Savas Karadag Yazıları

bazen bir melodi duser dile, sozunu hatirlamaya bile kiyamazsin, fon muzigi olsun ister dillere pelesenk. kaybetmis gibisindir donemezsin, halbuki yeni bir donem aciliyordur onunde, olabildigine hem de..

benim galatasaraya dair galatasarayin basketbol portalina yazdigim en anlamli yazi, sonbaharin gelisine dairdi bir zamanlar once, yine yeniden sonbahari beklerken akla dusen..

o zaman sonbaharin tam olarak bir geri donusumu yoktu, cok istiyorduk sadece, malzeme dair olmamistik dillere, gsbasket & gssozluk ortak yapimi diye. kavrulmak kelimesi denk dusmekteydi kendi yagimizla yaptigimiz mucadelede, sessiz bir turkiye basketbol ligini beklerken kosede.

simdi ise en dibinde, en ozel olana bir adim geride, hafiften niyetli, utangac biraz da, tecrubesiz, istekli bir yandan, potansiyeli ile ucsuz bucaksiz hakeden, sonrasinin rahatlikla geleceginin bilincinde, isyankar..

en guzeli isyankar bence, icinde arabesk ogeleri barindirsa da delice, bir cok ismiyle, bazilariyla hala canciger, bazilari onlara gore geride ama aslinda kalbin en derinliklerinde. bu mecrada yuregini, emegini birakanlarin tekbiriyle yuruyoruz eurolige. neler birakildi zihinde, kumeye dair endiseler, skandallar, yokluklar, alabildigine soguklar.

simdi geldigimiz noktanin eksikligine sebep enkaz degilse de hic bir etken, duyulan muzigin yarattigi baglilik duygusu, belki de bir basyapit hissiyati birakmakta en derinlerde, nasil bir talihsizlik notalara hakim olmamak boyle bir donemde..

kaldi 10 gun, on kutsal bu cevrede, bizi sevenleri uzmeyelim baba diyenin gogsunde, onunde, arkasinda, sirtinda, bu sene jaka'nin onurunda, 10 gun sonra, belki de hagi'nin westfallen'de biraktigi tadi hatirlarcasina..

daha iyisi icin, ya da degil, kararli, istekli, arzulu..

cok sevdigini alir ya hep yaradan,
bu guzel cismin ozelligi hep bundan,
biz gideriz galatasaray kalir,
belki ilahi, belki akildisi,
ama iste,
sanki ebediyen yasayacakmiscasina;
galatasaray ulan !
 
bazen yazmaktan çekiniyorum, arkadan çok iyi bir ekip geliyor çünkü, her bir hatanızı anında farkedip yüzünüze vuracak.
yoksa post-up biliniyor sanırım tarafımdan, teknik konularda yazmaya da muktedir olunabilir gibi gözüküyor tablo, fakat dur diyor yürek, her işi ehline bırak.

benim hayatta hakkını vererek sevdiğim tek insan sağlam beşiktaşlıydı. bana beşiktaşa dair uyarıda bulunduğu tek an da, hiç sevmediği feyyaz sakatlandığında sevincimi bastırmama dair verdiği net mesajdı. ezeli rakibin dair olsa, sakatlık anında ortaya çıkan duygu üzüntü olmalıydı. aklım ermezken, evlat sen beşiktaşı tut dese asla sorgulamayacağım dedem, özgür irademle seçtiğim sarı ile kırmızıdan daima gurur duydu, 70 yıllık beşiktaşlı, beşiktaş kırmızıyı yendiğinde, ben üzülüceğim diye sevincine benim hüznümü kattı.

feyyaz uçar'ın forma numarası 7'ydi.
belki benim eksikliğimden, benim hiç galatasaraylı bir 7 numara kahramanım olmadı..

7 gün kaldı,
master sırasında yeni bir restaurant gününe başlarken, sadece 7 kaldı derdim ben, bir sonraki tatil gününe.
mustafa kandıralı çalardı fonda, albümünün girişinde, bbc'nin övgü dolu yazısı olan,
benim güzel ülkemde kimsenin tanımadığı,
büyük üstad..

7 kaldı sadece, dee brown transferiyle basketbola meyleden yüreğim kırmızıya dair,
o sezon hiç heyecansız atmamıştı,
asıl ait oldugumuz yer avrupa beni daha bir bağlamıştı,
galatasaraya degil, umuda..

şimdi bir yerlerde, 3, 5 benim gibi çocuk, ya da çok daha fazlası,
bir perşembe, veyahut çarşamba akşamı, babasından,
ya da daha çok pembe bir dizi izleyen anasından izin alıp da,
ntvsporda galatasarayını izlemek için gün sayıyor,
ya galatasarayı daha çok sevmek için, ya da basketbolu..

ikisi de bize kazanç, herkes kendi hikayesini desteklemek için o gün nevizadede olacak,
ve o gün kandıralı benim için ağır oyun havalarını çalmayacak,
bir hikayem var ya,
o sadece galatasaray bu yolda koşarken kendine ara verecek,
ee o zaman, bundan da büyük gurur yok,
bir şeyi böyle hesabı kaybedercesine sevmek.

1 hafta sonra bugün,
yeni bir cuma akşamı,
benim hikayeme cuma akşamları hep ızdırap katmasına rağmen,
umutla oturacağız harflerin başına,
yarın şunları yaparsak asvel'i de yeneriz diye..

yapılan videonun 4 küsürüncü dakikasında shipp atıyor ya,
katılanlar bilir, biz o sırada ağlamakla meşguluz,
önce eurolig, sonra lokal lig,
ama işte, hep işte,
sadece galatasaray.. !
 
boyle anlattilar: "kırmızıya olan bu sevdan hiç görmediğim bir tarzda biliyor musun? dedene duyduğun sevgi, hikayene duyduğun aşk, kendine karşı verdiğin savaşlar hepsi onda birleşmiş, hayat bulmuş bağırıyor. o, galatasaray ulan! ın ulanı biraz da isyanını seslendiriyor sanki. hayranlık duymamak elde değil bu sevgiye. saf üzüntü duymasan da saf sevdaların var işte endişelenme.."

isyan, eylule isyan gibi oldu cumle icinde gorunce, yazdiklarimdan cok daha az oldugunu farkederek, hatta alintiyi abartarak, belki de luzumundan fazla kirmizi.

dun geride kaldi, arena bize heyecan, keyf sundu, mac sonu ise soyle yorumlara sahit oldu, gectigimiz yil basketbol maclarindaki gibi bir heyecan vardi, ozlemisiz. ne kadar da degisti duzen degil mi..

3 adet gun, 10'dan geriye sayarken her gun elimden geldigince vurgularim diyordum, ama sonra kelimelerimin yetmedigine karar verdim, ozellikle takimi pazar gunu izleme sansina sahip olduktan sonra.

kalabalik bir rotasyonumuz var bu yil, izleyen diger arkadaslarin aksine bu derin rotasyonun zaman zaman sikinti da yaratabilecegini dusunuyorum, ozellikle akiskanligin saglanmasi konusunda. gerci oktay hoca varken basta kadronun yonetilmesi konusunda ulema kesilmek cok da dogru degil, ki zaten kisisel fikrim ozellikle el elemelerinde boyle kalabalik bir rotasyon koymayacagidir ortaya.

kadrodaki genc oyuncularimizdan goksenin ve sertac'in en azindan gectigimiz sezona yakin sureler alabilmesi ise kadro matematiginden en buyuk beklentim, zira gelecegimiz onlar bizim. tabii sertacin bu sene oldukca guclenen uzun rotasyonumuzda sure bulabilmesi icin pivot sertligine dogru ciddi bir emek koymasi sart. goksenin de aynen babasi yasindaki haluk'un yaptigi gibi, kusmeden darilmadan calismalarina devam etmek, gerekirse kenarda salladigi havluyla bile sinerjiye ortak olmak durumunda.

songalia ve ozellikle lakovic gibi kaliteli ve winner karakterdeki oyunculari bu kadroda gormek ise apayri bir keyf. transferi icin uykusuz geceler yasadigimiz 3. sinif oyunculari gozonune aldigimizda 2 yilda katettigimiz mesafe muaazzam. gectigimiz sezon en buyuk problemimiz olan takimin sikistigi anlarda el yakacak toplari kullanacak oyuncu sikintimiz kalmamasi da kritik bir adim.

galatasaray basketbolu tarihinde en sevdigim yabanci oyuncu olma yolunda emin adimlarla ilerleyen luksa ve kendisinden destegini bilfiil esirgemeyen tutkunun, euroligde dair ikili oyun dersi vermeye devam edeceklerini dair gozonune alirsak, kaliteli yerlilerimiz, potansiyelli yabancilarimiz ile bize o kapi ardina kadar acik.

iste o sebep, sirf bu yuruyuse eslik edelim diye, nevizadede olacagiz el birligiyle, gerektigi yerde arkadan itecegiz takimi, gerektigi yerde ise heyecanimizi paylasacagiz, el ele, omuz omuza.
ve o gun, bir suredir aramizda gormedigimiz degerli dostlarimiz da yanimizda olacak, kusluk, darginlik degil, ortak payda tema olacak, sonra ertesi gun, sonra ertesi gun.

bu yolda donenler olmadi, ara verenler tekrar gemide,
hep beraber cuma;
saat 18.00 vera..
 
2000 yıllık bir medeniyet.
yüzyıllarca ezildi, kendisinden çok daha küçük ezeli rakiplerine, aşağılandı hatta, ruslara da yenildi, japonlara da, tarihine ihanet gibiydi.
sonra ikiye bölündü ülke 20. yüzyılın başında milliyetçiler ile kömünistler böldü ülkeyi ikiye, hem amerikalıların işine gelmekteydi, hem de rusların.
araya dünya savaşları girdi, 1954'te iç savaş bitti, ülke ayağa kalkıyordu, 'china stands up' dediler kendileri için.

1970'lere kadar bocalama dönemiydi, ezeli rakip hintlilere karşı alınan savaş galibiyeti haricinde kendi kendine yetme politikası benimsendi.
akabinde deng xiaoping diye bir adam geldi başa mao'nun yerine, ilk sözü ''giderken arkamdan hiç birşey bırakmadı'' demesinlerdi. bir program başlattı, adına kısaca reform diyelim biz. 50 yıllık bir programdı bu, zamanında kendisine oraya ait görmeyenler tarafından hor görülen plan daha 30. yılında başarıya ulaşmaya başlayınca ise bir panik havası oluştu, 'çin geliyor'du..

adına 'çin tehdidi' dediler, abd kongresinde ilk gündem maddesi oldu, bilimum 3. dünya ülkeleri uyarıldı, avrupa onu kötü gösterirken, o en güzel 'öteki' olmayı başarabildi, üstelik bir de cevabı vardı; peaceful rise (barışçıl yükseliş).
dünya tarihinde şimdiye kadar hegemon bir güce rakip olarak çıkan her yeni 'yükselen', düzeni savaşarak değişmişti, yakıp yıkarak. yunanlılar, romalılar, osmanlı, üzerinde güneş batmayan imparatorluk ingiltere, abd ve hep diğerleri. çin halk cumhuriyeti ise böyle olmayacaktı, yükselirken yıkmayacak kazandıracaktı 4 tarafa, win-win retoriği.

mümkün mü, bunu bir sonraki nesil görecek, inşacı yaklaşıma hiç bir zaman saygı duyamamış bir hiper-realist olarak bence zor, doğudan 'kırmızı' bir güç yükseliyor, batının ise ne bunu önleyecek gücü var, ne de sindirecek sabrı..

beni ilgilendiren kısmı ise başka;
yarın bu sefer avrupa'nın 'en ötekisinden' bambaşka bir kırmızı çıkacak sahneye,
ait olduğu yere, gerçek aktörlerin arasında, esas oyunun döndüğü yere.

çok uzun zaman sonra, çok,
yaşımızın, ömrümüzün yetmediği kadar çok.
üstelik çin gibi barışçıl olmaya değil, düzeni değiştirmeye.

evet kendi kazanırken basketbola da kazandırmaya,
fakat sadece o kadar değil, gerekirse hedef koyduğu apolet için başkalarının yerini kaydıracak,
ısıracak, yılmayacak, vazgeçmeyecek, g-8 parçası olduğunu herkesin kafasına sokacak.

plan beklenenden erken çaldı kapıyı, biz ise hazırdık,
bir derdimiz vardı, şimdi ise bir gecemiz var,
biliyorum her birimiz şimdi pusuda,
çekilmiş köşelerine, gergin, dudaklarını ısırarak,
ama kitlenmiş, tek yürek.

dörtnala gelip uzak asya'dan
akdenize bir kisrak basi gibi uzanarak;
allahım,
galatasaray ulan .. !
 
dün hastanenin bahçesine gittim,
maçtan sonra keyifliydik, hep beraber pes oynamaya geçtik, çocuklar gibi şendik, belki bir 20 kişi gülüp eğlendik.
aramızda arda başkan gibi yaşını başını almış kişiler de vardı, önder çiçekoğlu gibi her daim genç kalanlar da.
tarif edemedik heyecanımızı, nasıl sevineceğimizi bilemedik belki de, hep ilk yarının son saniyesindeki basket gibi olsun istedik,
elde somut olan dursun biz ona sevinelim.
yolda olmayı nasıl seveceğini bilemiyor çünkü insan, yarın yine bu takımı orada göreceğim, bu yüzden içim içime sığmıyor diyemiyor,
bir eurolig müsabakasının yüreğinde yarattığı onuru, gururu tarif edemiyor,
ama bu gurur bizim..

2. günü yazmak istiyorum demiştim dün bir yerlerde, 3. günü de yazmak istiyorum ben, euroligi de.
kazan deplasmanı yapacağız bir kere, gideceğiz sağlı sollu tataristan sokaklarında terör estireceğiz, bizim yüzümüzden vizeler geri gelecek,
yılmayacağız ama, kılıfımız var, çok beklemiştik diyeceğiz.
kulağa güzel gelmese de, futbol takımının avrupada olmaması ise ayrı bir şans gibi bu yıla dair,
gelecek yılın eylül ayında herşey bambaşka olabilir, daha güvenli, sarsılmaz,
fakat bu ve geçtiğimiz sezonun tadı da bir ömür damaklardan kalkmaz.

eylül sonu her çaldığında playlistte oluşan hüzün, dün gece güzel bir hatıraya bıraktı yerini,
euroleague.net bir ekim başlangıcının açılış sayfası oldu, ilkler güzeldir diye.
kalabalıktan ayrılmam nasıl sebepsiz değilse dün gece,
bugün yine inadına beraber olacaksak saat 8de bir yerlerde, o da sebepsiz değil.
bu heyecan ancak bir aradayken güzel; sühan cem, yılmaz, gazo ve hüseyiniyle.

bekliyoruz, bahanesi olmayanı değil, onu zaten istemeyiz,
bir sebebi olan herkesi yarı finale, nevizadeye bekliyoruz.

akabinde, ses birliğiyle, ele güne karşı;
bundan büyük gurur yok, cimbomlu olmak kadar..
 
"biz sizin üstünüze öyle bir ordu getirdik ki bu ordunun erleri, ölümü sizin hayatı sevdiğinizden daha çok severler"
halid bin velid böyle der kendisinden güçlü bir orduya sahip iran hükümdarının karşısına çıkmadan önce.

ölüm ile gelen şahadeti kaybetmek ile gelen gurura kıyas yapmaya hak yok, çünkü geldiğimiz noktaya dair en büyük hukuka sahip oktay mahmuti'nin maç sonrası söylediği üzere, "şerefli mağlubiyetlere sevinmek bizim amelimizde yok."

yürünen yolun kutsallığını somutlaştırırken kendi zihnimde, "hayatıma dair herşeyi geride bırakabildiğim" tek serüven olarak nitelendirdiğim ipekçi güzergahı, aynı zamanda her birimizin saklamaya kanaat getirdiği kırıklıklarını da tekrar anabilmek ve hatta canlandırabilmek için de paha biçilemez bir fırsat gibi. genelde geride bıraktıklarını özüyle yalnız kaldığı zamanların hayaletiymiş gibi karşılamaya alışmış insanoglu için, bu hissiyat bir değişik. öyle ki en çok, pek çok, bu sefer keyiften, onur ve gururdan dudaklarını ısırmaya başladığı zamanlarda, ve belki de 'onlar' bunu hiç haketmemesine rağmen yanında isteyebiliyor olmanın, bildiğimiz matematiğe ne kadar ters olduğu ortada.

zamanı durdurup, altına altyazı koyma lüksüne dair kavuşsak da teknolojinin getirdiği nimetlerle, ara ara yakaladığım bakışların, konuşmamak üzere açılmış ağızların hissettirdiği şaşkınlığın, tanınmayan sarılışların, hatırlanmayan öpüşmelerın ve hepsinin getirdiği kavuşmaların, işte bir onların tarifi yok. hele ki küçük çocukların yaşadığı aidiyetin toplam kazanç hanesine dökümü için tutulabilecek bir muhasebe kaydı hiç yok..

küçüklüğümdeki şampiyonlar ligi maçlarının ilk döneminin yarattığı bir tahribat vardı kişisel hafızamda. yedi yaşındaki bir çocugun en geç saat 22.00'de yatakta olması zorunluluğu ve benim gibi ilkokul müdavimlerini hiç de düşünmeyen bir uefa organizasyonu, o zamanlar çok kızdığım. sonra sonra ise babamın sızlanmalarıma dayanamayarak en azından iç saha maçlarına kaçırmaya başlaması beni. sıkı sıkı kırmızılarla bezenmiş, üstüne atkısı eklenmiş, elin gavurlarıyla o yaşta tanışmış, ve vizyon nediri galatasarayı sayesinde öğrenmiş bir çocuk.

futbol sahalarında, oraların anlamını tamamiyle içselleştirmek kısmetini belki de ilk defa, bir barcelona maçıyla yakalamış camiamız için, dünden daha güzel bir senaryonun çizilemeyeceğinin katı gerçekliği ise işin ulvi boyutunun haşmetli bir kanıtıymış gibi sanki. çizilen senaryonun arka planı ise vişne çürüğü kırmızının yanında tok bir sarı ya, artık gerisi büyülü bir ibadet..

"alem buysa kral cimbom" derken bile iki on yıl önce, 'ne moskova, barcelona' vizyonunu benimsemiş bir ekibin zaten daha farklı bir misyon edinmesi beklenemezdi ama, yine de resmi taraftar grubumuz ultraslan'ın üniversite oluşumuna ayrı bir teşekkür gerektiği de ortada. karşı taraftan görüntüsüyle güzel bir rüyanın içindeymiş hissiyatı veren şovları, kendi yönetim kurulu üyelerimizin dair fotograf makinelerine sarılmalarına sebep olurken, diğer yandan ise barcelona klubü yetkililerinin kendi tribünlerine kıyas noktasına gelmelerine dair yol açtı.

bundan dört yıl önce bu başlık altında yazmaya başlarken, dönüp dönüp eurocup'ın açılış sayfasına bakarak ilham aldığım 'i love this gaines' pankartından sonra, hem de araya giren ve bizi normal şartlarda en az bir yıl geriye götüren talihsiz olaya rağmen, organizasyon, takım ve tribün anlamında katetmiş olduğumuz mesafe, zaten galatasaray spor klubü resmi sitesinin açılış sayfasında, dostun ve düşmanın gözlerinin önüne serilmiş halde.

sayın üstünberk'in söylediği gibi, bir duruş olarak ortaya koyduğu ve her bir birimiyle benimsediği #sontopakadar mottosuyla artık basketbol arenasında da bir marka haline gelme yolunda önemli adımlar atan böylesine bir camianın, ucundan köşesinden tutup destek verdiğimiz için, ve bu seyahat nefes alabildiğimiz bir döneme denk geldiği için ne mutlu bize.

çabamızın adı, çünkü;
layıksın bu sevgiye, şanlı galatasaray !
 
hesap yaparsın, kitap tutarsın. geleceğe yönelik olanla şimdiki arasında bağlantı kurmaya çalışırsın. biriktirirsin yaşarken, geride bırakırsın. tercihlerin olmak zorundadır, maliyetlerin, tercih etmediklerin yani. fakat en nihayetinde yürürsün.

yürürken yanına alma hakkının olduğu şeyler azdır oldukça, somut ağırlığının soyutuna oranını makul tutarsın, çok fazla değişiklik hakkın olmaz, yargılama zamanıgeldiğinde de, kendinle vicdanın arasındaki savaşta başardım dersin, ya da tıkandım.

ben mesela bir örneğim, sonra başka bir örnek. daha büyük kümelerin içerisinden kendimiz için yarattığımız sınıflandırmaların alt başlıkları ise tamamiyle kişisel. galatasaray mesela bunlardan ayrı değil, bir. bazıları için kutsal, bazıları için yola arkadaş, bazıları için ise eğlencenin parçası. galatasaray basketbolu ise başka bir küme, daha altta, yukarıdaki sıfatların, mensupları kendi içinde böldüğü, biriktirdiği, aslında herşeyin aynı zamanda içiçe olduğunu hatırlatan, fakat aynı zamanda yazarken bile gülümseten bir fırsat.

izlediğin dizinin kötü hanesinin arması aslan diye, hayatında ilk defa kötülerin tarafını tutturan bir sevda aynı zamanda, türküsü her bir ağızdan şevkle dile getirilen. herkesin payı var bu işlerde, gelinen noktada galatasaray adının bir kişi daha fazla büyümesine sebep milyonların hepsi paydaş. evet, kimse kimseden daha fazla galatasaraylı değil, fakat bazılarının da misyonu ile vizyonu apayrı.

gsbasket an itibariyle bir tercih olmaktan çıkıp bir kimlik. galatasaray spor klübünün basketbol şubesi, fazla ajitasyona girip play-out günlerini hatırlatmadan bile, sıradan bir play-off hedefli takımken yakın zamanlarda, hedef olarak en tepeyi göstermiş olanların organizasyonu.

ara ara ben de dahil olmak üzere, hayata dair kişisel olanlardan dolayı el çekilen, fakat en nihayetinde kendini sorumlu hissedenlerin varlığını azaltmadığı bir birliktelik. ipin ucundan başka dostlar tuttuğu için, özeline doğru yol aldığı zaman dilimleri olarak ifade ederken, ama gün gelecek galatasaraya dönülecek diyenlerin hikayesi.

hedef olarak konulan yere fazla kolay ulaşılınca bunun değerini bilmeyenler kümesi olarak da toparlanabilecek insanoğlunun türkiye şubesi ise zaten halihazırda en tembeli. ancak istemiyorsan on adet yıl sonra geriye döndüğümüzde biz de bir gün oralardaydık diye özlemle euroligi işaret edeceğimiz günleri, artık herkes için görev zamanı.

eleştirebiliriz, kızabiliriz, hoş olmayan ani veya kalıcı tepkiler verebiliriz, fakat en nihayetinde görev günü geldiğinde hepimiz elimizi taşın altına sokarız. bugün ise görev günü, çünkü barcelona maçı daha üst bir kümenin ilgi alanıyken, konu prokom olduğunda gsbasket kümesi tekrardan iş başında. kabullenmesi fazla zor değil mi, hele ki bencil ve ego dolu dünyamıza tamamen ters.

lakin, altına imza atmış olduğumuz sözleşmenin ilk kuralı bu, önce galatasaray, sonra galatasaray basketbol.
o yüzden misyonerliğe devam, lütfen gelin, getirin,
bugün günlerden galatasaray !
 
yuregimizde buyuk askinla,
kostuk senin icin salonlara,
zaferler senin ruhunda var,
haydi bastir galatasaray..

can diyor ki, abi bahsettigin eksikligi sadece galatasarayla doldurabilirsin. belki tahmin ettigim kadar sevmiyorumdur cumlesine verdigi tepki ise uzun zaman hatirlanacak cinsten.

hadi kaldiriyoruz elleri havaya, belirli ritmlerle carpiyoruz elleri, hepimiz baska birseyi birakiyoruz geride, yilmadan usanmadan, sukredecek bir sujemiz var diye dua ederek.

kurumsallasamama en buyuk derdiyken bu topraklarin, ve eldeki sermaye yegane yontemken daha fazlasini biriktirebilmek adina, sadece kendi cabalariyla adim atan insanlari birlestiren bir organizasyon galatasaray. bursa yolunu esirgemeyen, ankarada var olan, kayseriye giden. ve gucleri buna yettigi icin degil, gerektiginden hic degil, o ses onu cagirdigindan ve insan uzerinden kendi kurumunu var eden.

hayatimin en yoksun gunune sari ile kirmizi arkaplan olusturan bu ekip, bes dakikada 14 sayidan gelen bu takim, o takimi geriden getiren taraftar, hakkariden edirneye beraber defans yapan elleri kavusturmus bu cilginlar..

lakovicin 3+1 hucumu naumoskiyi hatirlatirken, zazanin ilerleyisi, gordon'un sogukkanliligi, songalia ve tabii digerleri..

laylalaylaylaylalay,
cimbomum sen cok yasa,
canim feda olsun sana,
hic birseye degisilmez,
senin sevgin,
senin sevgin,
bu dunyada..

olympiakos veyahut panathinaikos, sozum var benim,
pasaportlari hazirlayin..
 
yalçın dümer benim annemin liseden sınıf arkadaşı.

hayatımın önemli bir kısmını kaplayan galatasaray basketbol şubesinin en çok gözönünde olan isimlerinden birinin adı söylenince benim aklıma gelen yegane sıfatı yukarıdaki öznel geçmişim oluyor. ne bir gülümseme oluşturuyor suratta, ne de ilginç bir heyecan, maç günü gelse de salona koşsak, kendimizi anonsa kaptırsak hissiyatı bize öyle uzak ki.

malum, basketbol avrupada kurumsallaştıktan çok sonra dahil olabildik bu yapıya, hatta bu sezon bizim için bir çok ilkin yaşandığı fazlasıyla efsanevi öğelerle dolu bir dönem. yani yaşadığımız dönem aslında canlı ve sürekli evrilen bir masal gibi, ne diyor başlık yukarıda; eurolig 7. hafta maçı..

bu sayı 10'a tamamlanacak bir süre sonra, sonrasında ise bambaşka bir ilk çıkacak karşımıza daha başlangıç sezonunda, ve herşey çok daha zor olacak oralarda.
kaçırdığımız kurumsallaşma trenine en son vagondan tutunmaya çalışırken, işin en cafcaflı kısmı olan show business ise maalesef ki sanki trene bile dahil olamamış, raylardan takımı takip ediyor, aheste aheste. euroligde kalıcı olabilmek adına sadece sahada gösterilen performansın yetmediğine dair doneler daha biz bu maceraya atılmamışken sürülmüşken önümüze, fazla trajik değil mi önlem almaktan kaçınmak..

o çok kızdığımız, yeri geldiğinde lanet ettiğimiz caferağa atmosferinin en önemli öğelerinden birinin elinde mikrofon olan adam olduğu küçük basketbolseverler tarafından bile net bir şekilde görülürken, bizim belli kişilerin hatır ilişkileri sebebiyle bu eziyete katlanmamız ise en basit tabiriyle skandal mahiyetinde..

o sebep, nepotizmin olduğu yerde sürdürülebilir başarı olmaz vecizesini sevgili yöneticilerimize hatırlatmak ve top 16'da hepimizin daha fazla ihtiyaç duyacağı sinerji için önemli bir adım atmaya davet etmek gerekmektedir.

kaç senelik bu çile,
bitsin artık bu sene..
 
bakiyorum bazilari kaybetmenin onurunu icsellestirme noktasinda taraf degil.
var mi onlari dislama sansimiz, biz galatasarayi daha cok seviyoruz diyerek itelememiz.
kabul edilebilir degil, dogru yol oldugunu dusundugumuz seye davet de abes,
o sebep minimize etmenin yollarini mi aramaliyiz,
aslinda gerek yok, sal, nehrin akisi onu dogruya gotursun..

oktay hoca formsuzmus, formsuz olani buraya yazarim ama, oznel iste,
dondugumuz yerde ondan cok fazla var diye, simariklik yapabilirim mesela,
ama kendimi kandirmis olurum iste, zira olan biteni topladiginda burasi fazla..

dun iki degerli insan ile izledim maci, komik bir diyalog dondu, mac koptugunda;
halil uner'e imparator dedigimiz gunlere donduk, skandala gel, var mi tarifi,
ama yokluktan dedi fatih, yokluktan yaratiyorduk kahramanimizi..

kazani gordunuz degil mi, bombostu tribunler, neden, cunku halkin takimi degil o,
rubin de oyle, putina doktrininin bir parcasi, musluman bolgelerdeki monarklar spora yatiriyor,
dagistan, cecenya ve tataristan, para dogalgaz ve petrolden, evet parayla basetmeli onur,
biz de koyduk zaten alabildigine gurur, domercant cikti, imza atti, sonra ise saygi duyduk..

bizim daha degerli dertlerimiz var aslinda, savunma takimi olmanin getirdigi bir agirlik,
altindan kalkmak icin oyuncu degil de zihinsel takviye yapmamiz gereken, mumkun mu,
aslinda bilmiyorum, onemli degil, ben bilirim ki insan insanin kurdudur,
biri kendisine verilen top 16'dan memnun olur, digeri tbl, eurolig, ve turkiye kupasi ister,
gelmezse, ama ben trabzon macina 5 tl bilet parasi vermistim, hakkimdir der..

gec,
o yolu, o sogukta yurudugumuz bir ekip var ya,
bilmedigimiz, hatirlamadigimiz maclarin ertesinde,
ipekciden, topkapiya,
usenmeden, gocunmadan,
o kemik var ya, bizi bolunmez, parcalanmaz kilan,
iste o ruh,
bir gun oktay hocanin dedigi gibi,
sevinmeyecek onurlu maglubiyetlere..

furkan bagiracak,
herkes susacak,
furkan muhendis olacak,
bizler gurar duyacak,
furkan bir gun oglunu getirecek,
furkan susacak,
oglu bagiracak.
bir gun orasi gelen icin cehennem olacak,
cehenneme geleni furkanin oglu karsilayacak..

not; eyup yildiz bir kampanya baslatmis, onun vizyonu farklidir, helal olsun, yuruyedursun,
abdi ipekci kirmizi olsun..
 
bazen gerek yok diye başlıyorum düşüncelere, nasıl olsa verilecek örnekler yaraya merhem olmayacak, bazıları böyle seviyor.
fakat işin bir de sorumluluk kısmı var, uzunca bir süredir tarihe not da düşülüyor, geriye dönüp bakana saygı elzem.
o sebep daha basit bir dille, niyeti olan herkesin masada duran saygınlığa neden dil uzatma hakkı olmadığını hatırlatmaya niyetleniyorum,
işin güzel kısmı ise asla ikili tartışmalara girilmemesi, ve katiyetle bir otoriteye dayandığı için değil, aksine ortak aklı gözettiğinden.

dün geceden beri internet aleminde maç sonraları klişelemiş hiç bir gezintimi gerçekleştirmedim. halbuki eurocup günlerinden beri, en ağır şekilde kaybettiğimiz maçlardan sonra dahi, her bir satırı içselleştirmeye çalışırdım ortada galatasaray ve avrupa kelimeleri beraber var diye.
zaten aslında başlangıç da böyle olmuştu bu başlıkta tarihi paylaşmaya, sanırım nankörleşmeye başladım.
bu sebeple kızarken kendime bir yandan da anlamaya çalışıyorum, kaybetmeler neden daha fazla etkilemeye başladı diye..

sanırım, 'yarışmacı' bir takım olma yolunda hızlı adımlar atan galatasarayımız vesilesiyle ben biraz erken şımardım. üstelik hayatı biriktirerek yaşamanın en büyük erdem olduğunu savunan bir zihnin, 'tecrübe' kelimesinin önemini bu kadar hafife alması ise tam anlamıyla bir trajedi.
tabii konu sevda olunca daha sistemli ve dirayetli bir tarz geliştirmeye muktedir olmak da ayrı bir olgunluk işi, tam anlamıyla onur yavuz gibi.

ortaya koyduğum şımarık tavrın tek istisnası ise koç mahmutinin ne söylediğine bakmak oldu, euroligin web sitesinden. (evet biz bir eurolig takımıyız ya) ve tek vurgusunun tecrübe eksikliğine dair olması onun da kelimeleriydi. güzel olanı ise sorumlu olan kişinin tespitlerinin bahane hazırlamaya yönelik değil de, objektif bir bildirim olduğuna koşulsuz şartsız inanacak kadar güvendiğiniz birine teslim edilmiş olması sevdanızın.

şimdi ise biraz daha net bir örnek vererek açıklamaya çalışacağım bu konunun önemini;
geçtiğimiz hafta işim ve biraz da şansım sebebiyle genel müdürümüz yerine tüsiad'ın kalite kongresinde firmamızı ben temsil ettim. sabancı, koç, eczacıbaşı gibi grupların yanında, yeni yükselmeye başlamış ve özellikle internet alemi vasıtasıyla hızlı büyüme gerçekleştirmiş firmaların sahipleri de oturumlara katıldı. orada yapılan bir vurgu ise çok önemliydi;
pazara yeni girmiş bir firma ne kadar güçlü girdilere sahip olsa da, ya da örnegin elindeki maddi imkanlarla önemli profesyonelleri şirketine katsa da, kurumsal bir büyüme için uzun yıllara ve önemli bir tecrübe birikimine ihtiyacı vardır. kısa vadeli adımlarla kendinizi büyüklerin arasında görmeye başlamak bir yöneticinin yapabileceği en büyük aptallıktır.

aslında birbirleriyle oldukça paralel bir yarışma ortamının olduğu iş dünyası ve spor hayatında, galatasaray artık büyük bir pazarda. fakat büyük balıkların olduğu ortamda, küçük balığı yakalamak için yeterince hızlı bir balık değil, büyük ise hiç değil.

evet acı verdi, hayatımın en güzel günlerinden birini siena'ya deplasmanda kaybettiğimiz gün yaşamış bir yürek olarak, öyle bilenmiştim ki içerideki maça, artık o güzel günlerin gelme ihtimali yokken, ikamesi ipekçidedir diye.
ama olmadı, içim buruldu biraz, sonra kızdım takıma.
ve fakat dil uzatmaya cesaret etmedim asla, yüreğim yetmediğinden değil, gözü kör bir şekilde sevdiğimden de değil, sadece saygımdan..

artık eskisi kadar aktif olmasam da ortamında, kimliğimin bir parçası haline getirdiğim gsbasketin yegane şartını hatırlayacak ve hatırlatacak kadar da hakimim kurallarına,
burası galatasaray spor klubünün basketbol şubesindekilere terbiyesizlik yapılabilecek bir ortam değil,
onun için gerekli ortamlar var, tercihinizi yapın ve eğer müspetse,
oraya doğru adabınızla yol alın..

not: top16
 
sevdayı alternatif planımız olarak belliyoruz biz, sanırım esas sorun bu.
bazen dozajını kaçırıyorum sporun hayatla kesişme noktasını fazlasıyla abartarak, sonra ortaya çıkanı ben bile eleştiriyorum.
ama davete doğru cümleler kurarken de, ayırıcı teşhisler üzerinden yol almak istiyor insan.

herkesin kendisi için çizilen sınırlar dahilinde hareket etmesi, kolaylaştırıyor tabii toplum sözleşmesinin geçerli olduğu yerlerde işleri,
statükodan memnun zümrenin bir parçası olarak ise görevimi yapmanın yollarını arıyorum, konu davet olunca.
aslında bir çoğumuzun buna ihtiyacı olmadığı ortada, düşünsenize captano bile geliyormuş maça,
neticede konu tarihe tanıklık etmek, aslanların yazdığı tarihe hem de, kızılderililerin vurgusunun aksine bu sefer olumlu yüzüyle..

bunlara rağmen giriş cümlesi önemli,
başarabilenlere her zaman takdir duygusuyla yaklaşmışımdır, maalesef ki ben o yettiremeyen kümedeyim.
sevmek fiili hep ertelenen bizim buralarda, sürekli yapılması gerekenlerin ardından ikincil ödev.
varılması gereken hedefleri var bizim kuşağın, önce kendini ispat etmesi gereken bir çevresi ve daha da önde kendisi.
eline geçen her fırsatta ötelediği, şartların olgunlaşmasını beklediği, veyahut o yollarda tekrar yürünebilirmiş gibi bir rahatlıkla, yok ettiği..

sevmek bazen sadece engel olarak bile belirebiliyor zihinlerde, olumsuz bir şartlanma ile farketmeden yüreğini körelttiği,
bir süre sonra hiç birşeyi sevememesine sebep olabilen bir engel,
ortaya çıkan boşluk ise kusursuz bir yoksunluk hali,
ve tek istisnası da galatasaray !

rakip yarın önemsiz,
bir arzumuz vardı, bu aşamada da kötü çocukları yenebileceğimizi göstermek,
olmadı, eksiklerimiz var.
ayrıca işin bahane kısmını sevmesem de, shipp'in yokluğu bizim için onlarınki kadar büyük kayıp, son maç ekseninde tabii.
kazan mağlubiyetleri ise bahanesiz..

ama daha top16 var, evet yarından sonra avrupanın en elit 16 takımı arasına girecek bu adamlar,
bu şekilde orada tutunmak zor, genel kanının aksine bir adet 5 numara yerine, 3 ve 4 numaralara takviye gerektiği,
hatta top16 sırasında shipp'ten 2 numarada faydalanılmasının zaruri olduğunu düşünmekteyim.

evet gördüğünüz üzere top16 hesapları yapıyoruz, kuraları dert ediyoruz sonra, burası orası, o sene çok erkenden bu sene.
bir üst aşama zor olsa da, transfer yapılacağı dedikodularının yanında, zaten sinerjisini yakalamış bir galatasaray basketbol takımı,
herkese rakip evelallah tüm dünyada..

hem ne farkeder ki,
konu davetti değil mi,
yarın tarih yazılacak,
bence orada olun..

sevmek için fazlasıyla fırsatımız olmuyor bu hayatta, işin içine hesap katıyoruz en başta,
ama işte hesapsız bir sevda var elimizde,
o da yarın top 16lardan birinde..

yarın için,
daha yüksek sesle;
bugün günlerden galatasaray !

o zaman;
en bir yalnız halimle,
bir kadeh sessizlik doldurdum
daldım gittim semaya..
 
fenerbahce ulker haftaya cantu'yu deplasmanda yenerse top 16'ya kaliyor.
bir resim var net alemine dusmus, fark 15 iken salonu terkeden fenerbahceliler. kalanlar ise soyle bagiriyor daha dort dakika varken, yenilsen de yensen de..
ayni surec galatasaraya dair islese, muhtelemen saldir galatasaray diye inlerdi o salon, sartlar olumsuz olsa dahi son topa kadar buralardayiz mesaji verebilmek adina..

euroligden bir başka haber ise italyadan. ölmüş, bitmiş, yokolmuş, yanmış bitmiş kül olmuş Montepaschi Siena, Barcelona'nın ünvanını çekip almış. ünvan namağlup evet.
şimdi gerçekten iyi niyetle buraya eleştirmeye gelen, çünkü eleştirinin daha büyük başarılar getireceğine inanan bir kitle var gsbaskette. bir de utanmaz arlanmaz bir kitle var, sadece yenilgi günlerinde ortaya çıkan, olası başarısızlığın kokusunu aldığında bunu abartarak insanların önüne süren, ve maalesef ki bu tavırlarıyla da bazılarımızı manipüle edebilen bir ekip..
kanmayın lütfen, burası eurolig, burada sistem sahibi olanların sözü geçer.

sistem demişken, oktay hoca en büyük kozumuz ya bir gün siena gibi bir takım olabilmek için, bu sadece yaşadığımız sezon için esnetilebilir prensipleri de içermeli mi, bu önemli.
final 4 istanbulda, galatasaray istanbulda.
transferine en çok sevinen isimlerden biri olduğum songalia'nın veremediği verim ortada, kendisine verilecek açık çekle, bir adet kısa forvet, bir adet de uzun forvet alsa oktay hoca, desek ki barca, cska ve panayı bekliyoruz istanbulda.
ama iste ben tarafım, oktay "hoca". inanıyorsa sisteminden verilecek en ufak bir tavizin galatasarayın oluşturmaya çalıştırdığı basketbol kültürünün geleceğine dair yaralar açacağına, bana, bize, hepimize düşen top 16'yı bu sene için keyif veren bir temaşa olarak takip etmek..

bir yandan hayata dair tarzımın bu kadar dışında olması, yani yönetene dair koşulsuz biat can sıksa da, diğer taraftan o koltuğu dolduran kişiye olan kayıtsız şartsız güven de, nadiren elime geçebilecek cinsten, o sebep tadını çıkarmak gerek..

açın şimdi euroligin resmi sayfasını, olasılık hesapları yapın, ben mesela güç dengelerini falan hiç gözetmeden, panayı bize getirecek bir grubun duacısıyım. hepimizin öznel dertleri var değil mi, benim ki ise yeşile karşı kırmızı renkli..
sonrası feneri önüne katmış bir cantu, ve tabii ki çalsın sazlar oynasın kızlar..

bitirmeden euroligden son bir haber; anadoludan gelen efes dün israil deplasmanındaymış, sonuç yok, hangi sahnede dans ettiğimizi arada bir hatırlamak iyidir diye yazdım.

artık top 16 için atkıları açma zamanı,
kollarımız en yukarıda;
ve yüreğimizde büyük aşkınla..
 
ne zaman yatırıma başladıklarını hatırlamıyorum, bazen vites arttırıyorlar, sonra yavaş yavaş geri adımlar, sonra aşikar canlanmalar, bir nevi mehter takımı..
onların adı eurochallenge diye bir turnuvada anılıyor bu yıl itibariyle, euroleague ise bizimkinin reklamsız adı..
ankara temsilcisi başaramadı, çünkü onların oktay mahmutisi yoktu..
koca yüzlerce yıllık klubün başarısını tek bir isme, hatta başkana da değil, bir koça bağladı savaskaradag, bağlamak lazım ellerinden bir direğe, sonra da en günahsızdan başlayıp, taşları atmaya başlamaya..

olin edirne maçının ertesiydi geçtiğimiz yıl, sayın önder çiçekoğlu ile salon çıkışı arabada bitti artık demiştik, serbest düşüş başladı, gazımız alındı, klasik bir galatasaray basketbol sezonuna doğru yol alınmaya başladı. olmadı ama, duran takım hafiften arttırmaya başladı vitesleri, beşinci vitese gelindiğine rakip ezeliydi, konu ise final..

nasıl oldu bilmiyorum, vites o yaz boyunca da hiç düşmedi, biz eylül geldi, elemeler başlayacak diye sakınırken mevsimlerden yazı, o adamlar da hiç durmadı, gitti litvanyaya, vurup vurup geçti, artık konum avrupanın merkezi ligiydi. bunun için feda edilen bir şey vardı, malumumuz sporda erken form tutan bir duraklama dönemine girerdi. demiyorum ki duraklamasak barcelona bize keyifli bir deplasmandı, ama elin kargası sinan erdemde aslanımızın üzerine konamazdı..

zaman gelecek, nefes almaya çalışan basketbol takımımız hayata dönecek.
bu yarın olabilir, tabii olmayadabilir..

belki daha da sürer, belki geç bile kalınabilir,
sonra kargaların yıprattığı takımımızın üstüne, içimizden akbabalar çöker..

orada işte bench arkası devreye girer, kimse soluk almazken direksiyona geçer,
kırmızı baş renk, arma üst kimlik ilan edilirken, yeniden doğuşun zamanı geldi der..

arada çatlak sesler çıkar, içeriden bazıları görevi bırakma zamanının geldiğini hisseder,
yerine peşisıra yürekler dolar, farkında olunmayan toplum sözleşmesinin gerekleri yerine getirilir,
sonra denir ki,
galatasarayın hedefi;
işte orası bizim şu an bulunduğumuz yer..

kaybedilmiş hiç birşey yok daha şu an, elimizde bir top 16, ligde zirve yarışı, bir de inanılmış kareler var,
ee o zaman biz inanmazsak kim inanacak bu takıma ulan..

yarın elimizde bayrağımız, boynumuzda atkımız,
herkes gider biz kalırız,
biz galatasaraylıyız,
galatasaray ulan !
 
uzun uzadiya yazamayacagim, net surekli kesilmekte diledigince.

yazmak istiyorum ama, disarida tipi varken, alabildigine genis bozkirlarda, iki dilegim var cimbombom diye bagirabiliyorsa bu yurek, ustelik sonlanmasi icin bir cok gecerli sebep varken, iste bu kirmizinin buyusunden..

batiya dair birikimlerimiz daha tecrubesiz zamanlara, herkes kanaatkar oralara..
ama iste dogu, daha dogusu, ahmet yesevi biraz, hatta daha onceleri, kutluk bilge kagan belki, var mi daha arttiran, hem siyasisi hem entellektueli, tarihimiz oyle derin ki..

mavi ama bu adamlarin bayraginin rengi, o kadar bellemisim ki kirmiziyi hem vatanin, hem de sevdanin rengi, bir garip hissedilen, biraktigi iz gibi. ama gunes ayni, hani bir zamanlar ayrilip sonra yuvasina dondugu gibi, her gun dogan galatasarayin icindeymiscesine, ya da varlik tercihi..

hizimi alamamis olmam degil aslinda paylasmaya dair bu yogun caba, sadece konu galatasaray oldugunda, rakip ise sadece kirmizi ile lacivertin degil, onur ile yoksunlugun, seref ile yoksunlugun, gurur ile yoksunlugun mucadelesi oldugunda, sanki bundan sonraki tum savaslari iyi olanlar kazanacakmiscasina desteklemek var ya galatasarayi, o karaktersizlerin karsisinda, iste burasi alan. cadirlarin kuruldugu, sabahin beklendigi, once teke tek mucadelelerin hedeflendigi, ama sonra onlar yureksiz diye, stratejinin devreye girdigi..

eurolig kuralari cekildi, lokal ligin ise kaderi belirlenme arifesinde, gidilen her yolu doldurmak icin galatasarayin bir cabasi var, bizim de yuregimiz..
denilmisti ki, 3-1’e gelen seride yaratacagimiz sinerji de yaramaz, oturup evimizde izleyelim, sonra bir adam cikti, dedi shippcez. ben en son agliyordum, baskalari masanin ustunde sariliyordu, hayat durmustu, ya da yok hayat galatasaraydi..

nolur demeyin, nolmaz diyelim demek ki, ben buldum kazakistanda bir mekan, yerel saatle 23.00’te yarin tv basindayim, sanki nba pesindeyim. ama baskalariyla beraber, ve belki elele tutusmus, totemimi yapmis, binlerce yetersizin arasinda sanki galatasarayin yanindayim..

giden her sevgilinin ardindan,
aslinda kimsenin de gittigi yok,
ama iste olsun, nefesin yettigi kadar,
dagda, bagda, bayirda, bozkirda, atalarimizin varoldugu mekanda,
yarin daha bir yuksek sesle,
inadina,
haramilerin, eskiyalarin duzenine karsi direncle,
saltanatlarina razi olmadigimizi gostermeye,
yer gok, sari kirmizi,
vurun da gelin, canimiz feda size,
mesaj da ilistirildigi uzere,
yuruyedurun lan,
galatasaray ulan !
 
Boyle bir renk var, ben icat etmedim, marshall boyanin da payi yok. Eurolig ben yaptim, oldu bitti demis. Bir video mevcut net aleminde, resmi alabildigine, uc kusur dakika, yarisi galatasaray, galatasarayin kusuru bulunmasi zor olani ise kipkirmizi..

Bir onceki sefer, takim alismaya calisirken devasa guclerin carpistigi arenaya, yeri geldi biz de yalpaladik. Fakat en nihayetinde sure doldugunda biz parmakla gosterilendik. Simdiki noktadan itibaren ise, yaratacagimiz sinerjinin dair dozajinin tavan yapmasi gereken anlar gelecek, ve bizler o noktada hazir kita bekleyecegiz, dunyanin en guzel 6. adami oldugumuzu bilerek..

Ya bir soz, ya sadece arma, ya tek bir hedef, ya da kanaatkarligimizin disavurumu. Bir adet tshirt lazim bu salona, ipekcinin koridorlarina, ustunde olan teferruat, yeter ki organizasyonunun altindan kalkabilelim. Potansiyelimiz oldugunu gosterdik defalarca, ya klup opsiyon kullansin, rahatca bulabilecegi sponsorlarla, ya da yol gostersin,biz de sokalim elimizi tasin altina..

Gucumuz belli, sonumuz belli diye yaklasan karamsarlara inat, gucumuzun geldigi yer belli diyerek sahneye cikmanin tam vakti, once ipekci kirmizi, sonra yuregimiz daha koyu tonlarinda, yeri geldiginde lakovicin yaninda, ihtiyac oldugunda andricin sirtinda, burasi samiyen buradan cikis yok dercesine inadina..

O zaman yol alsin inadimiz,
bizler galatasarayliyiz,
top 16 yolunda kipkirmiziyiz..
 
"her gün aydınlıktır, yoksa ümit, her yer loş karanlıktır.."

yanlış mı kaldı hatrımda, bu yoğunlukta kaçırdım mı diye tekrar baktım da, ne bir ses, ne bir soluk, galatasarayımızın resmi sitesi hala bir bilgilendirme yapmış değil, akibeti ne oldu diye basketbol şubemizin başındaki şahsın..
içeriden, ve en dışarıdan gelen haberlerin spekülasyon boyutunu aşıp net ifadeler içermesine rağmen halen sessiz kalınıyor olması, acaba yerine getirilecek kişinin benimsenmesi için ufak bir hazırlık dönemi mi..

umut verdi bu adam bize, aydınlık günler için,
bakın umut sattı demiyorum..
ilk tanışmamızda demiştim çünkü, merhaba hakan beyin ardından ilk gelen sorum şu şekildeydi:
"vizyonunuz, yani hedefimiz nedir sayın üstünberk?"
cevabı ise oldukça netti:
"eurolig şampiyonluğunu istiyoruz."

bunu söylediğinde mevsimler kış, takımı da alabildiğine soğuktu.
evet ısınma emareleri vardı ama, daha bir kaç ay önce küme düşmekten kurtulmuş bir oluşumdan bahsetmekteydi.
şimdi dönüp bir başka kıştan bakıyorum da kendisine, hem de sadece bir kez döndükten sonra mevsimler,
geldiğimiz nokta,
verilen ümidin ulaşılamaz bir uçurumun kıyısından olmadığını öylesine sıcak bir şekilde hissettiriyor ki..

futbolda gelinen nokta, uzmanlar tarafından mali yapımızda yaşandığı söylenen olumlu gelişmeler,
şike karşısındaki onurlu duruşumuz vs.
benim için geldiğinde sayın ünal aysalı özel kılan yegane unsur, kendi egolarını arka planda bırakıp, işleyen tekere çomak sokmamasıydı.
bu bizim türkiyede hiç de alışık olmadığımız bir durumda,
önünde saygıyla eğilmeyi hakeden..

şimdi gelinen nokta,
aşılan engeller, yürünen yollar,
kimin ne derdi var bilmiyorum ama,
bizler gibi hayatına kırmızıya adamış bir insanın,
çıkıp da aileme daha fazla vakit ayırmak istiyorum demesi, işte üstünberk'in şimdiye dek en büyük eksisi..
ne bize satabilir bunu, ne de şubemizin geleceğini yazacak tarihe..

oturmuş bir sistemde kişiler gelip geçicidir ya,
halbuki bizim sistemimizin bir ayağı üstünberk, diğeri mahmuti,
yıllar yıllar sonra, bizlere "salonda umut var" dedirtecek noktaya getirenlerin,
hadi eyvallah diyerek çıkıp gitmeye hakkı yok,
o sebep,
hadi be üstünberk;
sen aşkından vazgeçme..
 
yazı değil bu, rica..
atın şu ölü toprağını üzerinizden, tarihimizin ilk top16 maçına çıkmamıza bir haftadan az kaldı.
bu konularda biraz duygusalım ben sanırım, burada yaratılan sinerjinin direk takımı etkilediğine inananlardanım.
cemal nalga skandalından sonra nasıl camianın ayağa kalktığı yerlerden biriyse gsbasket,
nasıl eurolig hiç kimsenin aklından geçmezken, başlattığı kampanyalarla, güzel bir bilinç oluşturduysa,
şimdi de sadece ve sadece top16'ya odaklanma zamanı..

gsbasketimiz bir süredir kötü günler geçiyor olabilir, fakat sorunlar çözülmeyecek gibi değil,
diğer tarafta, takımımız sezon başında yakaladığı ivmenin altında seyrediyor da olabilir,
sahip olduğumuz ve hala önemini kavrayamadığımız başarının mimarı üstünberk ile ilgili belirsizlik sürebilir,
ama işte burası top16, washington wizards'ın bugün gelse belki de ilerleyemeyeceği bir yapılanma,
ve galatasaray medical park artık orada..

o sebep,
eleştirecek noktalar olabilir,
mesela iyi bir uzun forvet transferi bu kadar zormuydu denebilir,
zaza sonrası bir b planımız olmaması acıydı diye serzenişte bulunulabilir,
aslında niyet edilirse,
hiç susmadan bu şube itibarsızlaştırılabilir..

tek bir cevabım olur;
galatasaray4euroleague..

nasıl başladığını hatırlıyorum, twittera yapılan ilk girdiyi,
sevgili demirhan tanıkla beraber takip ederken yaşadığımız heyecanı,
el ele, yürek yüreğe, adım adım ilerleyişimizi..

ve o geceyi,
rtyas karşısında sevgimi ölçüsüzce paylaşırken sakatladığım gsbasketlileri..

şimdi işte,
tam bu noktada,
saymaya başlamışken yediden geriye,
haydi beyler..

kimse yokken, biz buradaydık diyorsak eğer,
ve herkes gittiğinde, yine biz kalacağız iddiasındaysak,
şimdi birlik ve beraberlik zamanı..

önce gsbaskette, sonra tribünde organize,
daha güçlü, daha yanında, hep arkasında,
bu takım bizim eserimiz,
top16'nın üzerindeki imza da öyle olacak..

alın size hedef,
http://www.euroleague.net/news/i/92106/180 ;
galatasaray ulan !
 
İnandık biz sizlere,
Cimbom yüzümüzü güldür bu gece..

Her şey wild card denilen şeyi gözünü kırpmadan bize veren Eurocup görevlisinin başının altından çıktı.
O akşamı, Ayhan Şahenk'te nasıl bir tribün yaptığımızı, Arda Öztürk'ün İzmir'den gelişini, Şamil dostla beraber salona geçişimizi, sözlükten arkadaşlarla başlattığımız işbirliğini, koca koca bayrakları, ve "sen şampiyon olacaksın" pankartını, "düşülmeyen" bir sezonun ardından..

Bu gece denilmesinin sebebi, zaten iki sezondur, bize mutluluğa ve gurura giden yolu defalarca katettiren bir ekipten bu sefer daha da özel bir isteğimizin olması.

Ne kadar övünsek az,
Sinan erdem deplasman sayılmaz..

Evet örneği yok, bu gece bir ilki yaşatacağız, bu organizasyonu dünyanın farklı yerlerinden takip eden milyonlarca Avrupalıya. Muhtemelen şaşırmayacaklar, çünkü Gala adını daha önce duymuşlar, fakat basketbolda da futbolda yapabildiklerini ortaya koyması bu taraftarın, işte bu bizim nereye ait olduğumuzu tekrar hatırlatacak, bir süredir olmadığımız yerlere.
Her bir yeni ve camiamız adına büyük adımı atarken yaptığımız gibi geriye dönüp farkında olmadan neler biriktirdiğimizi hatırlamamızın da faydalı olacağını düşünüyorum, gerek kişisel gerekse ortak hafızamızda.

Öyle sahneler geliyor ki aklıma, sadece sahada kazanarak, iyi oynarak büyük takım olmuyorsun işte. Yol yürüteceksin taraftarına, ipekçiden metrobüse doğru, en soğukta, çok sıcakta. Durmak istemeyecek o taraftar, yürümeye devama niyetlenecek, sonra da ayrılmak istemeyecek birbirinden, farklı dünyalardan adamlar ortak bir kader yaratacak, yüzler beraber gülecek, sevda beraber ağlatacak..

Sonra,
sonrası yok,
bu yol hep böyle devam edecek, sadece aktörler değişecek..

Bu akşam işte o yolun, hem de en somutundan, keskin bir virajı. Gitmezse ayaklar, geçilmezse o viraj, şikayet edeceğimizden, ya da yolumuzdan dönmeye niyetleneceğimizden değil, zira daha çok var sevdanın son vuruşuna, ama işte koşar adım hale geçelim diye, bariyerlere inat peşindeyiz diye, galatasaray ulan diye diye !

Anadolu olmayan Efes, artık saygımız var sadece, sevgimizi kanalize edecek boşluk kalmadı, Galatasaraya dair olan sarıyla kırmızı her yeri kapladı diye, ama yine de, oraya "ona ait" geleni hoşgörmek de Galatasaray adabının en güzel sacayağı. Bu akşam dünyanın en saygılı truvası, hatta bu vesileyle zamanında lacivert ile beyaza boyanmış olanları tekrardan bu güzel çatıya çekip almanın hem vakti hem zamanı..

Konu Galatasaray olduğunda, geri kalan herşey teferruat diyenler için bir başka husus ise, bugün mümkün olduğu kadar uzun bir şekilde salonda kalma kararı. Efesli oyuncular deplasmanda oynamaya alışık, fakat kendi evlerinde böyle bir rakip desteği morallerini de kıracak onların, çünkü sporcu için bundan büyük demotivasyon kaynağı yok. O sebep, kırmızılar içimizde, takımımızın bize en çok ihtiyaç duyduğu ana dek, akıllıca organize olarak, hayda bre diyene kadar..

414-415 ve 124-125 tamamen bizde, altta şamil dost ve diğerleri, yukarıda biz, zaten tanıdık yüzler, yavaş yavaş toplanarak, sonrası ise hep beraber Galatasaray !

Yedi gün kaldı demiştim, birazdan ise yedi saat,
Öyle güzel ki sana gelmek, seni yalnız hissettirmemek..

Bu bir daha olmayacak,
O zaman artık sessizlik zamanı;
Efes geliyoruz !
 

Üst