Savas Karadag Yazıları

Sadece yazmak için değil, yaşamak için dahi şansım olamayabiliyor burada kırmızıyı. Normalde gerçekleştirdiğim yurtdışı seyahatlerinin çok dışında bir yerdeyim. Sahip olduğu ünlü futbolcular üzerinden tanımlamakla yetindiğimiz kara kıtanın, maalesef ki bu alanda hiç bir başarısı olmayan Moritanya adlı bir diyarında, Büyük Sahra çölünün göbeğinde..

Sırf gittiğim yerlerde kendimi avutabilmek için, Londra günlerimde uydurduğum "Galatasaray'ı uzaktan sevmek en güzeli" mottosunun aklıselim ile uyuşmasının zor olduğu yerler burası. İnternete kısıtlı ve düzensiz aralıklarla ulaşılabilmesi, gücünün cocuklukaskımsın.swf'sini dahi izleyemeyecek kadar yetersiz olması, isyan noktasına getirmese de insanı, beyhude bir serzeniş yaratıyor yürekte, Yaradanın bile sanki yarattıktan sonra unuttuğu bu topraklarda..

Bugün ise biraz farklı, sadece derbi olması ve sonunda bir kupanın gelişi değil bu sonucu yaratan. Eskisi kadar hikayesi ilgi çekmiyor Galatasaray'ın, burada beraber çalıştığımız Avrupalıların üzerinde. Tekrar dönmeye başlasak da futbolda o büyülü sahneye, unutturmuş kırmızının o güzel tonunu, araya giren uzun yıllar; beraber izlediğimiz şampiyonlar ligi kura çekimi sırasında, dua edilen bir takım artık, kendilerine rakip olsun diye, o şanlı Galatasaray..

Bunlar can sıkıcı olsa da, o özgüven var ya, nasıl olsa birkaç seneye görecekler kudretimizi tekrardan imparatorun önderliğinde diye, gülüp geçebiliyor insan. Fakat bir başka sorun giriyor işte burada devreye; hani insanoğlu uzaklaştıkça sevdiğinden, tanımadığı insanlara anlatmak ister ya sevdasını, konuşmak, paylaşmak delicesine, bizim hikayemiz ilgilerini çekmiyor pek, kırmızıya dair sözlerim hep havada kalıyor.

Bugüne gelmemi sağlayan da böyle bir sürecin farklı şekilde vuku buluşu sadece. Yeni tanışılan bir İspanyol, Murcia'dan gelmiş, Türk'üm diyorum, Galatasaray diyor; çok seviniyorum, tam Selçuk İnan diyeceğim, Alba Torrens diyor..

Geçtiğimiz sene şampiyonluğumuza mal olan sakatlık artık geride kalıyor, bugün itibariyle Alba sahalara dönüyor. Bugün öyle önemli bir maç ki; kupa derbisi ve onun dönüşü. Dün gazetelerden öğreniyorum, bugün kahvaltıda o ispanyolun yanına gidiyorum, final maçı ve Alba dönüyormuş diyorum, seviniyor, mutlaka sonucunu bana da söyle diyor maçın; ben de yüzümde aptal bir gülümseme, Galatasaray'ı paylaşabildiğim için çok mutlu oluyorum; bu dünyanın en güzel sevdası yahu..

Ekrem hoca çok güzel bir ruh kattı takıma, istediğimiz şeyi veriyor artık bu ekip tüm takip edenlerine. Ezeli rakibimizin yıllara süren hegemonyasını yıkmak için yegane bir eksik kalmıştı puzzle'da, o da bugün sahalara dönüyor. Bugün kupa, yarın lig, belki en sonra eurolig.

Bırakın da umut etmeye hakkım olsun değil mi, sonuçta muzafferiyet inananların hakkı, bu maç da bir başlangıç olması sebebiyle, sezonun mihenk taşı.

Günlerden pazar, benim öyle bir lüksüm yok, fakat sizler geçin ekran başına, ihtiyacı olan sinerjiyi yollayın şu takıma; tek bir alan kaldı yeni yönetimle beraber fenerbahçe'nin gerisinde kaldığımız, artık orada da bertaraf etme zamanı.

Taa Afrikalardan;
Galatasaray ulan..
 
"Karlarla kapansa da sana çıkan yollar, küreklerle geleceğiz şanlı Galatasaray"

Tabii ki bana düşmez, hadi çıkın İpeçi'ye gidin demek, bu karda kışta. Üstelik bulunduğum yerde hava sıcaklığı 20 derecenin üstündeyken fazla romantik bir klişe gibi duruyor yukarıdaki giriş cümlesi, hak veriyorum.

Fakat bir yandan da, bugün orada olabilme şansına sahip insanları nasıl kıskandığımı paylaşmak istiyorum. İstanbul'un en ufak yağmur damlasında dahi felç olan trafiğine inat, kar topu oynayarak, Topkapı'dan salona yürümek, bir nevi ödül gibi içini kırmızının ateşiyle ısıtanlara.

Bugün üstelik daha da özel bir gün. Salona gidenleri ilk karşılayacak olanlar, belki de parmakları havada bir halde, kupaları salonun bir köşesinde duran kupalarının da verdiği gururla kadın takımımız olacak. Seneler sonra ilk defa peşinden koşanlara istediğini vermeye başlayan takımımız, düşündüğümüzden dahi çok daha önemli bir psikolojik eşiği aştı bu haftasonu; sevenleriyle bugün salonda kutlayabilmek onların en büyük hakkı.

Ardından ise, bu sene Galatasaray'ımızın müzesine Avrupa'dan bir kupa daha getirmeye en yakın aday olan erkek basketbol takımımız çıkacak sahneye. Takım zor bir virajdan geçmekte ve başta sakatlıklar olmak üzere sıkıntılar hepimizin malumu. Zaten böyle durumlar da taraftarın devreye girmesi gereken en zaruri süreç, çünkü biliyoruz ki bu takım da hep birlikte bizimle büyüyecek.

Geçtiğimiz sezon tüm Avrupa'nın en büyülü salonu haline getirdiğimiz İpekçi'nin aynı kıvama gelmesine belki hala vakit var, lakin genelde egosu üzerinden eleştiriler alan sayın Ataman dahi ısrarlı bir şekilde ricacı olmuşsa o salon dolsun diye; bize düşen daha hızlı koşmak, sever adım gitmek..

Yazmıştım daha önce, dilediğin zaman Galatasaray'a ulaşabilmek nasıl bir ödüldür bu hayatta diye; bugün o lükse sahip değilim ben, belki de bir hatanın kefaretinden.

Ancak lapa lapa kar yağsın da okullar tatil olsun diye dua ederken bazıları, bize ait bu sevdayı paylaşanların ise, maç üzerinden kendi takvimlerini ayarladığını bildiğimden, yine de içim rahat hafiften. Bu salon tekrar cehennem olacak çünkü o adamların yürekleriyle..

Önce kadın takımıyla kutlama,
sonra erkek takımıyla, kupaya giden yoldaki en ses getirici adım..

Yürüyelim arkadaşlar,
gümbür gümbür;
Galatasaray ulan !
 
Bir kız çıktı, bilmiyorum size yansıtmak mümkün mü..
Ben o coğrafyayı gezdim, fakat depremden önceydi, sayılmaz yani..

Depremden sonra Galatasaray gitti,
Sevgi evleri var, önceden sadece tacizden kaçan kızlar içindi, deprem sonrası kimsesiz çocuklara yuva oldu..

Galatasaray gidince, bir kız çıktı, en büyüklerinden, konuşma yapacaktı, doğaçlama;
Bize hep hediyeler gönderdiler, sagolsunlar dedi, hafiften ağlıyordu, ama siz hediye olarak galatasaray'ı getirdiniz, dokunabiliyoruz ya size dedi, benden geçti ama, 10 yaşındaki kardeşlerimize sunduğunuz umut için teşekkür ederim diye ekledi, o umut galatasaray'dı;
O kız ise sadece 16 yaşındaydı..

O yanı pembe, öncesinde pamuk,
Galatasaray, sadece eurolig takımlarının kabul edildiği, "one team" organizasyonunda dısarıdan tek takım, ayrıca herkes kendi şehrinde takılırken, Van'a kadar giden cinsten, kervan belleyip..

Bu memleket bizim der ya büyük Nazım Hikmet,
Galatasaray o memleketin her bir zerresine sızma gücüne sahip,
Büyüklüğü anlatılırken, kupa büyüklüğü değil gibi kategorize edilebilecek cinsten ise hiç değil,
Zira kırmızımız o kızları şimdi İstanbul'a getirecek, konaklama sponsoru bulamazsa, Galatasaray lisesinde yatıracak, Van Galatasaray'a taşınacak..

Ve filmde eklenir ya;
Her şeyin bittiği yere bazen güzel şeyler de gelirdi, ama hiç biri uzun süre kalmazdı diye sitem edilerek,
işte Galatasaray her sözün bittiği yerde..

Çok şükür be yaradanım,
umudun yeşerdiği yerdeyim;
Önce Galatasaray, sonra hayat..

Daha o kızlar gelecek, biz hizmet edeceğiz,
Galatasaray Türkiye olacak;
Galatasaray ulan!!
 
Fazla değil, Galatasaray basketbolunu ancak 10 senedir takip edebilen hemen her sempatizanın haznesindeki en değerli kelimedir “stabilizasyon”, muhtemelen..

İstikrardan hafif bir ayrım yaratması sebepsiz değil bu durumun, zira stabil olmaya öyle uzak zaman dilimleri yaşadık ki, parkenin kırmızı yarısında, herhangi bir ecnebi oyuncunun bir sonraki kış mevsimini bizimle göreceği günlerin hesabını yaptık hep, kadro matematiği denilen mereti öğrendiğimizden beri.

İşlevselcilerin, işi teknokratlara bırakın onlar çözer düsturu ortaya konduğunda bundan yaklaşık iki buçuk sene önce, hiç beklemediğimiz bir umut ışığı belirdi şubemizin üzerinde. Hakan Üstünberk ismi ve getirdiği teknik ekip, bizlerin hayalini dahi kurmakta zorlandığı bir süreci yaşatırken hepimize, maalesef ki yine işlevselcilerin en büyük korkusu girdi devreye; başarıyı sahiplenmeye niyetli siyasiler, derinler.

Yayılma etkisiyle beraber, hafif tümevarım adımları başarıyla atılırken, yönetimimiz tarafından sezon başında alınan radikal kararların doğruluğu veyahut yanlışlığı üzerine herkesin zaten kendine ait sübjektif yorumları bulunuyor. Benim dikkat çekmek istediğim nokta ise biraz farklı. Öyle ki, daha tümdengelimci bir yöntem izlemeyi seven Sayın Başkanımız Ünal Aysal, sezon başında çok ciddi harcamalar yaparak önemli bir kadro yapılanmasına gitti. Geçtiğimiz sezon sadece 100.000 dolarımız var diye, Savovic’in alınmasını mecburi hale getirecek şekilde evrilen süreç, bu sezon ise başka işledi.

Bu durumu biraz da şöyle yorumluyorum; başkanımız Galatasaray’ın isminin büyüklüğü sebebiyle, bu sezon başarılı olması durumunda, zaten bir sistem yapılanmasına gidilebileceği hesabını yaptı. Yani sistem başarıyı getirmeyecekti, başarı sistemi sağlayacaktı. Bu teori iş hayatı için gayet mantıklı, fakat ya basketbol..

Koç şampiyon takımdan getirildi, kazanmayı biliyordu, o kazanacaktı, biz sistemleşecektik. Fakat şampiyon koçumuzun, bir de kötü ünü var, giderken arkasında bıraktıkları. Örnek üzerinden gidersek ise, sadece hepimizin çok sevdiği Furkan Aldemir yeterli, bu adamın Krstic’i sahadan silmesinin üzerinden daha bir yıl geçmedi.

Dün Galatasaray, bir Alman takımından 20 sayının üzerinde fark yedi, Galatasaray basketbolunu yakından takip eden kiminle bir araya gelsek, herkes endişeli, fakat bugünden değil, daha çok gelecekten. Bir dönüşü olmayacak Eurocup’a dair harcamalar, geriye doğru giden yerli oyuncular ve doğaldır ki, tekrar eski günlere mi döneceğiz korkusu, post-Ataman döneminde.

Bu sebeplerden ötürü, ortaya bir plan konulmasının vakti geldi sanki basketbolumuz için. Çünkü sadece günü değil, geleceği de kazanmak istiyoruz. Kulüpteki elitlerimizden beklenmeyen bir şekilde adı “şanssızlık” konulmaya devam edecekse olası bir sezon sonu hüsranının, biz de kendimizi hazırlayalım.

Yine de son tahlilde hatırlatalım ki, "şampiyon" da gider biz kalırız;
o enkazın altını da tırnaklarımızla kazımaya hazırız,
fakat sizler önemli Eurolig maçlarında en ön koltuktan maç izlemeye keyfini kaçırırsınız,
biz de buna hayıflanırız;

ve çünkü işte Galatasaray..
 
Yarın sezonun en önemli maçına çıkıyoruz, subjektif tabii, fakat sebepsiz değil.
Geçtiğimiz sezona, hem de Deron Williams'lı kadrosuyla, saçma sapan bir Eurocup takımına yenilerek başladı Beşiktaş. Üç şampiyonluk adayı bir yana, Banvit bile daha kaydadeğer bulunuyordu sezon sonu bahisleri için ligi takip eden hemen herkesin gözünde.

Sonra bir şeyler oldu, ben hala açıklayamıyorum, sonunda Beşiktaş kupalar kazandı, Galatasaray ise bundan bile daha değerli birşeyi kaybetti, evet şampiyonluktan bile değerli, evet bu da subjektif.

Galatasaray güçlü camia, büyük kulüp, geride bıraktıklarına değil, önüne bakar, gücü de yetti, şampiyon koçu aldı. Biliyoruz ki önce süre verdi sayın Ataman. Beşiktaş, Milangaz ile anlaşamazsa sizdeyim sözleri alındı, fakat en iyi o biliyordu, Demirören ailesinin nasıl da bir daha yüzüstü bırakacağını Beşiktaş'ı.

Buraya kadar normal, güçlü olanın güçsüzü yuttuğu bir muhabere spor camiası, ki zaten artık Beşiktaş çoğu gözde ezeli rakip bile değil. Fakat her zaman masada planladığı gibi gitmiyor işler sahada, sezona yine kötü başladı sayın Ataman, Galatasaray çatısı altında.

Evet sakatlıklar var, mesela tam iyileşmeden "oynamak isteyen" Domercant gibi, veyahut bir gün Galatasaray basketbolunun formasını sırtına geçiren her ölümlünün yaşamak zorunda olduğunu erken yaşta tecrübe eden sevgili Göksenin gibi. Bunlar ilahi, peki ya idari olanlar ?

Çok dillendirilmese de, ufaktan takip eden herkes biliyor, Hawkins'in benzer bir cezayı İtalya'da da tecrübe ettiğini. Şimdi masumiyet karinesi ve tabii B testi, fakat hangimiz çok şaşıracak, alışkanlıklarını Türkiye'ye de taşıdığı ortaya çıkarsa..

Lakin, burada bir virgül, giden oluyor, yerine hemen transfer, yönetimimiz de bilincinde, bir tercih yapıldı, sistem yerine başarı başattı, başarı için yaptıkları tercihin altı boşaldıkça, doldurulmak zorundaydı. Ey ahali, Galatasaray tarihinin en pahalı kadrosu unvanını geçtim, kendisinin arkasından gelen ikinci pahalı kadronun rakamla "2" katına çıkıldı.

Galatasaray büyük takım, vizyonu da öyle, tabii ki harcanacak.
Fakat işte bu harcamalar da, daha nice şampiyonlukların anahtarı olacak, yoksa hep hüsran.

Buna takdiri ilahi diyorlar, ben de aksine bir şans daha diyorum, bugünlerin modası psikolojik üstünlük kavramı ya, ki ben nefret ederim psikolojik olan her şeyden, işte tam o noktada şampiyon koçumuzun üstünlüğü giriyor devreye, yarın sahaya, daha önce defalarca yendiği Mahmuti'ye bir kez daha üstünlük kurmak için çıkacak, buraya gelmesinin sebebi de bu değil miydi zaten.

Ya kuramazsa,
bilmem, biz yine buralardayız, onu da o zaman yazarız..
 
Akıl oyunları filmini biliyorsunuzdur zaten, bilmeyenler için de özet geçeyim; akıl akıldan üstündür.

Karşımızda iyi bir koça, saat gibi işleyen bir sisteme sahip saygın bir rakip vardı. Eurolig'in Top 16 kısmında üst üste 5 maç kazandı o rakip, hani diğer üst seviye Türk takımlarının süpürülmeyle sonuçlanacak hikayesinin aksine.

Biz ise hafif değil alabildiğine yıpranmış bir halde yalpalıyor gibiydik. Gidenler malum, bazıları sakatlıktan, bazıları karaktersizlikten. Kaptanı tarafından hem de, yarı yolda bırakılan bir takım, nasıl diş geçirebilir ki böyle bir rakibe, zor işler bunlar, hepimizi umutsuzluğun kıyısında yüzdüren.

"Galatasarayın oynadığı hiç bir maçta rakip takım favori olmaz."

Altı dolmayınca çok eğreti duruyor ego dediğimiz şey, hele popülizm ile birleşince, geçerli gibi gözükse de bu coğrafyada, sıkıntı veriyor kırmızı sevdamıza, ben konduramıyorum mesela. Fakat o zihniyet, hizmet için kullanıyorsa egosunu Galatasaray yolunda, üstelik dolduruyorsa altını, bir de mahçup ediyorsa bizi tekrardan, bence teşekkür etmesini de bilmek gerekiyor o zaman. Hem erdem gereği, hem de Galatasaray'da bir tuğlanın üstüne bir başkasını koyana zaten halihazırda duyduğumuz şükrandan ötürü, Ergin Ataman da bu teşekkürü fazlasıyla hak etti dün itibariyle.

Geçtiğimiz sezon, Beşiktaş'ın tam olarak buralardan döndüğünü hatırlatmıştım, yine kendisine çok az şans verilirken, sezona çok kötü başlamışken, takdire şayan bir dönüş yapmıştı Ataman, bizim de canımızı acıtarak. Sonrası da epik bir hikaye olarak tarihe geçmişti zaten ezeli rakibin boş defterinin tozlu sayfalarında.

CSKA karşısına çıkarken dahi, delicesine bir umut ile salona koşan bizler, dün eğer ümitsizlik ile geçtiysek televizyon başına, burada da bir sorun var demektir aslında. İlk tebrik sevgili Arca'ya, koştu gitti Eskişehir'e armasının peşinde, küçüğümüz olmasına rağmen önemli bir ders verdi bizlere. Sonrasında ise Murat Özyer'e ilettim, o ise devamı geleceğini biliyor gibiydi.

Devamı gelsin, ihtiyacımız var çünkü, bölündük farkında olmadan, Galatasaray içinde taraf olduk, normaldir, hiç yoktan bize ümit yaratanı yaşadık 2 koca yıl boyunca, ayrılık zordu, yolu da pek hoş değildi, fakat geride kalan hep Galatasaray'dı. Şimdi ise 20 yıla yakın süre geçmişken üzerinden tekrar müzemize doğru getirilecek bir kupa, yürekleri beraber attırmaya başlayacaktır muhakkak, belki de dönüm noktası dediğimiz şey gerçek olacak, sezonlar sonra hep bu maç hatırlanacak.

ve üstelik belki bir sürpriz,
Akhisar maçı, önce kupa gelsin,
sonrası GSBonus, evet kart olanı..

ah ulan Galatasaray !
 
Kanıksadık artık, yadırgamıyoruz bu hareketleri, basketbolda Galatasaray'ın müzesine girme ihtimali beliren her kupaya kirli ellerin uzandığı, hafif lacivert soslarla bezenmiş çirkin bir savaşın detaylarından yeteri kadar midemiz bulandı zaten, geride kalan ise tek bir merak unsuru; Galatasaray, Turgay Demirel'e ne yaptı ??

Dün çok anlamlı bir program vardı Galatasaray Tv'de, Türkiye Kupası finalinde yaşanan hakem rezaleti irdelendi detaylarıyla, son 5 dakika yaşananları aslında çok fazla da detaylandırmaya gerek yoktu, Galatasaray konu basketbol olunca yıllardan beri federasyon nezdinde hep mağdurdu.

Kaç sene oldu Turgay Demirel imparatorluğunu ilan edeli, evet bildiniz biraz daha dayanabilirse, Sultan II. Abdülhamid'in rekoruna ortak olacak, ikisinin de geriye bir tek ortak özelliği kalacak, kendi dönemlerinde Galatasaray'ın hiç şampiyon olamaması; tabii II. Abdülhamid'in durumu biraz daha anlaşılabilir.

Göz ucuyla bile kadın basketbolunu takip eden hemen herkes bilir, yıllardır kızlarımızın kupaya uzanan ellerinin Caferağa denilen ahırda nasıl kırıldığını. Öyle ki, birbirine rakip lise takımlarının dahi oynamasına izin verilemeyecek bir yerde, sezonlar boyu kızlarımızı koca bir nefret deryasının ortasına itebilen federasyon, yetmediğinde hakemlerini de devreye sokarak çözdü hep işlerini, fakat artık erkek takımımız da ciddiye alınmalıydı, çünkü onlar da rakipti.

Bugün Mehmet Keseratar, dün Recep Ankaralı'ydı, okuma yazma bilen herkes o tape skandallarını okudu, hakemlerin görevi ortamı saha dışında da huzura erdirmek ya, hep Fenerli yöneticiler teskin edildi, herşey kontrol altında mesajı verildi, daha irrite edici olan ise Aziz Yıldırım gibi şifreli konuşmasına bile ihtiyacı yoktu Semih Özsoy'un, basketbol federasyonu çoktan sürülmüş bir tarlaydı.

Pazar günü Keseratar MVP seçildi, ödülünü muhakkak birilerini elinden almıştır, helal-i hoş olsun.
Çünkü yıllardır kızarak vardığımız nokta hep aynı, büyük bir temaşa, ipler imparatorun elinde, koca Galatasaray da hep figüran, 21 yıl yahu.

Fakat tek bir mesele kaldı geriye, biz kabullendik çünkü, sadece sebebini bilmek istiyor insan, o şanlı formayı yıllarca terletmiş bir insan, nasıl olur da böylesine nefret dolu olur ekmek yediği camiaya;

"Sahi Galatasaray, Turgay Demirel'e ne yaptı?"
 
Bunu söylemek utanç verici aslında, fakat insan bir nevi borçlu hissediyor kendisini, Galatasaray'ın cebinden çıkan ve hiçbir dönüşü olmayan devasa boyuttaki paraların hesabını yapmaya; sanki artık kadın takımımızda bazı şeylerin değişme vakti geldi..

En iyi zamanlarında dahi, fenerbahçe derbileri haricinde 4 haneli seyirci topluluğunu yakalayamayan bir takımın durumunu sadece taraftarın arma peşinde yeterince koşmamasıyla açıklayamazsınız. İdame ettirmesi gereken okul, iş ve hatta aile gibi sorumlulukları olan genişçe bir kitle zaten futbol ve erkek basketbol gibi daha lokomotif branşların takipçisi olmak için önemli bir mesai harcıyor.

Doğaldir ki, bu bir zorunluluk hali değil, aksine bir tercihtir. Fakat kadın basketbolu gibi normal şartlarda ilginin daha arka planda kaldığı alanlarda, süreklilik arz eden bir aidiyet için o armayı taşıyan isimlere ayrı bir sorumluluk düşmektedir.

Fenerbahçe derbisi zamanı bu takımı aklına getirdiği için bazı dönemlerde yargılanan büyük bir kitlenin yaşadığı bu tercih ise benim gözümde bir hayli normaldir; çünkü önüne konulan kimliklerden tercih yaparken insanı güdüleyen en önemli ölçütlerden biri "öteki" kavramıdır; Galatasaray'ın ötekisi de her daim Fenerbahçe'dir.

Zaten yıllardır hiçbir dönüşü olmayan biçimde bu takıma para akıtılmasının sebebi de, kimse dillendiremese bile Fenerbahçe rekabetidir. Ancak benim artık sayamadığım üzere stafftan ve oyunculardan bazı demirbaşlar hariç yıllardan beri devam eden sirkülasyon hep aynı sonuca yol almıştır; Galatasaray sanırım tarihinde hiçbir branşta Fenerbahçe'nin istikrarlı bir şekilde böylesine arkasında kalmamıştır.

Bence artık sorulması gereken soru da, buna gerek olup olmadığıdır. Harcanan paralarla beraber her sene yaşanan hayal kırıklığının da doğru orantılı bir şekilde arttığını göz önüne alırsak, belki de artık çanların birileri için çalma vakti gelmiştir.

Daha az bir harcamayla, gençlere yatırım yaparak, daha küçük isme sahip yabancı oyuncularla beraber yaşayabileceğimiz muhtemel en kötü senaryo bir süre Türkiye Kupasını alamamamız olacaktır. Sanırım hiç kimse de buna kısa dönemde ses çıkarmayacaktır.

Zaten bırakın geleceği, günümüze dair bile hiçbir akil planlamamız olmadığını düşünürsek, belki de adına üzülerek küçülme diyeceğimiz şey, bizi daha sağlıklı yarınlara taşıyacaktır; üstelik kabuk bağlamış cerahatlarımızdan da kurtularak.

Ben inanıyorum ki, kadın takımımızı her şartta takip eden 150-200 kişilik kemik kitle, takımın çok daha az bir harcamayla yapılacağı ve daha küçük hedeflere yöneleceği dönemlerde dahi, aynı arma aşkı ve şevkle salonlara koşmaya devam edecektir.

Sanki artık kadın takımımız için feda vakti;
Çünkü tünelin ucu artık oralarda kırmızı değil..
 
Galatasaray erkek basketbol takımı yaşanılan tüm talihsizliklere ve sinerjiden yoksun yapılan sezon başlangıcına rağmen, emin adımlarla normal sezon hedefine doğru ilerlemektedir. Bu tablonun altındaki en önemli imza ise hiç şüphesiz koç Ergin Ataman'a aittir. Gerek aynı pozisyonda oynayan ve takım için önem arz eden iki önemli isimin uzun süreli sakatlıkları, gerekse takım kaptanı olan ve üzerine takım kurulan Hawkins'in sorumsuzca davranışına rağmen, tarihinin en uzun galibiyet serisini yakalayan Galatasaray'ın böyle çirkin ve ahlak dışı oyunların içine çekilmeye çalışıldığı dönem tabii ki manidardır.

Hürriyet ve basın ahlakı kelimelerinin zaten aynı cümle içerisinde kullanılmasının üzerinden uzun zaman geçtiğini bilmemize rağmen, bu rezilliğin diğer sacayağının Polat Holding'e ait bir otel olması ise yürekte çok derin yaralar açmıştır. Elde kanıt olmadan ve masumiyet karinesine saygı dahilinde daha ileri gidilmemesi gerekse de, en azından Galatasaray'a zarar verilmeye çalışılan bir ortamda, eski başkanlarımızdan birine ait müessesinin daha koruyucu olma yolunu seçmemesi üzücüdür.

Tüm iktidar kavgalarının üstünde olan Galatasaray ismi, iki farklı cephede emin adımlarla şampiyonluk yolunda ilerlerken, zannımca bu camianın tüm fertlerinin birincil sorumluluğu, birlik ve beraberliğimize zarar verecek tüm olası hamlelerden itinayla kaçınmaktır.

Türkiye gibi, kamuoyunun ahlak vb. konularda rahatlıkla manipüle edilebildiği bir ortamda, Galatasaray'a zarar vermeye çalışmaktan hunharca bir zevk alan Hürriyet gazetesinin belaltı vurma yoluna gitmesi ise kolayca anlaşılabilir. Asıl şaşırtıcı olan ise buna benzer tüm hareketlerinde Galatasaray camiasının özellikle taraftarıyla beraber daha çok birbirine kenetlenmesi durumunu inatla farkedemiyor olmalarıdır. Bence bu noktada artık sadece çıplak kadın resimleriyle internetteki varlığını sürdürebilen Hürriyet gazetesinin ilgi çekmek için aynı rotada hızla yoluna devam ederek kırmızı sevdamızdan uzak durması gerekmektedir.

ABD veyahut Avrupa Birliği gibi kişisel haklara bu seviyelerde yapılan bir saldırının, milyonlarca dolar tazminat ve hatta hapis cezasına kadar gideceğine defalarca şahit olmakla beraber, ülkemizde en fazla küçük bir tekzip yazısıyla geçiştirileceğini, zaten de bunu biliyor olması sebebiyle Hürriyet vb. gazetelerin çirkin tezgahlarını defalarca tekrarlayabiliyor olduğunun farkındayız. Ancak unutmuş oldukları nokta ise, Türkiye'de önemli rakamlarla telaffuz edilen bir popülasyona sahip Galatasaray taraftarının kendilerine olan nefretinin hızla arttığı ve bir gün taşmasının yakın olduğu gerçeğidir.

Ergin Ataman bize yıllardır hasretini çektiğimiz o kupayı getirecek sezon sonunda, biz de sonuna kadar arkasında durmaya devam edeceğiz. Zaten biz kabul etsek doğa kanunları izin vermez, bir aslanın, kurda, kuşa ve çakallara yem edilmesini, ya da bir Rumen atasözünün söylediği gibi, köpekler ancak atların ölmesini istedikleriyle kalacaktır.

Son söz klişe;
Hürriyet alma, aldırma..
 
Net ifadeler vardır, altının doldurulmasına ihtiyac duyulmayan, ifade ettiği anlamın, hemen her dilde ve millette benzer izler bıraktığı cinsten;
Final mesela..

Afili özdeyişler ile mücadelemizi onore etmenin zamanı geçti sanki artık, zira düzenli olarak, stabil bir şekilde ezeli rakibimizin gerisinde kaldığımız tek bir takım var elimizde, ancak arma romantiklerinin ısrarla takibini sürdürdüğü.

Tutku Dinçer bunlardan biri mesela, alakasız deplasmanlara takımın ardında giden, nadiren bulunabildiğim iç saha kadın basketbol maçlarında muhakkak orada olduğunu bildiğim, ve hatta doğum günü olan oyuncuların arkasında, elinde pastayla peşi sıra koşturan.

Bir çırpıda 10 kişi sayabilirim benzer niteliklere sahip, fakat sayıları 20'yi de bulmaz maalesef, biz farklı bahanelerle hayatın içine sıkışmışken, bu takımın peşinde ömür tüketmeye kendini adamış insanların sayısı.

Bu adamların arasında, haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz Ekaterinburg şehrine final sekiz maçlarını izlemeye giden insanlar var yahu, o kadar idari başarısızlığa rağmen inançlarını yitirmeden, cebinden bin türlü masraf yapmaya çekinmeyerek.

Sırf bu yüzden bile, alayına inat, sadece kendilerine güvenerek, bizlerin arkalarında olduğumuzu da unutmayarak, cıkıp yürek koymalı ortaya kızlar. Fenerli fanatiklerin arasına sızmış, sevinmemek için kendisini zor tutup, dudaklarını ısıran, belki Caferağa ahırından bile zor şartlarda, yürekleri onlar için çarpan arma sevdalılarını yanlarında hissederek.

Son üç seferimizde final serisi için sızmıştım karşı yakaya, o rezil kalabalığın arasına, fakat bu sefer Afrika'da olmam sebebiyle, bırak gitmeyi maçı dahi izleyemeyeceğim. Umudum başarısız bir net hattına tutunup skoru takip edebilmek, Galatasaray'ın basketbol portalından.

Ve hatta, uğursuzluk bendeydi belki de, oralarda galibiyet çıkaramamızda yıllarca. Üstelik kupa finalinde Fenerbahçe'yi yenerken birkaç ay önce, kara kıta Afrika'daydım yine. Uydudan direk hat alan İspanyolların internetinden takip etmiştim, o keyifli zaferi.

Benim tükenmez umudum, hepimizin öyle;
bu sefer kızlarımızın da öyle olsun,
bütün takım buna inansın, bir inansın,
sonra İpekçi'de cehennemi yaşatalım;

Şimdi sen, yeniden;
Aslan gibi savaş Galatasaray !

Not; gercekten Afrika'da olmam ile bir ilgisi varmis, yuruyedurun kizlar, daha alinacak bir sampiyonluk var..
 
Ünlü düşünür Euclid'in geometri aksiyomlarının verdiği mesajla başlamak taraftarıyım;
"Bütün, parçaların toplamından büyüktür"

Galatasaraylı, her bir parçasıyla bütün olmalıdır, zira karşımızda bir zorba var. Zorba diyorum, çünkü Pascal'dan alıntıladığım üzere; "adaletsiz güç, zorbadır."

Galatasaray Spor Kulübünün kadın basketbol takımı uzunca bir süredir adalet ortamının sağlanamadığı bir organizasyonda mücadele ediyor. Son yıllarda hemen her final serisine bulaşan şaibe kokusu, bu sene itibariyle artık farklı bir noktaya taşınmıştır. Rakibinin yaklaşık 50 cm uzağındayken ve hiç bir temas yokken dahi, faul düdüklerinin çalındığı bir ortamda yarışmak ne büyük bir talihsizlik. Diğer taraftan erkek basketbol takımımızın son yıllara kadar yarışmacı bir takım hüviyetinde bulunmaması, kirli ellerin bizden uzak durmasını sağlamıştı, ancak Türkiye Kupası finali gösterdi ki, gerektiğinde orada da devreye girecekler.

Buna engel olabilecek tek bir güç var;
Bağımsızlık Bildirgesi der ki: "şerler tahammül edilebilir olduğunda, insanoğlu alıştığı biçimleri değiştirmektense ızdırap çekmeye daha heveslidir. Ancak uzun bir suistimaller ve gasplar kervanı, onları mutlak despotizm altına sokar."

Bizler artık ızdıraptan zevk alma aşamasını geçtik ve ciddi bir despotun yönetiminde emeğimizin çalındığına şahit olmaya devam ediyoruz. Buna daha fazla tahammül etme şansımız yok, zira benim nazarımda her bir Galatasaray taraftarı, kendi kişisel tarihinde ve ortak vicdan mekanizmasında bu durumdan sorumludur.

Orada olanlar unutamaz bilirim, bir banvit yarı final serisi son maçı vardı iki sezon önce, daha maç başlamadan bu işin kazanıldığını hemen her banvit oyuncusuna hissettirmişti taraftar, işte pazartesi günü tam olarak buna ihtiyaç var. Öyle ki, fenerbahçeli sporcular, maç bitsin de gitsin isteyecekler sadece, cehennemin kırmızı alevleri arasında.

Diyeceksiniz ki hakemler, daha bugünden onların kulaklarına fısıldananlar;
Augustine'in çok güzel bir tespiti var: "adalet çıkartıldığında, krallıkların büyük eşkiya çetelerinden ne farkı kalır ki?"
İşte bu vatanda, tek bir güç var, haramilerin saltanatlarını yıkabilecek, o da büyük Galatasaray !

Pazartesi imkanı varken, o salona gelmeyen bizden değildir, kanaatim budur.
Sadece iki maç, ilkinde akıllı, çünkü salonu kapatmaya fırsat arıyorlar; ikincide deli, o kupadan sonra isterlerse tüm sezon kapatsınlar..

O kupa İpekçi'de kalkacak,
haramilerin saltanatını da yıkacağız, çünkü burası Galatasaray;
Galatasaray ulan !
 
Romalı yazar Seneca'nın çok sevdiğim bir lafı var;
"Hiçbir suç hazırlıksız işlenmemiştir."

Ortada bir suç var, bu suç uğruna hazırlanan tiyatro da, her senenin bu aylarında itinayla tekrardan sahneleniyor. Tetikçi rölü için seçilen aktörler değişiyor bazen tabii, ancak senaryo hep aynı, kirli amelleri de..

Benim nazarımda, Galatasaray'ın yarıştığı alanlardan her biri ayrı olarak değerlidir. Fakat özellikle kadın basketbolunun son yılına damga vuran hakem hataları bu takım için sorumluluğumuzu arttırmaktır. Fenerbahçe Spor Kulübü ile yarıştığımız tüm branşlarda zaman içerisinde, bazen münferit bazense sistemli bir şekilde hakem hataları ile karşı karşıya kalıyoruz. Ancak futbol ve nispeten erkek basketbol gibi alanlarda taraftarın hızlı ve sert reaksiyonlar vermesi, bu kirli düzeni işletmeye çalışan insanların daha da ileri gidememesini sağlıyor, lakin kadın basketbolu öyle değil.

Son yıllarda neredeyse tüm final serileri biz ve ezeli rakibimiz arasında geçmektedir. Yapılan fahiş hatalara karşı oyuncularımız ve yöneticilerimizin verdiği tepkiler tek başına yeterli olmamaktadır. Galatasaray kamuoyu ise, özellikle seri bitip şampiyonluk kaybedildikten sonra olaylardan haberdar olup tepki vermesine rağmen, bir sonraki sezonun finaline kadar geçen sürede maalesef ki bu olaylar unutulmaktadır.

Bu sefer önümüzde bir fırsat var, takımımız karşı yakadan bir deplasman galibiyeti alarak döndü ve içeride kalan iki maçı kazanırsak, bir daha asimetrik savaşın döndürüldüğü o yakaya geri dönmeyeceğiz. Çünkü dönersek, yine maçın son dakikalarında temas dahi olmayan pozisyonlara faul çalacaklar, çünkü dönersek yine her basketimizi bir sayı eksik yazmak için fırsat kollayacaklar.

Yani aslında herşey kendi elimizde, zira o salon tıka basa dolduğunda, Kirilenko ve Navarro gibi isimlerin ellerinin nasıl titrediğine hepimiz şahit olduk. Üstelik fazla lokal bir düşünce gibi gözükse de, Fenerbahçe'nin elinden ve Fenerbahçe'ye karşı alınacak bir kupa benim için hepsinden daha değerli.

Aslında kupalardan, şampiyonluklardan ve hatta ezeli rekabetten bile daha önemli olarak, ben Galatasaray'ın hakkının yenmesini kaldıramıyorum arkadaş, hatta buna tenezzül edilmesini dahi yediremiyorum kendime; kimin haddinedir bu diye..

Ricamdır, muhakkak ki hepimizin önemli işleri var, fakat bu sene yine, yeniden, iş işten geçtikten sonra koymayalım tepkimizi;
gelin salona, söke söke alalım hakkımız olan kupayı, bu suçu hazırlayan, bu düzeni döndüren herkese karşı.

Yüreğimizde, büyük aşkınla;
haydi beyler salona..
 
Bazı şeyleri somutlaştırmak zor, dün geceyi kim bir başkasına kelimelerle ifade edebilir; hayal kırıklığı desen eksik kalır, hüznü eklesen haksızlık ettiğini düşünürsün, zira gurur havada asılı kalır; acı öyle anlamsızdır ki mesela, ön kabulden geçmişken, taraf olmaya başladığımızda.

Bir kanıksama hali, ister istemez bu takım için oluşturulan tahammül sınırlarını alta çekiyor, çünkü birikmişliklerimiz zayıf onlara dair, hele bu takımı takip etmeye 10 yıldan az bir süre önce başlamışsak. Halbuki her canlı organizma gibi onlar da evriliyor; yeni hocalar, yeni oyuncular, ama aynı hedefler.

Bana göre dün elinden gelenin en iyisini yaptı bu takım, kapasitesini sonuna kadar zorladı. Eurolig finali oynayan rakibine karşı son topa kadar getirdi maçı. Yönetim bazında ise başkanı oradaydı, en tepeden temsil vardı, üstüne camianın taraftar ayağında en sevilen isim de mevcuttu, üstelik ailesiyle beraber.

Peki ya taraftar;
Bu armanın 25 milyon takipçisi olduğu söyleniyor, sadece Türkiye sınırları içerisinde. Kimse kadın basketbolunu sevmek zorunda değil, bence gayet anlaşılabilir, fakat nüfusu 20 milyona dayanan bir metropolde 5 bin seyirciden daha fazlasını çekebilmeli gibi geliyor bana Galatasaray, üstelik müzesine gidecek bir kupanın peşindeyken ve ezeli rakibine karşı.

Kimseyi suçlamıyorum, muhakkak ki herkesin önemli işleri var; fakat yönettiği takımı şampiyonluk mücadelesi verirken, adaletsiz cezası üzerinden, kamuoyunun kendisini baskı altına almaya çalıştığı bir dönemde dahi "hoca" bulunabiliyorsa orada, bence her bir Galatasaraylı, takvimini tekrardan kontrol edebilirdi; olmadı, olsaydı belki hakem Nevriye'nin temiz bloğuna o düdüğü çalamazdı.

Sağlık olsun, bunu diyebilmek de bir lüks aslında. Dün geceyi tarif etmeyi başaramazken, bir de not var, nasıl bittiğine dair; tüm yoklukların arasında, huzurla gitmek yatağa, bugün de Galatasaray için elimden geleni yaptım diye.

Ve en somutunu saklamışken sona, zamandan yani, şairin dediğinin aksine zamanın değil de, Galatasaray'ın eli değmiş bize; maddeden manaya, manadan maddeye geçiş durumlarında..

Biz kalan iki maç için güveniyoruz size kızlar, bu yüzden tarafız zaten,
siz de güvenin kendinize, o üstünüzdeki forma güç verir size;
ve çünkü işte Galatasaray;
Galatasaray ulan !
 
Artık az kalmış, sahanın en içindeyız, arkamı döndüm, koca koca adamlar, kolları yukarda, zafer nağmeleri söylüyor, hepsi eş dost, beraber biriktirdiklerimiz Galatasaray'a dair; gurur duydum, derinlemesine..

İlk maç kaybedilince içerideki, ikinci maç için organizasyon yapmak niyetinde değildik aslında, zor geliyordu, haydi gelin yüreğimizi bir daha ortaya koyalım demek, halbuki niyetliymiş zaten herkes, kırmızının yanında olmak için davet beklediklerini düşünmek hataymış en başta; alabildiğine oradaydık yani, lacilerin üstüne çökmeye niyet etmiş bir şekilde.

Hocaya akıl vermeye çalışmak, hamlık göstergesi olsa da, hepimizin planları vardı kafasında, benimkisi Alba'ya dair olandı. Çok sevindim parkeye ısınmaya çıktığını gördüğümde, o da tüm beklentileri karşıladı, sahada gerçek bir Eurolig MVP'si vardı, aradaki farkın altındaki imzalardan en cafcaflı olan da muhtemelen onun kaleminden çıkandı.

"Bu alemde en büyük eğlence Fenerbahçe" mottosunu doyasıya yaşamışken tabii 2 Mayıs 2013 itibariyle, insanın yazdıkça yazası geliyor, kırmızının hissettirdiklerine dair. Gün boyunca sebepsiz tebessümler geliyor mesela akla, tabii daha çok kadınlarımızın hakkıyla, bize Kemal Dinçer gibileri gülerek yolcu etme şanslarını verdikleri için.

Yine de esas kelimeleri pazar gününe bırakmak en iyisi; ancak Yiğit bakmış, hani Mustafa Sarp ismini formasının arkasına yazdıran, hani tribünün geleceği olan, demekte ki kendisi, ne zamandır böyle fark atmamışız Fenerbahçe'ye. Bu durum da bir etkileyici motif tabii, pazar günü öncesi. Biz inanıyoruz demek detay, zira inandığımız için tarafız, inandığımız için oralardayız.

Murat Cemcir gibi olmayacak bizim hesap; hani diyor ya "ben ya oyunun kendisini seviyorum, ya da maçı kaybetmeye öyle alışmışım ki." Ondan değil, bizimkisi her seferinde yenilenen bir beyaz kağıt, herşeyin yapılabileceği cinsten; zira bu armanın güzelliğine benzetme bulmak zor..

Pazar'a Kadıköy'de, oynayın ölümüne,
koyun Fenerbahçe'ye, canımız feda size!!

Daha Nevizade'de zirve yapıp kutlayacağız,
çok istiyoruz gerçekten, başınız dimdik "oralardan" çıkışınızı görmeyi..

Sonrası bizde,
koşaradım, size doğru..

Galatasaray ulan !
 
Bu gece, bayram gecesi,
her taraf sarı, kırmızı, beyaz..

Aynı anda coşkuyu ve dinginliği bu kadar içinde bulunduran ikinci bir hissiyat yok benim nazarımda. Çünkü içi içine sığmazken insanın, eski bayramlar gibi, yüklü bir duygu silsilesini hazmetmeye çalışıyor yürek, tabii kıpır kıpır.

Gece bizi mutluluğa koşturacak günün baş aktörleri futbol takımımız doğal olarak. Bugün ülkenin en sert coğrafyalarında, yaşamın en zor olduğu alanlarda dahi, yataklarından fırlayarak kalkan çocuklar oldu; şampiyon Galatasaray diyerek, gözlerini açar açmaz.

Bu ülke çok büyük, hele tarihiyle koca Anadolu, sürekli direnen bir coğrafya hüküm altına alınmamak için. Bu mozaiğin dinsel ve ırksal altyapısının üstünde koca bir birleştirici unsur büyük Galatasaray, baştan başa kırmızıya boyayabilecek kadar, Mezopotamya'yı bile..

"Güneşin ilk ışıklarıyla çık sokağa,
Solmuş formaları ve boyasız kunduralarıyla
Çocuklar karşılayacak seni"

Der ya hani şair, bugün o formaların solan rengi hep kırmızı, arması hep aynı; Galatasaray belki 23 Nisan'dan bile daha çok onların bayramı.

Kilitlenmişken tabii akşama, en güzel olanı Galatasaray'dan taraf olmak hakkında, o saate kadar şampiyonluk için sahaya çıkacak başka takımlarımız olacak sahaya;

Engelsiz Aslanlar, kanımca bu armanın tarihsel ana fikri, direnmenin, ön kabulleri kırmanın sembolü olmaları yetmezmiş gibi, bir de dünyanın en büyüğü, bu adamlar tam Galatasaraylı..

Kadın basketbol takımımızın ise olayı başka, sahasında kupa kaldırdığımın çocuklarına bir şok daha yaşatmak için, bu sene alma ihtimalleri bulunan tek kupayı da çekip çıkarmak için çıkacaklar parkeye; 7 senelik bu çile, bitsin artık bu sene..

Yıldız kızlarımızın koçuna dün saldırdılar, ezeli rakip dediklerimizden, yenilgiyi hazmedemedikleri için, bir organizasyonda daha geride bıraktığımız için, biz finale çıkarken onlar evlerine geri döndükleri için; bugün final, haydi kızlar koçunuz için.

Kürek, Fenerlilerin mızıkçılıık yapar "galatasaray çok güçlü ama" diye bazen yarışmaktan çekildikleri bir spor; bugün onun şampiyonası da nihayete eriyor; denizlerin efendisi de Galatasaray !

Allahım ne bereketli gün, o müze nasıl bir inançla kurulmuş ki Ali Sami Bey ve eşrafı tarafından, sürekli yeniliyor kendisini, gururla çarptırıyor yürekleri, hasetle baktırıyor ezeli rakipleri.

Bugün günlerden şampiyonluk;

Sen şampiyon olacaksın,
seni sevmeyen ölsün,
ölsün..
 
Unal Aysal, Ergin Ataman'ı direkt olarak arayıp, playoff takvimini istemiş, programını ona göre ayarlayıp, tüm maçlarda takımın yanında olmak istediğini söylemiş.

Güzel bir zirve gerçekleştirdik, başlamak için böyle bir anekdotu seçmiş olmam ise sebepsiz değil, çünkü biz bu şampiyonluğu istiyorsak, tek bir yolu var; tüm parçalarımızla hedefe kilitlenmek. Çemberin hem en dışında, hem ortasında bulunan biz taraftarlar böyle düşünüyorken, tepe noktasındaki ismin benzer bir rotada ilerliyor olması beni ziyadesiyle sevindirdi, umarım kağıt üstünde kalmaz bu durum.

Hocamız söz verdiği gibi tam saatinde, takım elbisesiyle teşrif etti zirvemize, yanında ekibi ve takım menejerimiz bulunmaktaydı. Yaklaşık iki saati geçkin bir süre tüm sorularımızı sabırla ve detaylı bir şekilde yanıtlamaya çalıştı.

Benim nazarımda hocanın verdiği en önemli mesaj, Galatasaray'ın hedeflerinin, aynen futbolda olduğu gibi basketbolda da Avrupa'nın ilk sekiz takımına girmek olduğunu, bunu da başaracak gücü ve potansiyeli olduğunu belirtmesiydi. Aynı zamanda, Ülker Arena'dan daha büyüğünü yapmak Galatasaray için bir zaruriyettir dipnotu da kanaatimce çok değerliydi. Zira Eurolig semalarında her daim varolabilmek için bu bir ön koşuldur.

Ergin Ataman senelerdir bildiğimiz, pratik, pragmatik ve hatta biraz popülist denilebilecek tarzını, başarılarla süsleyerek, Türk basketbolu için önemli bir figür haline geldi. Neuchatel maçı Sami Yen hatırasını veyahut Spor Sergi Sarayı'ndaki son şampiyonluk sevincine ortak olurken yaşadığı hissiyatı aktarış biçimi, benim için sinerji dediğimiz kelimenin o güzel ortamda vuku bulma şekliydi.

Biliyorum, gündemimiz futbolun çirkin yüzüyle oldukça yoğun, fakat 44 yıl sonra gelecek duble için cumartesi bu büyük yolculuk başlıyor. Hocamızın pozitif düşündüğünün altını çizerken, ısrarla belirttiği üzere, bu takımın hele ki İpekçi'de rakiple beraber hakemi dahi yenebilecek gücü var, ancak evimiz dediğimiz yeri tekrardan kırmızı bir cehenneme çevirmek şart.

O kadehler boşa kalkmadı, şampiyon cimbombomun ne istersen iste benden diye sözler boşuna verilmedi, daha bu işi bitirip, dönüp Nevizade'de şampiyonluğu kutlayacağız, sarıyla kırmızıyla, davullarla zurnalarla, her bir parçamızla.

Artık tam zamanı,
haydi beyler salona..
 
Taraftar ile takımı arasındaki ilişki maddi değil, aksine sosyal bir yapıdır. Net kuralları yoktur benım nazarımda, inşa edilebilir yani farklı algoritmalarla, hele ki ihtiyaç tepe noktasını görmüşken, finale giden yolda.

Başka Galatasaray yok, sevincimizi, hüznümüzü belirleyen, belki de yaptırım gücü aile müessesesinden sonra en fazla olan, ve hatta İpekçi'de bizlere yeni bir aile yaratma şansı verdiğinden, yükümlülüğü boyut değiştiren.

23 yıl sonra şampiyonluğa giden yolda, yarı finalin ilk ayağında büyük Galatasaray 7000 kişiye oynadı maçını, salonunun yarısından biraz fazlası dolmuştu yani, bunun yorumu dahi yapılmaz. Fakat küçük bir hatırlatma şart, Galatasaray gibi sınırlarını aşamamış, İzmir'in yerelliğinde boğulan Karşıyaka sahip olsaydı ev sahibi avantajına, dün o salonu doldururlardı biliyorsunuz değil mi; bence acıklı..

Bazen unutuyoruz ne kadar şanslı olduğumuzu, diğer şehirlerde yaşamak durumunda olan Galatasaray taraftarlarının, ve hatta vatan sınırları dışında hayatını idame ettiren arma sevdalılarının nasıl da bizlere imrenerek baktığını; yahu iddia ediyorum, dünkü maçı Berlin'de oynatsaydı kulüp, o salonu yıkarlardı.

Rehavet olarak mı görmeli bunu bilmiyorum, fakat Türkiye gibi spora bu kadar kirli elin karıştığı bir ülkede, senin sevdanı emek ile sentezlemekten başka bir şansın yok ey Galatasaraylı, zira bekliyor akbabalar, hakettiğinin üstüne çökmek için, sırf birileri üzülmesin diye.

Sıra takıma gelince yazmaya dahi utanıyor insan, üst üste, peşisıra 20. galibiyet, neredeyse bize inat şampiyon olacak bu takım, rekorları teker teker tarih sayfalarına gömerek, kendi dilediği yeni bir tarih yaratarak, temiz, kırmızı, bize ait.

Ey Galatasaraylı, yetecek sadece kendi evimizdeki maçları kazanmak, 23 yıl sonra gelecek kupa için, en azından kendiniz için, ileride torunlarınıza anlatırsınız diye, 23 yıl sonra gelen şampiyonluk yolunda benim de payım vardı cümlesinin gururuyla.

Sırada pazartesi,
artık icraat zamanı, orası kapalı gişe, kırmızı bir cehennem olmalı.

Şampiyonluk yolunda haydi salona;
Galatasaray ulan..
 
Şampiyon: ulusal ve uluslararası bir yarışmada ilk dereceyi alan, birinci olan kimse veya takım; böyle açıklıyor Türk Dil Kurumu.

Bu geceyi Gsbasket sınırlarına indirgemek niyetindeyim, zira bu sitenin tarihinde erkek basketbol takımı şampiyonluğu yok, çok uzun bir geçmişi olmasına rağmen. Siteyi kuran adamların, bayrağı devrettiği kişilerin, beriden gelenlerin hep bir hayali var, gerçeklesmesi sürekli başka baharlara kalan; yarın son.

Altını doldurmakta zorlanıyoruz, nedendir tam olarak bilinmez, fakat şüphesiz ülkede yaşanan ve hepimizi etkileyen direnişin payı büyük. Diğer taraftan ise, nispeten daha alçak profildeki takımların üzerinden bu yolun geçmesi algıları yönetmiş olabilir.

Fakat benim için farketmez, buradaki çoğu kişi için de öyle, çünkü çok bekledik, biriktirdik, birbirimize destek olduk, farklı mecralara yoldaş ettik, en nihayetinde ise hiç vazgeçmedik, biz bir tek yenilmez armadayı bildik.

Kendi kişisel anılarımı paylaşmak bencillik olur gibi, fakat ortak paydamız zirveler, bench arkası tribünler, saha içi elitlikler, maç sonu topluca topkapı'ya yürüyüşler, ki bu benim en sevdiğim, Galatasaray'ın basketbolu biz hep güzel şeyler verdi, sadece tek biri eksikti, yarın da onu sunacak.

Muhtemelen yarın o salonda, iki sene önceki yarı final serisinde banvit'e salonu dar ederken yaşadığımız çılgın çoşku olmayacak, sanırım ki cska maçından sonra oluşturduğumuz o kara delik tekrarlanmayacak, üzüntü, sevinç, keder ne varsa senelerdir yaşanan yarın hesabı kesilecek, 23 yıllık bir hasretin hıncıyla ve tabii gurur, onun sonu yok, ucu bucağı..

Tarihte tek, bence 23 yıllık özlem kadar önemli, Türkiye'ye basketbolu getiren, futbolda ise en başarılı kulüp olarak iz bırakan Galatasaray ikinci dublesini yapacak, 40 küsür yıl sonra, dile kolay.

O günün hayaliyle, Moritanya'dan mac yazisi yazmisim, net bile duzgun calismazken; Kazakistan'da fener derbisini anlatmisim; Libya'da kacan finale uzulmusum.
Yetmemiş, Almanya'da schalke deplasmanı treninde gsbasketi anlatmisim; Polonya'da GSCC atkisiyla dolasmisim; zaten yazmaya da İngiltere'de baslamistim; biriktirdigim hep galatasaray..

Kalkacağız yarın sabah, ufak bir kahvaltı, maç saatine kadar karın ağrısı, tanıdık simalar salonda, ilk düdük, 40 dakika, omuz omuza, son düdük; gururla süslenmiş gözyaşları, çok bekledik yahu.

Tribünlerde coşacaksın, kupaları alacaksın,
Böyle söylermiş babamlar yeni açıkta;
İmrenirdim hep, özlem ve vakur bir şekilde Galatasaray'ın başarmasını bekleyenleri..

Bize basketbol takımı sundu bu lüksü, fakat yarın son;
23 senelik bu çile, bitsin artık bu sene..

Artık yarın son çeyrekte, hep beraber, yürek birliğiyle;
Sen şampiyon olacaksın, seni sevmeyen ölsün, ölsün !!

Biz bu hayatta en çok cimbomu sevdik;
Galatasaray ulan !!
 
Çünkü benim tek işim seni sevmek
ve bütün gücümle..

"Bizler kafası karışık insanlarız", en çok bu tespit aklımı kurcalıyor, tabii ki birşeylerin yerine Galatasaray'ı koyduk, birilerinin yerine, biz kadar değerli, fakat inancımızı kaybetmeden.

Nasıl bir lüks, hiçbir bahane bulmaya ihtiyaç duymadan üstüne fedakarlık sosu eklediğimiz, kısacık bir böbürlenme faslıyla, kırmızının peşinde, sevdalı bir güruhla, farklı katmanlarda.

Bizi teselli edecek bir umudun dahi olmadığı sezonların ardından, kırmızının en tepeye yolculuğunu, yukarılardan uçmadan, devirerek karşısına çıkanları, ısrarlarında kararlı en tabii, buna şahit olabilmek öyle bir lütuftu ki.

Buna kayıyor aklım, her yüreğe sinmediği için bu şampiyonluk aklıma takılıyor, geride kalanlar, Galatasaray'a senelerce hizmet ettikten sonra, bu şampiyonluğu görmeden hayata gözlerini yumanlar, cennetten bakanlar, minnetle gülümseyenler, öze doğru.

23 sene nasıl da dile kolay, başa dahi güreşemeyerek, yalnız, yetersiz, sinirli, farklı salonlarda, az adamla, yok umutla, hiç destekle, direnerek, bugünlerin moda tabiriyle, işte bu Galatasaray bizim.

Madımak'ta diri diri yakıldığı için kaybettiğimiz Hasret Gültekin sorar ya "bir insan ömrünü neye vermeli" diye, zira harcanıp gidiyor ömür dediğimiz, işte o vakit yolda kalan olduğumuz için şükredip, daha fazla Galatasaray'a sarılmak geliyor içimizden, ne kadar ulvi tartışılır, ve fakat rasyonelliği bir köşe başında bırakmış, avare..

Buna yürek koyan adamın, şampiyonluğu algılayamaması öyle normal ki, şaşırsak da hepimiz, onca yollardan dönmek, biz alışmısız gibi salonda, Galatasaray'ı başarısızken sevmeye, mümkün mü artık yeniden başka yollara düşmek, sanki o salon Galatasaray sevdalılarına hep sıla, gurbet.

Şimdi afili isimler, en tepeye göz dikmeler, artan ilgiler, yabancılaşmaya hazır olmamız gereken anlar, sahiplenmekten paylaşmaya doğru bir evrim, düşlerimize gerçekler diyarında devam etme zamanı geldi çattı gibi.

O zamanlar diyorduk ki; "bir derdim var, bin dermana değişmem" şimdi ise sadece anıyoruz, bir zamanlar deli olan gönlümüzün kıvamında, çünkü Galatasaray şampiyon oldu, evet şampiyon..

İsimler değişti, beklentiler, umutlar, yok sadece Galatasaray'da değil, hayatımızda, ömrümüzde, fiziksel çevremizde hep bir sirkülasyon, sadece onun yeri sabit, açıklaması yok, zaten bilimin daha değerli işleri var vakit ayıracak, ama işte öyle tok ki gönlümüz, mevzu bahis Galatasaray olunca.

Bütün kişisel tarihimin her bir penceresinde onun varlığı, kırmızı bir salon, içimizde patlayan kelimeleri dile getirebildiğimiz tek yer; sevgisini göstermeyi bilmeyen, kendini yaralayıp duran adamların, dile geldiği bir birikim, bence sırf bu yüzden kalmalıyız.

Toparlayamıyorum, bu şampiyonluk bizim hakkını yıllar sonra verebileceğimiz bir hadise, hayatımıza paydaş Galatasaray'ın bizi de zirveye çıkardığı an, kalbimiz açık, attığını hissedemeden.

En tepe İpekçi'de, tek başıma gittim oraya, bir çocuk, 8 yaşında, babası getirmiş, ben taraftarı izliyorum tüyler diken, o beni izliyor, yaşlı gözleri, o çocuğun hayatında umut daha yeni, adı da Galatasaray !

Şampiyon Galatasaray,
çok şükür,

Galatasaray şampiyon,
Galatasaray ulan !!
 
Ders alıyoruz, determinizme karşı çıkıyoruz, kapılara isim değil, renk koyuyoruz.
Zihnim almazdı, futbolda başarılı olan Galatasaray, diğer taraflarda nal toplasa da herkes mutluydu; bize öğretilen Galatasaray farklı mıydı..

Şampiyon unvanı başladığından, hatta sindiğinden beri kelimeler ile ilgili yoksunluk mevcut, çünkü artık ihtiyaç da yok sanki; başarı belki yüreksiz fakat ziyadesiyle bilgili bir zümreyi ortak etti şubeye, manipüle etmeye niyetli.

Değişiklikler yapılıyor, muhafazakar tarafımız rahatsız, fakat elden gelen yok; lakin buradaki soru kritik: başarıyı yönetmeye alışık mıyız..

Galatasaray'ı yürek belleyen son iki kuşak başarı nedir bilmez salon sporlarında, sanki hep yabancı mecralarda. Şimdi ise tanıdık olmayan bir hal mevcut, Galatasaray çok yıllar sonra sezona önceki yılın şampiyonu olarak girecek.

Normal şartlarda, şampiyon kadroyu korumak en büyük yatırım; ancak bu sezon Türkiye Basketbol Ligi normal olmayacak; bırakın akan zamanı, Avrupa basketbol tarihinin en büyük koçu bu coğrafyada görev alacak, üstelik ezeli rakipte.

Bütçeleri devasa, zaten verilmiş sözler var; peki biz ne durumdayız:
a) Salon belirsiz, Sinan erdem'e geçmek stratejik bir hata.
b) Takım planlaması belli değil, Erceg duyurulunca 7 yabancı olacak.

Bu adamların bütçesi sınırsız, verilen sözler mevcut, tutacaklar, Obradovic zirvelere alışık, biz ise 20 küsür sene sonra ilk defa ünvanı korumak için parkeye çıkacağız.

Paramız değil, ama aklımız Fenerden yüksek olmalı, bu da yöneticinin insiyatifinde bulunmalı.

Bir de kadınlar var tabii, yüksek sözleşmeli beş oyuncun varsa eğer, bağlıysa da ellerin, para verip iki Amerikalı almak makul; geri dönmeyen para benim de derdim; ancak Fener'in gerisinde kalmak, dünyanın en büyük eziyeti, bunu kimse haketmez.

Huzur; yöneticinin görevi tüm şubeye bunu sağlamak, liseli abilerin ki de bunu bozmamak; en azından çabamızın adı ortak..

Daha nice şampiyonluklar;
hadi inşallah..
 

Üst