Savas Karadag Yazıları

Pire; tam gidilecek yermiş..
Nedir kazancı, ümitler canlı olursa kendimize deplasman seçelim diyorduk, nereden bulacağız oradan iyisini..

Ege benim de, bazı diğerleri gibi, yüreğimi bırakıp döndüğüm yer,
Egenin diğer yakası da ikiye bölünmüş durumda, aslında tam da bizim gibi, orada da üçüncü bir nevi, tamamlayıcı.
Bir elimizde defneyle karşılayacak halimiz yok tabii ama, öyle benziyorlar ki bazen bize..

Onlar uzun zamandır Avrupa basketbolunun zirvesinde, imrenerek izlediğimiz cinsten, yeri geldiğinde sempati duyduğumuz,
Biz ise koşar adımlarla, dünyanın en virajlı tepelerinden birinde merdivenleri atlaya atlaya gitmeye çalışıyoruz yanlarına,
Nefesimiz kesiliyor tabii arada, çünkü ağırlık ortalamamızın üstünde bir hızla yürüyoruz, hatta koşuyoruz bu yolu,
Hatta unutuyoruz bazen, amacımız oraya çıkmaktı önce, sonra o tepede kalıcı olmak, ardından da kaptığımız rol için savaşmak..

Kendimizden parçalar kesip ekleyerek yarattığımızdan bu takımın, haketmedikleri kanısına varıyoruz bazen, ben varıyorum, biz, hepimiz,
Bazen ise kıyamıyoruz, kendi egomuzu takımımızın egosu sayıyoruz, ölçmeden, biçmeden, aynı kendimize davrandığımız gibi,
Hoyratça alabildiğine, sonrası ise pişmanlık hali, yine kendinle kalmışcasına..

Maça dair notlar, teknik konular, bunlara hep Tanju Çiçek değinmiş Galatasaraymedia'da,
4 numarada yaşanacak eşleşmeye dair tespiti en önemlisi, Oktay Hoca kitlesel halde Songaila'ya tepki vermemizin önüne geçmeli,
Ender, Tutku'nun yokluğunda artık akil bir oyuncu olduğunu, önce kendisini sonra takımı kontrol altında tutabileceğini göstermeli,
Lakovic gittikçe sorumluluk almaya başlamışken, artık şut ritmini de yakalayabilmeli, tabii Shumpert da.
Oyuncularımıza rollerini hatırlatacak halimiz yok, başımızda kapı gibi bir koç bulunmakta,
Ama keşke Shipp, bizim onu gördüğümüz gözle kendisini görebilse..

Yarın, saati geldiğinde,
Bu takım ilk defa kendi sahasında bir top 16 maçına evsahipliği yapacak,
Şu son bir buçuk yıldaki yazılarımı kontrol ettim de,
O kadar çok "ilk defa" lafını kullanmışım ki..

Tepkimiz hep daha iyi olalım diye,
Ama nankörlük noktasına gelecek sınır da iyi belirlenmeli.

Ne kadar övünsek az,
Peace and Friendship Stadium deplasman sayılmaz,
Kazanın da, Pire'ye peşinizden gelelim..

Not: Banvit maçının bench arkasını tekrar yaratmanın tam anlamıyla, tam zamanı,
Lütfen yenilmez armada ile gelin, gelin getirin..

Galatasaray ulan !
 
Epik hikayeler hemen dökülmez kelimelere, değerinin tam anlamıyla vücud bulması için zaman gerekir, belki çok, truva gibi..
"Biz beraber yürüyoruz, aileden birilerine teşekkür edilmez"
Ama denenebilir, aynen Galatasaray’ın denediği gibi, vazgeçmeden, geri adım atmadan, her bir yenilgiden ders çıkartarak, daha da büyüyerek, durak bilmeden, en tepeye niyetlenmiş.

Post-modernist bir yazı çıksın istiyordum ne zamandır, halbuki o kadar klasik bir hikaye yazıldı ki dün gece Abdi İpekçi’nin parkelerinde, modern ve ucuz Amerikan gençlik filmlerine ders verircesine, gelen her darbeye karşı yeniden ayağa kalkmanın kutsallığını vurgulayan..

Zor bir yoldan geldik, çünkü çok gerideydik, biz Topkapı ile o salon arasındaki yolu yürürken, adımlarımız takıma da yol oldu. onlar da yürüdü, bazen tepede güneş varken, ardından karın rüzgarı karıştığı bir gecede, farklı hikayeleri birleştirerek, bize her seferinde bir evimizden çıkıp diğerine gittiğimiz hissini yaşatarak.

Önce en karşıdaydım, biraz daha kişiselleştirirsek, bizim bench arkamızı izledim, karşıdan insanın iliklerine kadar işleyen kırmızıyı nasıl da güzel yarattığımıza tekrardan şahit oldum, bu takımla, o tribünün nasıl da paralel büyüdüğünü düşündüm, ve biraz da mağrur bir şekilde aynı simbiyotik ilişkinin gelecekte alabileceği yolu.
Nesil bile yaratabilir o koltuklar bize, belki blok, 2. jenerasyonumuz oradan izlerken maçı, bizim çocuklarımız diye bahsedeceğimiz..

Farklı bir şey yapıp maç özeline dönersek eğer, her epik hikayeyi yaratan ekibin içinden bir de “kahraman” çıkar ya, son sahne dahilinde tüm sorumluluğu eline alıp, zaferi kendi tarafına getiren. Bizim de elimizde bir adet Jamon Lucas Gordon mevcut, ileride daha da büyüyecek bu yapımın başrol oyuncusu..

En az onun kadar büyük oynayan Jaka, Jaka Lakovic ! Kaçırdığı şutların sayısını maç sonrası öğrendiğimde inanamadığım, maç içinde ortaya koyduğu yürek ile biz bu sefer bunu izin vermeyeceğiz hissi uyandıran, belki kumandan..

Ve, Koç Mahmuti !
Hikayenin yönetmeni değil, varedeni, yok hükmünden çıkaranı. Tarihe düşülen not o yüzden anlamlı, taa Peleponez Savaşı’ndan beri, açıp imzayı attığı güne döndüğümüzde karşımıza çıkan sahne ve şimdiki arasındaki fark, sadece “Cesur bir Yurek” işi..

Dörtnala koşmaya başlamamıza daha var, ama artık düzlüğe çıktık, gözünüzün önüne getirin o sahneyi, önümüz açık, koca bir evren tarafımızdan keşfedilmeyi bekliyor..

Geçtiğimiz sezon, 20 küsur yıl sonra final yaptığımızda, seri 3-1 olduğunda, sırf oralarda yalnız olmadıklarını hissetsinler diye yaptığımız zirve, ve Galatasaray basketboluna dair en güzel cevaplardan biri, her birimize.
Yine aynı gerekçeyle, ve dahası bu adamlar dibine kadar hak ediyor diye, haftaya nevizadede, aylar sonra gelen bir zirve..

Dün bu takım, son topa kadar getirdiği özel bir maçı çekip alabileceğini gösterdi, önce kendine, sonra elaleme. O sebep artık hayal falan değil, CSKA da yenilmez değil. Orada olmazsa burada, sonrasının hesabı Montepaschi Siena, kapanışın gala gecesi ise İstanbul’da, olmazsa da amenna !

Şimdi ise daha yüksek bir sesle, kim artık neredeyse;
Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar..

Galatasaray ulan !
 
Zirve başlığına şöyle yazmışım, uzun zaman önce;
"maçın adının güzelliğine bak.."

"Gün gelecek Galatasaray taraftarı böyle mağlubiyetlere sevinmeyecek"
Mahmudi hocam haklı, fakat herbirimiz bugün son toptan biraz önce gelecek bir yenilgiye razi.
Bazı çılgınlar ise değil, genelde çok optimist olduğum söylense de Galatasaray noktasında,
ki bu hayalcinin kibarcası,
bugün itibariyle yengiye dair acaba hesapları yapmadığım ilk maç öncesi yazısı..

Acıklı bence, çünkü ihtimaller dahilinde yüzerken dahi,
geçtiğimiz sezonun final serisinde, 5. maça, şampiyonluklarına doğru küfretmeye giderken,
nasıl "ah bi koysak ne güzel olurdu" diye düşünebiliyorsak,
bugün de o hakkımız olmalı, "bu takım bize hangi hayalleri yok pahasına sattı !"

Bir başka efsanemiz şöyle demişti ya;
"Galatasaray adının olduğu yerde her zaman umut vardır" diye,
bugün işte en dipsiz kuyulardan çekip çıkarmaya çalışma zamanı..

Çünkü bizim adımız Galatasaray,
biz Galatasarayız,
bugün sahaya çıkar,
Avrupa'nın en iyi takımına karşı; pat pat pat oynarız !

Zaten aramızda,
"Galatasarayı kaybederken sevmek daha bir güzel"
diyen manyakların da bolca olduğunu gözönüne alırsak,
al sana sevdaya en yakın olma zamanı..

"Bugün günlerden Galatasaray"
Galatasaray ulan !
 
hep sonradan gelir aklim basima,
gelmesin ama..

ekran basinda, keske orada olsaydim da, bagirdigimla laciverti engelleseydim denilecek mac degil,
kazanirsak gavurlarin basimiza icat ettigi ev sahipligi avantajini alacagiz final serisinde..

yok hayir, direk finale almiyorlar ne bizi ne de ezeli rakibi,
ama iste bu bir nevi allahin emri,
carsamba gunu itibariyle finalin ilk macinin nerede oynanacagi belli olacak bu ligde,
ve tabii muhtemelen en son macin da mustakbel salonu..

bu dert seni adam etsin diye bir cikis yapma luksumuz yok ceyhun hocaya,
fakat en ilgisizler nezdinde bile bir guvensizlik ortami olustugu ortada,
zira her sekilde finalde fenerbahceyi karsinda buldugun bir organizasyonda,
beni sadece fenerbahce maciyla yorumlamayin deme hakkin yok,
o senin hem ezeli hem reel rakibin,
o senin aynan,
galatasaray da en ust noktan, zirven..

bize dusen ise orada olmak, cunku kiyas goturuyor,
taraftar mi basariyi getiriyor, basari mi taraftari sorusuna verilecek cevabimiz hep ayni,
basarili oldukca degil, emek katildikca sevdik biz galatasarayi !

son final serisi, sampiyonluk maci, kirmizi gomlegimle yerimi aldigim caferaga,
bana, orada olsaniz size saldiran fenerbahceliler, agzindan tukrukler sacarak,
hani voleybolcu fenerbahceli arslanin, asla kufur etmez dedigi taraftar,
oyuncularimizin ailelerine sallanan yumruklar, benim bundan aldigim nasip..

bu sefer ilk mac bize gelirken, avantaja da sahip cikalim istiyoruz,
bu sefer fenerbahceyi geride birakip o kupayi sanli muzemize getirmek istiyoruz,
bu sefer, mayalarini sekillendirirken seref ile haysiyeti bilincli bir sekilde eklemeyen laciverte koymak istiyoruz,
cok mu sey istiyoruz..

o zaman carsamba,
moskovadan hemen once,
o kutsal yolda, omuz omuza,
galatasaraya dogru yururken,
evimizde, ailemizin yaninda,
en ortasinda, hep koynunda,
fenerbahceyi bekliyoruz,
ellerini actiriyoruz,
ondan sonrasi o kutsal formayi terletenlerin isi..

persembe zaten dolar,
carsambaya bekliyoruz herkesi ipekciye,
iki dilegimizden birini, pardon ikisini de birden gerceklestirmeye.

biz galatasarayi cok seviyoruz;
galatasaray ulan !
 
"burada güvensizlikler geride bırakılmalı,
burada bütün korkaklıklar ölmelidir."
böyle der dante alighieri, ilahi komedyası'nda, sanki abdi ipekçi cehennemi için..

aslında bu satırları bir gün olur da cska maçı için birşeyler yazabilirsem, başlık olur diye saklamayı düşünüyordum. fakat takım gibi bizim de geride bıraktığımız zaferlerde yaşamaya hakkımız yok an itibariyle, zira daha bu serüven tam gazıyla devam etmekte.
kuralar çekildiğinde, alınacak iki galibiyete ziyadesiyle razı olan, ve hatta bu iki galibiyet ile gruptan çıkabileceğine dair gayet makul hesaplar yapan bizler için önümüzdeki sahne sanki şairane.

üstelik üçüncü galibiyet bile bizim kendimizi avrupa'nın en büyük sekiz takımı arasına atmamıza yardımcı olmayabilir. yalnız hedef bu akşam için başka bir alanda da mesaj taşımakta basketbol çevrelerine; artık avrupa basketbolunun türk lokomotifi bambaşka !
uzun yıllar boyunca sirkeci veyahut haydarpaşa'dan kalkan avrupa basketbolu seferlerine sadece kondüktör olarak eşlik edebilen bir dev, tekrar ayakları üzerinde yükseldiğini zaten tüm kıta avrupasına göstermişken, sıra bir de türkiye'de zahir olanı görmeyi reddedenlere verilecek mesajda.

türkiye kupası sırasında yaşadığımız mental yorgunluğun, sevinmeye bizden çok daha fazla ihtiyacı olan bir alt seviyedeki ezeli rakibimizi sevindirmesi açısından yarattığı sıkkınlığı bir tarafa bırakırsak, gözünü avrupanın devleri arasına dikmiş bir klüp için bahsi geçen kupanın zaruri bir önem teşkil etmediği de ortada. ancak aynı mazaretin bugün asla geçerli olamayacağı da, maçtan önce oyuncularımızın kulağını usulca fısıldanmalı.

ilk top 16 maçında, bu akşam karşımızda olacak rakibin ev sahipliğinde, eurolig tarihinin en büyük deplasman çıkarmasını yapan bu taraftarın, akşamki görevlerini hakkıyla yerine getireceği, en objektif olmayı beceremeyen basketbol otoritelerinin dahi takdiri. tribündeki taraftarıyla bütünleşmiş, beraber savunma yapma şansına sahip oyuncularımızın öncelikli görevi ise, ilk maçın kahramanı savanovic ile vujacic'i devre dısı birakmak sanki..

başladığımız yerden, koşar adım vardığımız noktanın, dehşetengiz tarafını tekrar dillendirmek, şahitlerin bolluğu sebebiyle hayli yersiz olsa da, bu yürüyüşün temel aktörlerinden birisinin de #9 preston shumpert olduğu da asla unutulmamalı. makineli tüfek kıvamından tekleyen bir naganta dönüşen sevgili mert'in dönüşünün muhteşem olacağından hiç birimizin şüphesi yok, yeter ki bizler yanında durmaya devam edelim.

şimdi artık, sahneyi onlara bırakma zamanı,
"welcome to hell" efsanesi sanki geri döndü,
efes bekliyoruz, ve;
galatasaray ulan !
 
no tengo lugar,
y no tengo paisaje..

gidecek yerim yok dediğin zaman, kalmadığını hissettiğinde bir kapı, yüzünü ibadet edercesine abdi ipekçi'ye döndürür hayat,
orada #sontopakadar bir temaşa var diye..

"plansız bir hedef, sadece bir temennidir" der sevgili antoine de saint-exupery,
sayın hakan üstünberk ile ilk tanışmamızda, kendisinin bir önceki sezon son maçta kümede kalmış bir takıma biçtiği hedefin eurolig şampiyonluğu olduğunu öğrendiğimde, saygılı bir gülüş atmıştım ortaya, halbuki tüm delikanlılığı, imkansızlığı ayaklarına sermiş bir galatasaray'ın sempatizanı olarak geçirmeme rağmen.

kolay işler değil bunlar, başarmış olmamız da bir 'varlık' hali yaratmıyor aslında, en nihayetinde umuda bezenmiş bir yolculuğun en iddialı tiradının denk gelmesi gibi vardığımız nokta. ve belki de hiç bir zaman tekrardan yaşanamayacak güzellikte bir masalın, bizler tarafından payımıza düşmüş hali, ısrarla bencilliğimize malzeme edineceğimiz.

maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine denk gelmiş olanlar bilir, piramidin en tepesinde "kendini gerçekleştirme" ideali vardır, altından kalkması oldukça zor olan, genelde yolundan dönülen, veyahut oldum sanılıp üstelenmeyen, halbuki en derin şüpheleri geride bırakmanın yalın hali, kendi özüne dair ıslak bir yolculuk. sayın mahmuti "gerçek etti"..

cska moskova maçı, galatasaray basketbolu tarihinin anafikridir !

gruplar ilk belirlendiğinde, başlığını açarken, maçının adının güzelliğine bak diyen adamların, kurduğu hayalleri biriktirip, sattığı hayalleri karşılığında gerçeği satın almasıdır cska maçı, "önce galatasaray sonra hayat" diyenlerin ibadetidir, ve gidecek yeri olmayanların evidir, en güzel üşenmişliklerin tecrübe edildiği..

sahaya bir takım çıkar, kapanan ışıklar vardır, yapılan görsel şovlar, okunan bizden adamlar, kapanan gözler, birleşen totemler, kabaran omuzlar, 12 adama ek o varlığı içselleştiren sempatizanlar, ve açılan bir pankart;
beraberce, güzel günlere..

gavurların kalaşnikof üzerinden tanımladığı ak47, avrupa basketbolunun en iyisini, soğukkanlılığını asla teklemez imajı ile güçlendirmiş bir adamı kontrol dışına çıkarabildi ya bu taraftar, oturup artık eurolig temsilcileri ağlar, final 4'te sanki hep bir eksik var.

ben endülüs emevilerini düşünüyorum o güne döndüğümde, ya da ilk olimpiyatları, sanma ki geçmişin herhangi bir birikimi o günün unutulanı, aksine her birisinin toplamı. cska maçı bir varlığın yoklukla toplamının umutla olan imtihanı, bazılarının şampiyonlar ligi heyecanı, bazılarının ömürlük dozda galatasaray ihtiyacı !

arkadan kanun veyahut ney sesi gelirken bir kaybolma ihtiyacı beliriyorsa, fakat sonradan muadilleriyle yetinmek kabul edilebilir hale geliyorsa, en birincil sebep, şüphesiz yok olmanın en güzel tecrübesinin cska karşısında dostlarla beraber yaşanmış olması. ayırırsak eğer gruplara, çılgınca sevinenlerin yanında bir de huşu içerisinde hazmetmeye çalışanlar, sırf hayat hesaplamalarını yaparken bugünü de yazsın diye değil, bilemediğinden, tanımadığından böyle bir sevinci, kategorize edemediğnden..

basketbolda dört sayılık basket yok ama, kazanmak için son düdüğü bekleyenlerin bir hikayesi var, dört olan farklarda..

galatasaray sanki huzursuz bir sakinliğin, nefes alınabilir hali,
yaşamak için ihtiyacı zaruri olan,
avrupanın en iyisine tüm organizasyonda tek yenilgisi aldıran,
sonra dönüp lokal liginde ağırlığını koyan..

gordun'un mükemmel oyunu,
muhteşem savunmamız falan,
hepsinin toplamı hayat ya,
hayat da galatasaray ya,
cska maçı işte, o hayatın elimize verilmesinin başat sebebi..

avrupada kıpkırmızı bir gece,
on küsür yıl sonra anmaya devam edeceğimiz,
çünkü bizim artık gidecek bir yerimiz var,
sıcaklığı cehenneminden gelmeyen,
ailemizi umuda ortak eden,
bizi bize ekleyen,
toplamımızdan yine galatasaray'a ulaşan,
kendini gerçekleştirme fiilini nirvanada bırakan..

sahneler, sözler, haykırışlar, inanmazlıklar,
umutlar, yokluklar, gururlar,
ve tabii sarılmalar, sonra da bitmeyen sevdalar,
hocam,
önce galatasaray sonra hayat;
galatasaray ulan !
 
"seni gördüğüm zaman, hayat sanki son bulur, kalbim durur dilim tutulur
seni gördüğüm zaman, can bedenden kesilir, her şey senden sonra gelir"

bunu söylerken içinizden fışkıracak gibi olan çoşkuya ne sıklıkla denk gelebiliyorsunuz bilmiyorum. uzun zamandır benim elimde sadece galatasaray erkek basketbol takımı var, bu yoğunluğu yaratan hormonu salgılatan, yavaş yavaş da fatih hoca önderliğinde futbol takımımız. bize avrupada bu armanın neler yapabileceğini gösteren ilk yapılanmanın merkezi olan ekip yani.

bir hikaye anlatır zülfü livaneli son kitabında, özel bir mezarlıktan bahseder, mezar taşlarına doğum ve vefat tarihlerinin değil, aksine küsüratlı sayıların yazıldığı bir ebedi istirahat mekanından. çünkü sadece hayatta gerçekten dibine kadar mutlu olduğu gün sayısı kadar yaşamış sayar kendilerini burada uyumayı seçenler, 23 gün gibi mesela.

bilmiyorum kategorizasyon yöntemlerinizi, fakat kendi adıma dostlarla paylaştığım "zahir" hikayemin dışında, benim için o kronometrenin tuşuna bastıran yegane unsur, galatasaray, ve onun "bizden olmayanları yenmek" için er meydanına çıktığı arena günleri. geriye doğru sayarak biriktirmenin bile gülümseten cinsten olduğu, bir 17 mayıs gibi veyahut içinde kaybolduğumuz bir 9 şubat yokluğu.

büyük osborne'un dediği gibi "birine merhaba demenin bile bir sorumluluğu varken" kendisine "arma sevdalısı" diyen toplulukların, bugün yüreklerini koydukları o kırmızı adına, akıp gitmeleri lazım, karşı yakanın derinliklerine. mecra farketmeksizin, branş ayırmaksızın, galatasarayın o şanlı müzesine bir kupa, bir avrupa kupası daha kazandırabilmek noktasında yapamayacakları fedakarlık olmadığnı gösterircesine.

galatasaray kadın voleybol takımı, bu büyük camianın sayılı neferleri haricinde, şimdiye kadar hakettiği desteği alamadı, kalabalık yığınlardan, çeşitli bahanelerle. ve geldikleri noktaya kadar sırtlarında taşıdı bazılarımız onları, armadan aldıkları kuvvet ve azimle. şimdi ise bir nevi özür maiyetinde ulaştırmak gerek onları göklere, işte galatasarayımızın kırmızı, kıpkırmızı melekleri diye..

ibn-i haldun'un "coğrafya kaderdir" tespitine inat, asla çevresiyle yetinmeyen, kendisine ezeli ve ebedi olarak gösterilen rakipleri alabildiğine geride bırakarak, "öteki"ye doğru yol alan, vizyonuyla ülkemize, vatanına dahi yol gösteren galatasaray camiası için, şimdi bir daha, yine, yeni, tekrardan, yaradılışına hizmet etme zamanı.

ve evet, bugün sen yoksan, bir eksiğiz,
ve sen de öyle.
haydi galatasaraylı;
şimdi kupa zamanı..

galatasaray ulan !
 
28 Mart - 1 Nisan 2012 tarihleri arasında düzenlenen Kadınlar Euroleague Final 8 organizasyonunun evsahibi sıfatına sahip tüzel kişisi Türkiye Basketbol Federasyonu değil, Galatasaray Spor Klubüdür! Bu sebeple, Galatasaray kadın basketbol takımımız play-off maçlarını oynamadan direkt olarak Final 8 maçlarına dahil edilmiştir.

Öncelikle bunu kafamızın içine sokup, bir yerlerde muhafaza edeceğiz. Zira dün yaşanan rezaletler silsilesinin birincil müessibi, yüce (!) Türk polisinden bile önce, Galatasarayımızın kadın basketbol takımını yöneten niteliksizler kümesidir. Kendilerini geliştirmek yerine oldukları yerde sayan, işgal ettikleri koltuğu 16-17 yaşındaki çocuklar tarafından yönetilen saçma sapan sitelere transfer duyumu vermek üzere kullanmak dışında hiç bir vasfa sahip olmayan bu güruh, Galatasaray tarafından şimdiye kadar evsahibi olarak düzenlenen en büyük organizasyonu rezil-i rüsva etmekle kalmamış, üstelik bir de ezeli rakibimize peşkeş çekmişlerdir.

Tez vakit, tüm yetkileri alınarak, kapının önüne konmadıkları sürece, Galatasaray kadın basketbol takımı boynumuzu eğmeye devam edecektir !

Saha içine gelirsek eğer, belki de Galatasaray tarihinde başa gelen en büyük talihsizliklerden biri olan Ceyhun Yıldızoğlu her zamanki gibi, hem takımı organizasyona hazırlayamamış, hem de müsabaka sırasında acziyetini tekrar tekrar gözler önüne sermiştir. Takım tarihinin en büyük yatırımının yapıldığı süregiden sezonda, potansiyeli kullanmak bir yana, sürekli daha geriye doğru gitmemize vesile olan Yıldızoğlu, anlaşamadığı ve yönetemediği oyuncularla, şanlı müzemize ekleyebileceğimiz o en büyük kupayı göz göre göre baltalamış ve Fenerbahçe'ye ikram etmiştir.

Yerli oyunculara verdiği "siz ofansif tarafta görünmez olun, savunmada sorumluluk alın" şeklindeki talimatlarıyla takımı parçalara bölen sayın Yıldızoğlu'na karşı hiç bir duruş sergileyemeyen, ve bu durumu sadece bir bahane olarak alıp olduğu yerde sayan sevgili Işıl Alben ve Bahar Çağlar'ın da Galatasaray kariyeri artık sona ermelidir !

Bu taraftar, işini, gücünü, ailesini, okulunu geride bırakıp Galatasaray'ına koşan bu taraftar, dün sizler yüzünden dayak yedi, ve sizin ruhsuzluğunuz o cop darbelerinden de, biber gazından da daha çok koydu bizlere !

Gelgelim yüce Türk polisine;
Sahaya atilan torpiller, momentumun Galatasaray'a geçtiği her an oyunu durdurmalar gibi, Fenerbahçe kültürünü simgeleyen her harekete sessiz kalan, diğer taraftan maç bitiminde sahayı terketmeye çalışan Galatasaray taraftarına saldıran emniyet teşkilatı, her zamanki gibi kendisine yakışanı yapmıştır. Fenerbahçe taraftarı ile aramızdaki polis barikatının hemen bittiği yerde maçı takip eden grup olarak, Galatasaraylı oluşumuzu cezalandıran polisler, çıkış kapılarını da kapatarak bizi iki taraflı kıstırmış, ve böylece olası terör eylemlerine hazırlık noktasında da başarılı bir tatbikat gerçekleştirmişlerdir.

Başkanı şikeden içeride olan bir klubün karşısında bizi böylesine ezdiren yönetim kurulumuzu ise sayın Abdurrahim Albayrak dışında can-ı gönülden tebrik ediyorum. Galatasaray taraftarı kendisini her seferinde böyle sahipsiz bırakan isimlere karşı desteğini sürdürdüğü müddetçe canının yanmasına nasıl olsa alışacaktır.

Son tahlilde, geriye dönüp bakıldığında ortaya çıkan tablo, önüne bakan bir yönetim, gelecek sezona hazırlanan bir şube idari heyeti, görevine devam eden bir koç, ve muhtemelen gece amirleri tarafından tebrik edilen emniyet mensupları.

Bizim tarafa döndüğümde ise, kafasına cop darbeleri yiyen fatih, biber gazından bayılan can, alnında kuruyan kanıyla caner, çünkü bizim suçumuz Galatasaray taraftarı olmak..

ama işte siz de unutmayın,
en nihayetinde;
bir düşer bin kalkar !
 
#bugungunlerdengalatasaray diyecekler icin yarin gunlerden besiktas carsisi.

cok guzel bir varlik hali, herbirimizin farkli vesilelerle yolunun dustugu, bir nevi icsellestirdigi, en guzel rotalarini merkez eyledigi bir mekan, haddini bilmeyen kucuk kardes gibi..

besiktas iste, siyah ve beyaz, avrupa yakasinin yaramaz cocugu, olmasaydi da, fenerbahce ile aramizdaki durumu kita muhabbetine dokebilseydik dedirten cinsten bir birikim.

benim hayatta en sevdigim uc varlik bu takimin birer temsilcisi. ikisi sag, birisi artik aramizda degil, en onemli olani. ucu ile de gorusemiyorum gerci, birisinin sebebi malum, digerlerinin yok hanesindeyim, sar, sar, beni sana sar, dedirtecek cinsten iletisimleri geride biraktigim.

biz en son yaristigimiz ligin normal sezonunu en ustte tamamladigimizda, birakin bizim jenerasyonu, bir usttekiler bile bihabermis sartlardan, sari ile kirmizi cok kucuk bir zumreyi tatmin etmekteymis potanin icinden gecen toplar ile. belki de herbirimizin gozunu potaya dikmesinin uzerinden gecen sure zarfi icerisinde ilk defa normal sezonu en tepede, galatarayimiza yakisan yerde bitirme sansi, bu sube icin.

bilmiyorum, cska maci, ve oly, tabii efes, oncesinde lokal cekismeler, tika basa dolan bir abdi ipekci, evimizi soranlara tarif ettigimiz mabed, yarin ne olacak hali.. eksik biraktigimiz yerler oldugu ortada, fenerbahce ile karsilastigimizda yasanan sikintilar hala hafizalarda, ve kime diyebilirsin ki, bu sefer guvenli ol, surlarin yaninda galatasaray var diye.

ama sehrin yaramaz cocuguna, buyuk abi, asil patron kimmis diye hatirlatma zamani geldiginde, koca koca puntolarla, her bir suursuzun zihnine altin harflerle eklesin diye, ve bu sehrin avrupa yakasinin tek buyugu adini her bir tarafa kazimakta kararli diye, yarin yanindayiz galatasaray !

belki ararlar diye, kapali bir telefonla,
birakin da yalnizligimi kirmizi ile odullendireyim diye,
monsuh falan epik olmayan bir hikaye,
furkani, andrici ve digerleri ile,
tum avrupada yilin en gelisen hikayesi,
yarin tekrar vizyonda,
abdi ipekci sahnesinde;
galatasaray ulan !
 
hani boyle istersin ya icinde bulundugun yapinin temeli saglam olsun,
oktay mahmuti oyle bir opsiyon sunuyor ki, olacak sarsintida altinda kalacaksam bile yalniz degilim..

persembe gunu yasanan rezaletten sonra yarin tekrardan ipekci areneda yerini alacak olanlara mesajim var diyecegim ama, kan kussa, yarini kacirmayacak dostlarla yaptik biz o omuz omuza keyfini..

kapanan kapilar, capraza alinan taraftarlar, galatasaray icin son defa alindigi dusunulen nefesler.. normal sartlarda, sadece rakipleriyle ugrasmasi gereken bir camia, ve arkasindan, diz cokse de karsimiza alsak diyen rakipleri.

evet lokomotif olan futbolda iyi gidiyoruz,
fakat konu amator sporlar olunca hala sikayetciyim unal aysal yonetiminden, cunku bekliyorum ki, galatasaray adinin yaristigi her bir alanda, korku yaysin bu renkler, kirmizi (!) diye bagirsin rakipler..

yarin, biz ne kadar onurlu saymak istesek de,
yildirim demiroren tarafindan kirletilmis bir besiktas var karsimizda,
dusene bir de biz vuracagimiz icin degil,
o hadsizler nasil bir camia ile ugrastiklarini hatirlasinlar diye,
yerimizi alacagiz mabedimizde..

sonra bir cilgin firlayacak,
tukenmez umudum diyecek,
ben en son,
aslan gibi savas, galatasaray !
ile hatirlayacagim kendimi,
ve inan sen yokken bir omuz eksik,
besiktasa, federe edenlere, maci yonetenlere, ve kolluk kuvvetine inat derken,
sen yokken bir eksigiz,
kop da gel,
ve;
galatasaray ulan !
 
bunun keyfi bambaşka..
ali sami yen stadımızın, arenaya taşınan en önemli geleneklerinden bir tanesi de, maç günleri bizlere istanbul’da, ülkenin dört bir yanından koşup gelen galatasaray sevdalılarını ağırlama keyfini yaşatması olmuştur.

otobüslerin önünde yazan şehir isimlerine bakıp, geldikleri yerde sahip olunan kişisel birikimlerin doyasıya hatırlanmasını sağlayan, omuz omuza ritüeline geçilince, sanki koca bir şehri "türkiyedir galatasaray" mesajı verircesine omuzlamanın tadına vardıran eşsiz bir gelenek.

benim nazarımda bu durumun bir üst versiyonu ise benzer seyahatlerin "amatör sporlar" olarak nitelendirdiğimiz basketbol ve voleybol takımlarımızın peşinde yapılanıdır. benzer çapta yapılan organizasyonlar olmasa dahi, yeri geldiğinde bireysel olarak armanın peşinde gezgin olan bazı isimleri tanımak benim için gurur vericidir.

bu güruhun bazılarını tanıyor olmanın yaşattığı onurla beraber, bu geceye dair umutlanmamın önemli sebeplerinden birisi de bahsi geçen ekibin önemli isimlerinin başkentimizin galatasaray neferleri arasında olmasıdır. "ne kadar övünsek az, ankara deplasman sayılmaz" sloganını gögsümüzü gere gere istanbulun dört bir tarafında dillendirmemizi sağlayan ankara tayfası bugün de mutlaka armamızın yanında olacaktır.

ezeli rakibin belki de hiç bir şubede olmadığı kadar karşımıza favori çıkıyor olmasını, küçük bir ayrıntı olarak gören galatasaray taraftarının, görevini layıkıyla yerine getirdiğini fark eden kadın takımımız da, temsil ettiği armayı en tepeye çıkarmak için verdiği mücadeleden asla dönmeyecektir.

haydi kızlar,
galatasaray adının olduğu yerde her zaman varolan umudu sunun bize..
 
Emre Çolak, Semih Kaya
Göksenin Köksal, Furkan Aldemir..

Galatasaray Spor Klubünün tarihinde, hem futbolda hem de basketbolda şampiyonluk kupasına ulaşılan tek bir sezon vardır. 1968-69 sezonunda rakiplerimizi geride bırakarak yeryüzündeki en popüler iki sporda duble yapmayı başardığımız bu sezon, benim nazarımda tarihimizin en anlamlı kilometre taşlarından bir tanesidir.

Aynı başarıyı göstermeye belki de hiç olmadığı kadar 2011-12 sezonunda da yaklaşan Galatasaray Spor Klubünün, devam ettiği yürüyüşünde yarattığı asıl fark ise yukarıda adları yazan isimlerin bu tarihi başarının altında yaldızlı bir imzaya sahip olacak olmalarıdır. Galatasaray’ı “ötekilerden” tarih boyunca ayıran ve ayırmaya devam edecek özelliği de bu noktada ortaya koyduğu vizyondur. Sadece kazanmayı değil, üretmeyi ve yetiştirmeyi şiar edinmiş bir camiaya bu isimlerine ne kadar yakıştığı da ortadadır. Zira; Galatasaray bir ideali olanların yekpare halidir !

Thucydides, Peleponez Savaşını anlattığı eserinin bir kısmında Melian Diyaloglarından bahseder. Tarihte ilk defa realizm ve idealizmin kıyaslandığı bu başyapıtın en heyecan verici kısmı olan diyalogda, çıkarlar için görmezden gelinen ahlaki değerlere atıfta bulunan Thucydides, kendisinden sonra gelecek olan Hobbes ve Machiavelli gibi isimlerin de fikirsel altyapısını bu şekilde hazırlamıştır.

Varolduğu coğrafyada ortaya koyduğu idealist duruşun karşısına, realist perspektifin en kusursuz haliyle vücud bulduğu bir ezeli rakip çıkartılan Galatasaray en olumsuz şartlarda bile sahip olduğu vizyondan taviz vermeyerek, ülkemizi de farklı platformlarda her zaman hakkıyla temsil etmeyi başarabilmiştir.

Kazanılması imkansız görülen Çanakkale Savaşı’nda dahi vatan için gözünü kırpmadan koca bir devresini kaybetmeyi göze alabilecek kadar onuruna düşkün bir camia ile, işgal yıllarında düşmanla maç organize edebilecek kadar realist olan karşı yakanın ezeli rakip olarak karşı karşıya gelmesi ise tabii ki bir tesadüf değil, aksine binlerce yıllık bir tarihsel birikimin dışavurumudur.

İşte bu sebeple 2011-12 sezonu başka bir özelliğiyle daha da ön plana çıkmakta, ve yaşanması muhtemel çifte şampiyonluğu manevi bir boyuta taşımaktadır. Zira bir önceki sezon, “kazanmak için her yolu mubah gören” ezeli rakibinin tüm foyası ortaya çıkmasına rağmen “güce tapanlar” tarafından savunulmaya devam ettiğini gören Galatasaray camiası için sahada ve parkede verilecek mesaj, temsil ettiği değerlerin korunabilmesi anlamında da ayrı bir öneme haizdir. Yaklaşık 45 yıl sonra yaşanacak bu gururun böyle bir sezona denk gelmesi ise hiç şüphesiz Yaradan’ın yüce takdiridir.

Fatih Terim ve Oktay Mahmuti gibi iki adet ismin önderliğinde “aslan gibi savaşan” Galatasaray temsilcileri için artık vakit hasat zamanı, yarın da adaletin kılıcının “onurlular” tarafından sallanmaya başlanması için ideal bir gece,
ve sen soluksuz bekle bizi Fenerbahçe..

Galatasaray ulan !
 
Miladi takvimlerin 1588 yılını gösterdiği sene, İspanyol "yenilmez armada"sı, doğru bir şekilde yönetilse ve Büyük Britanya imparatorluğu ile yaptığı savaşı kaybetmese, dünya tarihi muhtemelen çok farklı bir güzergahta ilerleyecekti. Tarihe "yenilmez armada" olarak kazınmış bir ekibin, böyle bir yenilgiyle hatırlanması nasıl bir paradoks değil mi.

Muhtemelen Fenerbahceliler beş asır önce yaşıyor olsalardı, İspanyol donanması için de böyle yenilmez armada olmaz derlerdi, çünkü bu unvanın ispanyollara verilmesinin altında yatan kudreti anlayabilmeleri mümkün olmazdı..

Konuya biraz ilgisi olanlar rahatça anlayacaklardır, buralarda sıklıkla karıştırılsa da, muharebe ile savaş arasındaki farkı. Maalesef ki büyük bir savaş kaybeden İspanyolların tarih boyunca bir daha aynı kudretle sahneye çıkma şansı olmadı. Fakat aynı süreç, sadece belirli bir süre hakkıyla yönetilmediği için muharebeler kaybeden Galatasaray basketbolu için, tabii ki hep böyle işlemeyecekti..
İhtiyacımız olan donanma komutanının dümene geçmesi bekleniyordu sadece.

Fenerbahçe ve Ülker takımları birbirleriyle içiçe geçtikten sonra, kırmızımız her bir sezonu gerisinde kapadı bu tröst olmaya çalışan organizasyonun, taa ki dün akşama kadar. üstelik sadece karşı yakanın değil, tüm ligin en tepesinde bitirmek için normal sezonu artık üç adet müsabaka kalmış durumda önümüzde, gerektiği takdirde son topa kadar savaşılarak kazanılacağından emin olduğumuz.

Derbilerin tadı bir ayrı malum, en çok da bu heyecanı ilk defa yaşayan çocuklara denk gelmek mutlu ediyor benim bünyeyi. Furkan'ın smacında elini bükerek havaya zıplayan, rakibin serbest atışlarında babasından kaptığı atkıyı kolları yetiştiği kadar açıp sallamaya çalışan, kırmızının tribünlerini emanet edeceğimiz çocuklar.

Büyüyoruz vesselam, döndüğümüz yeri unutmadan, şanlı tarihimizin hakkını vermeye başlarak, emin adımlarla, aslan gibi savaşarak..

Son tahlilde, galatasaray formasını bir "winner"in üzerinde görmek apayrı bir keyf, bu yürüyüşte,
ve lakovic'in yanında, duble çift haneleri gören furkan aldemir,
performansı hiç düşmeyen jamon lucas,
ve sonra büyük, büyük kaptan !!

Artık tamamen döndük, galatasaray egemenliğine doğru seri adımlarla,
içimizi belli aralıklarla rahat ettirerek;
Galatasaray ulan !
 
neden caferağa ?
çünkü "asimetrik savaş" için daha uygun bir yer yok. kavramı fazla esnettiğimin farkındayım, ilk tercihim "dördüncü nesil savaş" olacaktı aslında, çünkü bildiğin terörizmi kullanıyor adamlar o yuvada, fakat mücadele hukukuna ve kültürüne uygun davranmadıkları için daha cazip geldi asimetrik olanı.

sen geleceksin, hemen her ortamda avrupa'nın en büyük ve modern salonlarından birini yapmakla övüneceksin, sonra da ahırdan bozma caferaga'da maç oynatacaksın. hayır rakibine olan saygını geçtim, kendi oyuncularına, senin formanı temsil edenlere yapılan nasıl bir saygısızlıktır bu, örneği yok. lakin tabii ki bu durum sebepsiz değil, zira daha önce de bahsettiğim üzere, karşı yakanın kültürü makyavelizm üzerine oturtulmuş, onların düsturunda başarıya giden her yol mübah..

geçtiğimiz sezonki final serisinden önce, takımı caferağa'daki son idmanından önce ziyaret ettiğimizde, ceyhun hoca ile "topyekün savaş" konsepti üzerine konuşmuştuk. rakibin bu çirkef tavırlarına karşın ayakta durabilmek için, aynen cem akdağ'ın takımın başında olduğu zaman gibi tek yumruk bir bütünleşmenin galibiyeti getireceğine dair inancımı paylaşırken, bizlerin de tribünde belli yerlerde onların yanında olacağımızın sözünü vermiştim.

alaniyetle hakkımızın gasp edildiği geçtiğimiz sezonki final serisinin son maçının ardından, takımın bu sezonu onur mücadelesine çevirerek, her bir maçı fenerbahçeyi beklercesine oynayacağını umarken, karşılaştığımız durum ise tam anlamıyla bir hayal kırıklığı olmuştur. son periyodunda tek haneli farklara rağmen bırakılan fenerbahçe maçının ardından, eurolig müsabakasında en kritik anlarda atılan geri adım, belki de tarihte hiç olmadığı kadar taraftar ile kendi armasını taşıyan takımının arasını açmıştır.

bizlerin inanmak için tek bir hamlesini beklediği takımımızın, caferağada iki gün arayla yaşattığı kırıklık ise tarifi imkansız hasarlar yaratmıştır. kendileri uğruna polisin çirkin saldırılarına maruz kalmış taraftarı için bile ortaya yürek koyamayan bu takım, başta idarecileri, sonra teknik ekibi en son da oyuncularıyla beraber hatırlanmak istenmeyen bir sezonun daha altına imzasını atmıştır.

caferağadaki son maça kırmızı gömleğiyle gidecek kadar bu takıma inanan ben bile kararsızlık yaşarken, hayatımda ilk defa kimseye bu akşam salona gelin diyemem, ve fakat şunu da unutmam ki;
"tükenmez umudum, varsa sarı kırmızı formasında" !

"münakaşada zafer mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir."
kendisinin cemil meriç'in bu mottosunu içselleştirdiğini düşündüğüm ceyhun yıldızoglu için artık çok geç olsa da, başta federasyon olmak üzere ülkedeki tüm basketbol odaklarını asimetrik bir şekilde aleyhimize kullanabilen karşı yakaya karşı oynacaksak da, en nihayetinde hatırlanmalıdır ki;
"üstündeki forma güç verir size,
hakkını verin sadece".

ve galatasaray ulan !

not: bu şubeyi sevdiğimiz zamanlara dair en güzel imzalardan birinin altında onun ismi yazıyordu. mihriban oğuz'a nice nice yıllara..
 
Önsöz: Galatasaray'a dair olanı biriktirirken sahip olduğumuz en özel parçalardan birini Ernoyan o kadar güzel anlatmış ki; üstüne söz söylemeye dilim varmadı. Peşisıra, sonsuza kadar !

"Bir takım düşünün ki kurulduğu günden bu yana etkisini tüm Dünya'da hissettirsin. Bir takım düşünün ki elindekilerle yetinmeden, başarıya her zamankinden daha aç şekilde mücadelesine devam etsin. Bir takım düşünün ki sadece renkleri değil, belli bir zümreyi temsil etsin. Bir takım düşünün ki modern spor tarihinde kimselerin kuramadığı hanedanlığını tüm Dünya üzerinde kursun.

Tabii ki Engelsiz Aslanlardan bahsediyoruz.

Gelin, hep birlikte tarih yazanların tarihini inceleyelim.


Kuruluş

Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, Engelsiz Aslanlar, kulübün 100. kuruluş yıl dönümünü kutladığı 2005 yılında dönemin başkanı Özhan Canaydın, Galatasaray'ın kurucu üyelerinden olan Refik Cevdet Kalpakçıoğlu'nun torunu Sinan Kalpakçıoğlu, Yavuz Kocaömer ve antrenör Sedat İncesu önderliğinde kuruldu. Galatasaray Spor Kulübü için oldukça anlamlı bir dönemde kurulan Engelsiz Aslanlar, Ali Sami Yen'in de kulübün kuruluş amacında belirttiği gibi "Türk olmayan" takımları yenmek, sadece Türkiye'de değil, Avrupa'da ve Dünya'da başarılar elde etmek, kupalar kazanmak, o güne kadar çok az insanın bildiği, tanıdığı, sevdiği tekerlekli sandalye basketbolunu Galatasaray ismi ile tüm dünyaya tanıtmak, branşın gelişimini sağlamak ve Türkiye'de engelle insanlara olan bakış açısının değiştirilmesi, geliştirilmesi gayeleriyle yola çıktı. Şubenin başına Sinan Kalpakçıoğlu getirilirken, yaşadığı sakatlıklardan ötürü basketbolu bırakmak zorunda kalıp, üniversite yıllarında tekerlekli sandalye basketbolu ile tanışan ve o günden bu yana kendini bu spora adayan Sedat İncesu da koç olarak takımın başına getirildi.

İlk Yıllar

Kuruluş gününden bu yana gelişimini sürekli sürdüren Engelsiz Aslanlar, 2005-2012 yılları arasında 5 Türkiye Süper Lig şampiyonluğu, 3’er kez de Avrupa Şampiyonlar Kupası ve Kıtalararası Kupa (Kitakyushu Kupası) şampiyonluğu kazandı. Sarı kırmızılı ekibin sezonlara göre hikayesi şu şekilde gelişti:

2005-06 sezonuna doğrudan Türkiye İkinci Lig A Kategorisi’nde başlayan Galatasaray, kadrosunu o dönem milli takımda da yer alan iyi oyuncular ile oluşturdu. Ferit Gümüş, Ali Asker Turan gibi isimlerin yer aldığı Engelsiz Aslanlar, gerek grup mücadelesinde, gerekse Antalya’da düzenlenen yükselme maçlarında göstermiş olduğu yüksek performans ile tüm rakiplerini farklı skorlarla geçerek, mağlubiyet almadan Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Lig’e yükseldi.

2006-07 sezonunda kadrosunu Özgür Gürbulak, Petr Tucek, Serdar Andaç ve Uğur Savluk ile güçlendiren Galatasaray, Aytaç Ercan, Abdulgazi Kahraman gibi oyuncuları ile yollarını ayırdı. Yeni sezona Türkiye Süper Lig’inde şampiyonluk parolası ile başlayan Engelsiz Aslanlar, öte yandan Türkiye’yi Avrupa arenasında temsil etmeye de hazırlanıyordu. Süper Lig’de normal sezonda tüm rakiplerini yine farklı skorlarla mağlup eden Galatasaray, play-off yarı finalinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ve finalde Beşiktaş’ı maç vermeden geçerek ilk sezonunda namağlup şampiyon oldu.

Aynı sezon Avrupa macerasına eleme grubu ile başlayan Galatasaray, Belçika’nın Roller Bulls, Fransa’nın Toulouse, Yunanistan’ın Paska ve Hollanda’nın SC Antilope takımları ile aynı grupta yer aldı ve yine tüm rakiplerini farklı mağlup ederek iki numaralı kupa olan Andre Vergauwen Kupası’na katılmaya hak kazandı. İtalya’da düzenlenen organizasyonda İtalya’nın Stefano, Fransa’nın CAPSAAA ve İspanya’nın Amfiv takımı ile aynı grupta yer alan Engelsiz Aslanlar Stefano’yu 78-74, Amfiv’i 73-64 ve CAPSAAA’yı da 71-60 mağlup edip yarı finale yükselmesine rağmen yarı finalde eşleştiği Alman Bonn’a 77-82 mağlup olmaktan kurtulamadı. Bu yenilgi Engelsiz Aslanlar’ın resmi maçlarda aldığı ilk yenilgi olarak kayıtlara geçti. Grupta mağlup ettiği Stefano ile üçünlük maçı için tekrar karşılaşan sarı kırmızılı ekip, rakibine bu kez farklı boyun eğdi ve turnuvayı dördüncü sırada tamamladı.

Eşsiz Dominasyon

Önüne koyduğu hedefleri bir bir gerçekleştiren Engelsiz Aslanlar, 2007-08 sezonunda Avrupa’nın en büyüğü olmak için yola çıktı. Serdar Andaç, Şuayip Kablan, Uğur Savluk ve Volkan Aydeniz ile yollarını ayıran Galatasaray, Yalova’dan İsmail Ar, İsveç milli takımının yıldız oyun kurucusu Hussein Haidari ve Avustralyalı yıldız oyuncu Justin Eveson ile kadrosunu daha da güçlendirdi. Süper Lig’de normal sezonu yine namağlup bitiren sarı kırmızılılar, yarı finalde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni, finalde ise Kent Cadbury Engelli Yıldızlar’ı maç vermeden geçerek üst üste ikinci kez şampiyonluğa ulaştı.

Avrupa macerasına Fransa’daki eleme grubu ile açan Galatasaray, Fransa’nın Meaux, bir önceki sene Andre Vergauwen Kupası yari finalinde yenildiği Almanya’nın Bonn, İsrail’in Beit Halochem ve Büyük Britanya’nın Oldham Owls takımı ile Şampiyonlar Kupası’na katılabilmek için mücadele etti, tüm rakiplerine farklı üstünlük kurarak grubu namağlup lider tamamladı ve turnuvaya katılmaya hak kazandı.

İspanya’nın Madrid şehrinde düzenlenen turnuvada ev sahibi Fundosa, İtalyan Taranto ve Fransız Hyeres ile aynı grupta yer aldı. İlk maçında Taranto’yu 69-55 geçen sarı kırmızılılar, ikinci maçında Hyeres’i 79-49 mağlup etti ve son maçında ev sahibi Fundosa’yı 66-50 mağlup ederek yarı final oynamaya hak kazandı. Yarı finalde, eleme grubunda karşılaştığı Fransız Meaux’u 77-63 ile geçen Engelsiz Aslanlar tarihinde ilk defa katıldığı Şampiyonlar Kupası’nda final oynama hakkını kazandı. Final maçındaki rakip Alman RSV Lahn-Dill takımı oldu ve özellikle her iki yarının ikinci periyotlarında oynadığı oyun ve Eveson’ın 19, Tucek’in 18 ve Haidari'nin 9 sayı 14 asisti ile rakibini 61-53 ile geçip Avrupa’nın en büyük kupasını ilk kez müzesine götürdü.

2008-09 sezonunda ise hedef Kıtalararası Kupa’yı (Kitakyushu Kupası) kazanmaktı. Yeni sezonda takım kadrosundan Özgür Gürbulak, Ali Asker Turan gibi isimlerle yollar ayrılırken, daha sonra takımın değişilmezlerinden olacak Fikri Gündoğdu, ABDli oyuncu Matt Scott, Avustralyalı Troy Sachs gibi oyuncularla kadro güçlendirildi. Sezonu her sene Japonya’da düzenlenen Kitakyushu Kupası ile açan Galatasaray, Japon Miyagi Max, Kanada temsilcisi British Columbia ve Avustralya temsilcisi Perth Wheelcats ile mücadele etti. Grup maçlarında rakiplerini mağlup eden Galatasaray, grubu ikinci sırada tamamlayan British Columbia ile final maçına çıktı ve özellikle ikinci yarıda göstermiş olduğu performans ile rakibini 77-62 ile geçti ve Kıtalararası Kupa’yı da namağlup müzesine götürmeyi başardı.

Yeni sezonda kalkan play-off uygulaması ile ligdeki tüm maçlarını kazanan Engelsiz Aslanlar üst üste üçüncü kez şampiyon olurken, Şampiyonlar Kupası mücadelesine bir önceki sezonun şampiyonu olarak doğrudan katılma hakkı kazandı ve elemelerde yer almadı.

Final turnuvası Almanya’nın Wetzlar kentinde, RSV Lahn Dill’in organizatörlüğünde düzenlendi. Engelsiz Aslanlar grup mücadelesinde İspanya’nın Andalucia, Fransa’nın Meaux ve Almanya’nın Zwickau takımları ile karşı karşıya geldi. İlk iki maçında Andalucia ve Meaux’u mağlup eden sarı kırmızılılar, Alman rakibi Zwickau’ya 60-72 yenilmekten kurtulamadı ve Şampiyonlar Kupası tarihindeki ilk mağlubiyetini aldı. Yarı final mücadelesinde diğer grubun birincisi Elecom Sport Roma ile karşılaştı. Rakibini farklı geçen Engelsiz Aslanlar, final mücadelesinde yeniden Zwickau ile karşılaştı ve bu kez rakibini Justin Eveson’ın 22, Petr Tucek’in 28 sayısı ile 82-73 mağlup ederek üst üste ikinci kez Şampiyonlar Kupası’nı müzesine götürdü.

İlk Hayal Kırıklığı

Kupalara ambargo koyan Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, 2009-10 sezonunda elde ettiği başarıların tekrarı için parkeye çıktı. Troy Sachs, Selim Demirdağ gibi isimlerle yollar ayrılırkan, İsrailli Dotan Meishar ve genç oyuncular Ramazan ve Murat ile kadro takviye edildi. Sezonu, bir önceki sezonda olduğu gibi, Japonya’da açan Galatasaray, Japon Miyaki Max, Meksika ekibi Diablos ve Güney Kore ekibi Mungwungwa Electronics ile karşı karşıya geldi ve tüm rakiplerini geçerek, final maçında Mungwungwa ile karşılaşmaya hak kazandı. Final mücadelesini 68-43 üstün tamamlayan Galatasaray, ikinci kez üst üste Kitakyushu Kupası’nın sahibi oldu.

2009-10 sezonu Galatasaray açısından kötü ilklerin yaşandığı sezon olarak tarihe geçti. İlk olarak Türkiye liglerindeki ilk mağlubiyetini Saran Anadolu takımı karşısında 70-74’lük skorla alındı. Bu sonuca rağmen rakibini rövanş mücadelesinde 44 sayı fark ile mağlup eden sarı kırmızılı ekip, 4. kez üst üste Türkiye şampiyonu olmanın haklı gururunu yaşıyordu.

Şampiyonlar Kupası’na son şampiyon olarak yine eleme oynamadan katılan Galatasaray, İtalya’nın Roma şehrinde düzenlenen turnuvada Elecom Sport Roma, Fundosa ve Zwickau takımları ile aynı grupta yer aldı. Yakın skorlarla biten bütün karşılaşmaları kaybeden Engelsiz Aslanlar, böylelikle Şampiyonlar Kupası tarihinde ilk defa hem grubu galibiyet alamadan tamamladı, hem de bir üst tura kalamadı. Klasman mücadelelerinde sırasıyla Andalucia ve Capital Aces takımlarını mağlup ederek sezonu Avrupa beşincisi olarak tamamladı.

Yeniden Avrupa ve Dünya Şampiyonluğuna Yürüyüş

2010-11 sezonuna bir önceki sene yaşadığı hayal kırıklığını telafi etmek amacıyla başlayan Galatasaray, Dotan Meishar, Justin Eveson, Ferit Gümüş gibi isimlerle yollarını ayırırken, Türk milli takımının yıldızı Özgür Gürbulak, Polak yıldız Mateusz Filipski, ABDli James Mazzi ve Volkan Aydeniz ile kadrosunu güçlendirdi.

Süper Lig’de yeniden başlayan play-off uygulaması neticesinde, önce normal sezonu namağlup lider olarak tamamlayan Galatasaray, Şampiyonlar Kupası sonrasında oynadığı play-off gruplarının Kıbrıs ayağında Beşiktaş’a kaybederek liglerdeki ikinci mağlubiyetini almasına karşın, İstanbul ayağında tüm rakiplerini mağlup ederek ve Beşiktaş ile girdiği şampiyonluk mücadelesini ikili averaj ile kazanarak üst üste beşinci kez Türkiye şampiyonu oldu.

Bir önceki sezon Şampiyonlar Kupası’nda elde edilen beşincilik neticesinde Avrupa macerası bir kez daha ön elemelerle başlıyordu. Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen eleme grubunda ev sahibi Köln, İspanyol FGN Valladolid, İtalyan Anmic Sassari ve Fransız Hyeres ile mücadele etti. Bütün rakiplerini farklı mağlup eden Galatasaray, namağlup grup lideri olarak Almanya’nın Zwickau kentinde düzenlenecek finallere katılmaya hak kazandı.

Şampiyonlar Kupası’na üst üste dördüncü kez katılan Galatasaray, ilk tur gruplarında ev sahibi Zwickau, İspanyol ekip Fundosa ve İtalyan Santa Lucia ile aynı grupta yer aldı. Grubun ilk maçında Zwickau ile başa baş giden mücadele sonunda rakibini 75-74 ile deviren Engelsiz Aslanlar, ikinci maçında Santa Lucia’yı 71-61, üçüncü maçında ise Fundosa’yı 90-74 ile mağlup etti ve yarı finale kaldı.

Yarı finaldeki rakip, eleme gruplarında karşılaşılan FGN Valladolid’di. Bu engeli de 74-63 ile geçen sarı kırmızılılar finalde Lahn Dill’in karşısına çıktı. Büyük çekişmeye sahne olan final mücadelesini uzatmalarda 85-80 kazanan Engelsiz Aslanlar, dört sezon içerisinde üçüncü kez Şampiyonlar Kupası’nı müzesine götürmeyi başardı.

2011-12 sezonunu tüm başarılarını tekrarlamak üzere açan Galatasaray, IWBF Avrupa Şampiyonlar Kupası’nın ev sahipliğini de üstlendi.

Bir önceki sezonda kadroda yer alan Volkan Aydeniz, Ramazan Kahriman, James Mazzi, Petr Tucek gibi isimlerle yollar ayrılırken, Ferit Gümüş, Ali Asker Turan, Avustralyalı yıldız Tristan Knowles, tecrübeli Polak oyuncu Piotr Luszynski ve sezon ortasında Serdar Andaç gibi isimlerle kadro takviye edildi.

Bu doğrultuda sezona başlayan Galatasaray, Kitakyushu Kupası’nda Japon Miyagi Max, Avustralya ekibi Perth Wheelcats ve Güney Kore ekibi Seul MG ile karşılaştı. Gruptaki bütün karşılaşmalarını kazanan sarı kırmızılı ekip, finalde Miyagi Max’ı 68-51 mağlup ederek kupayı bir kez daha müzesine götürdü.

2011-12 sezonunda Süper Lig'in normal sezonunu bir kez daha namağlup bitiren Engelsiz Aslanlar, 4. Avrupa Şampiyonluğu için, bir tarihi yeniden yazmak için, bu kez bizlerin de şahit olabilmesi için İstanbul'da mücadele edecek."
 
kapa ulan gozlerini, kapa kapa..
sabah gozlerimizi salonda actik, 9.30'da mac olmaz, ama var dediler gittik.
salonda gunaydin dedik birbirimize, kipkirmizi degildi etraf, ama biz oyle gormeye niyetliydik, kerem sakarya'dan gelmisti..

bir paydada birlesmek guzel, hele galatasaray ise mevzu bu bir sans,
engelsiz aslanlar'in yasattigi en buyuk keyf de bu aslinda, gelen adam izlemeye, oyle hesapsiz kitapsiz ki.. sadece galatasaray iste !

sampiyonlarin arasinda oynamak zor zanaat, ama bizimkiler alisik, imzalar da hep tanidik,
yuzler gibi..

ikinci mac ile arada mesaiye gittim ben, beylikduzu, herkes farkli sekilde degerlendirmis, fakat ogleden sonrasi icin yine yerler alinmis, bu adamlar deli sanki, her biri hayata karsi engelsiz gibi, sevmeye muktedir, umut dolu..

rahat yenince bizim cocuklar, insan diyor ki bu isler kolay, ama oyle degil,
sanki bir cska moskova, olmadi futbolda barcelona..

inanc vuku bulmus tek eksik, yaninda asilayacaklari taraftar,
sporcu aileleri, izlemeye gelen de bir o kadar..

tribun atarli, ses sahada yankili,
ama o kadar az ki kafa sayisi,
ve sanki sirf galatasarayin armasi icin bile o sayi katlanmali,
ki bu adamlarin hepsi, adamin hasi, piyasanin krali..

ah be galatasaray;
sonra abdi ipekci, aslinda evimiz,
play-off ilk mac,
sadece izic'in soyledikleri yeterli: "eurolig seviyesinde savunma ile tanistik"
hocam sen onu bir de top 16'daki rakiplerimize sor,
ah ulan ivkovic..

neyse,
vurduk gectik,
sonra bursa ataturk'te,
akabinde bekliyoruz seni fenerbahce !

bugun o kadar galatasaraydi ki gunlerden,
zihinsel yorgunluk herseyin otesinde,
ekran mavi degil de, kirmizi verdi diye..

ama iste var otesi,
yarin, futboldaki sampiyonluktan once,
saat 12.15'te solen var sinan erdem'de..

kapin esi dostu, aileyi, sevgiliyi,
kostuk biz cimbom'a geldik diye tezahurata eslik edin..

sonra soz size kupa, sampiyonlar sampiyonu sifatiyla,
zira yaptiklari, yapacaklarinin teminati,
ee malum;

engelsiz aslanlar,
dunya sampiyonu,
iste galatasaray'in gercek ruhu..

galatasaray ulan !
 
daha 17.
gerçi yaşıyla ilgili söylentiler var, ama çocuk işte..

boyu 1.96, daha uzar tabii,
kollar da ayrı bir avantaj..

lakabı hazır gibi, kosovalı,
fakat her bakanın aklına bir kere diamantidis düştüğü de ortada..

balkanlardan bir tek sıcak ve soğuk hava dalgaları gelmiyor malum ülkemize, basketbolumuza direkt yaptıkları etki de ortada. oyuncuların yanında bir de mahmuti paşa mutlaka..

üçer beşer atlıyoruz diye merdivenleri, durup soluklanmak yok bizlere, çünkü öyle aç ki galatasaray basketbol şubesi yılların getiremediği birikimle..
ön şart olarak tabii ki, oktay hoca uzattıktan sonra sözleşmesini, hedef olarak en tepeler gösterilmeli, yine kendisinin başka bir istanbul takımıyla gittiği yerlere doğru, koşar adım..

bunun için birincil şart, iyi bir yerli rotasyonu,
ufuk sarıca, volkan aydın, tamer oyguç, hüseyin beşok ve hatta maalesef mirsad türkcan..

kaliteli yabancılar her daim bulunabiliyor, doğru scouting yöntemleriyle. fakat işte o kırmızı pasaporta sahip olanların havuzu dar, çekip çıkartamazsanız en değerli olanları, her daim boynunuzu bükerler devler arenasının son aşamalarında.

hakan üstünberk gitti ama, mirası kaldı,
küme düşmeyen takımın bir sonraki sezonunun açılışında, amacımız bir gün eurolig şampiyonluğu diyebilen bir yöneticinin ardından, artık hedef gelecek senelerdeki final 4 maçlarına önceden rezervasyon yapılmasını sağlamak..

göksenin köksal, furkan aldemir, sertaç şanlı, ilkan karaman (!) ve arkalarından gelen diğerleri..
bu sene şampiyonluk kesecek bizi ama, seneye avrupa'da daha ileri gidilmeli,
formülü de az çok belli..

akşama play-off çeyrek finali var tabii,
vurup geçeriz şüphesiz, fakat sonraki tur için arzum, isteğim fenerbahçe,
önüne, arkana isim eklemekle şikecilik genlerden atılmıyor malum..

önce futbolda, sonra basketbolda,
hep aynı iki dilek be cimbombom;
yüzümüzü güldür bu sene !
 
"Bir varmış bir yokmuş. En yaşlı ağaçların ve dağların bile hatırlayamadığı kadar çok eski bir zamanda, dünyada yalnızca iki renk varmış; geceye hükmeden siyah ve gündüzü işaret eden beyaz, bir de aslında renk sayılmayan gri. Tanrılar bir süre sonra dünyanın bu halinden sıkılmışlar, hatta kızmışlar -tanrılar çok çabuk kızar, çok çabuk savaşır ve öldürürlermiş- ve yarattıkları bu siyah beyaz dünyayı aydınlatmak için renkleri bulmaya karar vermişler."

Evet, şüphesiz ki buldukları ilk renk kırmızı..

Yukarıdaki satırlar yardımcı kumandana ait, yani nam-ı diğer Marcos'a, Zapatista'ların lideri..
Ekibin başında olmasına rağmen bu şekilde bir hitap seçilmesinin sebebi ise, kendisinin asıl kumandan olarak olarak halkı görmesi, Marcos ise sadece halkın yardımcısı, ve egonun güzelliğine bak..

Yine yardımcı olmak fiili üzerinden gidersek eğer, bizim kültürümüzde ise vezir konsepti çok önemli. Genelde kullandığımız anlamının yanında, "ağır bir yükü taşıyan, paylaşan" meali de olan vezir, Anadolu topraklarında yüzyıllar boyunca yönetim erkinin iki numarası sıfatına haiz olmuş. Öyle ki yaptıkları menfi ya da müspet işler sebebiyle bazı vezirler, isim olarak hükmedenin dahi önüne geçmiştir.

Biz bir aileyiz diyor ya sayın Mahmuti, zannımca o sert mizacının ardında bu duygu yoğunluğunu en yüklü yaşayan kişi kendisi. Öyle farkında ki, büyük bir ortaklığın içinde Galatasaray ailesinin yönetildiğinin, Mahmuti ve taraf olan herkes içiçe, beraber büyütüyor bu klubü. Birisi sahadaki direktifleri veriyor, diğerleri onun arkasından büyük bir bütünlüğü simgeliyor, ama herkes aynı paralelliğe geçiş yapmışcasına..

Ne mutlu ki bizlere, adam gibi hakkını veriyoruz biz de, sınırları doğru çizerek, yaptıklarının ayırdında olduğumuzu hissettirerek, ve hatta belki farkında olmadan evrilerek, ağır ağır..

İlle velakin, bu yolda, sayın Mahmuti'ye bizden daha fazla yardımcı olan bazı isimler de var doğaldır ki..
Bugün onlardan bir tanesinin doğum günü..

Yüksek mühendis, bilgisayar, ve sonra biyomedikal,
hakkında bildiğim kelimeler sınırlı, radyoterapi, lazer ve başka yok,
bir de yardımcı koç,
zekanın Galatasaray tarafından ödüllendirilmesi nasıl da gurur verici..

Yaratılmaya başlandığı zaman bench arkası, dahili olanların paylaştığı, "biz bir aileyiz" sloganının benchin kendisinde vücud bulması ise, işte tam olarak bu bağlılığın bir tezahürü, yapabilecek kalibresi yüksek işleri olan adamların Galatasaray'ı tercih etmesi.. Zaten kendisi de benchte olmadığı zamanlarda, arkadaki ekibin bir üyesi..

Okuyun diyoruz arkadan gelen çocuklara, sahip olduğu kültürü temsil edebilecek kaliteli bir Galatasaraylı nesil gelsin arkadan, ve sporu sevmeye devam ederken, yaşamın da hakkını verin, Galatasaraylılık budur diye, ve işte bunun en güzel bir örneği..

Doğum gününü kutlu olsun Emir Alkaş,
ve tabii teşekkür ederiz yardımcı koç,
Galatasaray'a hizmetlerin, ve ama Galatasaraylılara örnek olduğun için;
nice nice yıllara..
 
2+2 =
Einstein gibi beş olabilir demeyeceğim sonuç için, fakat bu hesaptan bir sonsuzluk çıkarabilirim ben, Galatasaray basketboluna dair, sevdamızın en güzel algoritmasında..

Bireyler sadece Galatasaray’a hizmetinin büyüklüğü çerçevesinde yer edinirken zihnimde, bu kişiyi nereye koyacağımı, nasıl konumlandıracağımı hala bilemedim ben.
Hediye gibi geldin, hoş geldin, ömürlük..

Gelişinin üzerinden geçen iki yılın ardından daha bir anlam ifade ediyor şimdi, gerçekten hoş bir geliş bu, yaşanılan devrim niteliğindeki değişim, kat edilen mesafe, ve ama en önemlisi geniş kitlelere sıçratılan bir aidiyet hissi, Galatasaray’ın basketboluna ait..

Cumartesi şampiyon oldu bu klubün lokomotif ekibi, yolum önce Saraçoğlu’ndan geçti, sonra Nevizade, dostlarla kol kola, omuz omuza. Dün ise bir şampiyonluk kutladı bu takım, tarihinin en özel olanlarından biri belki, “doğru” olanın muhakkak sonunda hakkını alacağına dair mesajıyla, Allah’ın adaletini geciktirmeyerek..

Diğer yanda ise şampiyonluk sarhoşluğunun en tavan yaptığı zirve anından geriye doğru, akıllar Salı günü başlayacak seriye kaymaya başladı, Galatasaray’ın alınacak bir kupası daha vardı, 40 küsur yıl sonra tekrardan bir sezonu kıpkırmızıya boyayabilmek için, delicesine.

Bu işi tek bir kişi başarmadı, fakat her şeyin başında tek bir kişi vardı.

Öğrendik ki bugün, resmi sitemiz bize söyledi ki, türlü tekliflere rağmen, sayın Mahmuti 2+2 sezon daha bu takımın başında çıkacakmış parkeye, ağırlamaya devam edecekmiş bizi Abdi İpekçi’de, evimize koşarken yaşadığımız hissiyatı canlı tutacakmış, ve yani Oktay hoca atmış olduğu temelin üstüne o devasa yapıyı inşa etmeden bizi bırakıp gitmeyecekmiş,
sonsuza dek sürecek..

Benim nazarımda, altın çağıdır bu dönem Galataray’ın, yönetilmek noktasında, bir tarafta Terim, diğer tarafta Mahmuti, iki koca efsane ile..
Ve ne mutludur ki bizlere, bu güzel hikayenin en başından beri hem izleyicisi, hem katılımcısı, kenetlendikçe büyüyen bir ailenin emektar ferdi, ve en nihayetinde hepimizin emeğiyle büyümeye devam eden koca bir Galatasaray'ı yaşamanın keyfi..

Hoşgeldin hocam, bizi çok mutlu ettin,
ve tabii,
Şampiyon yap bizi Oktay Mahmuti;

Galatasaray ulan !
 

Üst