Dos Santos paradoksu
13.03.2010
Zamanında 'yaşlı' ve 'kalitesiz' bir kadrosu olduğu için beğenilmeyen Galatasaray'ın Real Madrid'e elendiğini zaman yerden yere vurulduğunu gören biri olarak, iki hafta önce "futbolcu değil" denen Giovani Dos Santos'un neden Eskişehirspor karşısında oynatılmadığını sorgulayanları daha iyi anlayabiliyorum aslında.
Futbola ve futbolun figürlerine olan bakış açımızda bir sorun var. Bu gündelik bir paradoks da değil aslında, yıllardır süregeliyor. Futboldan ne istediğimizi bilmiyoruz, zaman zaman ne söylediğimizi de. Önce kendi içimizde çelişiyoruz, ardından kendi içerisinde çelişenleri sorgulamaya kalkıyoruz, tartışmaya başlıyoruz.
Düşüncelerimiz bazen kör bir kuyunun dibi gibi, bazen sığ, çıkamıyoruz o buhrandan, aşamıyoruz düşüncelerimizi, kendi gücümüzü. Hedefte 'amansız' başarı varsa ya da 'ne pahasına olursa olsun' sürekli kazanma arzusu düşüncelerimiz, hislerimiz, isteklerimiz de köreliyor. Yaman çelişkiler, ön yargılar, ne olursa olsun eleştiri sürüncemeleri konunun aslını Galatasaray'dan alıp, Türk futbolunun açmazlarının çıkış noktasına kadar sürüklüyor.
Futbolun içerisinde olan öğelerin yönetiliş şeklini eleştirebilir, kazanımları sorgulayabilir ya da ortada elle tutulur hiçbir şey yokken bile sorgusuz, sualsiz destek bayrağını taşıyanların en ön sırasında kendinize bir yer bulabilirsiniz. Meşin yuvarlak hakkında söylediklerinizin hiçbir hesabı, kitabı yoktur, kimse size hesap sormaz, yargılamaz ya da sesinizi bir kademe alta indirmez. Demokrasinin doruk noktasıdır aslında o yeşil zemin!
Bir sporsever değil, futbolsever olarak bu ucu olmayan demokratik futbol sürecinden ve bu sürece yön veren kalemlerden beklediğim, istediğim tek şey aslında kararlı bir yapıdır, çelişmeyen, dik durabilen, rüzgara göre sallanmayan düşüncelerdir.
Çelişki ve ön yargı açılımının merkezinde bulunan düşünürlerin, Giovani Dos Santos'u kötü bir futbolcu olarak yorumladıktan iki hafta sonra, Meksikalı oyuncunun Eskişehirspor maçında neden oynatılmadığının hesabını Frank Rijkaard'a sormaya hakkı yoktur.
Ya da Kasımpaşa maçından sonra göklere çıkartılan, binbir türlü methiyeler düzülen Galatasaray'ın Eskişehirspor karşısında aldığı mağlubiyetten sonra yerden yere vurulması da benim için arzuladığım futbol kalıbının içerisini doldurmaz.
Benim için savunulan görüşün anlamlandırılması, körü körüne bağlılık, tutuculuk ya da destekçilikten de geçmez. Ortada bir olay varsa, bunu tüm yönleriyle anlatmaya çalışırsınız, görüşlerinizi sağlam bir temele bağlar, üç gün sonra değişmeyecek fikirler üretir ve bunu sunarsınız. Hepsi bu. Anlatmak istediklerimizi futbol basınının gerçeklerinden yola çıkarak; Galatasaray'a uyarlayalım.
Sezon başından bu yana söylediğimiz gibi, Galatasaray bu ligin en iyi ve en kaliteli kadrosuna sahip. Kadro öyle bir kaliteli ve kreatif ki, düşünün takımın en önemli iki oyuncusu Kewell ve Baros sezonun kırılma haftalarında hastane hastane dolaştı. Sabri yoktu bir de, Hakan Balta...
Bu oyuncuların takım içerisinde değeri, Mehmet Topuz, Uğur Boral ya da Özer Hurmacı'nın olmaması ile aynı değer rakımına sahip değildir. O yüzden rakip takımların da sakat oyuncuları vardı safsatası, kadro derinliği ve kalitesini görmek açısından ölçü olamaz. Kewell ve Baros'un olmaması, Alex ya da Emre'nin, Ferrari ya da Ernst'in olmaması gibidir aslında.
Bu açıdan bakıldığında bile Galatasaray'ın mevcut kadro ile yarıştan kopmayışı yıpratıcı, aşağılayıcı eleştirileri beraberinde getirmemeli, yeni kurulan kadro ve getirdikleri, yeni teknik ekip ve sakatlıklar Frank Rijkaard'ın teknik adamlığını sorgulamaya yetmemelidir.
Yıllar önce Hiddink'i aşağılayanlar ve bu ülkeden kovmaktan beter edenlerin, 10 yıl sonra Hiddink'i alkışlamaları aslında Frank Rijkaard hakkında düşünülenleri bir kez daha süzgeçten geçirmeye zorunlu kılmaktadır.
RIJKAARD'A İNANIYORUM, ÇÜNKÜ;
Frank Rijkaard inanıyorum, çünkü deniyor, araştırıyor, beklemiyor, hamle yapıyor ve elindeki malzemeden maksimum verim alabilmek için çabalıyor. Servet'i kesiyor, Emre'yi oynatıyor. Doğru ya da yanlış, tartışırız ama ben bu hamleyi anlamlandırabiliyorum.
Türk Milli Takımı'nın temel sorunu savunma ise ve o savunmada Servet oynuyorsa, Galatasaray'ın da yıllardır süren sorunu savunma ve orada da Servet oynuyorsa, burada kanayan bir yara vardır.
Ya Servet'tedir sorun ya da kurgudaki partnerinde. Servet-Meira, Servet-Emre Aşık, Servet-Gökhan Zan, Servet-Emre Güngör ve Servet-Lucas Neill, Galatasaray'ın son üç sezondaki savunma kalbi. Tüm denklemler de Galatasaray savunması sıkıntılı...
Has adam Servet, beş farklı adamla oynayıp hala Galatasaray savunması kötüyse o zaman o bölgeye bir neşter vurmak gerekiyordu, Rijkaard bunu yaptı! Servet'i değil Neill'ı birinci adam ilan etti ve artık partneri değişen Servet değil, Neill oldu.
Yapılan hamle, Servet'in kötü futbolcu olduğu ya da Galatasaray savunmasının tümden düzeleceği, kusuruz bir yapıya kavuşacağı anlamına da gelmiyor. Ancak, Rijkaard düşünüyor, sancıyı belirliyor ve deniyor.
Frank Rijkaard şu ana kadar kimsenin yapamadığını yaptığı, iyi görünen ancak kanayan bir yarayan müdahale edebilme cesaretini gösterebildiği, Emre Güngör varken Mehmet Topal'ı stoperde deneyerek, topla çıkan bir savunma kurgusunu oluşturmak istediği, Mehmet Topal ve Mustafa Sarp'tan oluşan 'tek tip' ön libero mevkine müdahale edip topla olan ilişkisi Topal ve Sarp'tan daha iyi olan Ayhan Akman'ı o bölgede deneyebildiği ve tüm riskleri alabildiği için iyi teknik adamdır ve teknik adam kavramının içerisini taşarcasına doldurur!
Kariyerinde 24 kez şampiyonluk sevincine şahit olmamış insanların, 24 kez şampiyonluk sevinci yaşamış Frank Rijkaard'a olur olmaz 'sallamalarını' bir kenara bırakacak olursak, bir önceki yazımda da üzerinde durduğum gibi Rijkaard'a inanmam, ona körü körüne bağlılığı da beraberinde getirmiyor.
Takım için merak ettiklerim var ancak aklıma takılan her soruda da biraz neden bulabiliyorum aslında. Mesala Caner'in sol bek oynatılmasını sorguluyorum, neden dediğim zaman; Hakan Balta'nın sakat olduğu cevabını alıyorum. Caner gibi aktif bir oyuncunun sol bek oynamasından, oynatılmasından rahatsız oluyorum, Caner oynayacağına Uğur oynasın diyorum zaman zaman ama o da sakat! Uğur sakat olmadığı zaman Rijkaard, onu da denedi.
Orta sahaya bakıyorum, Mehmet Topal - Mustafa Sarp ikilisi bir bileşen gibi. Olmaz diyorum! Rijkaard, Ayhan'ı da o bölgede kullanmayı deniyor. O bölgenin arasına sıkıştırılan bir Elano var. Belki o sıkış trafikten Elano çıkartılıp Mehmet Topal, Ayhan ya da Mustafa Sarp'tan biri ile bir ikili oluşturulabilinir.
Düşünüyorum, düşünüyorum, her düşündüğümde, her düşünüleni irdelediğimde ve tüm eleştirileri toparlayıp bir hesaplaşma oluşturduğumda kafalarda ucuşan yüzlerce senaryonun, binlerce varyasyonun olduğunu görüyorum.
Biz düşünüyoruz, futbolcular ile bir idmana çıkmayan, konuşmayan, form durumlarını ya da teknik özelliklerini özümsemeyen bizden bahsediyorum. Bir de Rijkaard'ı düşünün!..