Savas Karadag Yazıları

Seri artik 3-1’di.
Yengiyi hem de evimizde alan ekip ezeli rakibimizdi, yillar sonra gelen final serisinde.
O gun, bu taraftar, elimizdeki takimi dakikalarca alkisladi, macin bitiminin ardindan, birakmadi gitsinler diye, muhtemelen son defa ipekci’de kucaklasiyoruz hissiyatiyla, dopdolu, yurekten..

Bir pazartesi gunlerden, telefonda tartisma donuyor, 5. maca zirve yapalim mi diye, muhtemelen sahit olacagiz fenerbahcenin sampiyonluguna, o nasil buyuk bir risk, nevizade’de lacivertin dugunu, fakat bu takim, kirmizi olan bizi oylesine inandirmis ki..

Joshua shipp !
Yenilmez armada !

Uefa finali evet, sonrasinda benim adima galatasaray ile birlikte yasadigim en buyuk sevinc, Sinan Erdem’den alinlarinin akiyla cikan bir ekip, uzun forvet rotasyonununu Haluk Yildirim’in goturdugu..


1-1
Salonu terkeden Galatasaraylilar, daha dakikalar varken, yargilamadim kimsenin bagliligini hayatim boyunca, sanki o an koptu birseyler butun parcadan, bu sefer Sinan Erdem’e alinan yolda eksik birakilarak..

Fenerbahce karsisinda iken, Kazakistan’da mac yayini yapan bir yer bulacagim diye ben, o dondurucu sogukta Turk mekani aramistim saatlerce, bu sefer ise Trablus’dayken denk geldim final serisinin deplasman maclarina, bahanesi olan bizden degildi, ben gibi..

Okan mesaj atmisti 4. macin oncesinde, abi kimse inanmiyor, bir zirve yapalim diye, Nevizade’de, yoktum, burada olsaydim da enerjim yeter degildi, yani asil suclu bendim, sebepsiz..

Mac yazisi bile yazmadim ulan Kuzey Afrika’da,
Gitmedi ellerim klavyeye, kendime gore basit ve belki bencil sebeplerle..

Hep beraber kaybettik farkinda olmadan,
Cunku bu takimi yaratan sey, hic bir zaman butcesi olmadi, teknigi, taktigi, kalitesi ve hepsi birer etkendi ama, icimizdeki coskun sel getirdi sifirdan bu takimi en tepeye..

Belki futbol takiminin sampiyonlugu,
Belki eurolig’in doygunlugu,
Fakat son adimi atarken acziyetimiz yine perdedeydi..

Yollar ayrilacak bazi isimlerle simdi,
Bu gozler seri katil shumpert’i hep ariyacak gibi,
Emektar haluk hep bir parcasi olacak bu varligin,
Emek hep kutsal kalacak bu takimda..

Neler yapiyorsunuz bilmiyorum mukadderatiniza bir anlam katmak icin, fakat kirmizinin bu sezonu her bir dimagda acitan bir eksik birakacak, sebepli..

Simdi birileri gidecek,
Bize kalacak yine Galatasaray,
Hafiften burkulacak yurekler, haftasonlari yureklendirilecek..

Ama bizim minnettarligimiz hic sona ermeyecek,
Yenilmez armada hep en tepesinde kalacak serguzest dunyamizin,
Ah ulan galatasaray !

Ben pismanim,
Ben utangacim,
Ben pay biciyorum kendime, bu takimin geldigi noktadaki enerjiyi gerektigi yerde devreye sokamadigim icin,
Cunku yarisan bir takim olmadi asla o parkede, en guzel bir ailenin soylu uyanisiydi bu iki yillik ruya,

Ve hayat gibi ama iste;
Bir duser bin kalkar,
Galatasaray ulan !
 
Oktay Mahmuti görevinin başındadır.
Bazı isimler var, cehaletinden yapıyor, bilgisizliğin getirdiği kaos hali zaten olumsuz sonuçlar çıkarmaya alışkın karakterini rahatlıkla etkileyebiliyor.
Fakat bazı isimler var, onlarınki sadece art niyet barındırıyor. İnsanların farklı sebeplerle kanaat önderi olarak nitelediği bu kişiler için halihazırdaki süreçler bir fırsat niteliği taşıyor, tekrar ilgiyi üzerlerinde toplamak için, ne şekilde olduğu farketmeksizin.

Final serisini izlemiyorum ben, yorumları bile okumuyorum, hatta karşıma çıktığında kanal değiştiriyorum, bir nevi yok sayıyorum elendiğimiz noktadan sonrasını, sezon orada bitti herkes için diye kabul ediyorum, ve sadece devam ediyorum,
çünkü biliyorum ki, sular durulduğu zaman, herşeyin üstünde, sapasağlam, dimdik galatasaray'ım duruyor olacak, ben ve benim gibilere ait.

Bir maç kaybettik yahu sadece, sonra ise bir seri,
evet sonra da şampiyonluk, ama mücadelemizi verdik, emeğimizi koyduk,
sadece bir başkasının hikayesi daha güzel örüldü bu sene,
biz ise tanık olmayı dahi reddettik..

Hatalar, yanlışlar, hayal kırıklıkları;
hangisinin toplamı CSKA maçının tartanı..

Lütfen, izin vermeyin kan emicilere, ömrümüzü emek ettiğimiz basketbol ve Galatasaray'ın üzerinden para kazanmak isteyenlere, bilin ki sular durulduğunda bu gemide yine sadece biz olacağız, biz bize, omuz omuza.

Sorunlar var, bazıları huzursuzluk yaratan cinsten, ama çözülmez değil.

Benim bildiğim, Oktay hoca sözünün arkasında durur,
Eurolig için ortaya koyduğumuz çaba karşılığını alır,
Elemeler için bir davet daha gelir,
3 gece üst üste Cimbom, Avrupalı devirir,
Sonra Abdi İpekçi'de yeni destanlar yazılırken,
şimdinin çakalları utanmaz, onlar aslan postunda yine sevinir,

nolur, lütfen,
böylelerine en temiz aşkınızı kirlettirmeyin..

Başınızı dik tutun,
biraz bekleyin..

Galatasaray ulan !
 
Muhtemelen en onde Samil kosardi. En uzun kosusu olurdu Galatasaray basketbolu tarihinin, hemen arkasinda Volkan, pesinde Yunus, tutasim gelmezdi kimseyi, kirmizi bir cumbus yasanirdi Ipekci’nin parkesinde..

Ege’nin diger kiyisinda bir kirmizi basardi bugun, 15 yil sonra cifte sampiyonlugu gorerek, iki buyuk bransta, dibine kadar hakederek, kalplerimizi ege’de biraktirarak..

Bench arkasinda baska neler olurdu, Fatih muhakkak birilerine sarilirdi, muhtemelen Onur’a, Halil ile Demir saskin ve gururlu, Bengisu’nun elinde blackberry’si..

Olympiakos yaratirken hikayesini, nasil vezinler kullandi dizelerinde diye sormadan once, gozler takiliyor mutlaka buyuk adam Ivkovic’e, bizim de bir gun o zevki yasayacagimiza dair en buyuk teminatimiz dusuyor sonra zihne, Mahmuti sampiyon yap bizi! birdaha deneyerek, hic yilmadan, ona zaten eller uzanamaz da, deneyen diller kirilsin laf arasinda.

Aras ile Tanju analitik bir sevinc yasarken, Huseyin laf atacak birilerini arardi herhalde, benchimizin arkasindaki sampiyonluk sevincinde, tabii Arca Yildirim oturmus bir koseye, bacak bacak ustune atmis, sanki Ipekci’nin sahibiymiscesine poz kesercesine..

Biz 40 kusur yil sonra bu kadar isterken cifte sampiyonlugu ve bilirken futboldaki dominasyon donemimizin baslangici, ne kabul edebiliriz basketboldaki duzenin sarsilmasini, ne de izin veririz, Galatasaray’i bizden az sevenlere..

Gectigimiz yil oyle bir cumle dokulmustu kalemimden, Pana’li kizlar ogrenecek “giden her sevgilinin ardindan” diye, artik hedef cok daha fazlasi, adim atildi bir kez, giden yol en tepeye, zirveye..

Ben muhtemelen aglardim bir kosede, aynen CSKA maci gibi, bir kez daha Galatasaray basketbolunun anafikrini yasarken, hissederken, her bir ani olumsuzlestirerek, sanirim bundan buyuk gurur yok.

Acisi da oyle, anlatmasi zor, yuku agir, kabullenmesi namumkun..
Yasayanlar icin kelimelere ne hacetse de, uzakta olanlar icin bir gorev gibi hatirlatma zinciri, Galatasaray erkek basketbolu ve onun takipcileri gercekten bir aile, ne bir zafer, ne bir kupa, tek beklenti ailenin bayraginin gururla dalgalandigi gormek bir omur boyu, sonra da miras olarak devretmek, bize Payidar’dan yadigar..

O sebep, emegi noksan olani aile disi sayar, Galatasaray’in yerinin Avrupa’nin devlerinin ortasi oldugunu tekrardan hatirlatirim.

Sosyal medya, asosyal bizler, alin acinizi, yasayin defalarca Ipekci’de kaybettiginiz Besiktas macini, hatirlatin kendinize bu surecin en onemli firsatinin kacirildigini, sonra gidin bir yuzunuzu yikayin, ve tekrardan hazir olun Galatasaray diye diye Ipekciyi kirmiziya boyamayi;
Cunku inanin, herkes gider biz kaliriz..

#galatasaray4eurolague, buradan baslamisti,
#galatasarayfeelsdevotion zirve noktasiydi,
Simdi ise; #wildcard4galatasaray
Sonra ise belki;
#aslantepeyesalonistiyoruz !
Aslinda yegane amac, Galatasaray’a hizmet ediyor olmanin zevkini yasamak..

Yigit muhtemelen;
Onu kestiremiyorum, insallah Yaradan nasip eder, ve yasanmis bir filmmiscesine anlatiriz tekrardan, kelime kelime, sifat sifat, masalin basina “bu kipkirmizi bir hikayedir” ibaresi ekleyerek..

Biz vazgecmedik;
Biz tribunlerde cosacagiz
Sen ise sampiyon olacaksin;
ve Galatasaray ulan !
 
Eurolig wild card'i icin tekerlekli sandalye basketbol takimimizin emektari akin ugrasiyormus, tum yetkili merciler nezdinde basvurumuz takipsiz degilmis yani, bir an hepimiz korkmustuk degil mi, cok sukur..

İlginctir, belki yersizdir, birilerini kaybetmeye yakin, ya da o korku sardiginda en ucra koseleri, daha bir ayri donuyorum Galatasaray'a, dun haber geldiginde ananenin kalbi durdu istanbul'a gel seklinde, yol boyunca zihnimi kanalize ettigim tek bir nokta vardi, belki kacistan, belki yaradilisin zaafindan, ne olacak bu galatasaray basketbol subesinin hali..

Cemal Nalga olayindan hemen sonra bile Eurolig organizasyonu icin basvuran bir Galatasaray'dan bahsediyoruz, hem de hic hazzetmedigim Adnan Polat yonetiminde, simdi ise rafine diyoruz basimizdaki kisilere, en basta baskana, boyle ise, istemeyiz, profesyonel olanda geleni amator olandan sakiniyorsa, hesap kitap adamini biz gunes gunlerinde biraktik deriz, lisenin boyundurugunda.

Aptallik dahi degil su yasadiklarimiz, Baris Ermis fiyaskonun kucuk bir ayagi, Eurolig icin caba gostermeyeni, zihnimin neresine koydugumu burada dillendirme sansim yok, fakat azmimizin surekli olacagina dair sozumuz yersiz degil, karsimiza koca bir 'tarafi olanlari' alsak da..

Galatasaray ulan bu, hic kimsenin, ve ama hic kimsenin kisisel egolarini bizim yokluklarimiz uzerinden tatmin edebilecegi bir yer degil.
Ben Galatasaray spor klubunde Oktay Mahmuti'nin basardiklarini sorgulayacak olanlari gerizekali olarak yorumlarim, ya da art niyetli, hangisi daha kotu bilemedim, ama bu surecin ahlaksizligi, iste o en aciklisi..

Simdi tutun aklinizi basinizda, birakin o hesapsiz kitaplarinizi, yapmayin tek bir sefer omrunuzu galatasaray'dan ustun, hakki olani teslim edin, dirilisin Tolstoy'dan sonra en guzel altini cizene..

Bu tepkiler sureksiz, bu sahipsizlik baki sizin gozunuzde,
fakat tek bir kivilcima bakar bizim evimizde,
gobeginde, abdi ipekci'de..

Yaktirmayin bize hic bir salonu,
hatirlayin kimin liderliginde, Galatasaray'in pesinde oldugumuzu..

Ben simdi,
ve evet, ananem nefes almaya devam etsin,
birakin icimizdeki Galatasaray da kosulsuz atsin,
birakin Mahmuti bizi sampiyon yapsin..

Sampiyon yap bizi Oktay Mahmuti;
galatasaray ulan !
 
Şehr-i İstanbul’un kuruluşuna dair şöyle bir efsane anlatılmaktadır:
“Eski Yunanistan’daki Megara kentinin halkı, savaşlarda yenilmiş ve yoksul düşmüş. Kralları Byzas, Delfi Tapınağı’nın kahinine ne yapmaları gerektiğini sormuş. Kahin de onlara Apollon’un buyruğunu bildirmiş; ‘Gemilerinize binin, denizleri aşın, körler ülkesinin karşısına yer tutun.’ Megara halkı da tanrılarının sözünü dinlemiş ve gelip Sarayburnu’na yerleşmiş.

Körler ülkesi olarak adlandırdıkları yer ise Kadıköy, sebep ise ilk olarak onların gelmesine rağmen Boğaz’ın güzel yakasını tercih etmemeleri.

Spor kulüplerinin yaşadıkları şehrin tarihsel ve kültürel birikimleri üzerinden varlıklarını idame ettirdiklerine inanan biri olarak, bu efsaneyi öğrendikten sonra Fenerbahçe sempatizanlarının şike davası sürecindeki kayıtsız şartsız desteklerini daha bir anlar oldum, zira onlar körü körüne hareket eden bir inancın takipçileriydiler. Sorgulamadan itaat eden, İmparator’un peşinde bilinçsizce kötü olanı tercih edebilen.

İstanbul’un varoluşundan itibaren şehrin bir kültür medeniyeti olmasına doğru ilerleyen süreçte, bilen, üreten, sosyo-kültürel seviyesi yüksek bir kesimin himayesinde oluşturulan Galatasaraylılık kimliği ise yine benzer bir birikimin tezahürüdür.

Bulunduğu coğrafyada benzerine az rastlanacak bir biçimde, kendi örf ve ananelerine uygun davranmadığını düşündüğü başkanlarını bile azledebilen böylesine bir camianın, sahip oldukları dinamikler sebebiyle benzer etik kaygısına sahip olunan farklı olaylarda değişik refleksler ortaya koyduğu da ortadadır.

Zannımca böyle durumlarda ise ortaya çıkması gereken taraf, Galatasaray taraftarıdır. Birikerek günümüze ulaşmış Bizans kültürünün bir yansıması şeklinde ortaya çıkan iktidar kavgalarının ışığında, gerçekleşen çirkin hesapların önüne geçebilmek, ve değer verdikleri kişilerin kellerini koruyabilmek noktasında, Galatasaray taraftarının verebildiği reaksiyonlar çok önemlidir.

Açık konuşmak gerekirse, konuya ve kulübe birazcık vakıf olan hemen herkesin bildiği üzere, görev yaptığı iki sezon boyunca, Galatasaray taraftarına tarifsiz sevinçler yaşatan Oktay Mahmuti, camia içerisindeki güç mücadelesinin bir sonucu olarak, farklı bahaneler eşliğinde maalesef ki kurban edilmiştir.

Önce maddiyat, sonra da saygısızlık başlıkları altında itibarsızlaştırılmaya çalışılan Mahmuti’nin üstünün çizilmesi noktasında, kendisi beyefendiliğinden ses çıkarmazken, Galatasaray taraftarı ise organize tepki verme yetisini kaybettiği için hocasına sahip çıkma şansını kaybetmiştir.

Bu tepkisizliğin sebepleri ve çözüm yolları başka bir yazının konusu olmakla beraber, önüne geçilmemesi durumunda, Galatasaray kulübüne can veren büyük taraftarı, belki körler ülkesi değil ama, tepkisizlerin diyarı olarak evrilmeye devam edecektir.

Kanımca, sadece sayın Mahmuti konusunda değil, kapalı kapılar ardında kendisinin istekleri gözetilmeden verilen tüm kararlara organize tepki verememe hususu, Galatasaray taraftarının tarihindeki en büyük sınavıdır. Bu durum böyle devam ettiği sürece ise "tam bağımsız Galatasaray taraftarı" iddiası sadece pankartlardaki sempatik tınısıyla varlığını idame ettirebilecektir.

Siz, siz olun, biz, siz olalım,
Galatasaray’ımıza sahip çıkalım !
 
“Wild Card” ne demek bizim guzel Turkcemizde, vahsi olan, kurallar harici verilen, haketmek icin carpici bir mucadelenin verilmesi gerektigi.

O kart parkede alinsaydi, son topa kadar isirirdik ucundan, tribunde alinsaydi uzerine tartisilmazdi bile, Galatasaray taraftarinin yarattigi korku yeterdi, yok semboller yarissaydi, aslan bu alemin yegane kraliydi, fakat o kart icin yonetimler yarismasi gerekmekteydi.

Sahi aslan degil miyiz biz, cikip kukremesi gereken,
Sadece Cska macinda actigimiz pankarti gonderseydiniz basvuru niyetine, yine biz alirdik o karti yahu..

Hayir, sorun degil, yine biz degil miydik, sokakta oynasin kaldirimda destekleriz diyen elaleme karsi yalniz kaldigimizda, veyahut konu basketbol oldugunda ‘challenge’ maclarina bile ozel hazirlik icinde hissiyat koyan.

Fakat bu durum baska, goz gore gore kucuk olsun bizim olsun mantigindaki 3-5 “abi”nin keyfi yerine gelecek diye, kimsenin Galatasaray’in hakki olani istemesi icin mucadele etmeme hakki yok.

Eurolig bizim gibi deplasman mi gordu ulan !

Sirketlerin gibi mi yonetmek istiyorsun Unal Aysal, profesyonel bir sekilde, amenna, cek al ama bakalim enerji sirketinin basindaki CEO’yu, 6 ay da yerine kimseyi atama. Ihalelere katilamasin sonra o sirket, rakipleri isleri toplarken, sirketin de biriktirdigi nallari saysin.

Olmaz ama degil mi..

Gerci calinan minareye kilif cok malum, hem o havada yaratildi, kimse Galatasaray’dan buyuk degil, Oktay Mahmuti gider baskasi gelir diyerekten, ama unutmayin ki, biz herkes gittiginde kalan Galatasarayliyiz diyenler, o bos salona kosan bir avuc arma sevdalisi olacak yine, yasanan herseyin ic yuzunu bilen.

Deneyin sayin yonetenlerimiz, elinizden geleni ardiniza koymayin,
Ama biz de hatirlatalim, israrla tekrarlayalim ki,
Sizlerin gucu buyuk Galatasaray’i kucultmeye yetmeyecek..

Egolarinizi da alip gittiginizde, merak etmeyin, biz yine kaliyor olacagiz;
Galatasaray ulan !
 
"son 28",

Ben bunu genelde önemli zirveler öncesinde yapardım, eskiden, geri sayımmış gibi, biraz da ilgi artsın diye.
artık yapmıyorum,
çünkü gsbasket'in ciddiyetine yakışmadığını düşünmeye başladım.

Gsbasket, Galatasaray Spor Klubü gibi bir okyanusun içinde, küçücük bir su damlası,
ona rağmen..

Futbol takımı gibi değil, basketbol şubemizin hareket noktasındaki alanı özellikle zaman açısından daha geniş, fakat değişen isimlerin tamamiyle farklı bir yapı düşünmeleri, oluşturulmuş olan temele yönelik kaygılarımızı gittikçe arttırmakta;
neticede şebnem ferah pesimistliğinde bir 'sil baştan' ihtiyacı da bulunmamakta, birikimleri vasıfsız değil çünkü en nihayetinde.

Gelinen tepe noktasında, 'ciddiyetini' sevmişken biz bu takımın, farketmişken bazı selebriti isimlerin dahi ciddiyetsizliği yüzünden yok sayıldığını, şimdi böyle popülist bir şube zihniyetini, işlerini sosyal mecradan yöneten, içselleştirmek zor gibi.

Olimpija sorunlu, Galatasaray umutlu,
yönetici olsam ben şubede, sırf haftada bir Eurolig merkez binasının kapısını aşındırsın diye, birisini işe alırım,
ünvanını da, Eurolig temasından sorumlu uzman yardımcısı koyarım,
kendisini de doğal olarak, en tepedeki şube genel koordinatörüne bağlarım,
sayın Murat Özyer'e..

Geçen Tanju yazmıştı,
sırf transferini yapacağınız oyuncu havuzunun niteliğini bile belirleme gücüne sahip, Eurolig elemelerine davet,
veyahut sadece çaba, biz denedik diyebilmek için, ama hakkıyla..

Hoşumuza gitmiyor sonuç olarak,
yakın zamandaki gsbasket organizasyonuna katılan herkesin kafasında soru işaretleri,
hadi twitter'da bir transfer patlatalım geyikleri,
sonrası ise tabii ki 'balık baştan kokar', veyahut burada yazılamayacak olan 'imam' örneği.

Unutmayın ki,
sizler sadece emanetçisiniz o koltukta,
Galatasaray'ımız sizlere emanet, gözümüz gibi sakındığımız basketbol şubemiz üstelik,
çünkü daha oldukça kırılgan, futbol gibi değil,
dolayısıyla hata kaldırma lüksü daha düşük..

O sebep,
önce icraat, sonra eğer ki çok gerekliyse popülizm;

"son 27"..
 
“İstikrar başarıyı getirir”

Nasıl da güzel bir özlü söz, özellikle sporun her dalında doğru olduğuna inanılan, bir çok olumlu örnekleminin bulunduğu, kanıtlanabilirliği yüksek..
Fakat konu Galatasaray Spor Kulübü Basketbol Şubesi’nin kadın takımı ayağı olduğunda denklemin ayarı biraz kayıyor, zira;
“Başarısızlık istikrarı getiriyor”

Galatasaray adının geçtiği her yerde amaç zirvedir, ve aksi her sonuç başarısızlıktır ya, konu kadın basketbolu olduğunda bu çok daha farklı boyutlara taşınıyor. Çünkü zaten koca ligde iki adet takım yarışıyor, ve mecburi muhatabınız ezeli rakibiniz..
Yani siz ikinci olduğunuzda, hem tüm yarışanlar arasında sonuncu oluyorsunuz, hem de ezeli rakibinizin arkasında kalıyorsunuz, ve ilginçtir ki yıllardır bunu çok istikrarlı bir şekilde yapıyorsunuz.

Muhakkak sorumluları eleştiriliyor tarafımızdan, örneğin son iki yıl baş antrenör çok eleştirildi, kendisiyle yollar da ayrıldı zaten, daha tepelere bakarsak eğer, tabii ki birincil etkenler arasında sayılmasa da, bu süreçte başkanları bile değişti Galatasaray’ın.
Murat Tümer bile gitti yahu..

Fakat, Galatasaray kadın basketbol takımı, 2012-2013 sezonuna da Müge Erdem ve Özge Alev ile hazırlanıyor.

Galatasaray’ı severken hesap kitap yapmak durumunda olmamanız güzel, hayatınızı bambaşka bir mecrada kazanıyorsanız, tek derdiniz Galatasaray’ın daha iyi yerlere gelebilmesi oluyor. Dolayısıyla rahatlıkla doğru gördüğünüzü de söyleyebiliyorsunuz.

Bahsi geçen isimler, dışarıdaki taraftarla gayet iyi ilişkiler kuran, antremana giden isimleri büyük bir sevecenlikle karşılayan, ve hatta kendisini transfer için arayan 17-18 yaşındaki blog sahiplerine dahi transfer açıklamaları yapmakta beis görmeyen Galatasaray emektarıdırlar. Fakat bu ve benzeri yöndeki çabaları maalesef ki Galatasaray kadın basketbolunun hak ettiği yere ulaşmasını sağlayamamıştır.

Bir dönem maddi imkansızlıklarla boğuşan kadın basketbol takımımıza son yıllarda yapılan yatırım, Avrupa standartlarının bile çok üstünde olmasına rağmen, istikrarlı başarısızlık, sadece azmimizin süreksiz olması ile bağdaştırılamaz. Muhakkak ki, idari anlamda yapılan fahiş hatalar mevcuttur.

Eurolig mücadelesine çıkmak için yaptığı seyahatlerde üç saat boyunca havaalanında otobüs bekleyen, maç saatinin hatalı bilinmesi yüzünden yanlış bir programa maruz bırakılan, üzerlerinde yeterli disiplin kurulamadığı için küfür edip idmandan kaçan oyuncuların bulunduğu takımızda idari anlamda bir eksiklik olduğunu tespit etmek hiç birimiz için zor olmamıştır. Eurolig f8 organizasyonu sırasındaki rezalete ise zaten değinmeme gerek yok. Galatasaray tarihinde her daim utanç veren bir yara olarak yerini alacaktır çünkü.

Pazartesi günü gerçekleştirdiği imza töreninde, gayet ikna edici konuşmalar yapan, ve artık kadın basketbolumuzda bir şeylerin değişeceğine dair hepimize umut aşılayan Ekrem Memnun’un Galatasaray’ı, bence yepyeni isimlerle, taptaze bir başlangıcı hak etmektedir.

Galatasaray’a faydası dokunan, ve fakat hizmetlerinin karşılığını da maddi ve manevi olarak alan her bir profesyonele saygımız sonsuzdur. Ancak, artık ülkemizde sürekli başarısızlık halinde devlet memurluğu görevini sürdürmek bile bu kadar kolay değildir. Galatasaray ise, kapağı attıktan sonra rahat bir ömür geçirilecek bir kapı hiç değildir.

Başarıya teşvik etmek için ödül ile güdülediğiniz bir gruba, başarısızlık durumunda nasıl bir yaptırım uygulayacağınızı göstermezseniz, o gruptan asla istediğiniz verimi alamazsınız.

Geçtiğimiz sezon bardak taştı,
ve artık yeter;

İstikrarın getirdiği başarısızlığı daha fazla istemiyoruz !
 
bir süredir aklımda, kendisi için veda yazısı dökeceğim satırlara..
bilemedim fakat yazının matematiğini tepe noktasına çekeceğim yeri, karar veremedim bir türlü, hangi ifadelerin denk gelebileceğini..

fakat cuma gecesi, kendisi için düzenlediğimiz gecede, ikili bir sohbet dahilinde şöyle bir laf etti captano,
"sen fatih ile tanışmanızın tesadüf olduğunu mu düşünüyorsun"
bir çok farklı açıdan değerlendirse de olayı en çok fatih ile ilgili verdiği örnek yer etti içimde, somutlaştı anlatmak istedikleri gözümde..

bir diğer can alıcı sorusu ise fatih'in galatasaraysozluk'u kurmasıyla ilgiliydi,
herşeyin birikerek ilerlemesini dilediğimiz hayatımızda, en özelimiz olan galatasaray hakkındaki düşüncelerimizi,
hem de yüzlerce küsür kaliteli adamla paylaşma şansını veren hagi için,
aslında bu sadece sevdasının asimetrik dışavurumuydu..

ve ilginçtir ki, öncesinde adı olmayan, sözlük sayesinde sosyal medyada var ettiği isimlerin binde biri kadar bu işi reklama dokmeyen, egosunu tek bir an bile galatasaray üzerinden tatmin etmeyen bir adam hagi, hayatımda tanıdığım en güzel adam..

son iki yılımın her anını dolduran, sabah kalktıgımda gece fatih belki güzel birşeyler yazmıştır diye heyecanladığım,
galatasaray'a ve tribüne dair çekilme arzumun depreştiği ve belki çok şiddetlendiği her an yanımda bulduğum,
birlikte hayatı anlamlandırmaya niyet ettiğimiz hagi bugün itibariyle asker..

olabilecek en ironik şekilde hem de, bir fenerbahçe derbisi gecesi,
tüm askerler kışladaki yataklarında ilk gecenin ne kadar zor olduğunu düşünürken,
o ise sabaha kadar dakikaları skoru öğreneceğim diye geçirerek..

ben ise fatih'in askerlerinin attığı her golde, fatih olsaydı da sarılsaydık be diyerek,
dilimde bir mabel sakız,
ve ama işte galatasaray düşüncesiyle,

onun kırmızıya olan hizmeti dolmuştu bence ama,
bir de vatan bayrağı,

güle güle git,
güle güle gel dost..

daha oğullarımız omzumuzda, onlara mecidiyeköy'deki stadımızı anlatarak,
adını verdiğimiz büyük adam ali sami yen'in hikayesiyle,
belki frigo olmadan,
ama hayatın tam ortasında..

ah be abi,
ve galatasaray ulan !

not: sitemize gerek teknik anlamda büyük emeği geçen, gerekse tribüne dair galatasaraysozluk ile beraber başlattığımız hikayenin önemli mimarlarından biri olan site yöneticimiz fatih güler, bugün itibariyle asker..
 
ben gsbasket.org sitesinde yönetici değilim, aynen galatasaraysozluk'te de olmadığım gibi.
dolayısıyla bahsi geçen ve çok da seviyeli bir şekilde dile getirilmeyen eleştirilerin direk muhattabı da değilim.

fakat gsbasket oldukça uzun bir süredir, benim galatasaray'a dair en güzel duyguları yaşadığım yer,
ve eğer ki bugün tribünde bir yere sahipsem, bunun da yegane mimarı..

10 küsür yıldır galatasaray'ın basketbolda temsil edildiği her mecrada armaya hizmet eden,
sadece erkek, kadın, veyahut gurur kaynağımız olan engelsiz aslanlarımızın a takımı maçlarını değil,
çeşitli altyapı kategorilerindeki hamlelerimizi dahi yakinen takip eden insanlardan meydana gelen bir oluşum gsbasket..

basketbol tribünlerimizin üç haneli rakamlara ulaşmakta zorlandığı günlerde salona en önde koşan adamların yarattığı bir yer gsbasket,
şimdi ise bir bayrak değişimi sürecinde olan, ve asla galatasaray'ın bir spor kulübü olduğunu kimseye unutturmamaya yeminli kişilerden oluşan..

aslında kilit nokta da burada yatıyor, 4 haneli rakamlara ulaştığında tribünün kalabalık sayıldığı günlerin ardından,
galatasaray'ın bir spor kulübü olduğunu hatırlatmak için bir adam giriyor florya'dan içeri,
ve o adam ayrılırken, ardında tekrardan dalgalanmaya başlamış bir galatasaray basketbol bayrağı bırakıyor.

yani gsbasket'teki o adamlar, mahmuti'yi sadece o bayrağı tekrardan, hem de avrupa arenasında dalgalanmasını sağladığı için seviyor,
ve yine aynı adamlar, ergin ataman'ın bu uğurda attığı her adımın ardından kendisi için de benzer duyguları taşıyacaklar..

o sebep eleştirirken de, en azından iki kardeş oluşumun yarattığı sinerjiye zarar vermeyecek şekilde bir özen çok önemli,
zira son 2 yıldır hemen tüm organizasyonlarını bir arada yapan,
eskiden tribünlerde toplanan insan sayısı kadar bir kalabalıkla, nevizade'de zirveler yapmaya başlayan, yaptığı kaliteli işlerle galatasaray yönetimi nezdinde dahi ciddi bir saygınlık uyandıran gsbasket ve galatasaraysozluk, benim nazarımda galatasaray tribünlerinin göz bebeğidir..

bir de sen elini uzat, söylemlerini artık geride bıraktım,
fakat niyeti bu güzelliği ötekileştirmek olan çıkarsa, işte o zaman yaptırım şart olur,
onlar da üçüncü bir kapı ararlar,
gsbasket ve galatasaraysozluk çok kötü ama diye,
bence gerek yok..

not: gsbasket ailesini, dışarıdan takip eden ve bir süredir ısrarcı bir şekilde ağır ithamlarını devam ettiren isimler için bu yazı kaleme alınmıştır..
 
“Her şeyin bittiği yerde başlayan şehre, bazen güzel şeyler de gelirdi..”

İlginç bir vesileyle gezme şansım olmuştu Van şehrimizi, daha bir gençlik günlerimde. Sadece okul sıralarında karşılaştığımız haritalar ekseninde, hafif coğrafya bilgimizin yardımıyla tanımlar biçtiğimiz bir şehirdi bizim için Van.

Birlikte seyahat ettiğimiz ve gerçek bir tarih bilimi neferi olan dostumuz vasıtasıyla öğrenmiştik şehrin Asur kraliçesi Semiramis ile başlayan tarihini, Urartular gibi mağrur bir devlete başkentlik hizmeti verdiğini, Tuşpa adının evrilerek zamanla Van adını aldığını.

Dünyanın en büyük sodalı gölünün etrafında kurulan bu şehrin, Türkiye Cumhuriyeti vücud bulduktan sonra kazandığı anlamın katma değeri ise çok daha belirleyici. Doğu Anadolu bölgesinin cazibe merkezi olabilmek için bir çok farklı niteliğe sahip olan Van şehri, maalesef ki terör illetinin önünü kapaması yüzünden sahip olduğu potansiyeli bir türlü realize etme şansına kavuşamadı.

Ardından ise deprem,
Yıkılan binalar, kaybolan hayatlar, ne zaman filiz vermeye niyet edilse, aşılması için karşısına çıkan yokluklar..

Bu şehrin güzel bir şeye ihtiyacı vardı,
O şehre Galatasaray geldi..

Gölün çevresini gezdikten sonra şehre dönüşümüzü hatırlıyorum mesela gezimiz sırasında, Galatasaray’ın maçı var diye şehirde sabah saatlerinde başlayan heyecanı, işportacıların tezgahlarında sattığı Galatasaray formalarını, İstanbul’dan geldiğimizi söyleyince, Hasan Şaş’ı hiç canlı görüp görmediğimi soran o küçük çocuğu, gözlerini kocaman açarak ve tabii maç saatinde kıraathanedeki ölüm sessizliğini..

Orada o maçı izleyen küçük çocuklar belki şimdi üniversiteli, eğitim veyahut işleri vasıtasıyla yollarını İstanbul’a düşürmek arzusunda, Galatasaray’a daha yakın olabilmek için, sırf kendilerine güzel bir şey sunuldu diye, kırmızıdan yapılmış, sarısı daha bir sararmış, arması gurur dolu o formanın sahadaki salınışına canlı olarak tanık olabilmek için.

Eleştirdiğimiz çok şey oldu, özellikle son dönemde. Fakat güzel olanın da hakkı layıkıyla verilirse eğer, eleştiriler daha bir anlam ifade edecektir. Galatasaray Spor Kulübünün basketbol şubesini yönetenler, ortak aklın verebileceği en güzel mesajlardan birini hazırlamış ve bu güzel şehrimizde kısa bir süreliğine dahi olsa, etkisi ömürlük kalacak bir bayram havası estirmişlerdir.

Bu jest ile terörden, doğal afetlerden, hayatın o coğrafyaya getirdiği zorluklardan yılma noktasına gelen genç dimağlara, hayatta güzel şeyler de var mesajı, hem Galatasaray ile ve en nihayetinde tabii ki basketbolla verilmiştir.

“Bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir, burayı seversen burası dünyanın en güzel yeridir, amma dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir..”
Galatasaray o yüreklere yaşadıkları yeri, şehirlerini ve vatanlarını sevme şansını vermiştir, oralara da kırmızı geliyor diye..

Ben hep gurur duydum Galatasaraylı kimliğim ile,
sen kimsin sorusuna verilecek eldeki ilk cevabım, Galatasaraylı oldu hep, diğer değişkenlerden bağımsız,
çok şükür Galatasaray da hakkını verdi her daim, omuzlarımızı hep dik tutandı,
fakat dün Van’da verilen mesaj, yapılan bu organizasyon,
hafif gözler yaşlı, bir daha şükrettirdi Yaradan’a,
iyi ki Galatasaraylıyım diye,
Galatasaray ulan !
 
Kapanmamış bir hesap var,
bir önceki sezona ait..

Hesabı sorulmamış telefon konuşmaları var, hakemi, yöneticiyi, koordinatörü içeren, Fenerbahçe'ye ait,
elimizden alınmış bir kupa var, hak hukuk kavramlarının anasını ağlatan..

O yaka buna alışık, onlar için başarıya giden yolun çamuru ayrı bir zevk kaynağı,
onların hedonizmi bizim utanç kaynağımız..

Sessiz bir Galatasaray var o tarihlerde, başkanların samimi olduğu bir ortam,
emeğin sadece sahada verildiğini düşünen, kitabına göre oyunu oynayabileceğini sanan..

Futbolda, stadyum mecrasında, adaletin koca bir tokadı, hafiften iz, beş kardeş,
basketbolun çevresinden süzülen, müessibi ise tekrardan başkan..

Fenerbahçe çok güçlü bir kadro kurdu, başına iyi bir koç geçirdi,
federasyon başkanı Turgay Demirel'in de sözleşmesini uzattı,
yani oyunun devamı için şartlar hazır, en azından onlara göre..

Futbolda ellerinden kayan ipleri basketbol ile telafi edecekler,
amatör branşlardaki tezgah, başkanlarının elinde bir koz,
karşı yaka için salon yine bildikleri bir oyun,

Fakat biz bu oyunu bozarız !

Yeni bir sezon başlıyor, yani bizler için aslında soğuk intikamın servisi hazırlanıyor,
yeni bir koç, çok güçlü bir takım,
daha da önemlisi takımın arkasında duran çok güçlü bir yönetim, dirayetli..

Biz bu sene bu adamlarla yarıştığımız bütün kupalara talibiz,
gider söke söke de alırız..

Başlangıç yeri de İzmir, daha uygunu olamazdı..
Aliağa maçında bir parçası olduğum o tribün, bugün ilk ateşi yakar,
sonrasında ise yılların birikmişliği,
bu takım bu sene söke söke şampiyon;
Galatasaray ulan !
 
Kazanmalıyız..
Onlar trende gidiyordu, çok değil üç sene oldu, ben Londra'da bir bankta ne söylememiz gerektiğini düşünüyordum, ecnebi oyuncularımıza.
Türkçe bir mektup hazırlamıştık halihazırda, maç öncesi soyunma odasında kızlara takdim edilecek, kelimeler sevgimizi ifade ediyordu armaya, nefretimizi sunuyordu karşı yakaya, ve inancımızı hissettiriyordu o formayı sırtına geçirecek şanslı insanlara, kızlarımıza.

Çok maç kaçırdım ben gurbette, giderken de zor bir karardı Galatasaray'dan ayrılmak, fakat bazı maçlarda yaşanan burukluk hep ayrı tarifsizdi.
Bordeaux maçında kapalıda olamamak gibi mesela, veyahut Hamburg maçı sonrasında sarılabileceğin adamların yanında olamamak noktasında..
Basketbola dair ise, o trende, bizim çocuklarla, tribünün adamlarıyla, arma sevdalılarıyla Ankara yolunda olamamak, en kayda değer fedakarlığım gibiydi, idealler uğruna..

Bir süredir, diğer branşların aksine, psikolojik savaşın başladığı yer, kadın basketbolunun Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı,
bir maçtan, bir derbiden, hatta bir kupadan bile çok daha fazlası..

Uzun yıllar boyunca ciddi bir hegemonya kurduğumuz kadın basketbolunda, geriden çok hararetli gelip bize yetişen Fenerbahçe'ye artık dur deme zamanı,
üstelik Cumhurbaşkanlığı kupası da önemli bir eşik, çünkü bir öndeyiz, biz hep önde kalmalıyız, ve ama biz Galatasaray'ız..

Yeni bir hoca, farklı bir sistem, başka oyuncular, istikrarlı niyetler,
eksikler, bahaneler, fakat tamamiyle kişisel;
yarın sezonun en önemli maçına çıkıyoruz.

Çünkü;
yarın Işıl Alben,
yarın Bahar Çağlar..

Çünkü yarın, birşeylerin değişmeye başladığını göstermenin zamanı,
belki de kadın basketbolu tarihinde hiç bu kadar arkasında durulmayan iki ismin, iki değerimizin mesaj vakti..

Erkekler bunu İzmir'de yaptı, laciverte karşı, tribün inanılmazdı,
ve fakat malum, övünerek hatırlanacak cinsten; Ankara da deplasman sayılmaz..

Çıkın ve yarın bu ligin patronunun kim olduğunu hatırlatın,
hocanıza hoşgeldin diyin, sonra da dörtnala ilerleyin;

Galatasaray ulan !
 
"Muzafferiyetleri kazandıran ne ordunun kuvvet ve heybeti, ne de silâhların intizam ve mükemmeliyetidir. Muzafferiyetleri sağlayan, kalp ve ruhun kuvvetidir."
Böyle der Johann Fitche, yazıtlarıyla Alman idealizmine yol gösterdiği dönemde.

İştirakçilerin ise gönülden bağlanmak için tek koşutudur, o kalp ve ruh kuvvetinin ortaya konduğunu görmek, güzel bir ideal uğruna, kaybetmeyi çoktan göze almış bir şekilde, ve fakat son ana kadar umudunu kaybettirmeden her bir ferdinin.

Vickie, Petra, Sophie ve en tabii Işıl Alben ile, her türlü asimetrik savaşın döndüğü Caferağa coğrafyasında, muazzam bir karakter koyan Galatasaray kadın basketbol takımını, dün itibariyle tekrardan gördü sanki bu gözler, artık kırmızıya dair evimiz olan Abdi İpekçi’de.

Aradan geçen bir hayli uzun kabul edilebilecek zaman dilimi içerisinde farklı tecrübeler edindik her birimiz. Ankara’ya giden de oldu, cumbaba niyetiyle, devlet demiryollarının güvenilmez trenleriyle, biber gazıyla hayatta ilk defa tanışanlar da, Eurolig’in evimizde düzenlenen son sekizinde.

Dönenler oldu elbet, gayet kabul edilebilir sebeplerle. Karanlık yollardan geçtik çünkü şairin dediği gibi, zehir gibi sulardan içtik karşı yakada, kaç defa boynu bükük döndük, Avrupa kıtasının başladığı coğrafyaya, elbette dönenler olacaktı, zor senelerdi.

Yıllardır soruyorduk neden diye, neden göğsümüzü yırtacak noktaya getirmiyorsunuz bizi, peşinizden sessizce yürümek yerine, inatla ve ama gururla, hadi başkaldırın artık desturuyla,
dün bu takım cevap verdi bize, mağrur..

Bundan sonra geri adım atmak yok, topyekün savaşa hazır olduğumuzu sezonlar evvel söylemiştik. Galatasaray’ın Türkiye’de bir marka haline getirdiği kadın basketbol ligini tekrar domine etmeye başlaması için, dünyanın en güzel tekelini tekrardan hissettirmesi için artık tüm şartlar hazır.

Bizler sizi yakın tarihle yargılamayacağız asla, yeni bir beyaz sayfa zamanı, kalemi kağıdı veriyoruz eline, yeter ki bir mücadele çizin bize, çizin ki inatla, hırsla, yeri geldiğinde kendinizle kavga ederek, ısırarak dudaklarınızı, sadece “peşinizdeyiz” diyelim biz de, vakur bir şekilde, taa şampiyonluğa..

Haydi Işıl kaptan, artık yelkenler fora,
yeni öykülere, yeni umutlara,

Bir çift söz de koça, sayın Memnun'a
"Çabalara değecek bir bağlılık, o komutanı mükemmel kılar"

Çabamızın adı Galatasaray,
Galatasaray ulan !
 
Son düzenleme:
Bir ithaf,
yersiz degil..

Bu yaziya baslamadan once Galatasaray - Fenerbahce final serisinin 6. macinin secilmis olmasi ise bir baska farkindalik hali. En nihayetinde bir gun mutluluk denilen olguyu surdurulebilir kilmak icin tirmaliyoruz ya hayati inatla, bazilarimiz calisarak, kimisi okuyarak, kurslarin pesinde, vazgecisler dahilinde ve fakat inatla..

Ugruna bir mucadele koydugumuz hedeflerin anlam kazandigina sahit oluyoruz bu donemde, ancak vazgecmiyoruz kisisellestirmekten, yenileri geliyor tabii bifiil, adina mutluluga giden yol koyup, nominal degerini hesapliyoruz o keyf verici hormonun, tirmalamaya devam ederek..

Derin bir emegin getirdigi tatmin halinin yetersizligi cagimizin hastaligi, sahtelesirken hersey kendi icinde ve disa dogru, samimiyetin eksikligine dair aci bir tad kaliyor ya damakta, bizler cok onceden hedef belledigimiz seylere yaklasirken, sadece ara ara farkediyoruz, aslinda nelerden uzaklasmakta oldugumuzu..

Akademi, is, kurs ve belki ozel hayat kosturmacasi icinde, bu ters orantili denklemi yikabildigim yegane ortamin bench arkasinda yarattigimiz birliktelik oldugunu dusundum ben gectigimiz sezon sik sik..

Orada bir aile yaratiliyordu, bazilarimizin ucundan yetistigi, digerlerinin efsanesini duydugu sami yen kapalisi gibi, omuz omuza, dimdik, ve ama iste Galatasaray diyerek israrla, omurluk..

O guzel ortami yaratan seylerin basinda, hic suphesiz ki yenilmez armadanin, karsisinda kim oldugu farketmeksizin yenilgiyi, son topa kadar kabul etmeyen yapisi geliyordu. fakat en az onun kadar, sahadaki, kenardaki adamlarin da bizimle ayni hisleri paylastigini bilmek bir aile kiliyordu bizi, birbirine simsiki bagli, umutlu, hayat dolu, Galatasarayli..

Bu hislerin vucud bulmasinda, bir adam, bir adim daha one cikiyordu hep, Alkaslar'in Emir olani..

Kalabalik ailemizle, herkes umudunu kesmisken Galatasaray'dan, biz ise mac sonu nevizade'de sevincten aglamaya baslamisken, biliyorduk ki birilerinin de bizim gibi gozleri doluyor, soyunma odasinda, ezeli rakibin sampiyonlugu kutlamasi beklenen bir macin ardindan, bir kez daha Ipekci'ye, eve donecek olmanin hakli gururuyla.

Fenerbahce'ye yenilip sampiyonluk serisi 3-1 oldugunda dahi, bes bin kisi tarafindan salondan cikmayip alkislanan o takimi yaratan adamlardan herhangi biri, sadece guzel seyler oldugunda aglasaydi keske.

Emir Alkas, kardesi Alp'i kaybetti uc gun once, hayatinin baharinda, bench arkasinda kurulan hedeflerin gencliginde, bu sene efes pilsen ile final four oynamaya gidecegi sehirde hem de, bir Galatasaray macinin ardindan, ne kelimeler anlam ifade eder o sahipsiz acinin ustune simdi, ne de vakitsiz teselliler..

Sadece bilmesini isterim ki, o bir aile daha yaratti kendisine, bench arkasinin en kirmizi karesinde,
diledigi an yaninda olabilecek;
basimiz sagolsun..
 
Muhakkak ki bir yanlışlık var,
Biz arkadaşlar ile Rusya’ya tatile gitmeden önce dahi uzun bir araştırma periyodu geçirdik. Çünkü biliyorduk ki, Doğu Bloku ülkelerinin sistemetaği çok farklı işliyor ve herhangi bir hostelde dahi kalmayı göze alabilecek durumda olmamıza rağmen, gerekli hazırlıkları yapmazsak bu organizasyon bizim için hayal kırıklığı ile nihayete erebilirdi.

Seyahatimiz Moskova ve St. Petersburg’u kapsıyordu, Rusya’nın geri kalanından ciddi bir şekilde ayrılan ve ülkenin doğu ile batısının başkentleri sayılabilecek bu iki önemli kent için dahi önceden hazırlık yapmak gerekiyorken, Kuban gibi bir yer için müracaatları son günlere bırakmak pek akıl karı değil. Daha da önemlisi, bu durum operasyonel anlamdaki ilk hata değil, üstelik bu kısa zaman dilimi içerisinde üst üste gelen hatalar, bu durumun son olmayacağını da refere ediyor.

Basketbol şubemizde bu sürecin yönetilmesi için görev alan bir isim var en tepede, sn. Murat Özyer. Şüphesiz ki, kendisine verilen yetkilerin bir de sorumluluk ve denetlenme aşamaları mevcut. Gerekli muhasebeleri de işveren pozisyonundaki seçilmişler mutlaka yapacaktır.

Benim için daha fazla önem arz eden bir husus mevcut aslında. Öyle ki, Murat Bey’in Galatasaray’da ilk görev aldığı dönemde taraftar ile yakaladığı ahenk, bence geçirilen başarılı dönemin en önemli yapıtaşlarından biriydi. Zira, görece düşük bütçeli takımımızın, şubemizin tarihindeki en büyük uluslararası başarıyı kazandığı süreçte, yakalanan taraftar desteği muazzam boyutlara ulaşmıştı.

Önemli bir kıvılcımın yakıldığı ve yaşanan türlü aksaklıklara rağmen, 10 yıllık uzun vadeli bir stratejiyle, güzel günlerin arifesine gelindiği bu dönemde, Murat Bey’in kulüpte tekrardan görev alması beni ziyadesiyle umutlandırmıştı. Çünkü sn. Mahmuti’nin ayrılmasından sonra taraftarın hayal kırıklığı olarak adlandırılabilecek bir süreçten geçtiği göz önüne alınırsa, Özyer’in daha önceden yarattığı sinerjinin tekrar devreye girmesi ayrı bir önem kazanmıştı.

Fakat, özellikle son zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla, amatör şubemizin peşinde kayıtsız şartsız bir destek yarışı sürdüren taraftarlarımızla, Murat Bey arasında ciddi bir iletişim sorunu oluşmaktadır. Sosyal medya gibi, aslında büyük bir iletişim devrimi gibi görünmesine rağmen, doğru kullanılmaması durumunda ciddi sıkıntılar doğurabilen mekanizmalar, kanaatimce taraftar ile kulüp çalışanları arasında faydalı bir köprü görevi görememektedir. Harf ve kelime sınırlamalarının olduğu bu tarz ortamlar, söyleyecek önemli şeyleri olan insanların sadece yolunu tıkamakta ve bir çok yanlış anlaşılmaya mahal vermektedir.

Saha içinde her şey “perfect” giderken, saha dışındaki unsurların, koçumuz sn. Ergin Ataman tarafından dahi belli aralıklarla dile getiriliyor olması, bu sezonun kusursuz bir şekilde nihayete ermesinin önündeki yegane engeldir.

Murat Özyer’de, şube ve taraftar arasındaki sinerjiyi yeniden sağlayabilecek, nihai özelliklerin mevcut olduğunu daha önce başarıyla gözlemledik, şimdi takımın önünde değil, arkasında, peşi sıra olma zamanı, çünkü Galatasaray treni çoktan yola çıktı, artık “Avrupa’da kupalar, nice şampiyonluklar” zamanı..
 
Ani geçişler yaşanıyor, adapte olmakta zorlandığımız. Bir hikayenin tadına varamadan diğerine geçiyoruz. Bazen ileriye doğru sardığını hissediyoruz bir anda tüm başrol oyuncularıyla beraber bu sürecin, bazen ise ağır aksak geriye gittiğini.

Hedefleri biz koyuyoruz gibi değil de, var olan bir senaryonun istisnai parçaları olmak için çaba harcıyoruz sanki. Galatasaray erkek basketbol takımı da, hayatlarımızın birer aynası gibi varlığını idame ettiriyor, özellikle son yıllar özelinde.

Basketbolun kıta düzeyindeki üç kupası arasındaki fark devasa boyutlarda, futbol gibi değil. En tepedeki takımlar ile diğerleri birçok farklı kıstasta keskin bir biçimde ayrılıyor, dolayısıyla görmüş olduğu değer de bunun üzerinden şekilleniyor.

Şubenin yaşadığı Rönesans deneyimi olarak nitelendirilebilecek, 21. yüzyılın ilk on yılının son demleri ile beraber, varoluşuna hizmet sürecine doğru bir dönüş olduğuna şahit olduk. Kıtanın iki numaralı kupasında gelinen yarı final noktası, artık dönüştürülemez bir döneme girildiğinin işareti gibiydi.

Ardından yaşanan ve hatırlanmasının bile acı verdiği ceza süreci dahi kısa bir sürede geride bırakılarak, benzer hedeflere doğru seri ve fakat güvenli adımlar atıldı. Aynen Uefa’nın resmi sitesinde futbol takımı için belirtildiği üzere, kulübün sahip olduğu “Avrupa reaksiyonu” bizlere rüya gibi bir sezon yaşattı, damaklarda bıraktığı tat ömürlüktü.

Buraya kadar gelirken, hep ileri doğru birer adım atıldığını görürken, yaşadığımız sezon itibariyle ise mecburi deneyim olarak bir alt ligi tekrar tecrübe etmekteyiz. Doğal olarak, Galatasaray isminin muhatap olduğu rakipler de arzu ettiğimiz kategorinin mensupları değil. Bu durumun ise taraftarımızda bir ilgi ve alaka eksiği yarattığı kolay bir şekilde gözlenebilecek cinsten.

Bu noktada ise belirtmek isteğim mesaj, iyi bir taraftarın her zaman takımının yanında olması gerektiği şeklinde beylik lafları değil. Muhakkak ki, bu büyük ailenin her bir ferdi, kendi doğruları doğrultusunda seviyor Galatasaray’ı.

Benim hatırlatmak istediğim yegane olgu, aslında hepimizin hayatlarının güzel bir hikayeye duyduğu o derin ihtiyaç. Belki bu rakiplerle zor, belki ihtiyacımız olan motivasyonu sağlayacak kocaman isimleri yok.

Fakat elimizde daha önemli bir şey var artık; yarın Abdi İpekçi Arena’da, Galatasaray’ımızı nasıl ağırlaması gerektiğini bilmeyen, ev sahibi olmak nezaketinden nasibini almamış, bunun sonucu olarak ise asıl cehennem nasıl olurmuş gösterilmesi gereken bir ekibi ağırlayacağız, yarın Kuban’a salonu dar edeceğiz.

Benim nazarımda bu bir şans, kendimize yeniden bir hikaye sunmak için, belki fazlasıyla pragmatik, ancak hayatımızın içinden..

Tabii ki, CSKA maçı sonrasında, bench arkasında yarattığımız o kara deliğe tekrar ulaşabilmek için daha vakit var, muhtemelen finale kadar bekleyeceğiz. Lakin düşünsenize, Avrupa’da kupaya giden bir yola şahit olmak, nasıl bir lütuf, bize kırmızı tarafından sunulan.

Şimdi tam zamanı;
hayatın anlamı Galatasaray,
Galatasaray ulan !
 
Yankılanıyor,
sesimiz salonlarda yükseliyor !

“Galatasaray’a hizmet eden adama saygı duyulur”, yıllar önce böyle dedi babam, Hamza Hamzaoglu’na kötü bir şekilde bağırdığım için kapalıda, 9-10 yaşındaydım, çok kötü bir orta açmıştı, Hamza zaten kötü ortalar yapardı..

Babam beni hiç basketbol maçına götürmedi, biraz uzun sürdü o yüzden bu güzel şubemizle tanışmam. Ortaokul yıllarında İpekçi yollarına aşındırmaya başlasam da, şimdi evimiz dediğimiz yerin kırmızı bir renk üzerinden tasvir edilmeye başlamasına hayli zaman vardı.

Bazı imgeler var tabii, bu uğurda bize yardımcı olan, en başta “kırmızı”, sonrasında “yenilmez armada” ve en tabii “son topa kadar”. Seviyoruz biz bu mücadeleyi, son ana kadar rakibi ısıracağını bildiğimiz bir takıma sahip olmayı.

Dün bir “geri dönüş” yaşanırken, bir hayli işlevsel, yine son topa kadar verilen bir mücadele olması o parkede, muhtemelen önemli sayılabilecek cinsten bir lütuftu bize sunulan. Bu sefer müsabakayı çok önceden koparmasına rağmen maç içinde kendisine yeni bir hedef koyabilen takımımıza eşlik ettik, sesimizi itinayla yükselterek.

Takımımızın geçtiğimiz yıl şahit olduğumuz olağanüstü mücadelesine önemli bir ekleme yapıldı bu sezon. Kendisine o rol biçilen ve fakat nedense bir türlü hakkını veremeyen Jaka Lakovic’in yerinde, bu sefer layıkıyla yerine getiren bir “winner” oyuncumuz mevcut.

Kariyerinin ilk dönemlerine göre muazzam bir sıçrama yaşayan David Hawkins, bu sezon elimizde kupalar da kalkacağının teminatıymış gibi pozlar kesiyor parke üstünde. Çünkü çok önceden, taa Peter Naumoski zamanlarından öğrendiğimiz üzere, muharebeleri değil ama savaşları büyük adamlar kazanıyor.

Başlangıç ise sayın Ergin Ataman içindi. Aşk üzerinden tarif ediyoruz ya genelde Galatasaray’a olan sevgimizi, en kutsal olanından. Lakin kişisel hayatımız dahilinde, giden her sevgilinin ardından, dilediğimiz kadar el sallayıp, yerini senelerce doldurmama hakkımız varken, konu kırmızı sevdamız olunca böyle bir lüksümüz yok.

Bayrak değişiyor, yeni bir çift el taşımaya başlıyor o güzel armayı. Bize ise Galatasaray’a hizmet etmeye niyet etmiş ve şimdiye kadar gördüğümüz üzere, bunu da kallavi bir şekilde yerine getiren adama saygı duymak düşüyor, hatta biraz da sevmek.

Kişisel notum ise, ilk Kuban maçına dair yaşadığımız krizi ve kaos ortamını çok güzel yönettiği için sayın Ataman’a teşekkür etmek olacak. Çünkü bildiğimiz üzere, liderler krizleri doğru şekilde yönettiği sürece bu üst düzey mücadelede var olabiliyor.

Sesimiz salonlarda, kavgamız omuzlarda,
Sen sevdamızın adı, hayatın tek anlamı..

Çok şükür,
biraz geç olsa da,
hoşgeldin Ergin Ataman..
 
Savaş arkadaşımız bu başlıkta teşekkür iletilerinin yer almamasını tercih ediyor. Biz de bu doğrultuda başlığa yazılan iletileri siliyoruz. Savaş´ın tercihine anlayışla karşılayacağınızı umuyoruz.

Bu mesaj da bir süre sonra kendisini yok edecektir.
 
İyi niyetten şüphemiz yok, Galatasaray gibi birçok farklı platformda onlarca takımı ile mücadele eden bir organizasyonda görev yapmanın pek kolay olmadığı konusunda, hepimiz hemfikiriz sanırım.

Zaman içerisinde yaşanan ve ciddi anlamda tepki çeken organizasyona dair sorunlar bence yeni bir yönetim dahilinde vuku bulması sebebiyle tolere edilebilir cinstendi şimdiye kadar hep. Bu noktada sabırsız davranan arkadaşlarımıza da, sevgilerini ifade etme noktasında sabrın en doğru yöntem olduğu şeklinde telkinler iletildi, bizler tarafından.

İçinde bulunduğumuz sezonun iki farklı yıl üzerinden ifade edildiğini göz önüne alırsak ve 2012 kısmının artık geride kalmak üzere olduğunu da eklersek, bence özellikle saha dışında daha fazlasını beklemek taraftarımızın gayet anlaşılabilir bir arzusu haline gelmiştir.

Türlü aksaklıklara rağmen, gerek Ergin Ataman, gerekse Ekrem Memnun yönetiminde saha içinde oldukça başarılı maçlar çıkartan takımlarımızın saha dışında da destekleniyor olması, yıllardır hayalini kurduğumuz güzel bir sezon sonuna dair yegane ön şart haline geldi bu günlerde.

Sayısı önemli rakamlara ulaşan sakat oyuncuları sebebiyle erkek takımımıza nispeten daha kırılgan bir yapıya sahip olan kadın basketbolcularımız şimdiye kadar oldukça başarılı bir sezon geçiriyorlar. Bugün itibariyle ise bu sezonun geride kalan bölümünde oynadıklarından çok daha büyük anlamlar ifade eden bir maça çıkacaklar. Zira Eurolig’in bu sezonki en büyük favorisini evimizde ağırlıyoruz.

Diğer tarafta ise, futbol takımımız değil sadece bu sezonun, son yılların en önemli müsabakasına çıkmak için Portekiz’de bulunuyor. Kulübümüzün lokomotif gücü olduğu tartışılamayacak bir durumda olan futbol takımı böyle bir maça çıkarken, saatlerinin kesişmesi muhtemelen Ekaterinburg maçını kalabalık bir seyirci topluluğu önünde oynamak fikri maalesef ki bir hayal ürünü kıvamında.

Kızlarımızın bu maçta, yani tüm sezon boyunca belki de o müthiş desteği en çok arkalarında hissetmek isteyecekleri böylesine bir müsabakada yalnız bırakılmamaları için iki adet opsiyon mevcuttu bence önümüzde.

Birincisi, zaten yönetici erkimizin üzerine ciddi bir mesaiyle çalıştığına şahit olduğumuz şekilde, Braga maçının Abdi İpekçi’de hep beraber izlenmesi yöntemiydi. Dün itibariyle öğrendiğimiz üzere, teknik sorunlar sebebiyle bu plan gerçekleştirilemeyecek. Diğer opsiyona geçmeden önce belirtmek isterim ki, bu “teknik sorunun” D-smart’ın açgözlülüğü olduğu yolunda söylentiler dolaşmakta kulaktan kulağa. Bence büyük Galatasaray, bunun üzerinden gelebilmeliydi.

Diğer opsiyon ise, Eurolig nezdindeki lobimizi kullanarak maçın daha erken bir saatte oynanmasını sağlamak olabilirdi. Salonun bu maç öncesi boş olduğunu düşünürsek, üstüne bir de zaten Rusya’nın 3 saat dilimi geride olduğunu da eklersek, bu argümanlar FIBA yönetimi için yeterli olabilirdi. Daha iki hafta önce saat 6’da maçımızı oynatan organizasyonun bu fikre karşı çıkacağını pek sanmıyorum. Fakat başaramadık.

Son tahlilde, bu başarısızlığın nedenlerinin dikkatli bir şekilde incelenmesi naçizane tavsiyemdir. Zira Galatasaray gibi önemli imkanlara sahip bir kulübün, bu tarz durumlarda arzuladığı sonuca ulaşması aynı zamanda bir prestij meselesidir. FIBA, D-Smart vb. kuruluşlar ile oluşturulan ilişkilerde, böylesine büyük bir gücü temsil eden Galatasaray ismi kendisi lehine kararları çıkartabilmeli ve sahaya armasını temsil etmeye çıkan tüm sporcularına, başarıya giden yol için en uygun ortamı yaratabilmelidir.

Burası Galatasaray..
 

Üst