve şampırt da imzayı çakar..
2'de 2 istiyoruz, 5'te nasıl tutuştuklarını görmek için, bizi bir hatırlasınlar diye, sesimiz kısılana kadar, yüreğimiz atmayana kadar, gücümüz tükenene kadar yanında olmaya geliyoruz, sonra da fenerbahçeyi bekliyoruz;
galatasaray ulan, final ulan!!
 
ilk defa böyle birşey yapıyorum geçen 3 yıllık süre zarfında;
bir başkasına ait olanı paylaşıyorum, fakat öyle özel ki,
basketbola ve hayata dair..


Dirk Nowitzki’yi en güzel anlatan hikâyeyi, 2001 Avrupa Şampiyonası organizasyonunda gönüllü olarak çalışan bir dostumdan duymuştum: O turnuvada Alman Milli Takımı ilk turu Antalya grubunda oynamıştı. Oradaki son maçı bitirip, otele döndüklerinde saatler gece yarısını mütecaviz... Ertesi sabah 10.00’da uçakları var İstanbul’a... Daha doğrusu, öyle sanıyorlar. Oyuncular yemek için sofraya otururken, organizasyondan birileri, kafile başkanına uçuşlarda bir sorun olduğunu, sabah 07.00 uçağıyla gitmek zorunda olduklarını söylüyor. Yani, yemek, uyku, dinlenme.. her şey için yedi saatten az var! Akreple yelkovanın mükemmel uyumu üzerine hayat kurmuş Almanlara yapılabilecek en büyük kötülük, son dakika sürprizidir herhalde... Kıyamet kopuyor tabii; oyuncular homurdanıyor, yöneticiler “Böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmeyiz” diyerek şikâyet tehditleri savuruyor... Ve herkese tepeden bakan 2.13’lük bir genç adam (Nowitzki 23 yaşında o zaman), ortamı sakinleştiriyor. “Fazla bir şey yemeyelim, hemen yatalım” deyip, arkadaşlarının eline birer elma tutuşturuyor. Takımı toparlayıp odalarına çıkarıyor. Sabah 06.00’da Antalya havalimanında gözünden uyku akan perişan oyuncular koltukların üzerinde pineklerken, o çıkarıyor gitarını, bir köşede ufak ufak tıngırdatmaya başlıyor. Az sonra herkes onun etrafında halka oluyor, beraberce söylemeye başlıyorlar. Böylece bütün kırgınlıklar, yorgunluklar unutuluyor ve neşe içinde uçağa biniliyor.
Şampiyonanın yarı finalinde Türkiye, Almanya’yı mucizevi bir geri dönüşle mağlup ederken, Nowitzki son saniyelerde hayati bir serbest atış kaçırmıştı. O gün çok sevinmiştim elbette ama sonradan bu hikâyeyi dinlediğimde, yüreğimin bir köşesinde bu büyük sporcu için ince bir sızı hissettim.

Aynı sızı, 2006 NBA Finalleri’nde Nowitzki’nin ellerinde yükselen Dallas, 2-0 öne geçtikten ve üçüncü maçta son altı buçuk dakikaya 13 sayı farkla önde girmişken, hata yapmaz sandığımız Alman yıldız yine serbest atışlardan birini kaçırınca ve nihayetinde Miami, seriyi 4-2 kazanınca bir kez daha çaldı kapımı... “Yalnızca büyük bir acı olgunlaştırır insanı” derler ya... Nowitzki, sezonun sonunda acısını tek başına yaşamayı seçti. Vurdu çadırını sırtına, Avustralya çöllerinin ıssızlığında uzun bir tatile çıktı. Çılgın kalabalıktan uzakta, kendi içine doğru bir yolculuk...

Ustası, antrenörü, yaşam koçu Holger Geschwindner’in onu keşfettiği 15 yaşından beri bıkmadan usanmadan çalışmış, defalarca bireysel ödüllere layık görülmüş ama Würzburg’un 1998 yılındaki Alman İkinci Lig şampiyonluğunu saymazsak, bir türlü ‘kazanan’ bir takımın oyuncusu olamamıştı. Diğer NBA yıldızlarının aksine, sigorta primlerini cebinden ödeyerek katıldığı milli takımda da, Dallas Mavericks’te yolu hep yarı finallerde, finallerde kesilmişti.

Tam da bir Almana yakışır biçimde sürdürdü mücadelesini Dirk... Yenilgilerin zaferlerden daha öğretici olduğu tezine selam çakarak, her gün biraz daha geliştirdi kendini… Öyle ki, NBA’de Kerim Abdülcabbar’ın ‘sky-hook’undan bu yana ‘Durdurulması en zor şut’un sahibi oldu. Hep son çeyreklerde, maçın kırılma anlarında sahneye çıktı. Ama tevazuu elden bırakmadı; onu gelmiş geçmiş en iyiler arasında gösteren koçu Rick Carlisle’a katılmadığını söyledi mesela... Çevresindekiler de bu meşakkatli eğitim sürecinden paylarına düşeni aldılar. Örneğin, takımın patronu Mark Cuban... Önceleri hakemlerle uğraşan, saha kenarından onlara bağırıp çağıran Cuban, Nowitzki’nin nasihatleri sonucunda son dönemde kuzu gibi oldu.

Bu modern sabreden derviş masalının nasıl bittiğini hepiniz biliyorsunuz... Senaryoyu yazan, finalde daha da vurucu olabilmek adına herhalde, Nowitzki’nin karşısına sabırsızlığın ve yeteneğine güvenerek kestirme yoldan gidebileceğini sananların en parlak temsilcisini koydu. Sporun hayata ne kadar çok benzediğini bir kez daha gördük. Nowitzki ve onun gibilerin uğradığı onca yenilginin, çektiği onca çilenin, döktüğü onca terin boşa gitmediğini anladık. Göğsümüzdeki umut çiçekleri yeniden tomurcuklandı. Bahtiyar olduk.
Peki, Nowitzki noktayı nasıl koydu, biliyor musunuz? Şu cümlelerle: “Kariyerimin ilk yıllarında bir şampiyonluk kazanmış olsam, muhtemelen bu kadar iyi bir oyuncu olamazdım. Kaybettikçe kendimi geliştirmek için daha çok çalıştım.”

“Sizler, Chicago kentinin insanları, yaşamınızı kazanmak için bütün gün, son derece zor koşullarda çalışıyorsunuz. Bizim yaptığımız ise, yorucu bir günün sonunda size yalnızca keyifli birkaç saat geçirtebilmek... Chicago’luların bir başka kente gittiklerinde gurur duyabilecekleri bir şeylere sahip olmalarını sağlamak... Bu yüzden bu şampiyonluğu size armağan etmek istiyorum. Bu kupa sizin hakkınız.”
(1997. Michael Jordan’ın kazanılan şampiyonluğu kutlamak için toplanan 200 bin Chicago taraftarına yaptığı konuşmadan)
“Benim kazanmamam için dua edenler şimdi sevinebilirler. Ama yarın sabah uyandıklarında hepsi yine aynı yaşamlara, bugün sahip oldukları aynı kişisel sorunlara geri dönmüş olacaklar. Bense bugünkü gibi yaşamayı sürdüreceğim, ailemle birlikte mutlu hayatıma devam edeceğim.” (2011. Miami Heat’in kaybettiği final serisinden sonra LeBron James’in yapmış olduğu basın toplantısından)
 
“Kontrolsüz güç, güç değildir” mottosunun anlam kazandığı önemli ortamlardan bir tanesi de taraftar organizasyonlarıdır. İki haneli rakamların bir araya gelerek kurduğu ekipler, eğer ortaya da güzel bir emek konuyorsa bir süre sonra kayda değer bir populasyona ve dolayısıyla da yaptırım gücüne kavuşur. Galatasaray resmi taraftar grubu da benzer bir süreçten geçmiş ve bir süre sonra en tepeden dahil tam anlamıyla yönlendirilmesi zor bir oluşum haline gelmiştir.

Özellikle amatör sporlara ülkemizde gösterilen ilgi de göz önüne alındığında, bu branşlara gönül koymuş taraftarların, organize de olamamaların etkisiyle yaptırım gücü hep düşük seviyelerde kalmış, veyahut futboldan kanalize olan taraftar gruplarının dağınıklığının da etkisiyle sistemsizlik bir sistem haline gelmiştir.

Böyle bir giriş yapmamın sebebi, halihazırda 2011-2012 sezonu için satılmakta olan kombine kartların dağıtım şekline dair, gsbasket organizasyonunda ortaya konan tepkinin de benzer bir sürecin sonucu olduğuna dair inancımdır. 10 küsür yıldır yayın hayatına devam eden, fakat özellikle son 2 sezonda daha organize ve efektif bir grup haline gelen gsbasket, özellikle klubün yönetici elitinin gözünde yeni ve saygıdeğer bir taraftar imajı oluşturabilmek için de önemli adımlar atmıştır.

Örneğin, geçtiğimiz sezon içerisinde yapımına karar verilen ‘gsbasket-gssozluk ortak ürün’ tshirtlerinden çeşitli sebepler vesilesiyle vazgeçilmiş olmasına rağmen, hakan üstünberk ve ali türsan ile gerçekleştirilen görüşmede bu talebin iletilmesi üzerine, klup ‘yenilmez armada’ ürününü piyasaya sürmüş, taraftarımızın ortaya koyduğu feedback ise, yapılacak doğru işlerin her zaman ödüllendirileceğini net bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Fakat özellikle de tecrübesizliğin getirdiği nedenlerle, organizasyona dair eksiklikler devam etmektedir. Geçtiğimiz sezon yaşanan ilgi patlamasının ve bunun kendisine getirdiklerinin karşılığını verebilecek düşünsel altyapıya sahip olunmaması sebebiyle, planlanan kombine düzenlemelerine dair talep klüp yönetimine iletilmemiş, bunun bir doğal sonucu olarak da kendisine verilen ile yetinmek durumunda kalmıştır.

Sadece takım ve klüp seviyesinde değil, taraftar organizasyonu anlamında da geçtiğimiz yıl geldiği seviyelere 20 küsür yıldır yabancı olan şubemiz için, bir anda tüm adımların doğru atılmasını beklemek maalesef hayalci bir romantizm barındırmaktadır kendi dinamiklerinde. Lakin bir nesil, belki de daha kısa bir zaman dilimi geçtikten sonra, ortaya çıkacak heyecan verici tablo için, şimdi her birimizin attığı küçük adımların önemli bir rolü olduğunu hatırlamak sanırım yeterli motivasyona ulaşmamızı sağlayacaktır.

Dolayısıyla, özellikle bu işten para kazanan profesyonellerin, insani bir içgüdüyle pozisyonlarını koruyabilmek adına yaptığı çıkışları ve söylevleri kendimize muhatap belleyerek ‘öteki’ yaratmak yerine, ‘her şeye rağmen galatasaray’ düsturuyla üzerimize düşeni yapmak, geçmişimizle hesaplaşırken tarifsiz bir mutluluk sunacaktır. Yanlışı, yapanın gözüne sokmak Galatasaray taraftarının görevi, yanlışa doğruyla cevap vermek ise ödevidir.

Not; Kritik sınavlarını başarıyla geride bırakan Arca Yıldırım ve Yılmaz Yıldırım’ı, ayrıca üniversiteye girişi sınavında bizleri gururlandıran Veysel Kaya ve Erdal İçelli’yi tebrik ederim. Bu notun sebebi, gsbasketin sadece beraber maç izleyen bir grup olmadığını, aynı zamanda birbirinin yaptıklarından olumlu veya olumsuz anlamda sorumlu koca bir aile olduğunu tekrardan hatırlatmaktır, yürüyedurun !
 
Benim için dedemin hayatımdaki varlığını dostlarım bilmektedir. Benim dedemin hayatında son şükran duyduğu adam Önder Çiçekoğlu’dur. Kendisinin hastalığı üzerine ülkeme dönüş kararı aldım ve aynı ay içerisinde de vatani görevimi yerine getirmek adına askeri birliğime teslim oldum ben. Rahatsızlığı ve yaşı sebebiyle askere gidişim sırasında bana eşlik edemeyen dedem, Önder Çiçekoğlu’nun beni Kütahya’ya kadar götürüp kendi elleriyle teslim edeceğini öğrenince, artık hayatta olmayan dostlarını hatırlamış ve son zamanlarında hep o huzuru tatmıştı.

Gsbasket’in 13. yıldönümüne dair bir şeyler yazmam istendiğinde, aklıma ilk gelen şeyin bu olmasını paylaşmak fazla olağan bir durum olmasa da, zamanın getirdiği şımarıklık ile bu lüksü kullanmak istedim affınıza sığınırak. Zira benim aklımdaki Gsbasket tam olarak buna tekabül etmektedir. Hayatımda tanıdığım en özel adam olan bu herif, Galatasaray Basketbol Şubesine belki de en az şube başkanları ve yöneticileri kadar hizmet etmekle beraber, bu satırları paylaştığım için de 10 dakika içerisinde arayarak beni haşlayacak bir karaktere sahiptir.

Sevincini, hüznünü, Galatasaray’ın başına getirdiği her bir duyguyu tek başına yaşamayı tercih eden Önder Çiçekoğlu, Gsbasket için ise başka bir yol seçmiş ve özellikle geride bıraktığımız sezon bana ve Şamil dosta yaptığı yönlendirmelerle ciddi bir tribün organizasyonu olabilmemiz için gerekli yüreklendirmeleri bilfiil eksik etmemiştir. Yani Gsbasket'te olduğu gibi bench arkası tribününde de kendisinin payı yadsınamaz bir noktadadır.

Aras Kafkaslı’yı forumda yazmaya ikna ettiği gün, sanki basketbol takımına önemli bir transfer yapmış yönetici kıvamında sevinmesini unutamadığım Çiçekoğlu, Arca Yıldırım’ı ikna ettiğinde ise verdiği kısa tepkiyle, aslında göründüğü kadar duygusuz ve ilgisiz bir adam olmadığını saklayamaz konuma gelmiştir.

Cem Güvener, Arda Öztürk, Eyüp Yıldız gibi bu forumun, spor dünyası içindeki temsilcileriyle de ilgilenmeye devam eden, forumun her bir üyesine karşı kendini sorumlu hisseden, perde arkasında sürekli onlar için bir şeyler yapmaya çalışan, ihtiyacı olduklarında yanında olmaya özen gösteren Önder Çiçekoğlu ‘’Galatasaraylıdır’’. Gsbasket ise Galatasaray’ın kodlarını yaşayan en güzel birlikteliktir.

Benim adıma ise, katılımlarıyla herkese ‘’o zaman ben de gelebilirim’’ hissiyatı aşılayan Onur Yavuz, maç çıkışı hastaneye koşup gelen Tolga, zekalarıyla ve çalışkanlıklarıyla gurur duymamızı sağlayan Gazanfer ve Furkan, foruma kattığı çeşitlilik ile Alen, ağırbaşlılığıyla Doğan, hakimiyetiyle Sühan, çapkınlıklarıyla Yılmaz ve Deniz, dertleriyle Burak ve Uğur, kaliteleriyle Onur ve Sarp, işbitiriciliğiyle Muammet, efendiliğiyle Tanju, olgunluğuyla Yigit ve emekleri unutulmaması zaruri olan diğer isimlerdir.

Tugay, Alperen, Mehmet, Berkan, Volkan, Can, Emre, Okan, Oğuzhan, Yunus, Faruk, Recep gibi birçok ismin genç yaşlarının yanında sağlam bir Galatasaraylılık tecrübesi de ediniyor olmaları yaşanan bayrak değişiminin de rahatlıkla atlatılabileceğinin, 13. yaşını kutlayan Gsbasket’in artık Galatasaraya hizmet noktasında geri dönülemez bir yola girdiğinin en sarsılmaz göstergesidir. Bu emeğe dair atılan adımlarda ufak da olsa bir payım varsa, ne mutlu bana..

Çabamızın adı Galatasaray;
Nice nice kırmızı yıllara..
 

Üst